Hukuk Genel Kurulu 2019/190 E. , 2022/828 K.
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki 'sıra cetveline şikâyet' isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda, Ankara 12. İcra (Hukuk) Mahkemesince verilen şikâyetin kabulüne ilişkin karar şikâyet olunan alacaklı vekili ve borçlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına direnilmiştir.
2. Direnme kararı şikâyet olunan alacaklı vekili ve borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Şikâyetçi İstemi:
4. Şikâyetçi vekili istem dilekçesinde; ... İnş. Tic. ve San. A.Ş.'nin borcu nedeniyle Ankara 6. İcra Müdürlüğünün 2013/4835 E. sayılı dosyası üzerinden icra takibi yaptıklarını, borca karşılık şirketin on üç parça iş makinesinin haczedildiğini, satış isteminde bulunulduğunu ve Ümraniye İcra Müdürlüğünün 2009/1972 Talimat sayılı dosyası ile satışın gerçekleştirildiğini, satıştan sonra borçlu şirketin iflâsına karar verildiği gerekçesiyle Ümraniye İcra Mahkemesince satışların iptal edildiğini, hacizli malların tekrar satışı için yazı yazıldığını, 15.06.2013 tarihinde iki, 01.07.2013 tarihinde dört iş makinesinin satışının gerçekleştirildiğini ve satışın kesinleştiğini, İstanbul 11. İcra Müdürlüğünün 2006/779 E. sayılı dosyasında alacaklı bankanın son olarak 22.11.2011 tarihinde satış talebinde bulunduğunu, Ankara 6. İcra Müdürlüğünün 31.07.2013 tarihli sıra cetveli kararında alacaklı bankanın haczinin devam ettiği gerekçesiyle hacizli araçların satış bedellerinin tamamının hatalı olarak bankanın alacaklı olduğu dosyaya ödenmesine karar verildiğini, alacaklı bankanın haciz tarihinden itibaren bir yıllık süre geçtikten sonra satış isteminde bulunduğunu belirterek Ankara 6. İcra Müdürlüğünün düzenlediği 31.07.2013 tarihli sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Şikâyet Olunanlar Cevabı:
5. Şikâyet olunan alacaklı vekili cevap dilekçesinde, avansını da yatırmak suretiyle süresinde satış talebinde bulunduklarını, taşınırlar üzerindeki hacizlerinin ayakta ve sıra cetvelinin usulüne uygun olduğunu belirterek şikâyetin reddini savunmuştur.
6. Şikâyet olunan borçlu vekili cevap dilekçesinde, talebe konu malların satışı hakkında açılan ihalenin feshi davasının bekletici mesele yapılması gerektiğini, alacaklı bankanın hacizlerinin düşmediğini, satış talebi için gerekli olan avansın yatırıldığını belirterek şikâyetin reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
7. Ankara 12. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 27.03.2014 tarihli ve 2013/776 E., 2014/300 K. sayılı kararı ile; alınan bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre şikâyetçinin 03.04.2009 ve 02.06.2009 tarihli hacizlerinin satış tarihi itibariyle geçerli olduğu, şikâyet olunan bankanın geçerli bir satış istemine rastlanılmadığından hacizlerin düştüğü, sıra cetvelinde alacaklı bankaya yer verilerek pay ayrılması işleminin hatalı olduğu gerekçesiyle şikâyetin kabulü ile sıra cetvelinin iptaline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde şikâyet olunan alacaklı vekili ve borçlu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesinin 08.03.2016 tarihli ve 2015/4595 E., 2016/1418 K. sayılı kararı ile;
“…1-Şikayet olunan borçlu ... İnş. Tic. ve San. A.Ş. vekilinin temyiz itirazları yönünden;
İİK'nın 142/1. maddesi hükmüne göre, 'Cetvel suretinin tebliğinden yedi gün içinde her alacaklı takibin icra edildiği mahal mahkemesinde alakadarlar aleyhine dava etmek suretiyle cetvel münderecatına itiraz edebilir.' Anılan hükümde yer alan 'alakadarlar' ifadesi, kural olarak borçluyu değil, şikayet eden alacaklıdan sıra itibariyle önce olan ve kendisine pay ayrılan alacaklıları ifade eder. Şikayet, kural olarak şikayet edene göre sıra cetvelinde öncelikli olan ya da aynı derecede hacze iştirak eden alacaklılara, diğer anlatımla kendine pay ayrılan ve şikayet sonucundan etkilenecek olan alacaklılara yöneltilmelidir.
Somut olayda, şikayetçi tarafça husumet bu ilkeye uygun olarak, sıra itibariyle önde olan ve kendisine pay ayrılan ...a Katılım Bankası A.Ş.'ne yöneltilmiş ve ... İnş. Tic. ve San. A.Ş.'nin unvanı borçlu sıfatıyla yazılmış olmasına rağmen, mahkemece re'sen alacaklı sıfatı bulunmayan borçlu şirkete husumet yöneltilerek gerekçeli karar başlığında şikayet olunan olarak yazılması ve aleyhine hüküm kurulması doğru olmamıştır.
2-Şikayet olunan Asya Katılım Bankası A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarına gelince;
Şikayet, sıra cetvelinde sıraya ilişkindir.
05.01.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun ile değiştirilen İİK'nın 106/1 maddesi, değişiklikten önce, 'Alacaklı haczolunan mal taşınır ise bir sene, taşınmaz ise iki sene içinde satılmasını isteyebilir.' hükmünü, 110. maddesi 'Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya takip geri alınıp da bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar.' hükmünü içermekte idi.
İİK'nın, 6352 sayılı Yasa'nın 21. maddesi ile değişik 106. maddesi; 'Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir.' hükmünü içermektedir. 6352 sayılı Yasa, 05.07.2012 tarih 28344 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmış olup, Yasanın yürürlüğüne ilişkin 106. maddesi hükmü uyarınca, anılan 21. madde yayım tarihinden altı ay sonra 05.01.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Aynı Yasa'nın 38. maddesiyle İİK'ya eklenen Geçici 10. maddesiyle, bu Kanunun ilgili hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten önce başlatılan takip işlemleri hakkında, değişiklikten önceki hükümlerin uygulanmasına devam edileceği hükmü getirilmiştir. Getirilen bu hükümden, 6352 sayılı Yasa değişikliğinin, takip tarihinden itibaren değil, haciz, satış gibi başlatılan her bir takip işlemi tarihi esas alınarak uygulanacağı anlaşılmaktadır. (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 12.02.2013 tarih ve 2012/28045 E., 2013/3913 K. sayılı ilamı ile Dairemizin 20.02.2015 tarih ve 2014/3595 E., 2015/1053 K; 09.11.2015 tarih ve 5584 E., 7135 K. sayılı ilamları da bu yöndedir) Anılan şikayet olunanın haciz tarihleri itibariyle, değişiklikten önceki anılan hükümlerin uygulanması gerekmektedir. İİK'nın 59. maddesi ise, 'Bir talepte bulunan taraf bununla ilgili masrafları peşin olarak verir' hükmünü içermektedir. Haciz düşse dahi icra takibi ayakta kalmaya devam eder.
Somut olayda; şikayet olunan Asya Katılım Bankası A.Ş.'nin alacaklı olduğu İstanbul 11. İcra Müdürlüğü'nün 2007/779 E. sayılı dosyası ve tüm dosya kapsamından, anılan alacaklı tarafından 30.01.2006 tarihli ihtiyati haciz kararına ve kambiyo senedine dayalı olarak icra takibine başlandığı, ödeme emrinin borçlu şirkete 31.01.2006 tarihinde tebliğ edildiği, buna göre ihtiyati haczin İİK'nın 168. maddesindeki 10 günlük ödeme süresinin dolduğu 10.02.2006 tarihinde kesinleştiği, borçlu şirketin talebi üzerine Sakarya Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2006/184 E. sayılı dosyasından 15.05.2006 tarihinde borçlu şirket hakkındaki icra takiplerinin durdurulması yönünde ihtiyati tedbir kararı verildiği, aynı mahkemece borçlu şirketin borca batık olmadığı gerekçesiyle 10.06.2008 tarihinde ihtiyati tedbirlerin kaldırılmasına karar verildiği, şikayet olunan alacaklı banka vekilince 24.11.2008 tarihinde satış talebinde bulunularak satış avansının(200,00 TL) yatırıldığı, icra müdürlüğünce aynı tarihli karar ile satışı istenen tüm taşınırlar üzerinde başka dosyalardan konulmuş hacizler bulunduğu, İİK'nın 100. maddesindeki malumatların toplanması gerektiği gerekçesiyle satış talebinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
İİK'nın 106. maddesi ile alacaklının takibi sürüncemede bırakmaması amaçlanmıştır. Bu amaca uygun olarak alacaklı tarafından, iflas erteleme davasında verilen ihtiyati tedbir süresi dikkate alınarak süresinde satış talebinde bulunulmuş, avans da yatırılmıştır. Satış talebinin ret gerekçesi satışı istenen tüm taşınırlar üzerinde başka dosyalardan konulmuş hacizler bulunması, İİK'nın 100. maddesindeki malumatların toplanması gerektiğidir. Bu ret kararının, anılan yasal düzenlemeye uygun olan satış talebindeki haklılığı ortadan kaldıran bir karar niteliğinde bulunmadığını kabul etmek gerekir.
Zira, İİK'nın 106. maddesinde satış istenmesinden söz edildiği, bu talebin İcra Müdürlüğü tarafından reddedilmesi halinde talebin geçerliliğini kaybedeceğine ilişkin hiç bir yasa hükmü bulunmadığı gibi, İİK'nın 106. maddesinden kaynaklanan hukuki uyuşmazlıklara ilişkin Yargıtay 12. Hukuk Dairesince alınan yargısal kararların da bu yönde olduğu, 1 ve 2 yıllık süreler içerisinde alacaklının bir an evvel satışa yönelik iradesini icra dosyasına yansıtmak zorunda olduğu ve isteğini İcra Müdürlüğü'ne iletip İİK'nın 59. madde karşısında gereğini yerine getirmesi halinde geçerli bir satış talebinin doğduğu, bundan sonra satışın da aynı 1 ve 2 yıllık süreler içerisinde yapılması yönünde bir zorunluluk bulunmadığı, söz konusu haczin de geçerliliğini kaybettiğinden söz edilemeyeceği kabul edilmelidir. Aynı Kanun'un 59. maddesi uyarınca, bir işlemin yapılmasını isteyen taraf, o işlemin yapılması için gerekli masrafları avans olarak (peşin) yatırmalıdır. İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliği'nin 6. maddesine göre, bu masrafların, tahsilat makbuzu karşılığında para olarak alınması gerekir. Aksi takdirde talep yapılmamış sayılır. Cüz’i de olsa satış avansının yatırılmış olması, usulüne uygun bir satış talebinin bulunduğu anlamına gelir. Yatırılan masrafın yetmeyeceği sonradan anlaşılırsa, bunun tamamlanması istenebilirse de, masraf hiç yatırılmamışsa geçerli bir talebin varlığından söz edilemez.
Kıymet takdiri kesinleşmeden satış yapılmamakla birlikte, kıymet takdiri yapılmadan da satış istenebilir. Diğer bir anlatımla, kıymet takdirinin yapılmaması sadece satışın yapılmasına engel olur. İcra Müdürünün ret kararının ayrıca İcra Hakimliğince iptalinin talep ve dava edilmesine gerek dahi olmadan mahkemece re'sen nazara alınması anılan madde hükümlerine uygun olacaktır.
Diğer yandan, İİK'nda, süresinde satış istendikten sonra haczi ve satışı düşüren sebepler öngörülmemiş, sadece aynı Kanun'un 129/son maddesinde, ikinci ihalede alıcı çıkmazsa ''satış talebinin'' düşeceği düzenlenmiştir. İİK'nın 106 ve 110. madde hükümleri alacaklının takibi sürüncemede bırakmaması amacıyla getirilmiş olup, bu amaca uygun olarak anılan şikayet olunan tarafından İİK'nın 106. maddesindeki 1 ve 2 yıllık süreler içerisinde İİK'nın 59. maddesine uygun olarak satış talep edilerek avansı yatırılmış olmakla, bir daha satış istemesine gerek kalmaksızın, haczi ve satışının ayakta olduğunun kabulü gerekir. Satışın da aynı bir ve iki yıllık süreler içinde yapılmasının zorunlu olduğu, aksi halde haczin düşeceği yönünde yasada bir hüküm bulunmamaktadır. Alacaklıya yüklenen görev, süresinde satış isteyerek avansı yatırmaktır. İİK'nın 123. maddesinde satış görevi, icra dairesine yüklenmiş olup, satış ne zaman yapılırsa yapılsın, haciz ve satış talebi ayaktadır. Dairemizin son uygulaması bu yöndedir. İİK'nın kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren iki yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri yapılamayacağını öngören 128/a-3 fıkrası, varılan bu sonucu bertaraf eden bir düzenleme değildir. Dairemizin 26.03.2012 tarih ve 1020 E., 2296 K; 27.09.2013 tarih ve 4460 E., 5835 K; 28.03.2014 tarih ve 1763 E., 2381 K. sayılı ilamları bu yöndedir.
Bir yıllık satış isteme süreci içinde taşınmaz başka bir dosyadan satılmış ise o tarihe kadar satış talebinde bulunmayanın, satış talebinde ya da o satıştan kendi dosyası için yararlanma talebinde bulunmasına gerek kalmaksızın haczi ayaktadır. İİK'nın 107. madde hükmü koşulları bulunmadığından bahisle aksi sonuca varılamaz. Bu madde hükmü aynı derece içindeki alacaklılar ile ilgilidir. İlmi ve yargısal inançların bu yolda olduğu açıktır. (M.Oskay- C.Koçak İİK şerhi 7 cilt, ...sh. 3046; Yargıtay 19. Hukuk Dairesi'nin 04.12.2001 gün ve 8906 Esas 8078K; 04.12.2003 tarih ve 555 E.,12171 K.; Dairemizin 23.06.2014 tarih ve 5599 E; 4814 K. 12.11.2015 tarih ve 2014/8971 E., 2015/7269 K. sayılı ilamları aynı yöndedir.)
Diğer yandan; icra müdürlüğünce satış talebinin reddi kararı, alacaklının yasa ile doğan hakkın özünü ortadan kaldıran bir karar olması nedeniyle süresiz şikayete tabi olan bu karara yönelik şikayetin işbu dava ile yine şikayete bakmakla görevli İcra Mahkemesi'nin önüne getirildiğinin de kabulü gerekir. Bu durumda; anılan ret kararının takip hukuku bakımından kesinleştiği sonucuna varılmamalıdır.
Şikayet konusu işlemin bir hakkın yerine getirilmesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı ve kamu düzenine aykırı olan işlemlere karşı yapılacak şikayetlerin süresiz bulunduğu hususunun somut olayımızda uygulama yeri olmasına göre icra müdürünün işleminin işbu davada savunma yolu ile ayrıca şikayet de edilmesine göre, ret kararının da bu davada ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği gözetilmelidir.
Yargıtay uygulamalarına (örneğin Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 15.12.2003 gün ve 2126/24743 sayılı ilamı) göre en önemli kriter, tarafların, üçüncü kişilerin ve kamunun menfaatinin korunması için konulmuş emredici (amir) hükümlerine aykırılık teşkil etmesi olup, bu nitelikteki icra müdürünün işleminin süreye bakılmaksızın incelenmesi gerekecektir. (Bkz: M.Oskay-C.Koçak, İİK şerhi Ank. sh.140,141)
Belirtilen bu nedenlerle süresiz şikayet hakkına sahip olan şikayet olunanın, aleyhindeki bu karara karşı İİK'nın 16. maddesine göre süreli şikayet yoluna gitmeyerek icra müdürünün kararını iptal ettirmemiş olmasının, hakkın özü olan İİK'nın 59, 106 ve 110. maddelerine uygun olarak süresinde yaptığı satış talebinin ona sağladığı hukuki sonuçları ortadan kaldırdığı sonucuna varılmaz. Dairemizin 19.09.2013 tarih ve 4536 E., 5532 K.; 30.09.2013 tarih ve 4685 E., 5861 K.; 23.06.2014 tarih ve 5599 E., 4814 K. sayılı ilamları bu yöndedir.
Bu durumda, İİK'nın 106. maddesi uyarınca bir yıl içinde satış talebinde bulunması, 59. maddesi uyarınca masrafını yatırması halinde, adı geçen şikayet olunan yasa ile kendisine yüklenen işlemleri yerine getirdiğinden, haczinin ayakta olduğunun kabulü gerekir. İcra müdürünün satış isteme talebinin reddi kararına karşı süreli şikayet yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle haczin düştüğü sonucuna varılması, anılan yasal düzenlemelerle ve hakkaniyetle bağdaşmaz.
Bu durumda mahkemece, şikayet olunanın alacaklı olduğu İstanbul 11. İcra Müdürlüğü'nün 2007/779 E. sayılı dosyasında, haciz tarihinden sonra iflas erteleme davasında verilen ihtiyati tedbir süresinin dikkate alınmasıyla İİK'nın 106. maddesindeki sürede satış talebinde bulunularak avansın yatırıldığı, şikayet olunanın ilk sırada bulunan 10.02.2006 tarihli kesin haczinin ayakta olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır,…' gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. Ankara 12. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 10.05.2018 tarihli ve 2016/988 E., 2018/141 K. sayılı kararı ile; “Mahkemece verilen kararın 21/04/2014 havale tarihli dilekçe ile davalı Bal-İnş. Tic.ve San. A.Ş tarafından temyiz edildiği, Yargıtay 23.Hukuk Dairesinin 08/03/2016 tarihli kararı ile bozulduğu, dosyanın mahkemece yeni esasına kaydının yapıldığı, Mahkemece ilk kararda direnilmesine ve şikâyetin kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur” şeklinde direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde şikâyet olunan alacaklı vekili ve borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. 1- Mahkemece, alacaklı sıfatı bulunmayan borçlu şirkete husumet yöneltilerek gerekçeli karar başlığında şikâyet olunan (davalı) olarak yazılmasının ve aleyhine hüküm kurulmasının yerinde olup olmadığı,
2- Alacaklı bankanın satış tarihi itibariyle hacizlerinin ayakta olup olmadığı buradan varılacak sonuca göre mahkemece verilen sıra cetvelinin iptaline ilişkin kararın yerinde olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
13. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle temyize konu kararın 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 141/3. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddeleri anlamında direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği, dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
IV. GEREKÇE
14. Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
15. Bilindiği üzere HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Bu kapsamda HMK’nın “Hükmün kapsamı” başlıklı 297. maddesinde:
“(1) Hüküm 'Türk Milleti Adına' verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” şeklinde düzenleme mevcuttur.
16. Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
17. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukukî esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukukî niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
18. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru Baki/Arslan Ramazan/Yılmaz Ejder: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
19. Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
20. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
21. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 31.05.2017 tarihli ve 2015/22-1236 E., 2017/1044 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
22. Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
23. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
24. Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukukî ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
25. Bu aşamada belirtilmelidir ki, mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihaî) temyizi mümkün olan son kararlardan olup mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
26. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
27. 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile HMK’ya eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan HUMK’nın bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” hükmü öngörülmüştür.
28. Bu açık hüküm karşısında mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş, açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, HUMK’nın 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
29. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
30. Başka bir ifadeyle mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi yönlerden uyulmadığının hüküm fıkrasında tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
31. Direnme kararları yapıları gereği Kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar.
32. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
33. Ayrıca Yargıtayca bozulan mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukukî geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur. Nitekim aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 06.04.2021 tarihli ve 2020/15-212 E., 2021/420 K. sayılı kararında da değinilmiştir.
34. Bu genel açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; Özel Dairenin, mahkemece re'sen alacaklı sıfatı bulunmayan borçlu şirkete husumet yöneltilerek gerekçeli karar başlığında şikâyet olunan şeklinde yazılması ve aleyhine hüküm kurulmasının doğru olmadığı, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 106. maddesi uyarınca bir yıl içinde satış talebinde bulunulması ve İİK’nın 59. maddesi gereğince masrafının yatırılması hâlinde şikâyet olunan alacaklının Kanun ile kendisine yüklenen işlemleri yerine getirdiğinin ve haczinin ayakta olduğunun kabulü gerektiği, icra müdürünün satış isteme talebinin reddi kararına karşı süreli şikâyet yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle haczin düştüğü sonucuna varılmasının yerinde olmadığı, mahkemece şikâyet olunanın alacaklı olduğu İstanbul 11. İcra Müdürlüğünün 2007/779 E. sayılı dosyasında, haciz tarihinden sonra iflas erteleme davasında verilen ihtiyati tedbir süresinin dikkate alınmasıyla İİK'nın 106. maddesinde belirtilen sürede satış talebinde bulunularak avansın yatırıldığı, şikâyet olunanın ilk sırada bulunan 10.02.2006 tarihli kesin haczinin ayakta olduğunu belirten bozma kararına karşı yerel mahkemenin direnme kararında hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının neden doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmediği anlaşılmaktadır.
35. Bozma sebebi yönünden yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş, ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır.
36. Bu hâliyle anılan direnme kararının Anayasa’nın ve Kanun’un aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Çünkü Yargıtayca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından hukukî geçerliliğini yitirir.
37. O hâlde mahkemece yapılacak iş, özellikle Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararının gerekçesine karşı direnme kararının gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişletilerek) açıkça kaleme almak suretiyle kararda göstermek olmalıdır.
38. Bu durumda, açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın usulden bozulması gerekir.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na 5311 sayılı Kanun'un 29. maddesi ile eklenen Geçici 7. madde atfıyla uygulanmakta olan İİK’nın 366/III. maddesi uyarınca kararın tebliğden itibaren on gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.06.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.