Ceza Genel Kurulu 2012/12-1526 E. , 2013/286 K.CEZALARIN KİŞİSELLEŞTİRİLMESİERTELEME/SEÇENEK YAPTIRIM KARŞILAŞTIRMASILEHE HÜKMÜN BELİRLENMESİALEYHE BOZMA YASAĞICEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 326TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 7TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 50TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 51CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN (5275) Madde 106
Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığınca hazırlanmıştır. İzinsiz olarak kopyalanması ve dağıtılması hukuki sorumluluk gerektirir.Taksirle öldürme suçundan sanık A.İ.A.’ın 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 12.100 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın 15 eşit taksitte ödenmesine ilişkin, Çarşamba 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.11.2007 gün ve 280-342 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 16.09.2009 gün ve 12928-9094 sayı ile;
“Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik CMK'nun 231. maddesindeki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin düzenleme karşısında suçun niteliği, hükmolunan cezanın türü gözetilip dosyada bulunan adli sicil kaydı da değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun yeniden tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
Çarşamba 1. Asliye Ceza Mahkemesince bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 16.02.2010 gün ve 515-82 sayı ile, bu kez sanığın 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 62 ve 51/1-3. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar verilmiştir.
Hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 11.06.2012 gün ve 21437-14623 sayı ile;
“Sanık müdafinin son söz hakkının kullanılması sırasında yaptığı savunmada taraflar arasında zararı tespit edip ödeme yapmadıklarını, hukuk davasının devam etmekte olduğunu, karşı tarafın zararının tespitinin yargılamayı gerektirdiği ve yargılamayı fazla uzatacağından, bu nedenle hükmün açıklanmasının geri bırakılması şartlarının oluştuğunu beyan etmesi ve temyiz dilekçesinde de cezanın paraya çevrilmesine ilişkin bir talebinin bulunmaması da dikkate alınarak, ertelemenin sanık lehine olduğu düşüncesi ile tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir” açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise 12.09.2012 gün ve 245768 sayı ile;
“Kararlılık gösteren Yargıtay içtihatlarında, kazanılmış hakkın sonuç cezanın tür (hapis- para) ve süresi/miktarı ile sınırlı olduğu vurgulanmıştır. Bozma öncesi sanığa verilen ve türü itibariyle kazanılmış hak teşkil eden taksitlendirilmiş adli para cezasına rağmen bozma sonrası 16.02.2010 tarihli hükümle sanığa hapis cezası tayin edilmesi, sanığın kazanılmış hakkının korunmadığını göstermektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 19.12.2012 gün ve 27073-24459 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Suçun sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya içeriği itibari ile herhangi bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yalnız sanık lehine temyiz edilen sonuç olarak 12.100 Lira adli para cezasından ibaret hükmün bozulmasından sonra yerel mahkemece bu kez sanığın hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezasının ertelenmesine karar verilmesi halinde 1412 sayılı CMUK'nun 326/son maddesinin ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanığın 21.06.2006 günü saat 21.00 sıralarında yönetimindeki araç ile Samsun istikametinden Çarşamba istikametine seyir halinde iken Samsun-Çarşamba Devlet Karayolu 22. Km üzerinde bulunan .....Köyü mevkiine geldiğinde yaya olarak karşıdan karşıya geçmeye çalışan ve yolun 1 metre içinde olan mağdur İ.D.’ye çarparak ölümüne neden olduğu, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporlarına göre sanığın meydana gelen kazada tali, mağdurun ise asli kusurlu olduğu,
Sanığın aşamalarda özetle; ölen mağdurun aniden karşısına çıktığını, fren yapmasına rağmen çarpmaya engel olmadığını savunduğu, cezanın şahsileştirilmesine ilişkin herhangi bir talepte bulunmadığı, sanık müdafiinin ise son oturumda asgari hadden ceza verilmesini ve bu cezanın da ertelenmesini ya da paraya çevrilmesini istediği, sanığın sosyal ve ekonomik durumuna ilişkin tespitlere göre sabıkasız, evli, 2 çocuklu, ortaokul mezunu, emekli olduğu ayrıca halen Ordu ili merkezinde cep telefonu bayiliği yaptığı, aylık gelirinin 1.500 Lira olduğu, yapılan yargılama sonucunda sanığın mahkûmiyetine, hükmolunan 1 yıl 8 ay hapis cezasının günlüğü 20 Liradan 12.100 Lira adli para cezasına çevrilmesine ve bu cezasının da taksitlendirilmesine karar verildiği, 21.11.2007 tarihli bu ilk hükmün sadece sanık müdafii tarafından temyiz edildiği, sanık müdafiinin 26.12.2007 tarihli gerekçeli temyiz dilekçesinde sanığa verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın ertelenmesinin düşünülmemesinin kanuna aykırı olduğunu temyiz sebebi olarak ileri sürdüğü, ilk hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 5728 sayılı Kanunla değişik CMK’nun 231. madde kapsamında değerlendirilme yapılması amacıyla sair yönleri incelenmeksizin bozulduğu, yerel mahkemece bozmaya uyulduğu, bozma sonrası yargılamada sanık ve müdafiinin katılanların zararlarını gidermediklerini, bununla ilgili hukuk davalarının devam ettiğini beyan ettikleri, katılanlar vekilinin de zararlarının giderilmediğini söylediği, sanığın bozmaya karşı beyanında lehine olan kanun hükümlerinin uygulanmasını talep ettiği, sanık müdafiinin ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep ettiği, gerek sanığın gerekse müdafiinin paraya çevirme ve erteleme ilgili özel olarak bir talepte bulunmadıkları, bozmaya uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda sanığın bu kez 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmolunan hapis cezasının ertelenmesine, sanığın 2 yıl denetim süresine tabi tutulmasına, denetim süresinde herhangi bir yükümlülük belirlenmesine yer olmadığına karar verildiği, bu hükmün de sadece sanık müdafii tarafından temyiz edildiği, sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ertelemenin yasal olmadığına, kazanılmış hakkın ihlal edildiğine ilişkin herhangi bir itirazda bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Aleyhe bozma yasağı; “temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması” şeklinde tanımlanmaktadır.
Latince “reformatio in pejus” olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, “lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama kuralı” olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” şeklinde kanuni düzenlemeye kavuşturulmuştur. Ceza muhakeme hukukumuzda bu madde dışında yaptırım ve cezayı aleyhe değiştirmeme yasağını düzenleyen başka bir hüküm de bulunmamaktadır. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir “cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi” veya “aleyhte düzeltme yasağı”nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde de; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz” düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.
Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Kanun koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise; sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.
Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağına bir aykırılığın söz konusu olup olmadığı, önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Kişi hürriyetini kısıtlaması nedeni ile hapis cezasının, malvarlığına yönelik olan adli para cezasından daha ağır nitelikte olduğu hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Ancak bu tespitten hareketle hemen bir sonuca varılmamalı, açıklandığı üzere önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılmak ve bu kapsamda sanığın sosyal ve ekonomik durumu da göz önüne alınmak suretiyle kazanılmış hakkın ihlal edilip edilmediği belirlenmelidir.
Bu noktada, uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için erteleme ve hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi kurumlarının hukuki nitelikleri ve sonuçları üzerinde de durulmalıdır.
Erteleme, 5237 sayılı TCK’nun 51. maddesinde düzenlenmiş, koşullu bir af olmaktan çıkarılıp, ceza infaz kurumu hâline getirilmiş ve sadece hapis cezası bakımından öngörülmüştür. Cezası ertelenen hükümlü hakkında, mahkûm olunan ceza süresinden az olmamak kaydı ile bir yıl ila üç yıl arasında bir denetim süresi belirlenecektir. Mahkemece denetim süresi içinde; meslek veya sanat sahibi olmayan hükümlünün, bu amaçla bir eğitim programına devam etmesine, meslek veya sanat sahibi hükümlünün, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, on sekiz yaşından küçük olan hükümlülerin, bir meslek veya sanat edinmelerini sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmesine karar verilebilir. Cezası ertelenen hükümlü denetim süresini yükümlülüklere uygun veya iyi hâlli olarak geçirdiği takdirde cezasını infaz etmiş sayılacak, ancak denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen uymamakta ısrar etmesi hâlinde; ertelenen cezasının kısmen veya tamamen infaz kurumunda çektirilmesine karar verilecektir.
Hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi ise 5237 sayılı TCK’nun 50. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde ile, kısa süreli ya da uzun süreli olmakla birlikte taksirli suçtan dolayı hapis cezasına mahkum olan kişilerin, belirlenecek bir miktar adli para cezasını ödemek suretiyle infaz kurumuna girmelerinin önlenmesine imkan tanınmıştır. Hapisten çevrilen adli para cezalarının infazı 5237 sayılı TCK'nun 50. maddesinin 6 ve 7. fıkraları uyarınca yapılmakta iken, 01.03.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun ile 5237 sayılı TCK'nun 50. maddesinin 6. fıkrasında yer alan 'yaptırımın' ibaresi 'tedbirin' olarak değiştirilmesi ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 106. maddesinin 4 ila 9. fıkralarının yeniden düzenlenip 10. fıkrasının yürürlükten kaldırılması ile 5275 sayılı CGTİHK'nun 106. maddesindeki esaslara tabi kılınmış ve bu suretle doğrudan hükmolunan ve hapisten çevrilen adli para cezalarının infazında birlik sağlanmıştır. Buna göre artık, hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde hapisten çevrilen adlî para cezasını ödemezse, mahkemesinden bir karar alınmasına ihtiyaç olmaksızın Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilecek, bu durumda hapsin infazı ertelenemeyeceği gibi, koşullu salıverilme hükümleri de uygulanamayacaktır. Ancak, hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan adlî para cezasıdır. Hükümlü yakalandığında para cezasını öderse ceza infaz kurumuna alınmayacak, ceza infaz kurumuna alındıktan sonra hapis yattığı günlerin dışındaki günlere karşılık gelen parayı öderse de derhal hapisten çıkartılacaktır. 5739 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce işlenen suçlar bakımından ödenmeyen adli para cezası hapse çevrildiğinde hükümlünün koşullu salıverilmeden yararlanması mümkün olacak, başka bir anlatımla 5237 sayılı TCK'nun 7/3. maddesi uyarınca koşullu salıverilme bakımından hükümlünün lehine olan önceki kanun hükümleri uygulanacaktır.
Erteleme de hapis cezasının seçenek yaptırım olarak adli para cezasına çevirmesi de cezanın suçlunun kişiliğine uydurulması, yani bireyselleştirilmesinin yollarından biridir. Dolayısıyla mutlak olarak birinin diğerinden daha lehe olduğundan söz edilemez. Ödeme gücü bulunmayan bir sanık için ertelemenin, ödeme gücü yerinde olan ve bu yönde talepte bulunan bir sanık için ise adli para cezasına çevirmenin daha lehe olduğu kabul edilebilir. Her somut olayda sanığın sosyal ve ekonomik durumu ile kişiliğine göre bir belirleme yapmak gerekir.
Nitekim, Ceza Genel Kurulu'nun 02.10.2007 gün 160-192 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Adli para cezasının miktarı, para cezasının ertelenmesinin mümkün olmaması, ödenmediği takdirde zorunlu olarak hapse çevrilmesi, suçun taksirli bir suç olması, sanığın sosyal ve ekonomik durumu, sanık müdafiinin aşamalarda açıkça hapis cezasının ertelenmesini talep etmesi, paraya çevirme yönünde bir talep ve kazanılmış hakkın ihlal edildiğine ilişkin bir itirazda bulunulmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde; yalnız sanık lehine temyiz edilen sonuç olarak 12.100 Lira adli para cezasından ibaret hükmün bozulmasından sonra yeniden hüküm kuran yerel mahkemece sanık müdafiiinin talebi ile sanığın sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak önceki hükümde 12.100 Lira adli para olarak tayin edilen sonuç cezasının, yeni hükümde hapis olarak belirlenmesinde ve bu bu cezanın ertelenmesine karar verilmesinde 1412 sayılı CMUK'un 326/son maddesine bir aykırılık ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına ilişkin Özel Daire kararında da bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, haklı nedenlere dayanmayan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan altı genel kurul üyesi; 'itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği' görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.06.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.