Danıştay 4. Daire Başkanlığı 2020/4817 E. , 2021/6093 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
DÖRDÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2020/4817
Karar No : 2021/6093
TEMYİZ EDEN TARAFLAR : 1- ...
VEKİLİ : Av. ....
2- ... Vergi Dairesi Başkanlığı
VEKİLİ : Av. ...
İSTEMİN KONUSU : ... Vergi Mahkemesinin ... tarih ve E:..., K:....sayılı kararının temyizen incelenerek taraflarca aleyhlerine olan hüküm fıkralarının bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı adına, tasfiye memuru olduğu .... Elektrik Elektonik Malz. San. Tic. Ltd. Şti.nin defter ve belgeleri ibraz edilmediğinden bahisle, 2005/1-12 dönemleri için re’sen tarhedilen üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergileri ile 213 sayılı Kanunun mükerrer 355. maddesi ve 353/1 maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezalarının iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Danıştay bozma kararı üzerine, Vergi Mahkemesinin temyize konu kararıyla; 213 sayılı Kanunun 355. ve 353/1. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezaları ile katma değer vergisi ve bir kat vergi ziyaı cezasına ilişkin kısmının kesinleştiği, uyuşmazlığın vergi ziyaı cezasının bir katı aşan kısmı bakımından yapılan incelemede, davacının defter ve belgelerini mücbir sebep olmaksızın davalı idareye incelemeye ibraz etmediği açık olduğundan 213 sayılı Kanunun 359 ve 341/2. maddesi uyarınca ziyaa uğratılan verginin üç katı tutarında kesilen vergi ziyaı cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ EDEN DAVACININ İDDİALARI : Davacı tarafından, kararın redde ilişkin kısımlarının hukuka aykırı olduğu ve bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
TEMYİZ EDEN DAVALININ İDDİALARI : Davalı idare tarafından, 213 sayılı Kanunun 353/1. maddesi uyarınca davacı adına kesilen özel usulsüzlük cezasının hukuka uygun olduğu, kararın bu kısmının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
DAVACININ SAVUNMASI : Cevap verilmemiştir.
DAVALININ SAVUNMASI : Cevap verilmemiştir.
TETKİK HÂKİMİ : ...
DÜŞÜNCESİ : 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 50. maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki, 'Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesinin, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağı' hükmüne yer verilmiş, ancak, söz konusu kuralın iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu sonucunda Anayasa Mahkemesinin, 12/06/2020 tarih ve E:2019/115, K:2020/31 sayılı kararıyla ilgili düzenleme ile getirilen sınırlama ölçülülük ilkesi yönünden değerlendirilerek; usuli kazanılmış hakkın mutlak bir uygulamasının bulunmadığını ve hukuki istikrarı sağlama gayesiyle getirilen usuli kazanılmış hakka ilişkin kurala, hakkaniyet, hukukun üstünlüğü ve temel hak ve hürriyetlerin korunması amacıyla yargı uygulamasında istisnalar getirilebileceği kabul edilmiştir. Bakılan dosyada, Vergi Mahkemesince bozma kararına uygun olarak verilen ret kararı ile tarafların temyiz dilekçeleri incelendiğinde, davacının kanuni temsilcisi olduğu şirketin 26/02/2009 tarihinde tasfiyesinin sonuçlandığı ve bu durumun 03/03/2009 tarih ve 376 sayılı Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiği, daha sonra idarenin 03/11/2009 tarihinde davacıdan 2005 yılına ait defter ve belgelerin sunulmasının istenildiği, defter ve belgelerin sunulmaması üzerine hakkında hazırlanan vergi inceleme raporuna dayanılarak katma değer vergisi indirimlerinin reddi ile 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 17/9. maddesi uyarınca dava konusu vergi ziyaı cezalı tarhiyat ile özel usulsüzlük cezalarının kesildiği anlaşılmıştır. 5520 sayılı Kanuna 5904 sayılı Kanunun 7. maddesiyle eklenen ve 03/07/2009 tarihinde yürürlüğe giren geçici 6. maddesinde ise, Kanunun 17. maddesinin 9. fıkrası hükümlerinin, bu geçici maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılan her türlü vergi tarhiyatı ve kesilen cezalar hakkında uygulanmayacağı düzenleme altına alınmış, olup, davacı adına 2005 yılına ilişkin yapılan tarhiyatlarda ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı ve kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Dördüncü Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE :
Davalı idarenin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü iddialar Mahkeme kararının 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 353/1. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Adil yargılanma hakkının kapsamı ve içeriğinin açıklandığı Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinde, 'herkesin kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun olarak davalarının görülmesini istemek hakkına sahip olduğu'na ilişkin kurala yer verildiği görülmektedir.
Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi ise, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabileceği açıktır. (bkz. AİHM, Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 50. maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki, 'Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesinin, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağı' hükmüne yer verilmiş, ancak, söz konusu kuralın iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu sonucunda Anayasa Mahkemesinin, 12/06/2020 tarih ve E:2019/115, K:2020/31 sayılı kararıyla ilgili düzenleme ile getirilen sınırlama ölçülülük ilkesi yönünden değerlendirilerek; usuli kazanılmış hakkın mutlak bir uygulamasının bulunmadığını ve hukuki istikrarı sağlama gayesiyle getirilen usuli kazanılmış hakka ilişkin kurala, hakkaniyet, hukukun üstünlüğü ve temel hak ve hürriyetlerin korunması amacıyla yargı uygulamasında istisnalar getirilebileceği kabul edilmiştir.
Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 19/01/2022 tarih ve E:2020/853, K:2022/17 sayılı kararında da, usulü kazanılmış hakkın mutlak olmadığı; hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, usulü kazanılmış hakka aykırı yeni bir içtihadı birleştirme kurul kararının çıkması, göreve aykırı karar verilmesi ile açık maddi hataya dayalı olarak bozma kararı verildiğinin anlaşılması ya da temyiz incelemesini yapan merci tarafından, merciin tarafları aynı olan veya aynı maddi olaya dayalı olarak verilen kararların süregelen ve istikrar kazanmış içtihatlarına aykırı olarak verilmiş olduğunun sonradan saptanması gibi kamu düzeniyle ilgili konularda usuli kazanılmış hak kuralına göre karar verilemeyeceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında davacının temyiz talebi incelendiğinde;
Bakılan dosyada, Vergi Mahkemesince bozma kararına uygun olarak verilen ret kararı ile tarafların temyiz dilekçeleri incelendiğinde, davacının kanuni temsilcisi olduğu şirketin 26/02/2009 tarihinde tasfiyesinin sonuçlandığı ve bu durumun 03/03/2009 tarih ve 376 sayılı Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiği, daha sonra idarenin 03/11/2009 tarihinde davacıdan 2005 yılına ait defter ve belgelerin sunulmasının istenildiği, defter ve belgelerin sunulmaması üzerine hakkında hazırlanan vergi inceleme raporuna dayanılarak katma değer vergisi indirimlerinin reddi ile 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 17/9. maddesi uyarınca dava konusu vergi ziyaı cezalı tarhiyat ile özel usulsüzlük cezalarının kesildiği anlaşılmıştır.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 17. maddesine 5904 sayılı Kanunun 6. maddesiyle eklenen ve 03/07/2009 tarihinde yürürlüğe giren mülga 9. fıkrasında; tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin olarak salınacak her türlü vergi tarhiyatı ve kesilecek cezaların, müteselsilen sorumlu olmak üzere; tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için ise tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5520 sayılı Kanuna 5904 sayılı Kanunun 7. maddesiyle eklenen ve 03/07/2009 tarihinde yürürlüğe giren geçici 6. maddesinde ise, Kanunun 17. maddesinin 9. fıkrası hükümlerinin, bu geçici maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılan her türlü vergi tarhiyatı ve kesilen cezalar hakkında uygulanmayacağı düzenleme altına alınmıştır.
Bu durumda, yukarıda anılan mülga Kanun hükmünün 03/07/2009 tarihinde yürürlüğe girmesi ve yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılan her türlü tarhiyat ve kesilen cezalara uygulanamayacağının düzenlenmesi nedeniyle hükmün geçmişe uygulanamayacağı açıktır. Nitekim Danıştay Dairelerinin bu yöndeki içtihadı müstekar hâle gelmiştir. Anayasa Mahkemesinin B. No: 2013/135, 21/1/2015 kararında, 'uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmalarının, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olduğu' belirtilmiştir. Bu görüşten hareketle aynı yüksek mahkemede müstekar hale gelmiş karardan ayrılan kararlar verilmesinin haklı beklenti ile hukuki güvenlik ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturduğu kabul edilmelidir.
Dolayısıyla her ne kadar Vergi Mahkemesince bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiş ise de, 5520 sayılı Kanunun 17/9. maddesinin davacı hakkında uygulanamayacağı açık olup, bu hüküm dayanak alınarak davacı adına 2005 yılına ilişkin yapılan tarhiyatlarda ve kesilen cezada hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne, davalı idarenin temyiz isteminin reddine,
2. Temyize konu .... Vergi Mahkemesinin ... tarih ve E:...., K:... sayılı kararının 213 sayılı Kanunun 353/1. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısmının ONANMASINA,
3. Mahkeme kararının redde ilişkin kısmının BOZULMASINA,
4. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
5. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş (15) gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 04/11/2021 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
(X) KARŞI OY :
İhtilaf, Danıştay bozma kararına uyularak verilen ve bu şekilde taraflar bakımından usulü müktesep hak oluşturan Mahkeme kararının esasının incelenerek bozma kararı verilip verilemeyeceğine ilişkindir.
Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 6. maddesinde ifade olunan 'adil yargılanma hakkı' kapsamında yer alan, 'davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının, yargının görevi olduğu'na ilişkin kural Anayasa’nın 141.maddesinde belirtilmiş olup, buna göre, yargılama faaliyetinin devamı süresince her derecedeki incelemeler boyunca bu ilkenin göz önünde bulundurulması anayasal bir zorunluluk haline getirilmiştir.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 46. maddesinde; Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştay’da temyiz edilebileceği, 49/2. maddesinde de Danıştay;
a) görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) hukuka aykırı karar verilmesi ve
c) usul hükümlerine uyulmamış olması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı düzenlenmesine yer verildikten sonra 50/ 4. Maddesinde, 'Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesi, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağı' belirtilmiştir.
Genelde, iptal davaları bakımından 'esasa ilişkin karar', 'taraflar arasındaki maddi uyuşmazlığı sona erdiren, ona hukuki bir çözüm getiren', başka bir tanıma göre de, 'davaya konu olan idari işlemin hukuka uygunluğu hakkında bir hüküm ortaya koyan', kararlar olarak tanımlanmakta ve bu kararlar, aynı zamanda, idari yargı yerinin elini davadan çekmesi sonucunu doğuran, yani nihai nitelikte olan kararlar şeklinde nitelendirilmektedir.
Doktrinde de, yargılama faaliyetinin belli bir yere geldikten sonra sonlandırılması yani kesinleştirilmesinin; hem birey güvenliği hem de kamu yararı bakımından zorunlu olduğu zira, yargılamanın sonlanmadığı, sürekli gündemde kaldığı bir hukuk sistemin düşünülemeyeceği, dolayısıyla, kesin hüküm müessesesinin bulunmadığı bir hukuk düzeninde yargılama ile ulaşılmak istenilen hukuki gerçekliğe hiçbir zaman ulaşılamayacağı ve hakların, sürekli olarak sürüncemede kalması nedeniyle de kullanılmaz hale geleceği dile getirilmektedir.
Yargısal açıdan ise, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 3/3/2000 gün ve E. 1999/1126, K. 2000/394 sayılı kararında 'Temyiz incelemesi sonucunda bir mahkeme kararının işin esasına ilişkin olarak bozulması halinde mahkemenin, bozma kararına uymak veya ilk kararında ısrar etmek olanağının bulunduğu, mahkemenin ilk kararında ısrar etmeyerek, bozma kararına uymak suretiyle verdiği kararın temyizi halinde, temyiz merciinin bu kez bozma kararına uygun karar verilip verilmediğini incelemek durumunda olduğu, temyiz incelemesi sırasında, temyiz merciinin aynı yasal mevzuatla farklı bir sonuca ulaşması, ilk bozma ve buna uyularak verilmiş olan yargı kararının aynı mevzuat karşısında yeniden değerlendirilmesi taraflar ve uygulama açısından istikrar ve kazanılmış haklar yönünden aykırı sonuçlar yaratabileceği, İdari Yargılama Usulü Kanununda “usulî kazanılmış hak” ile ilgili açık bir hüküm olmamakla beraber idare mahkemesince, Danıştay’ın ilgili dairesinin temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bozma kararına uyulmak suretiyle verilen kararın, dairesince yeniden temyizen incelenmesi aşamasında yapılacak inceleme, mahkeme kararının bozma kararına uygun olup olmadığı, bir başka anlatımla bozma kararı doğrultusunda olup olmadığı konusuyla sınırlı olmak durumunda bulunduğu” şeklindeki anlayışın hemen hemen tüm Danıştay dairelerince benimsendiği bilinmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacı adına, tasfiye memuru olduğu münfesih ... Elektrik Elektonik Malz. San. Tic. Ltd. Şti.nin defter ve belgeleri ibraz edilmediğinden bahisle, 2005/1-12 dönemleri için re’sen tarhedilen üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergileri ile 213 sayılı Kanunun mükerrer 355. maddesi ve 353/1 maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezalarının iptali istemiyle açılan davada, Mahkemenin 25/12/2012 gün ve E:2012/1733, K:2012/3382 sayılı kararıyla; katma değer vergileri aslı ile bu vergilerin bir katı tutarında hesaplanacak vergi ziyaı cezalarının ve 213 sayılı Kanunun mük.355.maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezası bakımından davanın reddine, vergi ziyaı cezalarının vergi asıllarının bir katını aşan kısımları ile 213 sayılı Kanunun 353/1.maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezası bakımından ise kabulüne karar verilmiş, mezkur kararın vergi ziyaı cezasının bir kata indirilmesine ilişkin kısmı Dairemizin 20/03/2017 tarih ve E:2016/1409, K:2017/2739 sayılı kararı ile bozulması üzerine, Mahkemesince bozma kararına uyularak, vergi ziyaı cezasının bir katını aşan kısmı bakımından davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle iken, yukarıda mezkur yasal düzenlemeler gereği hali hazırdaki inceleme, bozma kararı gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile sınırlı yapılması gerekirken, aksi bir yorumla bir taraftan 'kesin hükmün' sonuçlarını bertaraf eden, bir taraftan da usul ekonomisi ve adil yargılanma hakkı bağlamında makul sürede, hızlı, basit ve çabuk yargılanma ilkesine de aykırılık teşkil eden ve dolayısıyla, yukarıda belirtilen Anayasal ilkenin bir nevi, yargılama faaliyetinin sadece ilk derecedeki incelemelere ilişkin olduğu, Danıştay safhasında bu ilkenin göz önünde bulundurulmasının zorunlu olmadığı yolundaki Dairemiz kararına katılmıyorum.
(XX) KARŞI OY:
Davacı adına, tasfiye memuru olduğu Münfesih .... Elektrik Elektronik Malzemeleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin defter ve belgelerinin ibraz edilmediğinden bahisle, vergi inceleme raporuna dayanılarak 2005 yılının Ocak ilâ Aralık dönemleri için re’sen tarh edilen cezalı katma değer vergileri ile bu vergilere bağlı olarak kesilen vergi ziyaı cezaları ile 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 355. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı fıkrası ile 353. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır.
... Vergi Mahkemesince, bir kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergileri ile 213 sayılı Kanunun mükerrer 355. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının onanması, vergilere bağlı olarak kesilen bir katı aşan vergi ziyaı cezaları ile 353/1. maddeye dayanılarak kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması yolunda verilen ... tarih ve E:..., K:... sayılı kararın Danıştay Dördüncü Daire’nin ... tarih ve E:..., K:....sayılı kararıyla, vergilere bağlı olarak kesilen bir katı aşan vergi ziyaı cezalarının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasının bozulması, diğer hüküm fıkraları yönünden onanması ve bu karara yönelik tarafların karar düzeltme istemlerinin aynı Dairenin 22/10/2019 tarih ve E:2017/1777, K:2019/6342 sayılı kararı ile reddi üzerine, ... Vergi Mahkemesince bozmaya uyularak verilen ... tarih ve E:..., K:... sayılı kararda, diğer kısımlar kesinleştiğinden, bir katı aşan vergi ziyaı cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı yolunda karar verilmiş; anılan karar taraflarca bozulması istemiyle temyiz edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 46. maddesinde, Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarına karşı tebliğ tarihini izleyen otuz gün içinde Danıştayda temyiz yoluna başvurulabileceği; 49. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, kararların kısmen onaylanması ve kısmen bozulması hallerinde kesinleşen kısmın Danıştay kararında belirtileceği hükme bağlanmış olup, temyiz yoluna, aleyhine karar verilen taraflarca başvurulabileceği açıktır.
Kanun yoluna başvurmada hukuki yarar bulunması, başka bir deyişle, kanun yoluna başvuranın aleyhine kanun yoluna başvurduğu kararın bozulması veya değiştirilmesinde korunmaya değer hukuki menfatinin bulunması şarttır.
Uyuşmazlıkta, davanın bir kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergileri ile özel usulsüzlük cezalarına ilişkin kısımları kanun yolları tüketilerek kesinleşmiş olup, Vergi Mahkemesince, temyize konu kararda, sadece vergilerin bir katını aşan iki katı tutarındaki vergi ziyaı cezasına münhasır karar verilmiştir.
Bakılan davanın, bir kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergileri ile 213 sayılı Kanunun mükerrer 355. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak kesilen özel usulsüzlük cezasına yönelik olarak reddine ilişkin kısmı kesinleştiğinden; hakkında hüküm kurulmayan ve kesinleşen bu kısma yönelik olan temyiz isteminin incelenmeksizin reddi gerekmektedir.
Mahkeme kararlarının Danıştay tarafından bozulması halinde, mahkemelerce bozmaya ilişkin kararlar üzerine yeniden verilen kararlara karşı yapılan temyiz başvurularının, bozma kararındaki esaslara uyulup uyulmadığı yönünden incelenebileceği, temyiz istemine konu yapılan kararın Danıştay Dördüncü Dairenin 20/03/2017 tarih ve E:2016/1409, K:2017/2739 sayılı kararındaki esaslar doğrultusunda verildiği anlaşıldığından, davacı temyiz dilekçesinde ileri sürülen sebepler vergilerin bir katını aşan iki katı tutarındaki vergi ziyaı cezasına ilşkin sözü edilen kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
Davalı idarenin temyiz istemine gelince;
Davalı idare tarafından verilen temyiz dilekçesi incelendiğinde, re’sen gözetilecek hususlara dayanılarak Mahkeme kararının aleyhe olan kısmının bozulması istemine yer verildiği, ancak davanın 213 sayılı Kanunun 353. maddesinin (1) numaralı fıkrasına dayanılarak kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılmasına ilişkin kısmının Danıştay Dördüncü Dairenin 20/03/2017 tarih ve E:2016/1409, K:2017/2739 sayılı kararıyla onandığı ve karar düzeltme isteminin de reddedilerek kesinleştiği, temyize konu mahkeme kararı ile bozmaya uyularak davanın vergilerin bir katını aşan iki kat vergi ziyaı cezasına ilişkin kısmı yönünden ise davanın reddine karar verildiği dikkate alındığında, davalı idarenin lehine olan kararı temyiz etmekte hukuki menfaatinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, vergilerin bir katını aşan iki kat vergi ziyaı cezalarına yönelik davacı temyiz isteminin reddine, davacının diğer kısımlara yönelik temyiz istemi ile davalı idarenin temyiz isteminin ise incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.