Hukuk Genel Kurulu 2017/938 E. , 2021/1565 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı bankanın müvekkiline gönderdiği ihtarname ile ticari taşıt kredisinden 577.884,48TL, mer’i teminat mektubu bedeli 2.230TL ve on iki adet çek yaprağından 5.220TL olmak üzere toplam 585.334,48TL borcun ödenmesini talep ettiğini, müvekkilinin 2006 yılından önce müdürü ve ortağı olduğu ... Ltd. Şti. adına Koçbank ile 100.000TL tutarında kredi sözleşmesi imzaladığını, aynı zamanda bu kredi sözleşmesine ... ile birlikte müteselsil kefil olarak imza attığını, 13.09.2006 tarihinde ise şirket hissesini devrettiğini, dava konusu edilen borcun devir tarihinden sonra doğduğunu, bu nedenle sözleşmelerin müvekkilini bağlamayacağını, bazı taşınmazların bankaya teminat verildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 150.000TL tutar bakımından borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının kefil olduğu sözleşme feshedilmediğinden kefaletinin devam ettiğini, sözleşmenin belirsiz süreli olarak imzalandığını, talebinin haksız olduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.12.2010 tarihli ve 2009/5 E., 2010/363 K. sayılı kararı ile; davacının Koçbank ile imzaladığı sözleşmenin 2005 tarihli ve 150.000TL limitli genel kredi sözleşmesi olup, bu sözleşmeden doğan kredi borcunun kapanmış olduğu, eski sözleşmenin sona erdiği, davalı banka ile davacı arasında imzalanan yeni bir sözleşmenin bulunmadığı, 20.02.2006 tarihli sözleşmenin ise dava dışı kişilerle yapıldığı ve davacının bu sözleşmede şirket yetkilisi ya da kefil olarak imzasının bulunmadığı, bankanın talebinin davacının imzasını taşımayan 20.02.2006 tarihli ikinci genel kredi sözleşmesine dayandığı, davacının dava dışı ... Ltd. Şti.’de bulunan hissesini 13.09.2006 tarihinde devrettiği, talebe konu borcun bu devir tarihinden sonra doğması sebebiyle davacının sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 20.02.2012 tarihli ve 2011/6246 E., 2012/2505 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı, davalının kendisine gönderdiği 06.01.2009 tarihli ihtarnamesi üzerine bu davayı açmıştır. İhtarnamede toplam 585.334,48TL alacak talebinde bulunmuş, davacı “şimdilik” kaydıyla fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak ihtarnamede gösterilen bedelin 150.000 TL’sinden borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. İhtarnamede borç miktarı açıkça belli olduğuna ve davacı tarafça bu borcun belli bir kısmının kabulüne ilişkin açıklamaya da yer verilmemiş olmasına göre, şimdilik kaydıyla kısmen borçlu olunmadığının tespiti şeklinde dava açılması usul ve yasaya aykırıdır. Mahkemece bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir,…” gerekçesi ile karar bozulmuş, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
9. İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.06.2013 tarihli ve 2013/3 E., 2013/274 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe yanında, her ne kadar dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla ibaresi kullanılmış ise de, dava dilekçesinin sonuç kısmında davacının açıkça sorumlu tutulduğu miktar olan 150.000TL bakımından borcu bulunmadığının tespitini talep ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ihtarnameye dayalı olarak toplam 585.334,48TL alacak talebinde bulunulan davacının “şimdilik” kaydıyla fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak ihtarnamede gösterilen bedelin 150.000TL’sinden borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ettiği eldeki davada, ihtarnamede borç miktarının açıkça belli olması ve davacı tarafça bu borcun belli bir kısmının kabulüne ilişkin açıklamaya yer verilmemiş olmasına göre “şimdilik” kaydıyla kısmen borçlu olunmadığının tespiti şeklinde dava açılmasının usul ve yasaya uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
13. Kısmî dava, alacağın yalnızca bir bölümü için açılan dava olarak tanımlanmaktadır. Bir davanın kısmî dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukukî ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmî dava denir.
14. Kısmî dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmî dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez.
15. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmî dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, C. II, 15. baskı, İstanbul 2017, s. 1000).
16. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) açıkça kısmî dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde de kısmî dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmî dava 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 109. maddesinde ise ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
17. Düzenlemeye göre;
“(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez”.
18. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmî dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmî dava açılması mümkün hâle gelmiştir.
19. Kısmî dava ile dava konusu alacağın veya hakkın tam olarak ispatının zorluğu bulunması hâlinde dava açan kişinin yargılama rizikosunu azaltmak amaçlanmaktadır. Diğer bir deyişle kısmî dava açan davacı, dava konusu yaptığı kısım için yargılama giderlerine katlanacak ve harç ödeyecektir.
20. Öte yandan, kısmî davada verilen hükme göre, geri kalan kısım bakımından mahkeme dışı sulhun veya geri kalan kısım için arabulucuya gidilmesinin söz konusu olabilmesi sebebiyle uyuşmazlığın daha basit, daha kolay ve daha ucuz bir şekilde sona erdirilmesi mümkün olmaktadır (Pekcanıtez s. 990).
21. Kural olarak her dava tespit ve eda isteminden oluşur. Kısmî davada davacı alacağının bir bölümünü dava etmekte ise de yargılama sürecinde talebini ıslah edebileceği gibi, kısmî davasında verilen kabul kararı üzerine bakiye alacağın tahsili yönünde ek dava da açabilir. Nitekim, aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.04.2021 tarihli ve 2016/22-2757 E., 2021/545 K. sayılı kararında da değinilmiştir.
22. Bu noktada menfi tespit davasına ilişkin açıklamada bulunmak gerekirse; davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2013, s. 346).
23. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
24. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukukî ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitidir.
25. Başka bir deyişle hukukî bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır. Dayanılan hukukî ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonra da ileri sürülebilir.
26. Borçlunun icra takibinden önce (İİK m. 72/II) veya sonra (İİK m. 72/III) menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir hukukî yararının bulunması şarttır. Buna rağmen borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması hâlinde de borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir. Ancak açılmış ve görülmekte olan veya açılacak bir davada iddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek hususlar için, ayrı bir menfi tespit davası açmakta hukukî yarar yoktur.
27. Bunun dışında icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür. Borçlu belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi dayanaksız kalır ve borcu ödemekten kurtulur.
28. Eş söyleyişle; kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
29. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.
30. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (HMK m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, menfi tespit davasını açan davacı (borçlu), davalının (alacaklı) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip, bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü TMK’nın 6. maddesi gereğince davacıya düşer. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).
31. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı taraf dava dışı Korkmazlar Demir Çelik Tic. Ltd. Şti. ile Koçbank arasında imzalanan 2005 tarihli genel kredi sözleşmesinde 150.000TL limitle kefil olduğundan bahisle davalının kendisine gönderdiği 06.01.2009 tarihli ihtarname nedeniyle eldeki davayı 07.01.2009 tarihinde açmıştır. İhtarnamede davacının dahil olduğu asıl borçlu ve kefillerden toplam 585.334,48TL alacak talebinde bulunulmuş, davacı “şimdilik” kaydıyla fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak ihtarnamede gösterilen bedelin 150.000TL’sinden borçlu olmadığının tespitine ve dava dilekçesinin sonuç kısmında da 150.000TL’den borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir. 02.02.2009 tarihinde de, davalı tarafça ihtarnameye konu alacak bakımından davacı kefil ile dava dışı asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında Hatay 3. İcra Müdürlüğünün 2009/1033 E. sayılı dosyası ile ilamsız takip başlatılmış olup, bu icra takibinde davacı ...’ün kefalet limiti olan 150.000TL ile sınırlı sorumlu olduğu belirtilmiştir.
32. O hâlde; eldeki menfi tespit davası; kısmî dava niteliğinde olmayıp tam dava niteliğindedir. Zira davacıya gönderilen ihtarnameden sonra, ancak davacı aleyhine başlatılan icra takibinden önce açılmış olduğundan Özel Daire bozma kararında belirtilen hususların tartışılmasına gerek olmayıp mahkemenin işin esasına ilişkin vermiş olduğu kararın Özel Dairece incelenmesi gerekir.
33. Hâl böyle olunca, eldeki dava kısmî dava niteliğinde olmayıp ihtarnameden sonra ve icra takibinden önce açıldığından yerel mahkemece verilen direnme kararı, yukarıda anlatılan değişik gerekçe ve nedenlerle yerindedir.
34. Ne var ki, işin esasına yönelik temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle;
Direnme kararı yerinde olup, davalı vekilinin esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme açık olmak üzere, 02.12.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.