1. Hukuk Dairesi 2016/17199 E. , 2020/1527 K.
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVACILAR : ... VD.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL - TENKİS
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranınında tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğiyle davacı ... tarafından açılmış, mirasçılardan ... ve ..., 07.06.2016 tarihli dilekçe ile harç yatırmak suretiyle davaya müdahil olmuşlar, mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan ...’ın 15.06.2014 tarihinde öldüğü, geride davacı kızı ...; çocukları asli müdahiller ... ve ...; dava dışı eşi ... ile çocukları ..., ... ve ...’ın mirasçı olarak kaldıkları, mirasbırakanın 12143 ada 6 parsel (eski 547 parsel) sayılı taşınmazını davalı damadı (kızı Meral’in eşi) ...’ye devrettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu'nun (HMK) 65.maddesine göre, açılan bir davaya dava konusu edilen şey hakkında tarafların dışında hak iddia edilerek o şeyin kendisine ait olduğunu ileri süren ve harcını yatırmak suretiyle davaya dahil olan kimsenin hukuki durumu asli müdahildir. Değinildiği üzere, asli müdahalede dava edilen müddeabih esastır. Anılan müddeabihin dışına çıkılarak dava konusu edilmeyen hususta hak talebinde bulunulmasına asli müdahale yoluyla yasal olanak yoktur. Bir başka ifade ile asli müdahale dava konusuyla bağlantılı olarak tarafların dışında müstakil hak arama durumu olup davacının miras payına yönelik olarak açtığı eldeki davada, asli müdahillerin kendi paylarına yönelik taleplerinin kabul görmeyeceği gibi usul hukukumuzda davaya dahil diye bir müessese bulunmayıp, bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilemeyeceği de açıktır.
Bu açıklamalar karşısında, aynı dava içerisinde dinlenmesine olanak bulunmayan asli müdahillerin isteklerinin reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Asli Müdahillerin temyiz isteği yerinde görülmediğinden reddine.
Davacı ...’ın temyiz talebine gelince;
Uygulamada ve öğretide 'muris muvazaası' olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Diğer taraftan, iddia ve savunma hakkı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun hukuki dinlenilme haklı başlıklı 27. maddesi ile usul hukukumuza yansıtılmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında davanın taraflarının kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları belirtildikten sonra maddenin ikinci fıkrasında bu hakkın 'açıklama ve ispat hakkı'nı da içerdiği vurgulanmıştır. Davanın taraflarının usul hukuku hükümlerine aykırı olarak açıklama ve ispat hakkını kullanmalarının kısıtlanması, iddia ve savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur.
Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır.
Öte yandan; 6100 sayılı HMK’nın 31. maddesinde ‘’ Hakimin davayı aydınlatma ödevi ‘’ başlığı altında; ‘’ Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir. ‘’ düzenlemesine yer verilmiştir. Bu madde ile Hakimin, maddi anlamda davayı sevk yetkisi düzenlenmiş, taraflara sorular sorma, işaret ve müzakere etme ödevi ile, ileri sürülen vakıalardaki eksikliklerin tamamlanması, davada dayanılan hukuki neden veya nedenlere göre iddiaları incelemesi amaçlanmıştır.
Somut olaya gelince, mahkemece davacı tarafından ileri sürülen maddi vakıaların yeterince aydınlatılamadığı, dava konusu edilen taşınmazın tam anlamıyla tespit edilemediği ve tespit edilen taşınmaz yönünden ise devirleri gösterir resmi akitler getirtilmediğinden hangi suretle devredildiklerinin saptanmadığı, davacının dilekçelerin teatisi aşamasında, ön inceleme duruşmasından önce delil listesini ve tanık isimlerini de sunduğu halde, bildirilen deliller toplanmadan sonuca gidildiği anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, mahkemece davacının hukuki dinlenilme hakkı (6100 sayılı HMK. md. 27) dikkate alınarak, 6100 sayılı HMK’nın 31. maddesi uyarınca davacı tarafa hangi maddi vakıalara dayandığının ve hangi taşınmazı dava ettiğinin açıklattırılması, tespit edilen dava konusu taşınmazın devirlerini gösterir resmi senetlerinin dosyaya celp edilmesi, devirlerin ne şekilde yapıldığının saptanması, taraf delillerinin toplanması ve bildirilen tanıkların dinlenmesi, toplanan deliller yukarıda değinilen ilkeler uyarınca değerlendirilerek mirasbırakanın gerçek irade ve amacı belirlendikten sonra bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz eden davacılara geri verilmesine, 04.03.2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
-KARŞI OY-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasıdır.
Öncelikle davacı ... davayı açmış, daha sonra yargılama sırasında mirasçılardan Ali Kaya ve Sevil'de harçlandırdıkları dilekçe ile mirasbırakan adına tapu iptal ve tescil talebinde bulunmuşlar, mahkemece hiç bir araştırma yapmadan davanın reddine karar verilmiştir.
Sayın çoğunluk yukarıda belirtilen gerekçeler ile kararın bozulmasına karar vermiştir.
Bozma hususunda sayın çoğunluk ile mutabık olmakla birlikte, bozma gerekçeleri bakımından aramızda farklılıklar bulunmaktadır.
Öncelikle, yargılama sırasında harçlandırdıkları dilekçeyle kendi payları oranında veya muris adına tapu iptal tescil esteyen mirasçıların davadaki hukuki durumunun ne olduğu çözümlenmelidir.
Mirasçılardan bir davacının takip ettiği dava dosyasına, diğer bir mirasçının harcını yatırmak suretiyle dilekçe vererek (dava konusunun dışında davacının talebi ile aynı nitelikteki) talebini davalıya karşı ileri sürmesi 6100 sayılı HMK'da açıkça düzenlenmemişse de, bu talebi engelleyen yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.
Nitekim, HMK 132/2 maddesi, karşı davanın usulüne uygun olmaması halinde hakimin, talep üzerine veya resen karşı davanın asıl davadan ayrılmasına karar vereceğini düzenlemiştir.
Davacılar Ali Kaya ve Sevil'in durumuna gelince, öncelikle bu davacıların somut davadaki sıfatının ne olduğu belirlenmelidir. Muris muvazaası hukuki sebebine dayalı olarak açılan bir tapu iptal tescil davasında, aynı murisin mirasçılarından bir başkası daha, harçlandırmak suretiyle yapmış olduğu bir başvuru ile kendi payını istemektedir.
Bu başvurunun hukuk usulü açısından nitelendirmesinin ne olacağı tartışma konusudur.
Hemen belirtmek gerekir ki HMK 65.madde kapsamında bir asli müdahalenin söz konusu olmadığı hususunda sayın çoğunluk ile aramızda bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Aramızda oluşan ihtilaf; ayrı bir dava açılmadan (bir dava dosyası oluşturulmadan) dava dışı bir şahsın kendi hakkını harçlandırdığı bir dilekçe ile isteyip isteyemeyeceğidir.
Hukuk usulünde dava; 'bir başkası tarafından sübjektif hakkı ihlal edilen veya tehlikeye sokulan veya kendisinden haksız bir talepte bulunulan kimsenin mahkemeden hukuki koruma istemesidir.' (Prof.Dr. B.Kuru Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 2011 baskı)
Davacı ise, karşı taraftan alacağını (hakkını) mahkemeden isteyen kişidir.
Dava arkadaşlığına gelince, yine usul hukukumuzda ihtiyari ve mecburi dava arkadaşlığı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. En basit anlatımı ile; davayı birlikte açmak zorunda olanlar mecburi dava arkadaşı, ayrı ayrı açmaları mümkün iken birlikte hareket ederek açanlar ihtiyari dava arkadaşıdırlar.
Bir kimsenin hakkını istediği kişiden, aynı nitelikte alacağı olan bir başka kimsenin de bu hakkını istemesi mümkündür. Davalıdan ayrı ayrı hakkı olan kişilerin birlikte hareket ederek haklarını istemesi durumu, ihtiyari dava arkadaşlığıdır. 6100 sayılı HMK'nın 57.ve 58.maddeleri bu hususu düzenlemiş, illa ki taleplerin aynı dilekçe ile ileri sürülmesi şartını da getirmemiştir. O halde bu davada her iki talep edenin durumu ihtiyari dava arkadaşlığıdır.
Olayda uygulama yeri bulan 'usul ekonomisi' ilkesine gelince; bilindiği üzere Anayasa'nın 141 ve HMK'nın 30.maddesi, hakimi, yargılama sırasında gereksiz gider yapmadan, kısa süre içinde uyuşmazlığı çözüme kavuşturma ile yükümlü tutmuştur. Bu açıdan değerlendirme yaptığımızda; davacı muristen intikal eden payını, diğer mirasçılar ... ve ... ise muris adına iptal tescil istemektedir. Her iki talep açısından yapılacak olan yargılama aynı olduğu gibi bu talepler ayrı dosyalar ile ayrı davalar olarak görülse ve birleştirilmese dahi, biri diğeri için 'güçlü delil' özelliği taşıyacaktır.
... ve ...'in talebinin usule uygun olmadığı gerekçesiyle usulden reddi halinde, yeni bir dava açacak ve aynı yargılama ve masraf yeniden yapılacaktır. Bu durumda 'usul ekonomisi'ni düzenleyen Anayasa'nın 141. ve HMK'nın 30.maddesi açıkça ihlal edilecektir.
... ve ...'in talebinin ayrı bir dava olarak kabulü durumunda, bu talep açısından davanın tefrik edilerek başka bir esasa kaydedilip sonra yine birleştirme yapılarak taleplerin birlikte görülmesinde de usul ekonomisi açısından bir fayda görülmeyecektir.
Yasa koyucu bu usul sorununu açıkça düzenlememiş ise de, HMK'nın 132 ve 133.maddelerinde karşı davanın şartlarının bulunmaması veya süresinde açılmaması halinde ayrı bir esasa kaydedilerek davanın görüleceğini düzenlemiş, talebin reddini hüküm altına almamıştır. Bu usulü düzenleme kıyasen uygulandığında dahi söz konusu talebin (bu sebeple) reddi mümkün olmayacaktır.
Açıklanan bu nedenlerle, ... ve ... bakımından sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyorum.
Diğer yandan, gerek davacı ..., gerekse ... ve ... vermiş oldukları dilekçelerinde dava değerini 10.000 TL göstermek suretiyle dava açmışlardır. Keşfen belirlenen dava değeri her bir davacı bakımından ayrı ayrı 37.309 TLdir. Toplam taşınmaz değeri ise, 298.476 TLdir.
Davacıların çekişme konusu taşınmaz yönünden saptanan değer üzerinden peşin nispi karar ve ilam harcını tamamlamadıkyları anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçiminden davanın taşınmaz malın aynına ilişkin olduğu ve konusunu oluşturan hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu açıktır. Bu tür bir davada, 492 Sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca dava değerinin (04.03.1953 tarih 10/2 Sayılı İ.B.K.) taşınmazın dava tarihindeki rayiç bedelinden davacıların payına isabet eden miktarından ibaret olacağı ve belirlenen bu değer üzerinden Harçlar Kanunu'nun 26, 27, 28, 30 ve 32 maddelerinin öngördüğü şekilde işlemlerin yerine getirileceği ve gerekli olan harcın alınacağı tartışmasızdır.
Öte yandan, Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re'sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır. 492 Sayılı Harçlar Kanununun 32.maddesinde ise yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmış, 30.madde hükmünde de ' ... muhakeme sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur; takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. HUMK.' nun 409. maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.' düzenlemesine yer verilmiştir.
Hal böyle olunca, dava dilekçelerinde ayrı ayrı 10.000 TL dava değeri gösterilmesi nedeniyle asıl davacı ... bakımından 37.309 TL üzerinden, ... ve ...'in ise kendi payları dışında muris adına tescil isteğine devam etmeleri halinde 298.476 TL üzerinden yukarıda değinilen ilkeler ve düzenlemeler gözetilmek suretiyle, harç ikmali yaptırılması, ondan sonra işin esasına girilmesi,soruşturmanın sayın çoğunluğun gerekçesinde belirtildiği şekilde eksiksiz tamamlanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken,belirtilen hususlar gözardı edilerek hiç bir araştırma yapmadan davaların reddine karar verilmesi isabetsizdir.
Açıklanan bu nedenlerle, Sayın çoğunluğun davacılar Ali ve Sevil'in davalarının usulden reddi yönündeki gerekçesine katılmıyor, diğer gerekçeler yanında öncelikle kamu düzeninden olan harç ikmali tamamlandıktan sonra sair bozma sebeplerinin yerine getirilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.