4. Hukuk Dairesi 2018/52 E. , 2019/513 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalılar ... Gazete Dergi Basım AŞ ve diğerleri aleyhine 02/10/2013 gününde verilen dilekçe ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 21/04/2015 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, dava dışı ... tarafından, davacıya karşı boşanma ve mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davalar açıldığını, davacının ve boşanma aşamasında olduğu dava dışı eşinin tanınan ve bilinen kişiler olması nedeniyle açılan davaların basının ilgisini çektiğini ve bu konuda bir çok haber yapıldığını, bu hususta Takvim Gazetesinde de 01-07-12/08/2013, 07-12/09/2013 tarihlerinde haberler yapıldığını, haber içeriklerinde gerçeğe aykırı ve asılsız bilgiler verilerek habercilik etiğine ve doğru haber yapma ilkesine aykırı davranıldığını, yapılan haberlerin davacının kişilik haklarının ihlali niteliğinde olduğunu, ayrıca boşanma ve mal rejiminin tasfiyesine ilişkin dava dosyalarında, dava konusu olaylara ilişkin yazılı ve görsel medyada haber yapılmaması yönünde tedbir kararları verildiğini, davalıların dava konusu haberlerle bu tedbir kararlarına da aykırı davrandıklarını belirterek oluşan manevi zararın tazminini talep etmiştir.
Davalılar vekili, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacı aleyhine açılan boşanma ve mal rejiminin tasfiyesine ilişkin dava dosyalarında alınan tedbir kararlarının infazına ilişkin herhangi bir belge bulunmadığı, davacının basının dikkatini çeken kişilerden olması nedeniyle hakkında çıkan haberlere sıradan insanlara göre daha hoşgörülü davranması gerektiği, davacı aleyhine açılan boşanma ve mal rejiminin tasfiyesine ilişkin dava dosyaları ile davacının sanık sıfatıyla yargılandığı ceza dosyasının incelenmesi sonucunda dava konusu haberlerin görünen gerçeğe uygun olduğu, konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılığın korunduğu, haberlerin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasa'nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasa'nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Somut olaya gelince; dava konusu yayınlar bir bütün halinde değerlendirildiğinde özellikle 01/08/2013 tarihli haberde, davacının özel hayatının ihlali niteliğinde bir kısım olaylara yer verildiği, basın özgürlüğü ve eleştirel haber yapma sınırlarının aşıldığı ve davacının kişilik haklarının ihlali niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda mahkemece davacı lehine uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle davanın tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 06/02/2019 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
(M) (M)
KARŞI OY YAZISI
Dava; ... Gazetesinde yayınlanan 01/08/2013 tarihli “Paralandı”, 07/08/2013 tarihli “Paravan Boşanma”, 12/08/2013 tarihli “Kemali Soruşturma”, 07/09/2013 tarihli “Kemali İfade”, 12/09/2013 tarihli “Hilekâr” başlıklı haberlerin davacının kişilik hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle talep edilen manevi tazminata ilişkindir. Yayımlanan bu haberlere istinaden davalının tazminat ödemeye mahkûm edilmiş olması nedeniyle, davalının ifade ve basın özgürlükleri ile davacının kişilik haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği hususlarına değinerek Sayın Çoğunluk görüşüne neden katılmadığımızı açıklamaya çalışacağız.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) ve Anayasa Mahkemesine (AYM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan olup, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şok edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (AİHM; Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya ( No. 2 ), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101 ); (AYM; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A. Ş, B. No: 2013/2623, 11/11/2015, § 31 [G.K.]; D.Ö, B. No: 2014/1291, 13/10/2016, § 56 [G.K.]; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, § 18; Kemal Kılıçdaroğlu ( 3 ), B. No: 2015/1220, 18/7/2018, § 28 ).
Benzer ve istikrarlı kararlarıyla AIHM ve AYM; kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde; ifade özgürlüğüne konu açıklamanın kamu yararına dair bir tartışmaya sağladığı katkı, ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, haber veya makalenin konusu, ilgili kişinin daha önceki davranışları, yayının içeriği, şekli ve etkileri, bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği ve uygulanan yaptırımın niteliğini dikkate almaktadır. Bunun yanında aynı yargı makamları, ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin çatışması hâlinde şöhret ve itibarı söz konusu olan kişi, iş dünyasında tanınan magazinsel anlamda dikkat çeken biri olması sebebiyle kendisine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek ve daha geniş bir hoşgörü göstermek zorunda olduklarını ayrıca ifade etmektedir ( AIHM, Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 42 ); ( AYM.; Ali Rıza Üçer ( 2 ), B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 56 ).
Anayasa Mahkemesi pek çok kararında, ifade özgürlüğünün özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğünün, demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olup, bireylerin gelişmesi ve toplumun ilerlemesi bakımından gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu ifade etmiştir ( AYM; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; AYM; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 34-36; AYM; Mustafa Nihat Behramoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/11961, 11/6/2018 § 40 ). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir ( Bekir Coşkun, § 34-36 ). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara dair bir kanaat oluşturması bakımından en etkili araçlardan birini oluşturduğu açıktır ( AYM; İlhan Cihaner ( 2 ), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63 ).
Öte yandan; Anayasa'nın 17. maddesi gereğince, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek de yargı mercilerinin görevleri arasındadır. Mahkemeler, Anayasa'nın 17. maddesi gereğince kişilik haklarını korurken aynı zamanda Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri gereğince ifade ve basın özgürlüklerinin gerçek ve etkili bir biçimde korunmasını sağlama yükümlülüğü sebebiyle yarışan haklar arasında adil bir denge kurmak zorundadır. Bu denge kurulurken Anayasanın 13. maddesi kapsamında hakkın özüne dokunulmamalı, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve sınırlama amacı ile aracı arasındaki ölçü gözetilmelidir (AYM; Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 43 ). Bu anlamda, kanun yolu incelemesinde ilk derece mahkemesince dayanılan gerekçelerin, ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı denetlenmelidir. Mahkeme, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasına yönelik olarak tazminata karar verirken düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermelidir ( AYM; Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 114 ).
Mahkemeler, yarışan haklar arasında dengeleme yaparken; yayında kamu yararı bulunmasına, kamusal yarara dair bir tartışmaya katkı sağlamasına, toplumsal ilginin varlığına ve konunun güncel olmasına, haber veya makalenin konusu ile yayımlanma şartlarına, bunlarda kullanılan ifadelerin türüne, yayının içeriğine, şekil ve sonuçlarına, habere yönelik kısıtlamaların niteliğine ve kapsamına, haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiğine, hedef alınan kişinin kim olduğuna ve ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışlarına dikkat etmelidir (AYM; Mustafa Nihat Behramoğlu ve Diğerleri § 47 ).
Anılan ilkeler ışığında somut olayın, Takvim Gazetesinde yayımlanan 01/08/2013 tarihli “Paralandı”, 07/08/2013 tarihli “Paravan Boşanma”, 12/08/2013 tarihli “Kemali Soruşturma”, 07/09/2013 tarihli “Kemali İfade”, 12/09/2013 tarihli “Hilekâr” başlıklı haberlerin davacının kişilik hakkını ihlal ettiği iddiasıyla açılmış manevi tazminat istemli dava olduğu anlaşılmaktadır.
Somut olayda göz önünde tutulması gereken ilk husus, davacının toplumsal konumudur. Davacı ..., iş dünyasında tanınan, basının magazinsel anlamda dikkatini çeken, sosyete olarak nitelendirilen kişilerdendir. Kamuya mal olmuş bir kişi hakkında yapılan basın açıklamalarının kabul edilebilir eleştiri sınırlarının kapsamı diğer kişilere nazaran daha geniş yorumlanmalıdır. Basın açıklamalarının kamu yararı amacına yönelik olarak uygun bir araçla yapılması gerekmektedir. Bu nedenle öz ile biçim arasında dengenin sağlanması, konunun güncel olması, konu ile ifade arasında uygunluk bulunması gerekmektedir.
Diğer yandan, somut olayda davacının magazinsel anlamda tanınmış bir iş adamı olması ve daha önceden kendisi hakkında yapılan bu nitelikteki haberlere itiraz etmemesi nedeniyle davacı hakkındaki haberlerin basında sürekli olarak yer alması olağan kabul edilmelidir.
Davacı iş adamı olduğu için ticari hayatıyla ilgili haberler toplumun ilgisini çekebilecek niteliktedir. Haberlerin yayınlandığı süreçte davacı hakkında soruşturma yürütülüyor olması güncel bir konunun varlığını göstermektedir. Dava konusu gazete haberleri, ismi verilmeyen üçüncü bir kişinin anlatımına, boşanma ve mal rejimi tasfiyesine
İlişkin davalarına, ... Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmaya dayandığından görünür gerçekliğe uygun olması nedeniyle makul görülmelidir. Aynı zamanda davacının eşinden boşandığına, mallarını eşinin üzerine yaptığına, borçtan kurtulmak için boşanma davası açıldığına, zina sebebine dayalı olarak boşanma davasının açılma nedeninin mal rejiminin tasfiyesi sırasında malların büyük çoğunluğunun eşinin üzerine geçmesini sağlamak olduğuna, davacının eşine ihanet ettiği iddialarının asılsız olduğuna, davacının nitelikli dolandırıcılık nedeniyle ifadesinin alındığına ilişkin haberler davacının özel hayatına ilişkin olmayıp ticari hayatı ile ilgili olduğundan kamu yararı ölçütü bakımından hukuka uygun kabul edilmelidir. Davacı hakkında yürütülen kovuşturmada beraat kararı verilmesi, yayın tarihinde söz konusu haberlerin görünür gerçekliğe uygun olmadığı anlamına da gelmeyecektir. Hukuk Genel Kurulunun bir kararında, yazılı ve görsel basının, somut gerçeği değil o anda belirlenen ve var olan orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlaması gerektiği belirtilmiştir. Bu karara göre, o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır (HGK, 12/10/2015, E.2005/4-568, K.2005/548). Yayın tarihinde görünür gerçekliğe uygun verilere dayanarak yapılan bu haberlerin özle biçim arasındaki dengeyi de sağladığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, davaya konu yayınların davalıların ifade ve basın özgürlükleri kapsamında kaldığından ve davacının kişilik haklarına saldırı olarak değerlendirilemeyeceğinden usul ve yasaya uygun olan kararın onanması görüşünde olduğumuzdan, davacının kişilik haklarının haksız saldırıya uğradığı yönündeki Sayın Çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz. 06/02/2019