Ceza Genel Kurulu 2013/495 E. , 2016/97 K.
Mahkemesi :...Asliye Ceza
Bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık ...'nün TCK'nun 85/1, 22/3, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 2 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, ... Asliye Ceza Mahkemesince verilen ... gün ve ... sayılı hükmün sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay .... Ceza Dairesince ... gün ve ...-... sayı ile;
'5237 sayılı TCK’nun 23. maddesinde, kastı aşan suçlarda veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda cezalandırılabilmek için failin meydana gelen sonuç açısından en azından taksirle hareket etmesi gerektiği belirtilmiş, madde gerekçesinde de, hükmün konuluş amacının, objektif sorumluluk anlayışını terk etmek olduğu, bu tür sorumluluğun, ortaçağ kanonik hukukunun kalıntısı olan 'versari in re ilicita' yani hukuka aykırı bir durumda olan bunun bütün neticelerine katlanır anlayışının ürünü olduğu, çağdaş ceza hukukunun bu anlayışı çoktan terk ettiği, düzenlemeyle meydana gelen ağır netice açısından sorumluluk için neticeye ilişkin olarak en azından taksir dolayısıyla kusurlu olunması gerektiği belirtilmiştir.
5237 sayılı TCK'nun 87/4. maddesinde ise, kasten yaralama sonucunda ölümün meydana gelmesi halinde failin nasıl cezalandırılacağı hüküm altına alınmış ve TCK'nun 86. maddenin 1. ve 3. fıkralarına atıf yapılmıştır.
Somut olayda;
Olay günü komşu olan ölen ve sanığın ikamet ettikleri kendi evlerinin bahçelerinde aileleri ayrı ayrı içki aldıkları sırada çıkan tartışmanın kavgaya dönüştüğü ve sanığın eline aldığı bir çay tabağı büyüklüğündeki taş parçasını ölene vurması üzerine, kalp hastası olan ölenin kısa süre sonra fenalaşıp, yaşadığı üzüntü nedeniyle geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybettiği olayda, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulu tarafından 11.01.2008 tarihinde düzenlenen raporda, kişinin ölümünün kendisinde mevcut kronik kalp damar hastalığının, karıştığı olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesine bağlı dolaşım, solunum durmasından ileri geldiğinin belirtildiği, her ne kadar ölenin vücudunda otopsi sırasında tespit edilen lezyonların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek derecede olduğu belirtilmiş ise de, sanığın eylemi ile birlikte ölüm sonucunun gerçekleşmiş olması ve sanığın eylemini 5237 sayılı TCK'nun 86/3-e maddesinde belirtilen, fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli silah niteliğindeki taş parçası ile gerçekleştirmiş olması karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK'nun 87/1-4 maddesindeki suçu oluşturacağı ve hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerekirken, suçun vasfında yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde hüküm kurulması' isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise ... gün ve ... sayı ile;
' Sanık ile maktul arasında çıkan tartışma sırasında, sanığın eline aldığı taş ile maktule vurması ve maktulün maruz kaldığı müessir fiilin etkisiyle kendinde mevcut kronik kalp damar hastalığının, olayın travması, efor ve stresi ile akut hale geçmesi sonucu gelişen dolaşım ve solunum durmasından öldüğü, maktuldeki travmatik lezyonların ölüme neden olabilecek nitelikte olmadığı anlaşılmakla, sanığın maktuldeki kronik kalp damar hastalığını önceden biliyor olması da dikkate alınarak, maktul yönünden yaralamanın 86/2. madde kapsamında kalması nedeniyle, sanığın 5237 sayılı TCK'nun 86/2 ve 22/3. maddeleri delaletiyle 85/1. maddesi gereğince bilinçli taksirle öldürme suçundan kurulan hüküm usul ve yasaya uygun olduğundan, hükmün onanması gerektiği' görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 24.04.2013 gün ve 11514-10895 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin silahla kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu mu, yoksa bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamına göre;
... ile sanık ...'nün komşu olup aynı sitede yan yana müstakil evlerde yaşadıkları, olay gecesi evlerinin bahçesine kurdukları ayrı sofralarda, aileleri ve arkadaşlarıyla birlikte içki içip, yemek yedikleri sırada sanık ve misafirlerinin gürültülü ve küfürlü konuşmaları yüzünden tartışmaya başladıkları, aile fertleri ve olay yerinde bulunanların da dahil olması ile çıkan kavgada, sanığın attığı bir taş parçasının ...'ın başına isabet ettiği ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına neden olduğu olay yerinde fenalaşan ... ...'ın kalp krizi geçirerek öldüğü,
Adli Tıp Kurumu ... Başkanlığı'nda yapılan otopsi işleminde; ölenin alnında 7-8 cm ebadında sıyrık, başın arka kısımında, sol kulağın 8 cm ardında 0,8 cm'lik künt yara, sağ el avuç içinde 0,5 cm'lik yara, sol diz altında yüzeysel sıyrık bulunduğu, sağ koroner arterde % 50'den fazla daralma, sol koroner arterde % 50 civarında daralma, sol ventrikül ön yüzde iç içe geçmiş 8*4 cm'lik eski ve yeni myokard enfarktüs alanı ile septumda 5*4 cm'lik eski myokard enfarktüsü alanı bulunduğu, ölenin kanında 266 mg/dl etanol tespit edildiği, kişinin kesin ölüm nedeninin ve ölüm ile karıştığı kavga arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığının ... Tıp İhtisas Kurulundan sorulması gerektiğinin bildirildiği;
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen raporda ise; otopsi raporundaki somut bulgular tekrarlandıktan sonra, kanda saptanan 266 mg/dl etanolün öldürücü düzeyde bulunmadığı, kişide kronik kalp damar hastalığı bulunduğu, kişinin ölümünün kendinde mevcut bu kronik kalp damar hastalığının karıştığı olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesine bağlı dolaşım, solunum durmasından ileri geldiği, otopside tanımlanan travmatik lezyonların ölüme neden olabilecek nitelikte olmayıp, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğunun mütalaa edildiği,
Sanık hakkında düzenlenen adli muayene raporunda, vücudunda herhangi bir darp cebir izine rastlanmadığının, kanında 289 mg/dl alkol bulunduğunun belirtildiği;
Sanığın, aşamalarda suçlamaları kabul etmediği, ölen ... ve ailesi ile bir buçuk yıldır komşu olduklarını, çok iyi geçindiklerini, aralarında herhangi bir sorun bulunmadığını, olay günü ölen ve aile fertlerinin kendisine ve misafirlerine saldırdığını, kendisinin maktule taş atmadığını savunduğu, müdafi eşliğinde Yalova Sulh Ceza Mahkemesindeki sorgusu sırasında “Ben etraftan duyduğuma göre ... evinde ölmüş, ...'de kalp rahatsızlığı vardır, ancak kalp krizinden mi öldü bilemiyorum.” şeklinde beyanda bulunduğu,
Olay günü ölenin yanında bulunan ... ve çocukları İ... ve ... ile sanığın kiracısı olan tanık ...'un birbirleri ile uyumlu ifadelerinde, sanığın attığı taşın ölenin başına isabet ettiğini beyan ettikleri,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
04.11.2004 tarih ve 5252 sayılı Kanununun 12. maddesi ile, 1 Haziran 2005 tarihi itibarıyla yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 452. maddesi;
'Katil kastiyle olmıyan darp ve cerh veya bir müessir fiilden telefi nefis husule gelmiş olursa fail, 448 inci maddede beyan olunan ahvalde sekiz, 449 uncu maddede yazılı ahvalde on ve 450 nci maddede muharrer ahvalde on beş seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapse mahkum olur.
Eğer telefi nefis failin fiilinden evvel mevcut olup da failce bilinmiyen ahvalin birleşmesi veyahut failin idaresinden hariç ve gayrimelhuz esbabın inzimamı ile vukua gelirse, 448 inci maddede beyan olunan ahvalde beş seneden, 449 uncu maddede muharrer ahvalde yedi seneden ve 450 nci maddede yazılı ahvalde fail on seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası ile cezalandırılır' hükmünü içermekte iken benzeri bir düzenlemeye, objektif sorumluluk esasının terk edilmesi nedeniyle 5237 sayılı TCK'da yer verilmemiştir.
Suçu, “yasada tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her koşulda sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terkedilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. bası, s.166 vd.). 765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın birer gerçekleştirilme şekli olarak kast–taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nun “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi “(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir. Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi halinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olması gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel istismar suçunda mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulması, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 3. Bası, s. 415 vd.; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökçen, A.Caner Yenidünya, TCK Şerhi, c.I, s.495 vd.)
5237 sayılı TCK’nun 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nun 87. maddenin 4. fıkrası; “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklindedir. Maddede, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCK’nun 86. maddesinin 1 veya 3. fıkraları kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak koşuluyla faile belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir. Madde metnindeki anlatımın açıklığı karşısında, TCK'nun 86/2. maddesinde düzenlenen basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde yaralanma sonucu ölümün meydana gelmesi hali 87/4. fıkrası kapsamında değerlendirilemeyecektir.
Bu aşamada uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından taksir ve unsurları üzerinde de durmak gerekecektir.
5237 sayılı TCK'nun 22/2. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanan taksir haksızlığın gerçekleştirilme biçimlerinden birisidir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3.bası, s.248 vd.). Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.05.2008 gün ve 51-117; 25.03.2008 gün ve 43-62; 11.03.2008 gün ve 275-49; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Neticenin öngörülebilir olmasına karşın fail tarafından öngörülememesi, şeklinde kabul edilmektedir.
Bütün suçlarda olduğu gibi taksirli suçlarda da, hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı cezalandırmanın koşuludur. Taksirli suçlarda nedensellik bağının varlığının kabulü için, failin hareketinden bağımsız bir etkenin sonuca tek başına neden olmaması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde;
Sanığın, kalp rahatsızlığı olduğunu bildiği komşusu ...'ı gürültü nedeniyle çıkan tartışmada başına isabet edecek şekilde taş atarak yaraladığı, ...'ın kendisinde mevcut kalp damar hastalığının olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucunda solunum ve dolaşımının durması sonucu olay yerinde öldüğü, başındaki yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu olayda;
Sanığın kasten yaralama eyleminin TCK'nun 86/2. maddesi kapsamında kaldığında kuşku bulunmadığından TCK'nun 87/4. maddesi uyarınca uygulama yapılmasında kanunen imkan bulunmamaktadır. Bu nedenle, yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece sanığın eyleminin silahla kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasına karar verilmesi isabetli değildir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabülüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, öngörülebilirlik incelemesi yapılarak hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19.12.2012 tarih ve 5568-27725 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 01.03.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.