Ceza Genel Kurulu 2020/452 E. , 2021/520 K.
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sanık ... hakkında tasarlayarak öldürme suçuna teşebbüsten açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, eylemin kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın TCK'nın 82/1-g, 35/2, 53/1-2-3, 63 ve 54. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 31.01.2019 tarihli ve 38-23 sayılı resen istinafa tabi olan hükme yönelik sanık ve müdafisi tarafından da istinaf başvurusunda bulunulması üzerine, dosyayı inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince 27.02.2019 tarih ve 616-630 sayı ile istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.06.2020 tarih ve 230-1368 sayı ile temyiz itirazlarının esastan reddine karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 13.07.2020 tarih ve 31399 sayı ile;
“...Olaya ve mahkûmiyet kararına baktığımızda sanığın kardeşinin okuduğu okulda öğretmeni tarafından dövülmesi, kötü muamele görmesi iddiasıyla şikâyete gittiği okulun öğretmenler odasında mağdurla muhatap olması nedeniyle kardeşinin öğretmeninin o olduğu zannıyla hareket ettiği anlaşılmaktadır.
Mağdur sınıf öğretmeni olmakla birlikte sanığın kardeşinin öğretmeni olmadığı hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu hâliyle sadece görevinin başında kamu görevlisi olması nedeniyle eyleme maruz kalmışsa yukarıda açıklanan maddenin gerekçesi karşısında bu maddenin uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
Mahkeme kararında mağdurun ayrıca görevi sebebiyle saldırıya maruz kaldığı belirtilmişse de nasıl ve hangi görev olduğu konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Öğretmenin görevleri müfredat çerçevesinde dersleri öğretmek, eğitmek, deneyler yaptırmak, öğrenciyi gözetlemek, onun sorunlarıyla ilgilenmek ve geniş bir çerçevede bulunduğu yörede örnek davranışlarla aydınlatıcı, yol gösterici hareketler göstermek olarak sayılabilir. Öğrenci velisi ya da öğrencinin tepkisine yol açması açısından öğretmen; öğrenciler arasında ayrım yapabilir, beklemediği hâlde ders notunu düşük verebilir, sınıftan geçmesini engelleyebilir, öğrencilerle yeterince ilgilenmez, ödevi ağır verir vb. gibi hâllerde saldırıda TCK 82/1-g maddesinin uygulanabilirliği tartışılmaz. Buna karşın ve gerekçeye de konu olduğu gibi çocuk dövmek öğretmenin görevleri arasında kabul edilemeyeceği gibi mağdurun da zaten çocukların öğretmeni olmadığının anlaşılmış olması karşısında, kardeşlerini dövenin mağdur olduğu düşüncesiyle ona karşı yaptığı ve öldürmeye teşebbüs olarak kabul gören eylemde suç TCK'nın 81/1. maddesi kapsamında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla olayımızda TCK'nın 82/1-g maddesinin uygulama yeri bulunmamaktadır.
Diğer taraftan sanığın kardeşlerinin dövüldüğüne dair sağlık raporu ve ilgilisi hakkında bir soruşturma olmamakla birlikte, mağdurun beyanında da belirtildiği gibi olay öncesi sanığın okula gelip şikâyet babından olayı anlatmış olması, Mahkemenin kabulünde de olayın gerçekleşme sebebinin bu doğrultuda olması karşısında; sanığın böyle bir olayın olduğu ya da eylemi mağdurun gerçekleştirmiş olduğu kanaatiyle suçu işlediği gözetilerek TCK'nın 30/3. maddesi uyarınca lehine tahrik hükümlerinin uygulanmamasının da usul ve yasaya aykırı olduğu' görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 10.11.2020 tarih ve 3639-2778 sayı ile; 'Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının vasıf yönünden itiraz gerekçesi yerinde görüldüğünden itirazın kısmen kabulüne, 17.06.2020 tarihli ve 230-1368 sayılı temyiz itirazlarının esastan reddine dair kararın kaldırılmasına, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin istinaf başvurularının esastan reddine dair kararının, sanık hakkında TCK’nın 81 ve 35. maddeleriyle uygulama yapılması yerine yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle nitelikli kasten öldürme suçundan hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına' karar verildikten sonra, haksız tahrik yönünden itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık ... hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme suçundan verilen mahkûmiyet hükmü, bu karara yönelik istinaf başvurularının esastan reddi suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme; sanık hakkında nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
08.11.2017 tarihli tutanakta; aynı gün saat 17.45 sıralarında Haber Merkezi'nden Doğanlar Mahallesi, Batıçim İlkokulunda bıçaklama olayı olduğunun anons edilmesi üzerine okula gidildiği, yaklaşık 30-40 kişilik bir grubun ... isimli, polislerce tanınan kişiyi tutarak bıçaklama olayını bu şahsın gerçekleştirdiğini söyledikleri, ...'nin vücudunun belirli yerlerinde darp izleri ve kan lekelerinin olduğu ayrıca şahsın hâl ve hareketlerinden uyuşturucu madde almış olabileceğinin düşünüldüğü, olay yerinde bulunan bıçağın sap kısmının tahminen 13 cm, namlu kısmının 9 cm olmak üzere 22 cm uzunluğunda olduğu, yaralı öğretmenin ambulansla hastaneye götürüldüğünün belirtildiği,
08.11.2017 tarihli olay yeri inceleme raporunda; olay yerinde bulunan görevlilerden alınan bilgiye göre, okul bahçesinde meydana gelen bıçakla yaralama olayı ile ilgili olarak mağdur ... isimli şahsın, sol arka kaburga altı, sırt bölgesinden yaralanmış olduğu ve kaldırıldığı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavisinin devam etmekte olduğu, olayın şüphelisi ... isimli şahsın ise olayda kullandığı suç aleti ile birlikte Pınarbaşı Polis Merkezi Amirliğinde gözaltına alınmış olduğu, olay yerinde yapılan incelemede, olayın 1521. Sokak üzerinde bulunan Batıçim İlkokulunda meydana geldiği, A ve B blok olmak üzere iki bloktan oluşan okulda olayın B blok önünde okul bahçesinde meydana geldiği, olay yerinde delil niteliği taşıyabilecek herhangi bir bulgu tespit edilemediği, Polis Merkezine gidildiği, suçta kullanıldığı öğrenilen sap kısmı siyah renkli bant ile sarılı 23 cm uzunluğunda bıçağın fotoğrafının çekildiğinin bildirildiği,
09.11.2017 tarihli CD izleme tutanağında; olayın meydana geldiği Batıçim İlköğretim Okulunun bahçesini gösteren güvenlik kamera kayıtları incelendiğinde, 2 adet video kaydından ilkinde, görüntülerin saat 17.03.42'de başladığı, kameranın okul bahçesi giriş kapısını gösterdiği, sürgülü büyük demir kapının kapalı olduğu, bu kapının bitişiğinde bulunan servis kapısının açık olduğu, üzerinde fosforlu yelek bulunan bir erkek şahsın görevli olarak kapıda beklediği, velilerin okul bahçesine giriş çıkış yaptıkları, saat 17.21’de veli giriş çıkış yoğunluğunun arttığı, büyük sürgülü kapının veliler tarafından tamamen açıldığı, velilerin bahçe içerisine girdikleri, öldürmeye teşebbüs olayı ile ilgili herhangi kaydın bulunmadığı; ikinci video kaydının saat 17.39.10'da başladığı, kameranın okul bahçesinin giriş kapısını gösterdiği, okul bahçe kapısının tamamen açık olduğu, veli giriş çıkışlarının olduğu, saat 17.42.06'da kapı girişindeki velilerin bahçe içerisinde güney yönüne doğru bakarak bir olayı seyrettikleri, saat 17.42.13'te ... ve babası ... olduğu düşünülen iki kişinin kameranın sol tarafından görüntü kaydına girdikleri, kamera görüntüsünün uzak olduğu, ...’nin babası olduğu düşünülen şapkalı şahsın ...'ye sarılarak çıkış kapısına doğru zorla götürmeye çalıştığı, ...'nin gitmemek için direndiği, saat 17.42.47'de ...'nin babası tarafından okul çıkış kapısından dışarı çıkarıldığı, ...'nin direnmeye devam ettiği, el kol hareketleri ile okul bahçesini gösterdiği ve bir şeyler söylediği, saat 17.43.36'da ... ve babasının okul dışı kuzey tarafı bahçe duvarı dışından görüntüye girdikleri, ...'nin hâlen direndiği ve babasının Ömer’i ittirerek uzaklaştırmaya çalıştığı, ...'nin okul bahçesi dışından okul bahçesindeki velilere el kol işaretleri yaparak bağırdığı, saat 17.51.25'te olay yerine polis ve ambulansın geldiği, ...'nin polis ekibine doğru yanındaki kişilerle gittiği, saat 17.52.25'te polis ekibinin hareket ederek olay yerinden uzaklaştığı, saat 17.55.55’te ambulansın okul bahçesinden çıkarak ayrıldığı, 18.15'te görüntünün son bulduğu, kamera kayıtlarından olayın işleniş anını gösterir görüntü bulunmadığının ifade edildiği,
İzmir Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen 08.12.2017 tarihli uzmanlık raporunda; sanığın suçta kullandığı bıçağın, görünümü ve taşımakta olduğu nitelikleri itibarıyla 6136 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yasak niteliği haiz salt saldırı ve savunmada kullanılmak amacıyla imal edilmiş aletlerden olduğu, ancak nitelikleri itibarıyla vahamet arz etmediğinin belirtildiği,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen 08.11.2017 tarihli geçici raporda; sol ön aksiller çizgiden 11. kot arasından bıçaklanan ...’ın vücudunda 3 cm'lik geniş yara olduğu, hayati tehlikesinin bulunduğunun ifade edildiği,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince 07.12.2017 tarihinde düzenlenen adli sağlık kurulu raporunda; mağdur ...'ın yaralanmasının, yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı, sol 10. kaburga kırığının hayat fonksiyonlarına etkisinin orta (2) derecede olduğunun belirtildiği,
İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 19.03.2018 tarihli raporda; ...’ın kemik kırığına (1 adet kaburga kırığı) neden olan yaralanmasının, yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, vücuttaki kemik kırık ve çıkıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi hafif (1), orta (2-3) ve ağır (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında, şahısta saptanan kırığın, hayat fonksiyonlarını orta (2) derecede etkileyecek nitelikte olduğu kanaatini bildirildiği,
Alsancak Nevvar-Salih İşgören Devlet Hastanesince düzenlenen 08.11.2017 tarihli geçici raporda; ...'nin vücudunda diyagram üzerinde (baş bölgesi) belirtilen noktalarda darp izlerinin görüldüğü, hayati tehlikesinin olmadığı, kesin raporun beyin cerrahisi ve ortopedi hekimlerince verilmesi gerektiğinin belirtildiği,
Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesince 13.12.2018 tarihinde düzenlenen raporda; sanık ...'nin 08.11.2017 tarihinde işlediği iddia olunan kasten öldürme suçuna karşı işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilir ve davranışlarını yönlendirme yeteneğini azaltacak veya kaldıracak düzeyde bir akıl hastalığı bulunmadığı, bu fiile karşı ceza sorumluluğunun tam olduğunun ifade edildiği,
Milli Eğitim Bakanlığı Okul Yönetim Bilgi Sistemi'nden alınmış dosya arasında mevcut belgelerde; sanık ...'nin kardeşleri olan Mahmut Denizhan Sipahi ve Hüseyin Dağhan Sipahi'nin, İzmir ili, Bornova ilçesinde bulunan Batıçim İlkokulu'nda, 1. sınıf (E) şubesinde öğrenci olduklarına dair kayıtların bulunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur Kollukta; “Batıçim İlköğretim Okulunda 1. sınıf öğretmeni olarak çalışmaktayım. 08.11.2017 tarihinde saat 17.35 sıralarında okul çıkışı öğrencilerin çoğunu okul bahçesinde velilerine teslim etmiş, sohbet etmekte iken birden bağırma sesi ile birlikte belimin sol yan kısmında acı hissettim. Dönmem ile birlikte daha önceden simaen gördüğüm ... isimli şahıs sağ elinde bulunan bıçakla ikinci defa hamle yaptı. Kendimi geriye çektim, yere düştüm, yerde iken bu şahıs iki veya üç defa bıçakla hamle yaptı. Sağ ayağım ile vurarak uzaklaştırmaya çalıştım, bağırarak yardım istedim. O an Saadet Hanım tuttu müdahale etti. Sonra diğer veliler de bu şahsa müdahale etti, yere yatırdılar, arbede yaşadılar. Ben zar zor ayağa kalkıp 20 metre ilerideki okulun A bloğuna geçtim. Ambulans çağrıldı ve sonra gelen ambulans ile hastaneye getirildim. Burada tedavim yapıldı. Şu an bilincim yerindedir. Bu olaydan dolayı ismini sonradan öğrendiğim ... isimli şahıstan davacıyım. Ayrıca bu şahıs daha önceden de okula gelmişti. Kardeşini okulda dövdüklerini, kendisinin koruyacağını söylediğini hatırlıyorum. Görünüşü madde almış gibiydi. Konuşmaları bozuktu. Bu şahsın neden bana saldırdığını bilmiyorum. Kendisi ile herhangi bir sorun yaşamamıştım.”,
Mahkemede; “Ben bu okulda sınıf öğretmeniyim, sanığın kardeşleri benim öğrencim değildir. Olaydan yaklaşık bir hafta önce sanık okula gelmişti, kendisini daha önce tanımıyordum, öğretmenler odasında bazı öğretmenler ile konuşuyordu, öğrenci olan kardeşlerinin dövüldüğünü söylüyordu. Ben de bu konuşmaya katıldım, dövülmeye müsaade etmeyeceğimizi söyledim. Kendisi bir şeyler içmiş gibiydi, ‘Kardeşlerimi dövdürmem, ben korurum’ şeklinde sözler söylemişti. Daha sonra ben kısa bir süre sonra sanığı koridorda bir küçük çocuğun elinden tutmuş vaziyette gördüm. Kendisinin ayrılmasını çocuğun sınıfına gitmesini söyledim. Kendisi de ‘Tamam hocam’ diyerek ayrıldı. Olay günü okulun çıkış zamanıydı. Öğrencileri çıkartıp velilerine teslim ettik. O anda arkamdan sol taraftan bir darbe aldım. Geri döndüğümde huzurdaki sanığın bıçakla üzerime doğru geldiğini gördüm. O anda ben yere düştüm, yerdeyken sanık elindeki bıçakla bana vurmak için üç kere daha hamle yaptı. Ben tekme savurarak savuşturdum, o anda çevredeki veliler yetişip sanığı tuttular. Ben sanığın kardeşlerine tekme vurmuş değilim, zaten kardeşlerini tanımıyorum, kardeşleri benim öğrencim de değildir. Olay bu şekilde olmuştur. Ben bir öğretmen olarak şikâyetçi değilim ancak sanığın gerçekten bir akıl hastalığı varsa bunun tedavi edilmesini talep ediyorum. Olay anında sanığın herhangi bir tehdit veya küfür sözünü duymadım. Sadece ilk darbeyi aldıktan sonra lan diye bir bağırmasını duymuştum.”,
Tanık ... Kollukta; “Kızlarım Şeyma ve Ayşe Şeyda Gül Batıçim İlkokulunda öğrencidir. Ben 08.11.2017 günü saat 17.45 sıralarında kızlarımı okuldan almaya geldim. Okul bahçesi içerisinde dağılmalarını bekliyordum. Okul bahçesinde birçok veli bulunuyordu. Bir anda çocuklarımın öğretmeni olduğu için tanıdığım öğretmen ... yanımda sırtüstü yere düştü. Beni ismen tanıyordu. Bana ‘Saadet Hanım tut’ diye bağırdı. ...'ın arka sol boşluğundan yaralanmış olduğunu, kan geldiğini gördüm. Daha önce tanımadığım bir erkek şahsın elinde bıçak ile yere düşen Namık öğretmene doğru hamle yaptığını, sürekli bıçak salladığını ancak bu bıçak darbelerinin öğretmene isabet etmediğini gördüm. Ben bıçakla saldıran şahsa müdahale ettim. Bu şahsın üzerine atladım. Bu hareketimle elinde bıçak olan şahıs yere düştü. Ancak bıçağı bırakmadı. Çevreden gelen veliler şahsın elinden bıçağı aldılar. Ben bundan sonra okul içerisine alınan öğretmen ...'ın yanına gittim. Olaydan sonra elinde bıçakla saldıran şahsın ... olduğunu öğrendim.”,
Mahkemede; “Olay günü okulun önünde çocukları bekliyorduk, öğretmen müşteki Namık Bey oradaydı, öğrencilerin velilere teslimi ile ilgileniyordu, birden Namık Bey’in sol tarafını tutarak önümde yere yığıldığını gördüm. Baktığımda başı kapüşonlu, arkası bana dönük olan bir şahsın yerde bulunan Namık Bey’e elindeki bıçağı sağa sola sallayarak vurmaya çalıştığını, Namık Beyin eli ile ve tekme ile karşılık verdiğini gördüm. O anda çocuklar çığlık atıyordu, ben bıçak sallayan şahsı ittirdim, sendeledi, o anda başka bir veli geldi, şahsın elindeki bıçağı aldı, şahıs yere düştü, diğer velilerin yardımıyla onu yakaladılar. Namık Bey oradan ayrılmıştı, gidip baktığımda yaralı hâldeydi. Ben şahsın yüzünü görmediğim için şahsın huzurdaki sanık olup olmadığını bilemiyorum, ancak montlu fotoğrafını bana o an göstermişlerdi. Ben montundan tanımıştım. Huzurdaki sanığı daha önce görmedim, tanımıyorum, benim bilgim bundan ibarettir.”,
Tanık Gülname Sipahi Kollukta; “Benim toplamda beş çocuğum bulunmaktadır. ... benim öz oğlum olur ve ayrıca birinci sınıfa giden iki oğlum bulunmaktadır. Ömer birinci sınıfa giden iki oğlumu okula göndermek istememektedir. ‘Okullarda çocuklara kötü davranılıyor, tecavüz ediyorlar’ gibi laflar söylemektedir. Hatta ben ve babası ile tartışmaktadır. Yaklaşık üç haftadır Ömer’in korkusundan çocukları okula gönderemiyoruz. İki oğlum da üç haftadır evde bulunmakta ve okula gitmemektedirler. Ömer’in psikolojisi bozuktur. Kendisini tedavi ettirmek istiyoruz ancak bir türlü tedavi ettiremiyoruz. Daha önce bir kere hastaneye götürdük ancak hastaneden kaçtı. Bugün Ömer’in okula giderek bir öğretmeni bıçakladığını duydum. İki kardeşi de okulda olmadığı hâlde neden okula gittiğini bilmiyorum. Benim bu konu ile ilgili bildiklerim bundan ibarettir.”,
Tanık ... Kollukta; “... beş çocuğumdan bir tanesidir. Bugün yani 08.11.2017 günü saat 17.30 sıralarına eve geldim eşim Gülname bana ‘Ömer okula öğretmenle kavga etmeye gitti’ diye söylemesi üzerine hemen ben de okula doğru koştum. Okula geldiğimde, bağrışmalar vardı, bir sürü insanın Ömer’i yere yatırmış, tekme ve tokatla vurduğunu gördüm. Hemen müdahale ettim. Bu arada Ömer de insanlara saldırıyordu. Zar zor Ömer’i tuttum ve okuldan dışarı çıkardım. Durumu polise bildirdim. Bir yandan da Ömer’i zapt etmeye çalıştım. Bu arada Ömer bana saldırdı ancak ben yine kendisini zapt ettim. Bir süre sonra polis geldi. Polislere Ömer’i teslim ettim. Sonradan duyduğum kadarı ile bir öğretmen yaralanmış okula ambulans geldi. Daha sonra da öğrendiğim kadarı ile Ömer’in bir öğretmeni bıçaklamış olduğunu duydum. Ben olayın nasıl olduğunu görmedim. Ben geldiğimde insanlar Ömer’i yere yatırmış, darbediyorlardı. Oğlum Ömer psikolojik sorunludur. Birinci sınıfa giden iki oğlumu okula göndermemektedir. Yaklaşık üç haftadır bu iki oğlum okula gidememektedir. Ömer’i hastaneye götürdük. Hastaneden kaçtı bir türlü tedavi ettiremedik. Benim bu konu ile ilgili gördüklerim ve bildiklerim bundan ibarettir.”,
Mahkemede; “Ben daha önceki ifadelerimi tekrar ediyorum, sanık benim oğlumdur. Benim ikiz çocuklarım bu okulda okuyor. Müşteki Namık Bey’i olaydan sonra tanıdım. Kendisi bizim çocukların öğretmeni değildir. Olay günü eşim beni aradı. Ömer'in okula gittiğini, öğretmenle kavga edebileceğini söyledi. Ben bunun üzerine okula gittim, baktığımda Ömer yerde idi. Oradaki şahıslar onu dövüyorlardı. Ben Ömer'i tutup okuldan çıkarttım, sonra polisler geldiler. Ben olay yerinde bıçak görmedim, müştekiyi de orada görmedim. Oğlumun daha önce herhangi bir rahatsızlığı yoktu, gidip askerliğini yaptı ancak askerliğin bitmesine bir iki ay kala bazı sorunlar yaşamış, yaklaşık bir yıl önce terhis olup geldi, askerden önce uyuşturucu kullanıyordu ancak geldikten sonra uyuşturucu kullanmıyor. Askerden geldikten sonra tamamen değişik biri oldu. Sinirli, asabi, çevresi ile kavga eden bir kişi oldu. ‘Kardeşlerimi okula gönderme, orada öğrencilere tacizde bulunuyorlar’ gibi sözler söylemeye başladı, hastaneye tedaviye götürmek için müracaat ettik. Kendisi kabul etmedi, mahkemeden karar aldık, polis zoruyla götürme kararı aldık ancak polisler gelip götürmediler. Kendisinin herhangi bir psikolojik tedavisi yapılmadı, benim bilgim bundan ibarettir.”,
Şeklinde beyanda bulunmuşlardır.
Kollukta susma hakkını kullanan sanık tutuklanması amacıyla sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğinde; “Kardeşlerimin gittiği okulda gerek öğretmenler gerekse kardeşlerimden birkaç yaş büyük öğrenciler tarafından çocuklara yaptırılmayacak şeyler yaptırılmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan'a çocukların kurban edildiğini bile duydum, ben bu nedenle 7 senedir kafamı kaldırıp sokakta bile gezemiyorum. Çok büyük bir şebeke olduğunu düşünüyorum. Ben kardeşlerime yardım edemiyorum. Onların da koruma altına alınmalarını istiyorum. Çocuklara annesi babası da yeterince bakmamaktadır. Ben de onları öz anne babam olarak biliyorum ama onların öyle olduklarına inanmıyorum, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmak istiyorum.”,
Mahkemede; “Ben müsnet suçu kabul etmiyorum. İlkokulu 8. sınıfa kadar okudum, askerliğimi de tam yaptım, benim herhangi bir akıl hastalığım ve psikolojik sorunum yoktur. Birkaç kez psikiyatriste gittim ancak sorun bende değil çevremdedir. Herkes beni eziyor, her gittiğim yerde bana kötü davranılıyor. İki kardeşim bu okulda birinci sınıfa gidiyorlar. Müşteki kardeşlerimin öğretmenidir. Olaydan önce müşteki kardeşime tekme ile vurmuş. Ben kardeşlerimin de ezildiğini düşünüyorum. Olay günü okula kardeşlerimi almaya gittiğimde müştekiyi gördüm, korkutmak için bıçağı gösterdim ancak ben kendisine bıçakla vurmadım. Oradakiler bana saldırdılar. Polis geldi, müşteki düştüğü için yere çarparak çizilmiş olabilir. Ben yaralamadım, savunmam bundan ibarettir. Mahkûmiyet hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul ediyorum. Müştekinin beyanlarını kabul etmiyorum. Benim kardeşlerimin birinin ismi Hüseyin Sipahi diğerinin ise Mahmut Sipahi'dir. Bunlar bu okulda 1. sınıf öğrencisidir. Sanığın benim kardeşlerimin öğretmeni olup olmadığını bilmiyorum. Ben daha önce öğretmenler odasına gidip konuşmuştum. Ben bıçak salladım ancak müştekiye değmedi. Bıçakla vurmaya çalışmadım, müştekinin beyanlarını kabul etmiyorum. Ben bana gösterilen bu bıçağı tarlada bulmuştum. Kendimi savunma için korkutma amaçlı idi. Boşu boşuna yatıyorum. Ben tarlada oturuyordum, kardeşimi almaya gittim. Öğretmeni görünce korkutmak için bıçağı salladım, ben değdirmedim, yaralamadım, kendisi yere düştü, yere düştüğünde çizilmiş olabilir. Kendisi kardeşimin kafasına tekme atmıştı. Ben bir suç işlemedim, boşu boşuna yatıyorum.”,
Şeklinde savunma yapmıştır.
İnsanın dış dünyaya yansıyan davranışlarını esas alan ceza hukuku, onun davranışlarında iç dünyasının, o anki ruh hâlinin ve genel psikolojik özelliklerinin önemi bulunduğunu kabul ederek bu psikolojik durumlara belli bir hukuki değer vermektedir. Bu itibarla modern ceza hukuku sadece işlenen suçu değil, suçun işlenmesinde etkili olan nedenleri göz önünde bulundurarak cezalandırma yoluna gitmektedir (Devrim Aydın, Yeni Türk Ceza Kanunu'nda Haksız Tahrik, AÜHFD, 2004, C. 54, s.225.).
Haksız hareketin kişi üzerinde ve onun psikolojik aleminde bir tepki doğuracağını kabul eden modern ceza hukuku, failin bu durumunu değerlendirmekte, cezai sorumluluğunu azaltan bir sebep olarak görmektedir. Failin bu subjektif durumuna önem veren çeşitli ülkelerin ceza kanunlarında, failin cezasında belli oranlarda indirim yapılması esası kabul edilmiştir (M. Muhtar Çağlayan, Yargıtay İçtihatları Işığında Haksız Tahrik üzerine Bir İzah Denemesi, Adalet Dergisi, Ocak –Şubat, 1982, S.1, s.14.).
Bu düşünceden hareketle 5237 sayılı TCK'nın 29. maddesinde de haksız tahrik;
'Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir' şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak kabul edilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sadır olmalıdır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda, 765 sayılı Kanun'da yer alan 'ağır – hafif tahrik' ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.
Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere, gerek fail, gerekse mağdurun karşılıklı haksız davranışlarda bulunması hâlinde, tahrik uygulamasında kural olarak, haksız bir eylem ile mağduru tahrik eden fail, karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki, kendi gerçekleştirdiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hâl almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından haksız tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir.
Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı hâlinde, fail ve mağdurun biri diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmediği göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre; etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir.
Evrensel bir ceza hukuku temel ilkesi olan 'kuşkudan sanık yararlanır' prensibi uyarınca bir olayda ilk haksız hareketin sanıktan mı, yoksa maktul ya da mağdurdan mı kaynaklandığının her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanamaması hâlinde, oluşan kuşku sanık lehine yorumlanarak sanığın TCK'nın 29. maddesindeki haksız tahrik hükmünden yararlandırılması gerektiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmadığı açık ise de bu kabulün dosya kapsamından anlaşılan olayın gerçekleşme biçimine, somut olayın özelliklerine ve hayatın olağan akışına uygun düşmesi zorunluluğu karşısında her olayın kendine özgü koşulları değerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır.
Öte yandan; günlük kullanımda “istemeyerek ve bilmeyerek yapılan yanlış, kusur, yanılma, yanılgı” anlamlarına gelen hata; ceza hukukunda, maddi veya normatif dünyaya ilişkin bir şeyin veya gerçekliğin olduğundan farklı biçimde algılanması veya değerlendirilmesi şeklinde tanımlanmıştır (Francesco Antoliei, Manuale di Diritto Penale, Parte Generale, Milano 2003, s. 411.).
Ceza hukuku alanında hata, niteliği itibarıyla, fiil üzerinde ve kural üzerinde hata olarak iki biçimde ortaya çıkmaktadır. Kural üzerinde hata genel olarak mazeret sayılmaz. 5237 sayılı TCK’nın 4. maddesinde de “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” hükmüyle tekrarlanan ve katı şekilde uygulanan bu ilke 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun’un dördüncü maddesi ile eklenen 'İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz' biçimindeki dördüncü fıkra ile esnetilme yoluna gidilmiştir. Böylece “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” hükmü, sadece fiilin haksızlığı konusunda kaçınılabilir hata ile sınırlandırılmıştır (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara 2016, sayfa 261.). Fiil üzerinde hata ise belirli koşulların varlığı hâlinde kastı kaldıran bir neden olarak kabul edilmektedir. Fiil üzerinde hata, genellikle dış dünyaya ilişkin bir algılama hatasından kaynaklanır. Bu tür bir hata, hataya konu olan şeyin durumundan (uzaklık, ışık durumu gibi) kaynaklanabileceği gibi, kişiye ait bir özellik de (görme kusuru gibi) hatanın nedeni olabilir (Ferrando Mantovani, Diritto Penale, Parte Generale, Milano 2001, s. 377.).
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nın 'Hata' başlıklı 30. maddesinde;
'Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır' şeklinde düzenlenmiş iken, 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun’un dördüncü maddesi ile eklenen 'İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz' biçimindeki dördüncü fıkra ile son hâlini almıştır.
Madde gerekçesinde ise;
“Madde metninde çeşitli hata hâlleri düzenlenmiştir.
Birinci fıkrada suçun maddî unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir. Kast, suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddî unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata hâlinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.
Fıkrada ayrıca, maddî unsurlarda hata hâlinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir netice ile karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır.
Kastın varlığına engel olan hata, suçun sadece temel şekline ilişkin unsurlar hakkında değil, aynı zamanda failin daha ağır veya hafif ceza ile cezalandırılmasını gerektiren nitelikli unsurları bakımından da ortaya çıkabilir. İkinci fıkra ile kişinin, suçun nitelikli unsurlarına ilişkin hatasından yaralanması öngörülmüştür.
Hükûmet Tasarısının 23 üncü maddesinin birinci fıkrasında 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesinde düzenlemeye paralel olarak şahısta hata ve hedefte sapma hâli düzenlenmiştir.
‘Şahısta hata’ aslında bir ve ikinci fıkra hükümleri bağlamında düşünülmesi gereken bir durum olduğu için, bu hususa ilişkin ayrı bir hükme yer verilmesi gereksiz görülmüştür.
Keza, hedefte sapma hâli ile ilgili olarak bu madde kapsamında düzenleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Çünkü hedefte sapma hâlinde bir hata söz konusu değildir. Bu durumda suçların içtimaı hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir sorun söz konusudur. Nitekim, uygulamada da hedefte sapma, suçların içtimaı ve özellikle fikri içtima bağlamında ele alınmaktadır.
Hükûmet Tasarısının 23 üncü maddesinin 3 üncü fıkra veya bendinde düzenlenen ‘hukuka uygunluk nedenlerinde hata’ ile ilgili hüküm, bölüm başlığına paralel olarak değiştirilmiştir. Madde metnindeki ‘hukuka uygunluk nedenleri’ yerine, ‘ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler’ ibaresi konulmuştur. Somut olayda söz konusu nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanabilecektir. Ancak, bunun için hatanın kaçınılmaz olması gerekir. Hatanın kaçınılabilir olması durumunda ise, kişi işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulacak ve fakat bu hata, temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.” biçiminde açıklamalarda bulunulmuştur.
Maddede çeşitli hata hâlleri düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrası ile kişinin, suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususundaki hatasından yararlanması öngörülmüştür. Buna göre; kardeşi olduğunu bilmediği birisini öldüren fail, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerinden olan kardeşini öldürmekten değil, kasten öldürmenin basit hâlinden sorumlu olacak, değersiz zannederek değerli bir kolyeyi çalan fail hakkında da değer azlığı hükmü uygulanacaktır.
Üçüncü fıkrada ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenlere ait şartların gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin, bu hatasından yararlanacağı hüküm altına alınmış, fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata hâlleri düzenlenmiştir. Failin bu hükümden yararlanabilmesi için, içerisinde bulunduğu şartlar bakımından hatasının kaçınılmaz olması gerekmektedir.
5377 sayılı Kanun ile eklenen dördüncü fıkrada ise, kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüş, diğer bir ifadeyle eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmiş ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte bulunmuş ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun tespitinde kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içerisinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır.
Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup, hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilinden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın tayininde dikkate alınacaktır.
Bu aşamada maddenin uyuşmazlıkla ilgili üçüncü fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK'nın 30. maddesinin üçüncü fıkrasında 'Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır' hükmü yer almaktadır. Fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata hâlleri düzenlenmiştir. Hatanın kaçınılmaz olması hâlinde, fail bu hatasından yararlanacaktır. Hataya düşmenin kaçınılmaz olmasını, kusursuz olmak şeklinde anlamak gerekir (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara 2016, sayfa 194.). Bunun için fail, fiili işledigi sırada ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususundaki hatası nedeniyle kınanamamalı, dikkatsiz ve özensiz davranmış olmamalıdır.
Bu açıklamalar akla şu sorunu getirmektedir. Peki, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda hataya düşmekte kusurlu davranan kişinin sorumluluğu nasıl tayin edilecektir? Gerçekten de madde hükmünde ifade edilen durumda, failin ceza sorumluluğundan kurtulabilmesi, hataya düşmekte hiçbir şekilde kusurlu olmaması şartına bağlanmaktadır. Buna karşın ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda hataya düşmekte dikkatsiz ve özensiz davrandığının tespit edilmesi durumunda fail, fiilden dolayı kasten mi sorumlu olacaktır? Örneğin, fail biraz daha dikkat etmiş veya özenli davranmış olsaydı kendisine yönelmiş bir saldırının olmadığını anlayabilecekken, karşısındaki kişiye saldırarak o kişinin ölümüne veya yaralanmasına yol açtığı takdirde, dikkatsizliği veya özensizliği yüzünden düştüğü hata nedeniyle fiilin kasıtlı şeklinden mi sorumlu tutulacaktır? Kanun’un madde gerekçesindeki “Hatanın kaçınılabilir olması durumunda ise, kişi işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulacak ve fakat bu hata, temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır” şeklindeki açıklama karşısında, Kanun koyucu tarafından Kanun’un 30. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen durumlarda hataya düşülmesinin “kaçınılmaz” olması şartının arandığı, hataya düşmekte kusurlu olması hâlinde ise failin kasten sorumlu tutulmak istendiği, anlamına geldiği savunulmuştur (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara 2016, sayfa 194; Devrim Güngör, Ceza Hukukunda Fiil Üzerinde Hata, Ankara, 2007, Yetkin Yayınları, s. 69-70.).
Ceza sorumluluğunu azaltan nedenlerden olan haksız tahrikin varlığı konusunda da hataya düşülebilir. Haksız tahrikin varlığı konusunda kaçınılmaz hataya düşen fail haksız tahrik hükmünden yararlanacaktır. Fakat burada hatanın kaçınılmaz olması zorunludur. Buna karşılık, hata kaçınılabilir bir hata ise, yani failin kişisel özellikleri göz önüne alındığında, daha dikkatli ve özenli davranması durumunda hatasından kaçınabilecekse başka bir anlatımla hata meydana gelmeyecekse artık haksız tahrik hükümlerinden yararlanamayacaktır.
Öğretide bu konuya ilişkin olarak; '... örneğin, kendisine köy kahvesinde küfreden B'yi kahve çıkışında dövmek için geçeceği yol üzerinde bekler. Yoldan geçenin görünüş olarak B'ye çok benzeyen C olduğunu gece karanlığının da etkisiyle fark etmeyip ona sopayla birkaç kez vursa kaçınılmaz bir hata içinde olduğu kabul edilebilirse A haksız tahrik hükmünden yararlanabilecektir. Ancak gerekli özeni gösterseydi gece de olsa yoldan geçenin C olduğunu fark edebilecek idiyse artık tahrikten yararlanamaz' (Veli Özer Özbek, Ceza Hukuku Dergisi, sayı 7, Türk Ceza Hukukunda Hata, s. 93.), 'Kusurluluğu azaltan bir nedenin maddi koşullarında hataya düşülmüşse (örneğin, haksız tahrik, ...m.29), kişi yanılgısı kaçınılmaz nitelikteyse bundan istifade eder ve ilgili kusurluluğu azaltan hâlden faydalanır. Bununla birlikte, hatası kaçınılabilir mahiyette ise, artık kusurluluğu azaltan sebepten faydalanamaz' (M.Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 531.) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Mağdur ...'ın Batıçim İlköğretim Okulunda sınıf öğretmeni olarak görev yaptığı, sanık ...’nin, Mahmut Deniz Sipahi ve Hüseyin Dağhan Sipahi adındaki ikiz kardeşlerinin aynı okulda 1-E şubesinde öğrenci oldukları, okulda kardeşlerine kötü davranıldığını ve sınıf öğretmeninin kardeşlerini dövdüğünü düşünen sanık ...’in, olaydan yaklaşık bir hafta önce okula gidip öğretmenler odasında bu konuda öğretmenlerle konuştuğu, o esnada orada bulunan mağdur ...’ın konuşmaya dâhil olarak okulda çocukların dövülmesine müsaade edilmeyeceğini söylediği, sanık ...’in ‘Kardeşlerimi dövdürmem, ben korurum’ şeklinde sözler söylediği ve kardeşlerinin okula gitmesine izin vermediği, 08.11.2017 tarihinde mağdur ...’ın ders bitiminde öğrencileri velilerine teslim etmek üzere okulun bahçesinde bulunduğu sırada, sanık ...’in yanında taşıdığı bıçakla okul bahçesine girdiği ve mağdurun arkasından yakşalarak herhangi bir şey söylemeden mağdurun göğüs bölgesine bıçakla vurduğu, bıçağın mağdurun kaburga kemiğine isabet edip kemik kırılmasına neden olduğu, mağdur ...’ın yere düşmesi üzerine sanık ...’in bıçakla mağdura birkaç kez daha vurmak için hamle yaptığı ve tekme savurduğu ancak okul bahçesinde bulunan velilerin sanığı tutarak engel oldukları, mağdurun hayati tehlike geçirmeyecek şekilde, basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ölçüde ve vücudunda hayat fonksiyonlarını orta (2) derecede etkileyen kemik kırığı oluşacak şekilde yaralandığı olayda; sanık ...’in babası olan tanık ... ve mağdur ...’ın beyanlarına göre, mağdurun, sanığın kardeşlerinin öğretmeni olmadığının anlaşılması, sanığın daha dikkatli ve özenli davranması durumunda mağdur ...’ın, kardeşlerinin öğretmeni olmadığını kolaylıkla öğrenebilecek durumda olması karşısında; sanığın bu hatasının kaçınılmaz nitelikte bir hata olmadığı ve sanığın TCK’nın 30. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususundaki hata hükmünden yararlanamayacağı kabul edilmelidir.
Bu itibarla haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.11.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.