Hukuk Genel Kurulu 2018/170 E. , 2021/1347 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali, menfi tespit ve itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya 4. İş Mahkemesince verilen asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine ilişkin karar davalı-birleşen dava davacısı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı-birleşen dava davacısı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı-birleşen dava davalısı (davacı) vekili asıl dava dilekçesinde; müvekkilinin, eşi ...’dan 18.02.2005 tarihinde boşandığını, 17.06.2006 tarihinde vefat eden babasından dolayı kendisine ölüm aylığı bağlandığını, müvekkilinin kronik bel fıtığı hastası; müşterek çocuk ...’ın ise %50 oranında engelli olduğunu, müvekkilinin boşandığı eşi ile müşterek çocuklar ve mevcut rahatsızlıkları nedeniyle zaman zaman görüştüğünü, eski eşin eve bu süreler zarfında gelip gittiğini, davacı ve eski eşin anlaşamadıkları için boşandıklarını, tarafların müşterek çocuklar nedeniyle zaman zaman görüşmesinin birlikte yaşadıkları anlamına gelmeyeceğini, ayrıca babasının müvekkilinin boşanmasından sonra vefat ettiğini, tarafların 17.01.2011 tarihinde yeniden evlendiklerini, davalı ... Kurumunun (Kurum/SGK) 09.03.2011 tarihli yazısı ile ölüm aylığının kesildiğinin bildirildiğini, bu işleme yönelik yapılan itirazın reddedildiğini, 29.03.2011 tarihli yazı ile de 24.10.2008-23.01.2011 tarihleri arasında ödenen aylıkların borç kaydedilerek 15.079,14TL yersiz ödemenin 5510 sayılı Kanun’un 96/1-a maddesine göre tahsil edilmesi gerektiğinin belirtildiğini ileri sürerek davalı Kurum işleminin iptali ile borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
5. Davalı-birleşen dava davacısı (davalı) Sosyal Güvenlik Kurumu vekili birleşen dava dilekçesinde; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığının tespit edilmesi üzerine babasından dolayı bağlanan ölüm aylığının kesilerek 24.10.2008-23.01.2011 tarihleri arasında ödenen 15.079,14TL’nin borç çıkarıldığını, Antalya 9. İcra Müdürlüğünün 2011/5102 Esas sayılı dosyası üzerinden davacı aleyhine takip başlatıldığını ancak itiraz üzerine takibin durduğunu ileri sürerek davacının itirazının iptali ile takibin devamına, %40’dan az olmamak üzere tazminata mahkum edilmesine karar verilmesini talep etmiş, dava Antalya 4. İş Mahkemesinin 24.11.2011 tarihli ve 2011/432 E., 2011/591 K. sayılı kararı ile eldeki dava ile birleştirilmiştir.
Davalı Cevabı:
6. Davalı ... vekili asıl davada cevap dilekçesinde; Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
7. Davacı vekili birleşen davada cevap dilekçesinde; sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayandırılan davanın 1 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığını belirterek ayrıca asıl davaya ilişkin dava dilekçesi içeriğini tekrar etmek suretiyle davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
8. Antalya 4. İş Mahkemesinin 28.01.2013 tarihli ve 2011/230 E., 2013/52 K. sayılı kararı ile; davacının babasının ölümünden önce boşandığı, zabıta araştırmasında tutanak tarihi itibariyle tarafların 7-8 aydan beri birlikte yaşadıklarının belirtildiği, bu tarihin yeniden evlendikleri tarihe denk geldiği, tanık anlatımları, GSM ve seçim kayıtları ile elektrik, su abonelikleri ve telefon kayıtları ile de davacının iddiasının doğrulandığı, tarafların zaman zaman bir araya gelmelerinin fiilen birlikte yaşamaya dönük olmadığı, müşterek çocuklar ve özellikle engelli çocuk dolayısıyla gerçekleştiği gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
9. Antalya 4. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı-birleşen dava davacısı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
10. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 10.04.2013 tarihli ve 2013/6894 E., 2013/7368 K. sayılı kararı ile; birleşen dava hakkında açıkça hüküm kurulmadığı belirtilerek sair yönleri incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
11. Antalya 4. İş Mahkemesinin 16.09.2013 tarihli ve 2013/312 E., 2013/421 K. sayılı kararı ile; birleşen dava hakkında ayrıca hüküm kurulduğu gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
12. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 05.05.2014 tarihli ve 2013/22697 E., 2014/9912 K. sayılı kararı ile; “…Dava, işlemin iptali ve borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkin olup, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği, hükmün Dairemizce “birleşen dava hakkında açık hüküm kurulmadığından” bahisle bozulduğu, Mahkemece, anılan dava hakkında da hüküm kurulduğu belirtilerek direnme kararı verildiği, Dairemiz kararının yanılgıya dayalı olduğu anlaşılmakla, Dairemizin 10.04.2013 gün 6894/7368 sayılı ilamı ile bozma ilamının ortadan kaldırılması gerektiği anlaşılmıştır.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Dairemizin bozma ilamı kaldırılarak Mahkemenin direnme hükmü onanmalıdır.
SONUÇ: 1- Mahkemece verilen direnme hükmünün açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğu anlaşıldığından, Dairemizin Mahkemenin anılan kararının bozulmasına ilişkin 10.04.2013 gün 2013/6894 E. 2013/7368 K. sayılı ilamının KALDIRILMASINA;
2-Hükmün esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dava, Kurumun ölüm aylığının kesilmesine yönelik işlemin iptali ile ödenmeyen aylıkların ödenmesi istemine ilişkindir. Birleşen dava ile de Kurum alacağının tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali ve icra inkar tazminat talebine ilişkindir.
Mahkemece, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davanın yasal dayanağı, 5510 sayılı Kanunun 56'ncı maddesinin ikinci fıkrasıdır. Bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu aşamada, ayrıntıları yukarıda açıklandığı üzere özellikle Anayasa'nın 20., 5510 sayılı Kanunun 59., 100., 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 28., 45., 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 3., 45 – 53., 4857 sayılı İş Kanununun 32., 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 6., 24 – 33., 189., 190., 191., 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 6., 19., 20., maddeleri ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacı ile boşandığı eşinin yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak; muhtarlıktan ikametgah senetleri elde edilmeli, ilgili Nüfus Müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, özellikle ilgili Nüfus Müdürlüğü’nden adres hareketleri, tarihleriyle birlikte istenilmeli, ilgililerin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiği saptanmalı, seçmen bilgi kayıtları getirtilmeli, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşanılan eş 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta ise adına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, boşanan eşlerin kayıtlı oldukları bölge/bölgeler yönünden kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yapılmalı, görev yapan mahalle/köy muhtar ve azalarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, böylelikle “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmü yer almaktadır.
Somut olayda, Sosyal Güvenlik Kontrol Memuru tarafından yapılan araştırma ve dinlenen komşu beyanlarından davacı ile boşandığı eşinin 10 aydır aynı evde oturduklarının beyan edildiği, adreslerinin aynı olduğu, davacı beyanında, evin eski eşine ait olduğu, eski eşin sık sık geldiği ve arada sırada yatıya kaldığı, polis araştırması ile 7-8 aydır birlikte yaşadıklarının belirlendiği, tahsis sırasında adreslerinin aynı olduğu, bu delillerin birlikte yaşamaya karine olduğu anlaşılmaktadır.
Mahkemece verilen hüküm eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır. Mahkemece, yukarıda belirtildiği şekilde araştırma yapılarak, davacının diğer komşuları da belirlenerek tanık olarak bilgisine başvurulmalı, tüm deliller toplandıktan sonra hasıl olacak sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
13 Antalya 4. İş Mahkemesinin 08.09.2014 tarihli ve 2014/359 E., 2014/362 K. sayılı kararı ile; davanın re'sen araştırma ilkesine tâbi olmaması nedeniyle re'sen delil toplanamayacağı, bozma kararında sözü edilen delillere dayanılmadığı, kaldı ki toplanan delillerin yeterli olması hâlinde diğer delillerin toplanmasında hukukî yarar bulunmadığı gibi, usul ekonomisine de aykırı olacağı, öte yandan kontrol memurunun tespitinin davacı ve bir komşusunun beyanına dayandığı, tutanak tanığının mahkemede beyanının alındığı ayrıca mahalle muhtarının davacının 2011 yılından önce yardım talebi ile kendisine başvurduğunu, iki çocuğu ile yaşadığını, eşinin olmadığını beyan ettiği, diğer tanıkların da somut ve inandırıcı anlatımları ile davacının iddiasını doğruladıkları, bozma kararında sözü edilen polis araştırmasındaki tarihin tarafların yeniden evlendikleri tarihe denk geldiği, olumlu gelişmelere rağmen tapu, nüfus ve trafik kayıtlarının hâla fiili durumu yansıtmadığı, bu nedenle bir dönem davacı ve boşandığı eşinin aynı adreste kayıtlı olmalarının sonucu değiştirecek nitelikte olmadığı, fiili durumun önemli olduğu, bunun da mevcut deliller ile kanıtlandığı gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
14. Direnme kararı süresi içinde davalı-birleşen dava davacısı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığı konusunda mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
16. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
17. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
18. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
19. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
20. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
21. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
22. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
23. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
24. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
25. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
26. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
27. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik Geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” hükmüne yer verilmiştir.
28. Kanun koyucu tarafından Geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
29. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
30. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
31. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
32. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
33. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
34. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
35. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
36. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
37. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
38. Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
39. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
40. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
41. Somut olayda davacının, eşi Harun Ceylan’dan 18.02.2005 tarihinde kesinleşen Kemer/Antalya Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 08.02.2005 tarihli kararı ile anlaşmalı olarak boşandığı, 17.01.2011 tarihinde eski eşi ile yeniden evlendiği, 2006 yılında vefat eden babasından dolayı 12.06.2006 tarihli tahsis talebine istinaden ölüm aylığı bağlandığı, davacının tahsis talebinde bildirdiği “Dutlu Bahçe Mahallesi 760 Sokak No:52 Antalya” adresinin tahsis talep tarihi itibariyle eski eşin de adresi olduğu, bu adreste yapılan kolluk araştırmasında binanın yaklaşık bir yıldır oturulan yeni bir bina olduğu, davacı ve eski eşin binada oturmadığı, tarafları tanıyan-bilen olmadığının belirtildiği, 29.04.2011 tarihli nüfus kaydında davacının adresi olarak görünen “Teomanpaşa Mah. 2205 Sk. 35/5 Kepez Antalya” adresinde yapılan 22.06.2011 tarihli kolluk araştırmasında davacının sözü edilen adreste 11 aydan beri ikamet ettiği, tarafların ise 7-8 aydan bu adreste birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, eski eşin telefon, banka ve seçim kayıtlarındaki adresleri ile çalıştığı işyerinde tutulan özlük dosyasındaki adresinin farklı olduğu ancak davacının oturduğu adresteki elektrik ve su aboneliklerinin eski eş adına olduğu görülmüştür.
42. Öte yandan yapılan ihbar üzerine sosyal güvenlik kontrol memuru tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen 20.01.2011 tarihli raporda, davacının komşusu ...’ün ifadesi ile davacının beyanı çerçevesinde yapılan değerlendirme sonucunda davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı kanaatine varıldığı yönünde görüş bildirilmiştir. Davacının üst kat komşusu olan ...’ün kontrol memuruna verdiği 24.12.2010 tarihli imzalı beyanında tarafların yaklaşık 9-10 aydan beri bu adreste oturduklarını ve evin kendilerine ait olduğunu bildiğini belirtmiştir. Davacı da 24.12.2010 tarihli imzalı beyanında adreste yaklaşık 9-10 aydan beri oturduğunu, eski eşinin başka yerde yaşadığını, ancak adresini bilmediğini, evin tapusunun eski eşine ait olduğunu, küçük oğlunun rahatsızlığı nedeniyle eve gelip gittiğini, arada yatıya kaldığını, eşinden nafaka almadığını ve başkaca gelir kaynağı olmadığını beyan etmiştir.
43. Bunların yanı sıra mahkemece bilgisine başvurulan davacı tanıkları tarafların yeniden evlenmeden önce ayrı yaşadıklarını, mahalle muhtarı olan kamu tanığı ise 2011 yılından önce davacının iki çocuğu ile yaşadığını ve mağdur olduğunu söyleyip kendisinden yardım talep ettiğini, muhtarlıktaki kayıtlarının 2011 yılından beri mevcut olduğunu beyan etmişler; tutanak tanığı olan ... de eski eşin arada sırada geldiğini, tarafların boşandıklarını bilmediğini, sosyal güvenlik kontrol memuruna verdiği ifadesine itirazının bulunmadığını söylemiştir.
44. Davalı Kurum tarafından sosyal güvenlik kontrol memuru tarafından düzenlenen inceleme raporuna istinaden davacının ölüm aylığı kesilerek 24.10.2008-23.01.2011 tarihleri arasında ödenen miktarların borç kaydedildiği, davacının Kurum nezdindeki itirazlarının reddedildiği, borcun ödenmemesi nedeniyle davacı hakkında ilamsız icra takibi yapıldığı, itirazı üzerine takibin durduğu ve eldeki davaların açıldığı anlaşılmıştır.
45. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; sosyal güvenlik kontrol memuru tarafından yapılan araştırma sırasında bilgisine başvurulan üst kat komşusunun ve davacının beyanları, kolluk araştırması, tahsis talebi sırasındaki adreslerinin aynı olması hususları tarafların boşandıktan sonra fiilen birlikte yaşadıklarına karine teşkil etmekte olup bu nedenle davacının diğer komşuları da belirlenerek tanık olarak bilgilerine başvurulmalıdır. Hâl böyle olunca Özel Dairenin bu yöne ilişkin bozma kararı yerindedir.
46. Ne var ki mahkemece tarafların uyuşmazlık dönemi olan 24.10.2008-23.01.2011 tarihleri arasındaki dönemde MERNİS’te (Adres Kayıt Sistemi) kayıtlı adresleri araştırılmamış ve bu adreslerde fiilen birlikte yaşama olgusu yönünden kolluk araştırması yapılmamış, medula kayıtları getirtilmemiştir.
47. Bu itibarla tarafların uyuşmazlık dönemi olan 24.10.2008-23.01.2011 tarihleri arasındaki dönemde MERNİS’te (Adres Kayıt Sistemi) kayıtlı adreslerinin tespiti ile bu adreslerde fiilen birlikte yaşama olgusu yönünden kolluk araştırması yapılması ve medula kayıtlarının getirilmesi gerektiği hususları bozma kararına ilave edilmelidir.
48. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
49. O hâlde direnme kararı Özel Daire bozma kararında gösterilen sebepler yanında yukarıda belirtilen (47. paragraf) ilave nedenlerden dolayı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı-birleşen dava davacısı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebepler yanında yukarıda belirtilen ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.11.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.