Hukuk Genel Kurulu 2008/4-464 E., 2008/465 K.
Hukuk Genel Kurulu 2008/4-464 E., 2008/465 K.
HAKSIZ İŞLEM
İDARİ TASARRUFUN İPTALİ
KİŞİLİK HAKLARININ İHLALİ
MANEVİ TAZMİNAT DAVASI
818 S. BORÇLAR KANUNU [ Madde 41 ]
818 S. BORÇLAR KANUNU [ Madde 49 ]
2577 S. İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNU [ Madde 28 ]
"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki “
“manevi tazminat' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 26.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 9.5.2006 gün ve 2005/409-2006/135 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 12.7.2007 gün ve 2006/9345-2007/9462 sayılı ilamı ile, (.. Dava, yargı kararının uygulanmaması sonucu uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Davacı, Y.... B...... Ö...'ın Süleymaniye Camii Haziresine gömülmesine ilişkin 09.01.2001 gün ve 1888 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptaline ilişkin Danıştay 10. Dairesinin kesinleşmiş kararının uygulanması için Başbakanlığa başvurduğu halde yargı kararının uygulanmadığını belirterek davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.
Davalı ise, idari yargı tarafından verilen iptal ve onamaya ilişkin kararları 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 28. maddesi gereğince işlem yapılmak üzere ilgili birimler ile mezarın bulunduğu yerin ve teklifin sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bağlı olduğu Devlet Bakanlığına bildirdiğini, yargı kararının uygulanması için Başbakanlıkça gerçekleştirilmesi mümkün tüm işlemlerin eksiksiz olarak yerine getirildiğini, olayda kusuru bulunmadığını, davacının manevi zararının doğmadığını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, mezarlıklar ve mezarlıklara defin ile ilgili işlemleri yerine getirme görevinin belediyelere ait olduğu, Danıştay kararının 30 gün içinde yerine getirilmesinin fiilen ve maddeten mümkün olmadığı, yürürlükteki mevzuata göre defin ve nakil işlemlerinin belediyelerle Sağlık Bakanlığının yetki ve görev alanında bulunduğu, Başbakanlığın doğrudan doğruya mevtanın mezardan çıkartılması ve nakledilmesi konularında icrai bir eylem veya işlemde bulunamayacağı, iptal kararı üzerine davacının başvurusundan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğüne yazı yazıldığı, davalının Bakanlar Kurulu Başkanı olması ve bir kurumun Başbakanlığa bağlı olmasından dolayı o kurumun görevine giren ve onun sorumluluğunda bulunan tüm işlem ve eylemlerden kişisel olarak sorumlu tutulmasının hak ve adalete uymayacağı, kişisel kusurdan da söz edilemeyeceği, mevtanın mezardan çıkartılmaması veya başka yere nakledilmemesi sonucu ile Başbakanlık işlemleri ve davalı arasında sebep sonuç bağı kurulamayacağı, davacının Danıştay'a verdiği dava dilekçesindeki ikrarına göre de manevi zararın söz konusu olmadığı, yansıma yoluyla manevi zarara uğradığının kabul edilemeyeceği, Borçlar Yasası'nın 41. ve 49. maddelerindeki şartların oluşmadığı ve yargı kararının yerine getirildiği benimsenerek istem reddedilmiştir.
Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerden, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Devlet Bakanlığının teklifi üzerine 09.01.2001 gün ve 1888 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Y.... B...... Ö...'ın Süleymaniye Camii Haziresine gömülmesine izin verildiği; anılan Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptali istemiyle davacı tarafından açılan dava sonunda Danıştay 10. Dairesi'nin Bakanlar Kurulu Kararı'nı iptal ettiği; iptal kararının Başbakanlığa tebliği üzerine Başbakanlık Hukuk Müşavirliği tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğüne yazı yazarak Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptal edildiği bildirilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 28.maddesine göre gereğinin yapılmasının istendiği, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, Hayır İşleri ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı'na yazı yazarak Danıştay'ca verilen iptal kararı temyiz edileceğinden temyiz dilekçesine esas olacak belgeler ile konu hakkında görüş istendiği, temyiz edilen iptal kararının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından onandığı; Başbakanlığın karar düzeltme isteminin de reddedildiği; bundan sonra davacının Başbakanlığa başvurarak yargı kararının uygulanmasını istemesi üzerine Başbakanlık Hukuk Müşavirliği'nin, Devlet Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne yazı yazdığı ve davacının Danıştay kararının uygulanmasına ilişkin talebini içeren dilekçenin ekte gönderildiğinin bildirildiği; Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, Hayır İşleri ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı'na yazı yazarak iptal kararının İdari Dava Daireleri Kurulu'nca onandığı, davacının kararın uygulanması istediğini içeren dilekçesinin geldiğinin bildirildiği; Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü'nün de Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bağlı olduğu Devlet Bakanlığına yazı yazarak, davacının Danıştay kararının uygulanmasını içeren dilekçesinin ilişikte gönderildiğini bildirdiği; Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bağlı olduğu Devlet Bakanlığının Başbakanlığa yazdığı yazıda da İdari Dava Daireleri Kurulu'nun onama kararı aleyhine karar düzeltme yoluna gidildiğini, bunun neticesinde gerekli işlemin yapılacağının bildirildiği anlaşılmaktadır.
Kararın Başbakanlığa tebliğ edildiği tarihte davalı, Başbakan olarak görevde bulunmaktadırlar. Başbakanlığa usulüne uygun olarak tebliğ yapılmasına ve bilgi sunulmasına karşılık yasada öngörülen süre içerisinde, yargı kararı gereğince eylemde bulunulmadığı, işlem tesis edilmediği ve böylece yargı kararının uygulanmadığı anlaşılmaktadır.
Anayasanın 112. maddesinde Başbakanın, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği, Bakanlar Kurulu'nun, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumlu olduğu, her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumlu bulunduğu, Başbakan'ın, bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlü olduğu; yine Anayasanın 138/son maddesinde; yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları; bu organlar ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kuralı yer almaktadır.
Diğer taraftan, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 28. maddesinde; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, kararın tebliği tarihinden itibaren 30 gün içinde işlem tesis etmek veya eylemde bulunmak zorunda bulunduğu, aynı maddenin 4.fıkrasında, mahkeme kararlarını 30 gün içinde yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Ayrıca, ceza hukuku yönünden, yargı kararlarının gereklerini yerine getirmeyen kamu görevlilerinin eylemleri, 765 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 228. ve 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Yasası'nın 257. maddesi kapsamında suç sayılmaktadır. Uygulamada, yargı kararlarını yerine getirmeyenlerin tazminatla da sorumlu tutulacakları kabul edilmekte, kararın otuz gün içinde uygulanmamış olması kişisel sorumluluk için yeter sayılmaktadır.
22/10/1979 gün ve 1978/7-1979/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; kişisel kusur, 'İdare ajanının kamu görevini yerine getirirken, idare fonksiyonu, kamu görevi gerek ve koşullarına aykırı ve yabancı olan, bu nedenle idareye atıf ve isnat olunamayan, doğrudan doğruya ajanın şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranış' olarak tanımlanmış; açık, kesin ve emredici yasa kurallarına bilerek aykırı davranış kişisel kusur olarak kabul edilmiş, yürütmenin durdurulması kararının yalnızca uygulanmaması bu kararı uygulamayan kamu görevlisinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulması için yeterli olduğu, sorumluluk için ayrıca kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmelerinin araştırılmasına gerek olmadığına ve yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumluluğu yönüne gidilebilmesi için ilgilinin açmış olduğu iptal davası sonucunun beklenmesine gerek olmadığına karar verilmiştir.
Danıştay 10. Dairesi'nin 27.02.2007 gün ve 2004/13990 Esas-2007/739 Karar sayılı ilamında ise '...yargı kararını uygulamama eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu...' vurgulanmıştır.
Uygulamada, yargı kararlarını yerine getirmeyenlerin suç işledikleri, tazminatla da sorumlu tutulacakları kabul edilmektedir. Yargı kararını uygulamak durumunda bulunanların, kararın eksikliğini veya yanlışlığını tartışma yetkileri bulunmadığı gibi bu kararları eksik uygulamaları, uygulamış gibi davranarak işleme yapay bir görüntü vermeleri de kararın uygulandığı sonucunu doğurmaz. Kararın 30 gün içinde uygulanmamış olması kişisel sorumluluk için yeter sayılmaktadır.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve somut olaydaki olgular birlikte değerlendirildiğinde, yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmemesi nedeniyle davacının kişilik haklarının zarar gördüğü benimsenmelidir.
Ancak; her ne kadar idari yargı kararının uygulanmasını sağlamamış ise de davalının ilgili birimler ile mezarın bulunduğu yerin ve teklif sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bağlı olduğu Devlet Bakanlığı'ndan idari yargı kararının uygulanması hususunda gerekli işlemlerin yapılmasını istemiş olması, alt birimlerdeki bürokratik işlemler ve yetki kargaşası nedeniyle idari yargı kararının tebliğinden itibaren geçen 30 günlük sürenin mevtanın mezardan çıkartılması ve başka yere nakledilmesi için yeterli olmayabileceği gibi hususlar değerlendirilerek sorumluluk ölçüsü belirlenmelidir. Ayrıca Borçlar Yasası'nın 49/3. maddesinde yer alan 'Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine diğer bir tazmin sureti ikame ve ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir' biçimindeki düzenleme de gözetilerek bir hüküm kurulması gerekir. Yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…
…..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre,Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA,istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 2.7.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
22.10.1979 gün ve 7/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Danıştay ya da İdare Mahkemelerince verilen yürütmenin durdurulması ve iptâl kararlarının 30 gün içinde uygulanmaması halinde, idarecilerin manevi tazminatla sorumlu tutulacağında kuşku yoktur.
Dava konusu olayda iptâl kararının davalıya ulaştırılmasından sonra, davalı tarafından gereğinin yerine getirilmesi için gerekli yerlere talimat verildiği anlaşılmaktadır.
Olayda çözümü gereken husus, bütün iyi niyetli çabalara rağmen idari kararın 30 gün içinde yerine getirilip getirilemeyeceğinin belirlenmesidir. Gerçekten de bu sürede idari kararın gereğinin yerine getirilmesi mümkün ise davalının tazminatla sorumlu tutulması gerekir. Eğer bu zaman zarfında yerine getirilemiyor ise burada davalıya atfedilebilecek bir kusur olamayacağından davanın reddine karar verilmelidir.
Belirtilen nedenlerle bu konuda yeterli araştırma yapılmalıdır. Nitekim özel dairece de bu konudaki incelemenin yetersiz bulunduğu anlaşılmaktadır.
O halde açıklanan hususlar doğrultusunda inceleme yapılarak ve gerektiğinde bilirkişiden mütalaa alınarak sağlık, mevzuat v.s yönlerden sürenin kifayet edip etmeyeceği belirlenip ona göre dava karara bağlanmalıdır.
Mahkeme kararının bu gerekçeyle bozulması gerektiğini düşündüğümden aksine oluşan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Manevi tazminat, malvarlığı dışındaki hukuksal değerlere yapılan saldırılar ile meydana gelen zararların giderilmesidir. Manevi tazminatın kısa ve öz biçimdeki bu tanımı Mustafa Reşit Karahasan’ın Tazminat Davaları kitabında yer almış bulunmaktadır. (Sayfa 535-1970 Baskı)
Kişilik hakları haksız bir şekilde tecavüze uğrayan kişi Borçlar Kanununun 49. maddesinde Medeni Kanunun 23, 24 ve 25. maddelerindeki yasal düzenlemeye dayanarak manevi tazminat isteyebilir. Davacının manevi tazminatı hak edebilmesi için haksız fiil veya tasarrufun kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunması gereklidir.
Kişilik hakları nelerdir: Gerek uygulamada gerekse öğretide belirlendiği gibi kişilik hakları kişinin hayat hakkı, ruh ve beden bütünlüğü, din, vicdan ve düşünce hürriyeti, çalışma hürriyeti, onur, isim, ün, saygınlık, resim, sır gibi korunması gereken kavramlardır. Bu haklar kişiye sıkı sıkıya bağlı mutlak hak niteliğindedir.
Bir haksız fiilin veya haksız idari eylemin veya tasarrufun manevi tazminatı gerektirmesi kişilik haklarına saldırı niteliğinde olması koşuluna bağlıdır. Yine haksız fiilin kişiye yönelik olması da gerekir. Kişiye yönelik olmayan bir tasarrufun veya fiilin kişilik haklarına saldırı oluşturmasının kabulü zordur.
Somut olayda 9.1.2001 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından merhum Y.... B...... Ö...’ın Süleymaniye Camii Haziresine defnine izin verilmiştir. Bakanlar Kurulu kararına karşı davacı T..... Ç.... tarafından iptal davası açılmıştır. Danıştay 10.Dairesi 26.03.2001 gün 2001/1093 sayılı kararı ile davacının dava açma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesi ile davasını reddetmiş, davacının temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 19.10.2001 gün 2001/415-737 sayılı kararı ile hükmü bozmuş, bilahare karar düzeltme istemini de reddetmiştir. Ondan sonra Danıştay 10.Dairesi Bakanlar Kurulu kararının iptaline karar vermiş, karar idari yargıdaki aşamalardan geçerek kesinleşmiştir.
Davacı T..... Ç...., dava dilekçesinde bu olguları etraflıca açıklayarak yargı kararının yerine getirilmesi için dilekçe ile başvurduğu halde süresinde yerine getirilmediğinden bahisle bu durumdan üzüntü duyduğunu ve 25.000-YTL manevi tazminatın davalı Başbakan’dan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Somut olayda delillerden anlaşıldığı kadarı ile merhumun defnedilmesine izin verilen gayrimenkul Sultan Süleyman Vakfı adına kayıtlıdır. Davacının bu taşınmazla doğrudan doğruya bir ilgisi bulunduğu da anlaşılamamaktadır. Nitekim Danıştay 10. Dairesi davacının taşınmazla ilgisinin bulunmaması nedeni ile ilk aşamada davayı ehliyet yönünden reddetmiştir.
Bir idari tasarrufun iptal edilmesi, tek başına davacı lehine manevi tazminat verilmesine yeterli sayılamaz. Bir idari tasarrufun manevi tazminat verilebilmesi için yeterli sayılması, tasarrufun kişilik haklarına saldırı niteliğini taşıması koşuluna bağlıdır. İdari Yargılama Usulü Kanununun getirdiği ilke bu anlamdadır. Davacının defin ile ilgili taşınmaz üzerinde herhangi bir yararlanma hakkının bulunduğu da aydınlanmış değildir. Böyle bir hakkının bulunması halinde de ancak maddi tazminat hakkının bulunup bulunmadığı tartışılabilirdi.
Kamu Görevlilerinin haksız biçimde görevden alınmaları, görev yerlerinin değiştirilmesi, özlük haklarının ihlali gibi hallerde idari yargıda açılan iptal davalarında davacı lehine karar verilmesi halinde maddi ve manevi tazminat davaları açılabilmektedir. Bu tür davalarda davayı açan kişi haksız işleme doğrudan doğruya maruz kalan kişidir. Görevden alınmakla, görev yeri değiştirilmekle, özlük hakları ihlal edilmekle kişi açık yorumla göreve ehil görülmemiş biçimde yorumlanmaktadır. Yine bu hallerde kişi haksız fiilin (idari tasarrufun) bizatihi hedefidir. Bu hallerde dava lehine sonuçlananın manevi tazminat talep etmesi de haklı görülebilir. Somut olaydaki durumu açıklanan türden davalarla karıştırmamak gerekir. Yukarıda da değinildiği gibi bir idari tasarrufun iptal edilmesi tek başına manevi tazminat nedeni teşkil etmez. Bir eylem ve tasarrufun manevi tazminata gerekçe sayılabilmesi için davacının kişilik haklarını doğrudan doğruya ihlal edici nitelikte bulunması gerekir. Somut olayda davacının açıkça hangi kişilik hakkının ne derece ağır ihlal edildiği de anlaşılamamaktadır.
Yerel mahkeme de davalının konuyu vakıflardan sorumlu Bakanlığa, Vakıflar Genel Müdürlüğüne, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gereği için intikal ettirdiği ve konuyla ilgili mevzuatın incelendiği, davacının doğrudan doğruya kişilik haklarının ihlal edilmediği ve manevi tazminat koşullarının gerçekleşmediği gerekçesi ile davayı reddetmiştir. Yerel mahkemenin gerekçesi de somut olayın gerçekleşme şekline uygundur. Manevi tazminat davalı için bir ceza niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi davacı taraf içinde bir zenginleşme vasıtası halinde düşünülemez.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Yüksek 4. Hukuk Dairesinin çoğunluk görüşüne ve Yüksek Hukuk Genel Kurulunun çoğunluk görüşüne de katılmak mümkün değildir. Yerel mahkeme kararının onanması gerekirdi.