Ceza Genel Kurulu 2014/277 E. , 2014/476 K.
Mahkemesi : YARGITAY 5. Ceza Dairesi
Günü : 19.03.2014
Sayısı : 18-1
Görevi kötüye kullanma suçundan sanık F.. T..'nun 5237 sayılı TCK’nun 257/2, 43/1, 62/1, 50/1-a, 52/2-4 ve 53/5. maddeleri uyarınca 4.500 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluğuna ilişkin, Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 19.03.2014 gün ve 18-1 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 02.05.2014 gün ve 41206 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın, ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; suçun sübutuna ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamına göre;
Suç tarihinde Beykoz Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan sanığın 31.12.2004 tarihinde birinci sınıfa ayrıldığı, 11.08.2005 tarihinde Beykoz Adliyesindeki görevine başladığı,
Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığının 2012 yılı genel teftişi sırasında Adalet Müfettişi tarafından Teftiş Kurulu Başkanlığına yazılan 02.11.2012 gün ve 1098 sayılı yazıda, sanığın bir çok dosyayı işlemsiz bıraktığı belirtilerek, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 83. maddesi uyarınca soruşturmaya başlandığı,
Soruşturma sonucunda düzenlenen 13.12.2012 tarihli raporda; Beykoz Cumhuriyet savcıları arasında yapılan işbölümü uyarınca sanığın sorumluluğunda bulunan 216 adet soruşturma evrakını 4 ay ile 7 yılı aşan sürelerle işlemsiz bıraktığının tespit edilmesi nedeniyle disiplin cezası uygulanması ve kovuşturma yapılması yönünde görüş bildirildiği,
HSYK 2. Dairesinin 17.04.2013 gün ve 365 sayılı kararıyla sanık hakkında kovuşturma yapılmasına, İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince 27.11.2013 gün ve 356 sayı ile de son soruşturmanın açılmasına karar verildiği,
18.10.2012 tarihli inceleme tutanağına göre; 216 adet soruşturma evrakının 4 aydan 7 yılı aşan sürelerde işlemsiz bırakıldığı, 4 yıl ve üzeri işlemsiz bırakılan 45 adet dosyada 2009 yılı denetim tarihinden sonra da herhangi bir işlem yapılmadığının tespit edildiği,
Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığına ait iş bölümü çizelgeleri üzerinde yapılan incelemede; sanığın 08.09.2008-11.10.2010 tarihleri arasında sonu 8, 01.10.2010- 24.01.2011 tarihleri arasında sonu 8, 18, 28, 38, 48 ve 58, 25.01.2011 tarihinden itibaren sonu 68 ile biten soruşturma evrakını sonuçlandırmak, yine 08.09.2008'den itibaren infaz evrakıyla ilgili işlemleri yürütmek ve 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde iddia makamını temsil etmekle görevlendirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık N.. T..; 18.08.2009 tarihinden itibaren Beykoz Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptığını, önceki denetim raporlarını okuyarak tespit edilen eksikliklerin giderilmesini meslektaşlarından talep ettiğini, sanığın diğer meslektaşlara göre daha az dosya çıkardığını ve teraküme neden olduğunu, kendisine nasihatlerde bulunduğunu, önceki denetimde de soruşturma geçirdiğini ve disiplin cezası aldığını, sanığın hazırlık evraklarının bir kısmına ve infaz evraklarına baktığını, infaz evraklarında herhangi bir gecikme ve sorun olmadığını, ancak hazırlık evraklarında gecikmeler olduğunu beyan etmiş,
Sanık; denetim sırasında yapılan 18.10.2012 tarihli tespit tutanağına bir itirazının olmadığını, Şubat 2009-Ekim 2012 tarihlerini kapsayan denetim dönemi içerisinde soruşturma savcılığı ile birlikte 2007 Eylül ayından itibaren infazdan sorumlu tek Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı için infaz evraklarına yoğunlaştığından belirtilen soruşturma evraklarında gereken sürede işlem yapamadığını, herhangi bir genel veya özel kastının bulunmadığını, eksikliklerin tamamen iş yoğunluğundan kaynaklandığını, ayrıca denetim dönemi içerisinde lisede okuyan oğlunun psikiyatrik rahatsızlık geçirmesi nedeniyle tedavisi ile ilgilendiğini, bu nedenle çalışma temposunun olumsuz etkilendiğini, dosyadaki müştekilerin mağduriyeti veya kamunun zararının oluşmadığını savunmuştur.
5271 sayılı CMK'nun 'Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi' başlıklı 160. maddesi;
'1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. 2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür' şeklinde düzenlenmiştir.
Cumhuriyet savcılığına intikal eden olaylarla ilgili olarak izlenecek yol ve yönteme ilişkin, anılan kanunun devam eden maddelerinde de açıklayıcı hükümler yer almaktadır.
5237 sayılı TCK'nun 'Görevi kötüye kullanma' başlıklı 257. maddesinin uyuşmazlık konusuna ilişkin ilk iki fıkrası da;
'1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ...' şeklindedir.
Uyuşmazlık konusunun çözümüne ilişkin olarak, maddenin ikinci fıkrasında hüküm altına alınan 'ihmali davranışlarla görevi kötüye kullanma' suçu değerlendirilmelidir. Anılan fıkra, 'Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır' şeklinde düzenlenmiş iken, 08.12.2010 gün ve 6086 sayılı Kanunla değişiklik yapılarak; 'kazanç' ibaresi 'menfaat,' 'altı aydan iki yıla kadar' ibaresi ise 'üç aydan bir yıla kadar' biçiminde değiştirilerek yukarıda yer verildiği şekilde yürürlükteki halini almıştır. Böylece bir yandan yaptırım miktarı yönünden lehe düzenlemeler getirilirken, öte yandan suçun oluşumu açısından 'kazanç' yerine, daha geniş bir kavram olan 'menfaat' ibaresine yer verilmiştir.
Madde metninden de anlaşılacağı üzere, kamu görevlisinin yapmakla görevli olduğu işi yapmaması veya kanuna göre yapılması gereken şekilde yerine getirmemesi veya vaktinde yapmayıp geciktirmesi suç sayılmıştır. Görevi kötüye kullanma suçu kasten işlenen suçlardan olup, bu suçtan sözedilebilmesi için; 'kamu görevlisinin görevini bilerek ve isteyerek ihmal etmesi veya geciktirmesi' gerekir.
Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğüne göre ihmal; 'yapmama, savsama' anlamına gelmekte, gecikme ise; 'bir işin yapılması gereken zaman geçtikten sonra yerine getirilmesi' olarak tanımlanmaktadır.
Görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, tek başına norma aykırı davranış yetmemekte, fiil sebebiyle 'kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç veya 6086 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası haksız menfaat sağlanması' gerekmektedir. Böylelikle görevi kötüye kullanma suçu 'zarar suçu' olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Türk Ceza Kanununun 257. maddesinin gerekçesinde bu husus; 'Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir' şeklinde vurgulanmış, öğretide de; 'Kanun koyucu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı olan her davranışını yaptırıma bağlamamıştır. Görevinin gereklerine aykırı davranış, ancak belli koşulları taşıması halinde suç teşkil edecek, aksi takdirde şartları varsa disiplin hukuku bakımından değerlendirmeye tâbi tutulacaktır. Nitekim maddede, görevin gereklerine aykırı davranışın suç teşkil etmesi, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanmasına bağlı tutulmuştur. Bu sonuçlara yol açmayan bir hareket, suç kapsamında mütalaa edilemeyecektir. Görevin gereklerine aykırı hareket kişilerin mağduriyetine yol açmışsa suç gerçekleşir. Söz konusu mağduriyet sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, ekonomik zarardan daha geniş bir anlama sahiptir. Bireyin sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının ihlali sonucunu doğuran hareketler bu kapsamda değerlendirilmelidir' biçiminde ifade edilmiştir. (M. Emin Artuk-Ahmet Gökçen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 14. Baskı, Adalet Yayınevi Ankara 2014, s. 998-999) şeklinde açıklanmıştır.
Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının tespit edilebilmesi için, 'mağduriyet, kamunun zarara uğraması ve haksız menfaat' kavramlarının açıklanması ve somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Mağduriyet kavramı, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararlarla sınırlı olmayıp, şahsi hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade eder. (M. Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 14. Baskı, Adalet Yayınevi Ankara 2014, s. 998)
Haksız kazanç temin edilmesini içine alan 'haksız menfaat sağlanması' ise, kişilere hukuka aykırı olarak maddi ya da manevi yarar sağlanmasıdır.
Kamunun zarara uğraması hususuna gelince; madde gerekçesinde 'ekonomik zarar' olduğu vurgulanan bu kavramla ilgili olarak kanuni düzenleme içeren 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 71. maddesi uyarınca; 'mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması' olarak tanımlanan kamu zararı, her somut olayda hakim tarafından; bir işin, mal ya da hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı biçimde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine has özellikleri dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde tespiti anlamında olmayıp, miktarı tespit edilmese dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması durumunda da kamu zararının bulunduğu kabul edilmelidir. Ancak bu belirleme yapılırken, norma aykırı olan her davranışın, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla kamu zararına yol açtığı ya da zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir ön kabulle de hareket edilmemelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Suç tarihinde Beykoz Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan ve 5237 sayılı TCK’nun 6/1-c maddesinde tanımlanan kamu görevlisi olduğunda tereddüt bulunmayan sanık, 07.09.2006 ile 11.10.2012 tarihleri arasındaki dönem içinde sorumlu olduğu soruşturma dosyalarından 216 adedinde 4 aydan 7 yılı aşan sürelerle hiçbir işlem yapmayarak; işbölümü gereği kendisine düşen soruşturma evrakının akıbetini takip etmek, gereğini yapmak ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırmakla görevli ve yükümlü olduğu halde, görevini kanunlar ve yönetmeliklerin öngördüğü şekilde yerine getirmemiş, soruşturma evrakının akıbetini takip etmemiş ve 216 adet soruşturma evrakının işlemsiz kalmasına neden olmuştur. Sanık savunmalarında iş yoğunluğu nedeniyle bu durumun meydana geldiğini ve kastının olmadığını belirtmiş ise de, soruşturma evrakının bir kısmının 7 yılı bulan sürede işlemsiz kalması, 4 yıl ve üzeri işlemsiz bırakıldığı tespit edilen 45 adet dosyada 2009 yılı denetim tarihinden sonra bile herhangi bir işlem yapılmadığının anlaşılması karşısında, iş yoğunluğu mazeretine dayalı savunma, makul, hayatın olağan akışına ve görev anlayışına uygun değildir. Bu nedenle sanığın görevinin gereğini yapmakta ihmal ve gecikme göstermek suretiyle kanuna aykırı davrandığı sabittir.
Kanuna aykırı bu davranışın, cezai sorumluluğu gerektirip gerektirmediği hususuna gelince; sanığın görevini gereği gibi yapmakta ihmal gösterme eylemi ile doğrudan bağlantılı olarak nesnel ölçülere uygun bir şekilde tespit edilmiş herhangi bir ekonomik zarar oluşmadığına göre, anılan eylemle kamunun zarara uğratıldığından söz edilemeyecektir. TCK’nun 257. maddesinde 6086 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle getirilen ve 'haksız kazanç' kavramını da kapsayan 'kişilere haksız menfaat sağlandığı' konusunda bir belirleme ve iddia bulunmadığından, olayda bu öğenin de gerçekleşmediği kabul edilmelidir. Bununla birlikte, sanığın soruşturma dosyalarıyla ilgili işlemleri zamanında yerine getirme konusunda gerekli hassasiyet, dikkat ve özeni göstermeyerek dosyaların taraflarının mağduriyetine neden olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Suç konusu 216 adet dosyadaki suçlardan dolayı mağdur olan kimselerin kanuni haklarını elde etmeleri gecikmiş ve soruşturmaların olağan sürede sonuçlanmaması nedeniyle şüphelilerin hukuksal durumu da askıda tutularak, şartları varsa bir an önce aklanmaları imkanının önüne geçilmiştir. Bu nedenle, işbölümü gereği sanık Cumhuriyet savcısına düşen soruşturma evrakından 216 adedinde haklarında işlem başlatılan şüphelilerin, makul sürede karar verilmemesi nedeniyle mağdur oldukları açık olduğu gibi, aynı soruşturmalardaki suç mağdurlarının işlemsiz bırakma eyleminden mağdur oldukları, buna göre şahsi hakların ihlal edildiği ve kişi mağduriyetinin gerçekleştiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
Buna göre, somut olayda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 257. maddesinde yer alan, “kişilerin mağduriyeti” unsuru gerçekleştiğinden, bir suç işleme kararı ile 216 adet soruşturma dosyasının işlemsiz bırakılması şeklinde gerçekleşen ve kişilerin mağduriyetine neden olan eylemlerin zincirleme biçimde ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu ve Özel Dairece sanığın 5237 sayılı TCK’nun lehe kabul edilen 6086 sayılı Kanun ile değişik 257/2 ve 43/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesinin isabetli olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanığın tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan Özel Daire hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 19.03.2014 gün ve 18-1 sayılı mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.