1. Hukuk Dairesi 2015/7885 E. , 2018/1717 K.
MAHKEMESİ : ...ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan annesi ...’in maliki olduğu 1, 253, 1131 parsel sayılı taşınmazları dava dışı ... Temel’e ... Kooperatifinden kredi alması için sonradan iade edilmek üzere bedelsiz olarak satış suretiyle temlik ettiğini, annesinin bu temlikten bir yıl sonra ölmesi nedeniyle taşınmazların ... Temel üzerinde kaldığını, ... Temel’in de bu taşınmazları muvazaalı olarak üvey kardeşi olan davalı ...’e satış suretiyle temlik ettiğini, bu taşınmazlardan 1 nolu parselin ifraz görerek 1204 ve 1205 nolu parseller olduğunu, davalının bu parselleri dava dışı ... Öztopal’a sattığını, yapılan temliklerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapunun iptaliyle miras payı oranında adına tescilini, 1 nolu parsel yönünden taşınmazın rayiç değerinden miras payına düşen bedelin davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı, ölümünden önce mirasbırakan annesi ile birlikte yaşadığını, ailece maddi sıkıntı yaşamaları nedeniyle annesinin maliki olduğu taşınmazları ... Temel’e sattığını, kendisinin de bu taşınmazların bedelini ödemek suretiyle ... Temel’den satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddiaların ispat olunamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan ... Öz’ün 11.12.1997 tarihinde öldüğü, geride mirasçıları olarak dava dışı çocukları ... ve ... ile torunları ..., ... ile davacı oğlu ... ve davalı oğlu ...’ın kaldıkları,mirasbırakanın 1, 253, 1131 parsel sayılı taşınmazlarını 28.02.1996 tarihinde dava dışı ... Temel’e satış suretiyle devredildiği, ... Temel tarafından da 22.09.2006 tarihinde davalı ...’e satış suretiyle temlik edildiği, 1 parsel sayılı taşınmazın ifrazı ile yeni 1204 ve 1205 parsel sayılı taşınmazların oluştuğu, bu taşınmazlardan 1204 parsel sayılı taşınmazın 22.01.2007 tarihinde, 1205 parsel sayılı taşınmazın ise 01.02.2011 tarihinde davalı tarafından dava dışı ... Öztopal’a satış suretiyle temlik edildiği sabittir.
Davacının öncelikli iddiası, mirasbırakan annesinin taşınmazlarını ... Kooperatifinden kredi alabilmesi için dava dışı ... Temel’e bedelsiz olarak devrettiği, daha sonra ... Temel tarafından bu taşınmazların davalıya muvazaalı olarak devredildiğine ilişkindir.
Bu durumda; dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davanın inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi; inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 18. maddesi; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. maddesi) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi 'ifa uğruna edim' olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya gelince; iptal ve tescil davalarının taşınmazın kayıt maliki aleyhine açılması zorunludur. Nitekim, eldeki dava kayıt maliki davalı ... aleyhine açılmıştır.
Ancak, somut olayın özelliği itibariyle taşınmazın son maliki bakımından iddianın incelenebilmesi için mirasbırakan ile ilk el durumundaki dava dışı ... Temel arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işleme dayalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiğinde kuşku yoktur. Ne var ki, mirasbırakanın çekişme konusu taşınmazı devrettiği ilk el durumundaki ... davada yer almamıştır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını dava arkadaşlığı kurumunda bulmakta; zorunlu ve ihtiyari dava arkadaşlığı olmak üzere iki ana başlık altında; zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir.
Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının, zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan, davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise, dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.
Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.
Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Mecburi Dava Arkadaşlığı” başlıklı 59.maddesine göre; “(1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.” hükmü bulunmaktadır.
Şu durumda; maddede açıkça sayılan, dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması, hallerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.
Hal böyle olunca; mirasbırakandan sonra ilk el durumundaki ... Temel’in davada yer almasının sağlanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca mirasbırakan ile ... arasındaki temlikin inançlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilip hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken,eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.03.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
-KARŞI OY-
Dava, inançlı işlem hukuki sebebine dayalı tapu iptal ve tescil talebine ilişkindir.
Mahkemece iddiaların usulünce ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Olayların oluş şekline ilişkin sayın çoğunluk ile aramızda bir ayrılık bulunmamaktadır.
Çoğunluk ile uyuşmazlık konusu, somut olayda zorunlu dava arkadaşlığı bulunup bulunmadığı, bir başka ifadeyle davacıdan taşınmazı satın alan ancak davada taraf olmayan ... Temel’in resen davaya dahil edilip edilemeyeceğine ilişkindir.
Sayın çoğunluğun ihtiyari ve zorunlu dava arkadaşlığına ilişkin açıklamalarına katılıyorum.
Ancak, çoğunluğun “ miras bırakandan sonra ilk el durumundaki ... Temel’in davada yer almasının sağlanması için bu kişi aleyhine dava açılarak birleştirilmesi, bundan sonra muris ile bu davalı arasındaki ilişkinin inançlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulması...” şeklindeki görüşüne katılmak mümkün değildir.
Zorunlu dava arkadaşlığı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 59. maddesinde “ Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.” denmektedir.
Devam eden 60. maddede ise “mecburi dava arkadaşları ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu tür dava arkadaşlığında, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır...” hükmü bulunmaktadır.
İhtiyari dava arkadaşlığında ise dava arkadaşları birbirinden bağımsız hareket ederler.(58.m)
Yine aynı yasanın 24. maddesinde “Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.”, 25.maddede ise “ Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davaranışlarda dahi bulunamaz...” demektedir.
Somut olay, tapu iptal tescil davası olup “tarflarca getirilme ilkesine” tabidir. Hiçbir şekilde kamu düzeni ile ilgisi bulunmamaktadır.
Dava, niteliği gereği, dava tarihindeki tapu maliki aleyhine açılmalıdır. Nitekim davacı tapu maliki aleyhine dava açmıştır. Ara malik niteliğindeki şahıs (... Temel) ise olsa olsa ihtiyari dava arkadaşı olur ki ancak davacının talebi ile davalı olabilir. ... Temel ile Davalı ... birlikte hareket etmek zorunda olmadığı gibi davanın niteliği gereği menfaatleri de çatışmaktadır. Bu davada ispat külfeti davacıya düştüğünden, davanın ispatı açısından önemli olan ara malikin beyanlarının alınması taraflardan birinin lehine olabileceği gibi aleyhine de olabilecektir. Bu durumda yukarıda belirtildiği üzere mahkeme davacıya yol gösterme durumuna düşecek ki usul yasası bunu yasaklamıştır.
Bir başka açıdan ise, dava dışı şahsın davaya katılması mahkeme tarafından isteniyor ise bu hususun yerine getirilmemesi halinde usulü eksiklikten (somut olayda taraf teşkili yapılmadığından) davanın reddedilmesi gerekir ki eldeki davada bunu söylemek mümkün değildir.
Sayın çoğunluk “Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açmasını usulen zorunlu kılmıştır” demekle birlikte bu görüşün yasal dayanağını ortaya koymamıştır.
Açıklanan bu nedenlerle, yerel mahkeme kararında ayrıntılı ve isabetli olarak değerlendirilip tartışılan gerekçelerle davanın reddi yönünde verilen kararın doğru olduğu bu nedenle onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyorum.