3. Hukuk Dairesi 2019/5494 E. , 2020/656 K.
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın asıl dava yönünden kısmen kabulüne, birleşen dava yönünden kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacılar vekili asıl davada; davalı noterde düzenlenen sahte vekaletnameler ile maliki oldukları ... İli, ... İlçesi, ... Mahallesi, 80 parselde kayıtlı taşınmazın dava dışı ... tarafından, dava dışı ... ve ...'a 1/2'şer hisseli olarak 10.04.2006 tarihinde tapuda satışının yapıldığını, sahte vekalet ile yapılan satış işleminin iptali için tapu iptal-tescil davası açtıklarını, söz konusu sahte satış işlemi ile taşınmaz üzerindeki tasarruf haklarının kısıtlanması sebebiyle maddi manevi zarara uğradıklarını ileri sürerek, 21.000,00 TL manevi tazminat ile 379.000,00 TL maddi tazminatın yasal faizi ile davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Birleşen davada ise davacılar, asıl davada dava konusu taşınmazın sahte vekaletle ellerinden çıktığı 06.04.2006 tarihi ile asıl davanın açıldığı 17.04.2007 tarihleri arasında meydana gelen zararlarının tazminini talep etmiş olduklarını belirterek, eldeki davada ise asıl davanın açıldığı 17.04.2007 tarihi ile tapu iptal ve tescil davası sonucunda taşınmazın tekrar uhdelerine geçtiği 27.11.2012 tarihleri arasındaki zararlarının tazminini talep ve dava etmişlerdir.
Davalı noter vekili asıl davaya cevabında; vekaletnamelerin başkatip ... tarafından düzenlendiği, davacıların nüfus cüzdanlarını dava dışı emlakçı ...'ye vermeleri nedeniyle müterafik kusurlarının olduğu savunmasında bulunmuş, diğer davalı ...Ş. vekili ise, 3.şahısların doğrudan doğruya müvekkili sigorta şirketi aleyhine dava açamayacağını, davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, davanın esasına ilişkin olarak da, dava konusu sahte vekaletnamenin düzenlenmesinde davalı noterin kusuru ve ihmalinin bulunmadığı, somut olayda noterlik işlemi ile varolduğu iddia edilen zarar arasında uygun illiyet bağının doğmadığı yönündeki savunmaları ile davanın reddini talep etmiştir.
Birleşen davada ise davalı noter vekili zamanaşımı ve derdestlik, davalı ...Ş. vekili ise zamanaşımı, derdestlik ve husumet itirazında bulunarak davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece; dava dışı emlakçı ... ile başkatip ...'in birlikte sahte vekalet düzenleyerek zincirleme resmi belgede sahtecilik suçunu işlemeleri nedeniyle olayda 3. kişinin ağır kusurunun olduğu ve eylem ile zarar arasında illiyet bağının bulunmadığı, davacıların zararlarını kanıtlayamadıkları ve davalı noterin sigortacısı diğer davalı ... bakımından da poliçedeki teminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davalılar aleyhine açılan davanın reddine dair verilen karar Dairemizin 10.09.2013 tarih ve 2013/9641 E. 2013/12368 K. sayılı ilamıyla; '1512 sayılı Noterlik Kanununun -Noterlerin Hukuki Sorumlulukları- başlıklı 162. maddesine göre noterlerin sorumluluğunun 'kusursuz sorumluluk' olup, söz konusu sorumluluk türünde zarar gören kişinin kusurun varlığını ispat etmek zorunluluğu bulunmayıp, aksine kusursuz sorumlu olan davalının (noterin) olayla zarar arasında illiyet bağının bulunmadığını kanıtlaması gerektiği, ancak, illiyet bağının kesildiği durumlarda kusursuz sorumlu olan kişinin sorumlu tutulmayacağı, teoride ve uygulamada; mücbir sebep, zarar görenin tam kusuru ve üçüncü kişinin ağır kusuru ile illiyet bağının kesilmesi hallerinde kusursuz sorumlu olan kişinin sorumluluktan kurtulacağı, eldeki davada; davalı noterin yanında çalışan başkatip ...'in kusurlu davranışı ile bilerek sahte vekaletname düzenlediğinin Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası ile sabit olduğu, ayrıca, davacıların nüfus cüzdanlarını başka bir iş için dava dışı emlakçı ...'e vermiş olmalarının, sahte vekalet düzenlenmesinde kusurlu olduklarını göstermeyip illiyet bağını da kesmediği, bu durumda, mahkemece davacıların uğradığı zararın belirlenmesi yönünden tarafların delilleri toplanarak, gerekirse yeniden bilirkişi incelemesi yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmasının doğru olmadığı' gerekçesiyle bozulmuştur. Davalılar vekillerinin karar düzelte talebi de yine Dairemizin 18.03.2014 tarih ve 2014/1663 E. 2014/4175 K sayılı kararıyla reddedilmiştir.
Bozma ilamına uyan mahkemece yapılan yargılama neticesinde; Birleşen İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/314 E. sayılı dosyasında davalı ... ve davalı ... AŞ. vekilinin derdestlik ve zamanaşımı itirazlarının reddine, davalı ... Sigorta A.Ş.'nin asıl dava dosyası ve birleşen İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/314 E. sayılı dosyasındaki husumet itirazının kabulü ile bu davalı yönünden davanın ...114-115. maddeleri gereğince dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine, birleşen 2014/685 E. sayılı dava dosyasında 141.864,95 TL gelir kaybı tazminatının ... mirasçısı ... dışındaki davacılar lehine davalı ...'dan taşınmazın davacıların elinden çıktığı 11/04/2006 tarihinden itibaren işleyen yasal faizi ile alınıp davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, ölü davacı ... mirasçıları ... için 1.000,00 TL, ... için 1.000,00 TL manevi tazminat ile diğer davacılar ..., ..., ..., ..., ..., ... için 3.000,00'er TL olmak üzere toplam 20.000,00 TL manevi tazminatın taşınmazın davacıların elinden çıktığı 11/04/2006 tarihinden itibaren işleylecek yasal faizi ile alınıp davacılara verilmesine, davacı ... mirasçısı ... tarafından takip edilmeyen davanın ...150. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına, birleşen İstanbul 7. ATM 2016/314-357 E-K sayılı dosyasında; 200.000,00 TL gelir kaybı tazminatının haksız fiil zarar tarihi olan 11/04/2006'dan itibaren yasal faizi ile davalı ...'dan alınıp davacılara verilmesine karar verilmiş, hüküm süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Asıl ve birleşen dava noterin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK'nun 266. maddesi hükmüne göre, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren konularda bilirkişi oy ve görüşünün alınması zorunludur. Genel hayat tecrübesi ve kültürünün sonucu olarak herkes gibi hâkimin de bildiği konularda bilirkişi dinlenmesine karar verilemeyeceği gibi, hâkimlik mesleğinin gereği olarak hâkimin hukukî bilgisi ile çözümleyebileceği konularda da bilirkişi dinlenemez. Her hâlde seçilecek bilirkişinin mesleği itibarıyla konunun uzmanı olması gerekir. Bilirkişi raporu, kural olarak hâkimi bağlamaz. Hâkim, raporu serbestçe takdir eder. Hâkim, raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor isteyebileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme de yaptırabilir. Bilirkişi raporları arasında çelişki varsa hâkim çelişkiyi gidermeden karar veremez.
HMK’nun 281. maddesinde, tarafların, bilirkişi raporunda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri; mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden ek rapor alabileceği; ayrıca gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabileceği açıklanmıştır.
Bilirkişiler, raporlarını hazırlarken raporun dayanağı olan somut ve özel nedenleri bilimsel verilere uygun olarak göstermek zorundadır. Bilirkişi raporu aynı zamanda Yargıtay denetimine de elverişli olacak şekilde bilgi ve belgeye dayanan gerekçe ihtiva etmelidir. Ancak, bu şekilde hazırlanmış raporun denetimi mümkün olup, hüküm kurmaya dayanak yapılabilir.
Bilirkişi raporu kural olarak hâkimi bağlamaz. Hâkim, raporu serbestçe takdir eder. Hâkim, raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor isteyebileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme de yaptırabilir. Bilirkişi raporları arasındaki çelişki varsa hâkim çelişkiyi gidermeden karar veremez.
Somut olayda; bozma sonrasında, yeniden keşif yapılmak suretiyle alınan bilirkişi kök ve ek raporları esas alınarak hüküm tesis edilmiş ise de, söz konusu raporların hükme esas almaya elverişli olmadığı anlaşılmıştır. Şöyle ki; bilirkişi rapor ve ek raporunda emsal karşılaştırma yöntemi ile 2017 yılı güncel piyasa rayiç satış bedeli üzerinden taşınmaz değerlemesi yapıldığı, dava konusu taşınmazın dava tarihi olan 17.04.2007 tarihindeki ve taşınmazın dava dışı 3. şahıslar adına tescil tarihi olan 06.04.2006 tarihindeki değerinin, hesap ve tespit edilen 2017 yılı güncel piyasa rayiç satış bedeline TUİK'in TEFE fiyat endeksinin yansıtılması ile belirlendiği, sahte satış işlemi nedeniyle mahrum kalınan kira gelirinin ise, dava tarihi olan 17.04.2007 tarihinden geriye dönük olarak taşınmazın tapuda dava dışı 3. şahıslara tescil tarihi olan 06.04.2006 tarihine kadar geçen süre için, dava konusu 8.867,35 m2 yüzölçümlü (13.08.2007 tarihli imar uygulaması sonrası) taşınmaza, dava konusu taşınmazın bulunduğu mevkideki yaklaşık 1000 m2 alanlı arsaların 2017 yılı rayiç kira bedelleri esas alınmak suretiyle tespit edildiği belirtilmiş olup, somut verilere afaki belirleme ve değerlendirmeler doğrultusunda, niteliği ve büyüklüğü itibariyle dava konusu taşınmaza emsal teşkil edebilecek vasıf ve mahiyette olmayan taşınmazların emsal kabul edilerek, denetlenemeyen oranlama ve hesaplama yöntemi ile yapılan hesaplamaları içeren bilirkişi raporu esas alınarak kira geliri mahrumiyetinin hesaplanması doğru görülmemiştir.
Bunun yanı sıra, dava konusu taşınmazın 13.08.2007 tarihindeki imar uygulaması ile yüzölçümünde değişiklik meydana geldiği halde, bilirkişi heyetinin imar uygulamasından önceki dönemde taşınmazın tarla vasfında olması nedeniyle kira bedeli kaybı hesaplamasının yapılamayacağı belirtilmek suretiyle sadece imar uygulamasından sonraki dönem için hesaplama yapılmış olması nedeniyle de raporun eksik düzenlendiği, keza söz konusu hükme esas alınan bilirkişi rapor ve ek raporuna taraflarca yapılan itirazlar da karşılanmaksızın yetersiz ve hüküm kurmaya ve denetime elverişli olmayan raporlar esas alınmak suretiyle hüküm tesis edildiği anlaşılmıştır.
Hâl böyle olunca, mahkemece; öncelikle, hükme esas alınan bilirkişi kök raporunda her ne kadar imar uygulama tarihi 13.08.2007 olarak belirtilmiş ise de, dava konusu taşınmaza ait imar bilgilerinden taşınmazın fonksiyonunun ticaret+konut olarak belirlendiği ... 1/1000 ölçekli revizyon imar planının tasdik tarihinin 16.02.2004 olduğunun anlaşıldığı, bu tarihin de gerek 17.04.2007 olan dava tarihinden gerekse taşınmazın tapuda başka şahıslara tescil tarihi olan 6.4.2006 tarihinden önceki bir tarih olduğunun ve yine dava konusu taşınmazın 13.08.2007 tarihli 13298 yevmiye numaralı imar uygulaması sonucu 746 ada 11 parsel olarak 8.474,06 m2 yüzölçümü ile tescil edilmiş ise de, kayıtlarda 746 ada 11 nolu parselin pasif olup parsel numarasının 23 ve yüzölçümünün 8.867,35 m2 olarak değiştirildiğinin belirtilmiş olması karşısında, dava konusu taşınmazın bulunduğu yere ilişkin imar planının tasdik tarihi, uygulama tarihi vs. imar uygulamasının safahatına ve dava konusu taşınmazın yüzölçümüne ilişkin tüm hususlar ilgili yerlerden sorularak net bir şekilde belirlendikten ve bilirkişi marifetiyle yapılacak hesaplamalara esas olmak üzere taraflardan emsal kira sözleşmeleri istenip, dava konusu taşınmaz ile benzer nitelikteki yerlerin dava konusu dönemlere ilişkin kira bedelleri araştırılıp, ilgili yerlerden emsal kira sözleşmeleri getirtildikten sonra, önceki bilirkişi heyeti dışında, konusunda uzman bilirkişi heyeti marifetiyle mahallinde yeniden keşif yapılarak, dava konusu taşınmazın imar uygulamasından önceki ve sonraki dönem vasıf (tarla/arsa), konum, yüzölçümü, ve çevresel şartlar itibariyle emsal olabilecek nitelikteki taşınmazlar ile somut karşılaştırmasına yönelik hesaplamaları içerir taraf ve Yargıtay denetimine ve hüküm kurmaya elverişli, bilimsel verilere uygun rapor alınıp hasıl olacak sonuç dairesinde karar verilmesi gerekirken, eksik ve denetime elverişli olmayan bilirkişi raporu ile yetinilerek, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.
3-Davalıların manevi tazminata ilişkin temyiz itirazları yönünden;
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Yasalar, manevi tazminat verilebilecek olguları sınırlamış olup bunlar; kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK 24), isme saldırı (TMK 26), nişan bozulması (TMK 121), evlenmenin feshi (TMK 158), bedensel zarar ve ölüme neden olma (TBK 56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesidir. (TBK 58)
Türk Medeni Kanununun 24 ve Türk Borçlar Kanununun 58. maddelerinde belirlenen kişisel çıkarlar, kişilik haklarıdır. Kişilik hakları ise, kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
Somut olayda, sahte satış sözleşmesi ile bilgi ve rızaları dışında davacıların ellerinden çıkan taşınmaz nedeniyle uğradıkları zarar, malvarlığına ilişkin zarar niteliğindedir. Manevi tazminatın koşullarını düzenleyen Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesine göre, malvarlığına ilişkin zararalar kişilik değerlerine saldırı niteliğinde değerlendirilemez. Bu sebeple mahkemece; manevi tazminata ilişkin talep yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
4- Kabule göre de; davacılar dava konusu taşınmazda paylı malik olup, aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığından, hükmün infazında sorun yaratmaması açısından her bir davacı yönünden taşınmazdaki pay oranına göre hesaplama yapılmak suretiyle hüküm tesisi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacı tarafın ve davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, temyiz olunan kararın ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacılar yararına, üçüncü bentte açılanan nedenlerle de davalılar yararına HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/02/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.