Hukuk Genel Kurulu 2020/140 E. , 2022/253 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesince (İş mahkemesi sıfatıyla) verilen davanın reddine ilişkin karar davacı ... (Kurum/SGK) vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10 Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; yapılan denetimde müvekkili Kurumdan ölüm aylığı almakta olan davalının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığının tespit edilmesi üzerine davalıya babasından dolayı bağlanan ölüm aylığının 01.02.2010 tarihi itibari ile kesildiğini, ölüm aylığının yersiz ödendiğini ileri sürerek 01.02.2010-21.12.2012 tarihleri arasında yersiz ödenen toplam 27.616,01TL’nin ödeme tarihlerinden itibaren işlemiş ve işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesi sunmamıştır.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş mahkemesi sıfatıyla) 04.06.2015 tarihli ve 2013/210 E., 2015/273 K. sayılı kararı ile; Bitlis Emniyet Müdürlüğünce yapılan araştırma, gelen müzekkere cevapları ile kamu tanığı ...’un beyanı birlikte değerlendirildiğinde davalının boşandığı eşi ile birlikte yaşadıklarına dair kanaate ulaşılamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş mahkemesi sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 08.12.2015 tarihli ve 2015/21442 E., 2015/21718 K. sayılı kararı ile; “..Somut olay incelendiğinde; 19.12.2012 tarihli sosyal güvenlik denetmeninin hazırlamış olduğu rapora göre; davalı ve boşandığı eşi Şah İsmail Namlı'nın Sekiz Ağustos Mahallesi 441 Sokak No:17 Bitlis adresinde fiilen birlikte yaşadıklarının muhtar ve komşuların beyanlarına göre tespit edildiğinin bildirildiği, davalı ve eşinin 25.01.2010 tarihinde boşandıkları 12.09.2010 tarihinde seçmen adres bilgilerinin aynı olduğu, Şah İsmail Namlı'nın 23.11.2010 tarihinde adres bilgilerini değiştirdiği, kamu tanığı muhtar ...'un beyanına göre davalı ve eşinin boşanmalarına rağmen birlikte yaşadıklarını beyan ettiği görülmüştür.
Mahkemece, davalının ve boşandığı eşinin varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşanılan eş 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta ise adına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, davalının kayıtlı olduğu bölge yönünden geniş kapsamlı Emniyet Müdürlüğü araştırması yapılmalı, anılan mahallelerde görev yapmış/yapmakta olan muhtar ve azalardan istem hakkında düşünce edinmeye yetecek kadarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, mevcut çelişkiler giderilmeli, davalı ve boşandığı eşinin talep konusu dönemde verdikleri medula sisteminde kayıtlarda görülen adreslerinin de ilgili sağlık kuruluşlarından araştırılmalı, böylelikle, “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece, eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraf avukatlarının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş mahkemesi sıfatıyla) 07.12.2017 tarihli ve 2016/40 E., 2017/615 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde tanık ...’un beyanının görgüye dayalı olmaması, yapılan araştırma sonucunda davalı ve eski eşinin 2010 ilâ 2012 yılları arasında farklı adreslerde yaşıyor olmaları karşısında davalının boşandığı eşi ile birlikte yaşama olgusunun gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş mahkemesi sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 17.09.2018 tarihli ve 2018/1610 E., 2018/6603 K. sayılı kararı ile; “…19.10.2012 tarihli Sosyal Güvenlik Denetmeni raporunda, davalının nüfusta görülen adresine gidilerek 8 Ağustos mahallesi muhtarı ...'un beyanının alındığı, muhtar beyanında, davalı ile boşandığı eşinin birlikte yaşadıklarını, boşandıktan bir süre sonra yakalanmamak için davalının eşinin farklı bir adrese taşındığını ayrıntılı olarak beyan etmiş olup, Kurum tarafından yapılan ilk inceleme ve araştırmada özellikle davalı ve eşini yakından tanıyan ve aynı sokakta ikamet eden mahalle muhtarının ayrıntılı şekilde verdiği beyanından, davalı ve boşandığı eşinin boşandıktan sonra da fiilen birlikte yaşamaya devam ettikleri anlaşılmaktadır.
Öte yandan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmü yer almaktadır.
Sosyal Güvenlik Denetmeni Raporunun aksi eşdeğer belgelerle ispat edilememiş, toplanan sair deliller ise tutanağın aksini ispata yeterli olmamıştır. Bu nedenle davacı Kurum işlemi yerinde olduğundan, davanın kabulü gerekirken mahkemece davanın reddine karar verilmesi hatalıdır. Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı :
12. Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş mahkemesi sıfatıyla) 27.03.2019 tarihli ve 2019/44 E., 2019/164 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığına ilişkin tespit içeren sosyal güvenlik denetmen raporunun aksinin toplanan delillerle ispatlanıp ispatlanmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
16. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
17. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
18. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
19. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
20. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
21. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
22. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
23. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
24. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
25. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
26. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
27. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
28. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
29. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
30. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik söz konusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
31. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: “Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme”, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
32. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
33. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
34. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
35. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
36. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
37. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunî bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanunî karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
38. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
39. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikâyetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
40. Somut olayda davalının, eşi Şahismail Namlı’dan 25.01.2010 tarihinde boşandığı, babası Mehmet Salih Melek’in 07.07.2005 tarihinde vefat ettiği, davalıya 01.02.2010 tarihinden itibaren 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu kapsamında babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, 29.08.2012 tarihinde Kurum kayıtlarına giren davalının kimlik numarası dâhi belirtilerek davalı ile eşinin birlikte yaşadığına dair isimsiz ihbar dilekçesi üzerine sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 18.09.2012 tarihli ve 163 sayılı raporda; davalının ikamet ettiği Sekiz Ağustos Mahallesi Girik Sokak No:32 Merkez Bitlis adresinde yapılan çevre araştırmasında mahalle sakinlerinin davalı ve boşandığı eşinin evlendikleri tarihten itibaren birlikte yaşadıklarını ifade ettikleri ancak imzalı beyanda bulunmak istemediklerini belirtikleri bu beyanların teyidi amacıyla denetim esnasında görüşülen muhtar ...’un davalı ile boşandığı eşini iyi tanıdığını, aynı sokakta komşu olduklarını, davalı ile eski eşi Şahismail Namlı’nın beraber yaşadıklarını beyan ettiği yönünde tespitler yapıldığı, davacı Kurum tarafından denetmen raporuna istinaden davalıya babasından dolayı bağlanan ölüm aylığının 01.02.2010 tarihi itibari ile kesilerek 01.02.2010-21.12.2012 tarihleri arasında yapılan ödemelerin tahsili istemiyle eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
41. Dosya kapsamında bulunan nüfus kayıtlarına göre 25.01.2010 tarihinde boşanan davalı ve eşinin 12.09.2010 tarihine kadar seçmen adres bilgilerinin aynı olduğu, eski eş Şahismail Namlı’nın 23.11.2010 tarihinde adres bilgilerini değiştirdiği görülmüştür.
42. Öte yandan yargılama sırasında dinlenilen tutanak tanığı ..., davalı ve boşandığı eşinin aynı evde yaşadıklarını yakın akraba ve komşularına sorarak öğrendiğini, bizzat görmediğini ifade etmiş ise de beyanını gerekçesiz değiştirdiğinden inandırıcılıktan uzak ve çelişkili bulunmuştur.
43. Ayrıca tanık Yaşar Ulaş’ın beyanı ve kolluk araştırmasına göre eski eş Şahismail Namlı’nın Kuzey Irakta işçi olarak çalıştığı anlaşılmaktadır.
44. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu dönemde mahalle muhtarı olan ...’un denetmene verdiği ifadede davalı ile boşandığı eşinin birlikte yaşadığı, boşandıktan bir süre sonra yakalanmamak için davalının eşinin farklı bir adrese taşındığı şeklinde birlikte yaşama olgusunu doğrulayıcı ayrıntılı beyanda bulunduğu, davalı ile adres bilgileri aynı olan eski eşin boşanmadan uzun süre sonra 23.11.2010 tarihinde adres bilgilerini değiştirdiği dikkate alındığında davalı ile eski eşin fiilen birlikte yaşadığı sonucuna ulaşıldığı, 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesi uyarınca sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin aksinin ispatlanamadığından Kurum işleminin yerinde olduğu, bu nedenle davanın kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
45. Öte yandan, dava tarihinin “08.10.2013” olmasına rağmen direnme kararında “31.01.2019” olarak yazılması maddi hata kabul edilmiştir.
46. Ayrıca direnme kararının başlık kısmında davalı olarak “...” yerine “Gülsün Namlı” olarak yazılmış ise de bu yanlışlık mahallinde düzeltilebilir maddi hata olarak kabul edilmiş ve esasa etkili görülmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
47. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
48. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 03.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.