12. Ceza Dairesi 2016/328 E. , 2017/2797 K.
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK'nın 85/1, 62, 53/6, 63. maddeleri gereğince mahkumiyet
Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
14.08.2014 günü saat 16:30 da sanık sürücü ...'nun yönetimindeki iş makinesine binili yolcu konumundaki öz yeğeni 2000 doğumlu ... ile birlikte çalıştığı iş yerinden, 23 sokak üzerinde bulunan ...'a ait evin önüne geldiği, aracını park ettikten sonra, kepçe içerisinde bulunan inşaat malzemelerini birlikte yere indirdikleri, yeğeni olan ...'na eve gitmesini söylediği, eşyaları bıraktıktan sonra kendi ifadesine göre iş makinesine binerek çalıştırdığı ve iş makinesinin kepçesini havaya kaldırdığı esnada, kepçeye habersiz olarak binen ...'nun yere düşmesi neticesinde vefat ettiği ve sanığın asli kusurlu kabul edildiği somut olayda, sanık hakkında adalet ve hakkaniyet kuralları uyarınca alt sınırdan daha fazla uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması; aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin savunma hakkının kısıtlandığına, TCK'nın 22/6. maddesinin uygulanması gerektiğine, ceza miktarına, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Bilinçli taksirin koşullarının bulunmadığı somut olayda, TCK'nın 50/4. maddesi atfıyla aynı Kanun'un 50/1-a maddesinin sanık hakkında uygulanıp uygulanmamasına karar verilirken, sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle takdir hakkının kullanılması gerektiği gözetilmeden, duruşmadaki davranışları ve işlediği suçtan pişmanlık duyması nedeniyle cezasında takdiri indirim yapılan ve dosya içeriğindeki delillere göre olumsuz bir kişiliği belirlenemeyen, hakkında şikayet de bulunmayan sabıkasız sanık hakkında, 'sanığın kusurunun ağırlığı ve suçun işlenmesindeki diğer özelliklere göre sanık hakkında hükmolunan hürriyeti bağlayıcı ceza adli para cezasına çevrilmemiş” şeklindeki, yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle, sanık hakkında hükmolunan 2 yıl 1 ay hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 04/04/2017 tarihinde değişik gerekçelerle oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Sanık ... hakkında; taksirle öldürme suçundan Gaziantep 13. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; 03/11/2014 gün, 2014/449 E-2014/558 K sayılı karar ile;5237 sayılı TCK'nın 85/1, 62 Maddeleri uyarınca 2 Yıl 1 Ay Hapis Cezasına hükmedilmiştir.
Bu karara karşı sanık müdafi tarafından süresinde açılan temyiz davası üzerine, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, 04/04/2017 gün, 2016/328 E-sayılı ilam ile yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının özet olarak yetersiz gerekçe ile TCK'nın 50/1-a maddesinin sanık hakkında uygulanmadığından bahisle BOZULMASINA karar verilmiştir.
Yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı hususunda Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için TCK'nın 22/6 maddesinin irdelenerek; ceza kanununun amacı, kanunilik prensibi ve hakkaniyet ilkesi gibi hukukun evrensel ilkeleri ile ilişkilendirilmesi, buna göre de koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak ortaya konması gerekmektedir.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 22. maddesinin altıncı fıkrasında; 'Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir' hükmüne yer verilmiştir.
Fıkranın gerekçesi de; '... Ülkemizde, özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisi ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hallerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.
Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette hakim bu hususta takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır. Böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara dair bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır.' şeklinde açıklanmıştır.
Buna göre, taksirli hareketi sonucu meydana gelen neticenin münhasıran failin şahsi ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması halinde faile ceza verilmeyecektir.
TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında taksirli suçlar bakımından kendine özgü bir 'şahsi cezasızlık hali' düzenlenmiştir. Şahsi cezasızlık halinin bulunduğu durumlarda aslında ortada bir suç vardır; bunun yanında failin kusurlu olduğu kabul edilebilir, ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği bu durumu cezasızlık sebebi saymış, buna bağlı olarak da 5271 Sayılı CMK'nın 223. maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendinde; 'ceza verilmesine yer olmadığına' karar verileceğini hüküm altına almıştır.
TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan hükmün kapsamının belirlenmesi bakımından uygulamada sorunlarla karşılaşılmakta, bu konudaki tartışmaların genel olarak 'fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay sebebiyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği' konularında yoğunlaştığı görülmektedir.
Kanuni düzenlemeye bakıldığında, bu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken iki temel şartın varlığı aranmaktadır.
1- ) Taksirle işlenmiş suç bulunmalıdır. 22. maddenin altıncı fıkrasının ilk cümlesinde; 'Taksirli hareket sonucu neden olunan netice'den bahsediliyor olması, anılan şahsi cezasızlık sebebinin yalnızca taksirle işlenen suçlarda uygulanabileceğini göstermektedir. Doğrudan kast, olası kast veya kast taksir kombinasyonu ile işlenen suçlarda bu hüküm uygulanamayacaktır. Bilinçli taksirin varlığı durumunda ise aynı fıkranın 'bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir' şeklindeki son cümlesi uyarınca bu şahsi cezasızlık hali değil, 'cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep' söz konusu olabilecektir.
2- ) Meydana gelen netice 'münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından' etkili olmalıdır. Buna göre, failin taksirli hareketiyle neden olduğu netice hem kendisine acı ve ızdırap vermeli, hem de cezalandırılmasına karar verilmesi kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açmalıdır. Görüldüğü gibi bu şart, kendi içerisinde konumuzu ilgilendiren iki ayrı hususu içermektedir:
Öğretide de benimsendiği üzere bunlardan ilki; 'failin taksirli eyleminden ağır düzeyde etkilenmiş olması', başka bir deyişle failin kendi fiilinin mağduru durumuna düşmesidir. Failin uğradığı mağduriyet, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı ise her somut olaya göre belirlenmelidir. (V. Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara, c. 1, 4. Baskı, s. 284)
İkincisi, failin taksirli eyleminden 'ailevi durumu' itibarıyla da etkilenmesidir. Bu şart, fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecedeki yakınlığı ifade etmektedir. Bu anlamda, üzerinde durulması gereken husus akrabalığın derecesinden çok 'aile' kavramıdır. Çünkü kanun koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle 'aile' ibaresini tercih etmiş ve bir manada faille mağdur arasında 'aynı aileden olma ilişkisini' aramıştır. Aile ise kanunlarımızda tüm yönleriyle tanımlanmış bir kavram değildir. Bu konuyla ilgili olarak; bir yandan aile kavramının üstsoy, altsoy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiğini savunan öğreti, diğer yandan ortada bir aile bulunup bulunmadığını değerlendirirken biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarını göz önünde bulundurmaktadır. ( Z. Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununda Taksir, Polis Dergisi Yıl:11, S. 44, Nisan-Mayıs-Haziran 2005, s. 87; Ursula Kilkelly, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz İnsan Hakları El Kitapları, No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15 )
Amacı; hukuk devleti, kusur ve hümanizm gibi evrensel ilkelere dayalı olarak, insan onurunu, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak, suçluyu sosyalleştirip tekrar topluma kazandırmak ve aynı zamanda bireyi ve toplumu suça karşı korumak olan çağdaş ceza hukukunun ifadesini oluşturan ceza kanunu ile toplumsal ihtiyaçlara cevap vermeye çalışan kanun koyucu, yakınlarını kaybeden faillerin ailevi olarak yaşadıkları ızdıraba TCK'nın 22/6 maddesi ile seyirci kalmayarak somut olayın özelliğine göre anılan maddedeki koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini mahkemenin takdirine bırakmasına karşın, içtihat yoluyla belirtilen maddeye kesin sınırlar çizilmesinin kanun koyucunun iradesine aykırı olacağı gibi ceza hukukunun en temel ilkelerinden olan kanunilik ve hakkaniyet ilkelerine de aykırı olacağı açıktır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında; somut olayımıza baktığımızda; ölenin öz dayısı olan ve aralarında hiç bir husumet bulunmayan sanığın TCK'nın 22/6 maddesinden yararlanıp yararlanamayacağı hususundaki sorunun “Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz” kuralının sınırları içerisinde kalmak kaydıyla Ceza Hukukunun izin verdiği ölçüde yorum kuralları ile bağdaştırmak suretiyle çözümü gerekmektedir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 1 maddesi ile sonradan yürürlüğe giren 5237 Sayılı TCK'nın 2. maddesinde: Özet olarak “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz” denilerek kanunilik ilkesi özelikle vurgulanmak istenmiştir.
“Kanunsuz suç ve ceza olmaz” kuralı Türk Ceza Hukukunda, Devlet ve Yargıç karşısında bireylerin “Kamu Hakları”nın güvencesidir.
Öğretide değerini koruyan bu kural, Anayasamızın (Mad.38) ilkeleri arasına girmiş ve 5237 sayılı TCK'nın 2. maddesinde de açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hükmün 2. maddede yer alması bile, kurala verilen önemi gösterir.
Kanunun 2. maddesindeki “açıkça” kelimesi Türk Ceza Hukukunda “kıyaslama”nın yasaklandığını gösterir.
Kanunsuz ceza olamayacağından, suçun cezasının belirlenmiş olması suçluların cezalandırılmasında şarttır.
Bir fiili suç saymak ve cezalandırmak yetkisinin yalnız kanuna tanınması bireylere özgürlüklerinin sınırı hakkında bilgi verir. Bireyin, nelerin ne kadar yasak olduğunu bilmeye hakkı vardır. Bu hakkını kullanan birey yasak olanı yapmaktan çekinmek, yasak olmayanı yaparken de korkusuz hareket etmek imkanını kazanır. Kanun Kuralına gerçek anlamını kanun koyucunun iradesi verir. Kanunun iradesi kanun koyucunun subjektif iradesi değildir. Yazılı formül içinde ifade edilmiş objektif irade, kanunun iradesini oluşturur. Kanunun iradesini gösteren formül zorunlu olarak genel ve soyut olacağından, kuralın önce içeriğini ve anlamını belirtmeden, iradenin somut olaylara uygulanmasına imkân yoktur. Pozitif hukuk, yorum faaliyetlerinin sınırını oluşturur.
Öz yeğeninin ölümüne sebebiyet verdiği için çok büyük bir üzüntü yaşadığı dosya içeriğinden açıkça anlaşılan sanığa, verilecek hiç bir cezanın, kendi vicdanının vereceği cezadan daha fazla bir etki göstermesi beklenemez. Ölenin anne ve babası ile akrabalık nedeniyle sık sık bir araya gelmesi kuvvetle muhtemel olan sanığın zaman içerisinde bu acıyı unutması da kolay olmayacaktır. Taraflar arasındaki akrabalık ilişkisinin her zaman akrabalık derecesi ile orantılı olmadığı toplumda bilinen bir gerçek olmasına karşın, anılan maddenin uygulanmasını belli derecede yakınlara indirgemenin hakkaniyet ilkesine de aykırı olacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. 5237 sayılı TCK'nın 22/6. maddesindeki düzenlemeden önce, yakınlarını kaybeden aile bireylerinin, yine akrabalık derecesine bağlı olmaksızın yakınlık duydukları failleri sorumluluktan kurtarmak için yoğun çaba sarf ettiklerine dair örneklere az rastlanmamıştır. TCK'nın 22/6. maddesi bu anlamda toplumsal ihtiyaçtan doğmuştur. Ancak bu maddenin belli derecede yakınlara indirgenmesinin maddenin düzenlenme amacına aykırı olacağı gibi gerekli faydayı da sağlayamayacaktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, yerel mahkemece sanık ... hakkında verilen mahkumiyet kararının, uygulama koşulları oluşan TCK'nın 22/6. maddesinin uygulanmadığından bahisle BOZULMASINA, karar verilmesi gerekirken, TCK'nın 22/6. maddesinin uygulanmamasında bir isabetsizlik görmeyen Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu tarafından başka bir nedenle mahkumiyet hükmünün bozulmasına ilişkin gerekçesine iştirak edilmemiştir.