Hukuk Genel Kurulu 2012/4-800 E. , 2013/322 K.
MAHKEMESİ : Bandırma 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 17/01/2012
NUMARASI : 2011/364-2012/6
Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bandırma 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 17.12.2009 gün ve 2008/252 E. 2009/308 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 09.05.2011 gün ve 2010/5839 E. 2011/5322 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı, davalı noter tarafından yapılan araç satış işleminde özenli inceleme yapılmaması nedeniyle uğradığı zararın ödetilmesini istemiştir.
Davalı ise, satış sırasında sunulan belgelerin sahteliğini anlamanın olanaksız olduğunu, yasal düzenlemeler gereğince yapması gereken incelemeyi yaptığını, davacının da aracın çalınması ve sahte belgelerle satılması eylemine katıldığını, başlatılan hazırlık soruşturması sırasında onun da şüpheli olarak sorgulandığını, davacı ile üçüncü kişinin ağır kusurlu eyleminin nedensellik bağını kestiğini ileri sürerek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece, satış işlemi sırasında davalı notere sunulan belgelerin aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığını araştırmadan, davalı noter ve davacı hakkında dava konusu olay nedeniyle başlatılan hazırlık soruşturması sonucu da beklenmeden, istem kabul edilmiş; karar, davalı tarafından temyiz olunmuştur.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davada iddia edilen eylemle ilgili olarak başlatılan hazırlık soruşturması sırasında davalı ile davacının şüpheli olarak sorgulandıkları, araç hırsızlığı, dolandırıcılık ve noter katibinin görevi ihmal suçunu işlediği iddiaları ile başlatılan hazırlık soruşturmasının devam ettiği anlaşılmaktadır. Hazırlık soruşturması sonucunda davacı, davalı ve diğer kişiler hakkında ceza davası açılabileceği ortadadır. Borçlar Yasası'nın 53. maddesi gereğince hukuk yargıcı, ceza mahkemesinin beraet kararı ile bağlı değil ise de ceza mahkemesince belirlenecek maddi olgular ile bağlıdır. Dava konusu olayın özelliği nedeniyle hazırlık soruşturmasının sonucu araştırılmalı, ceza davası açılmış ise sonucu beklenmeli ve ondan sonra tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, eksik inceleme ve yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, noterin kusursuz sorumluluğu hukuksal nedenine dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının dava dışı üçüncü kişi adına kayıtlı aracı noter satış sözleşmesi ile satın aldığını, adına tescil işlemleri için Trafik Tescil Amirliğine gittiğinde sahte kimlik ile satış yapıldığını öğrendiğini, satış yapılırken davalı noterin gerekli dikkat ve özeni göstermemesi ve kimliği incelememesi nedeniyle satış işleminin gerçekleştiği ve davacının zarara uğradığını, bu konuda Savcılığa şikayette bulunduklarını belirterek, zararın faizi ile tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, davacı ile satıcının birbirine çok yakın kişiler olup, noteri aldatmak amaçlı hareketlerle öğle arasına yakın saatte araç satışı için başvurduklarını, davacının noterlere karşı sahte belge ve evrak işi yapan diğer bazı yakınları ile işbirliği içinde hareket ettiğini, bu kişilerin yargılanmakta olduklarını, noterde mevcut resimlerden alıcı ve satıcı kılığındaki kişilerin yakınlığının açıkça görüleceğini, bu kişiler hakkında devam eden ceza davasının sonucunun bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, sahte kimlikle satış yapan kişilerin gerçek kimliğinin tespit edilememesi nedeniyle hazırlık soruşturmasının tıkanması, mevcut deliller uyarınca davacının bu kişilerle işbirliği içinde olmadığının anlaşılması nedeniyle hazırlık soruşturmasının sonucunun beklenmediği ve davalı noterin satış işlemi sırasında gerekli özeni göstermediği gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Yerel Mahkeme tarafından önceki gerekçe genişletilmek ve hazırlık soruşturmasının halen devam ettiği belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, noterlerin kusursuz sorumluluğuna dayalı maddi tazminat istemine ilişkin davada, tarafların şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alındığı hazırlık soruşturmasının sonucunun beklenmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 162. maddesinde noterlerin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir.
Buna göre:
“Stajiyer, katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile noterler, bir işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar görmüş olanlara karşı sorumludurlar.
Noter, birinci fıkra gereğince ödediği miktar için, işin yapılmaması, hatalı yahut eksik yapılmasına sebep olan stajiyer veya noterlik personeline rücu edebilir.”
Görüldüğü üzere, anılan maddede kusurdan sözedilmemiş, dolayısıyla noterlerin bu göreve ilişkin kişisel sorumlulukları, kusursuz sorumluluk esasına göre düzenlenmiş bulunmaktadır.
1512 sayılı Kanunun 162. maddesi uyarınca noterlerin sorumluluğu için noterin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin görevleriyle ilgili bir eylemleri olmalı; bir zarar bulunmalı; zarar doğuran eylem hukuka aykırı olmalı ve zararla eylem arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Anılan madde noterin kusursuz sorumluluğunu düzenlemekte ise de, kusursuzluğun ispatı yerine zarar ile uygun nedensellik bağının kesildiğinin kanıtlanması durumunda sorumluluğun ortadan kalkacağı açıktır.
Doktrinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta da zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesen bir durumun varlığının kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulunabilecektir (Tekinay S., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt 1, 1985 İst., Sayfa 764 vd; Kartal B., Noterlerin Hukuki Sorumluluğu ve Kusursuz Sorumluluk, Yargıtay Dergisi, Cilt 24, Sayı 3, Sayfa 340 vd).
Uygun illiyet bağı ile belirtilmek istenen noterin veya çalıştırdığı kişilerin yaptığı noterlik işlemlerinden dolayı zarar doğmuş olmasıdır. Noterin sorumluluktan kurtulması için zararla eylem arasındaki illiyet bağının kesildiğini kanıtlaması gerekir. Bu da ancak mücbir sebebin varlığı veya üçüncü kişinin ağır kusuru veyahutta zarar görenin ağır kusurunun bulunması ile mümkün olacaktır, Yasa koyucu Noterlik Kanunu'nun 162. maddesi ile genel nitelikteki kusursuz sorumluluk ilkeleri dışında özel bir kurtuluş kanıtı getirmemiştir (Kartal, B, a.g.e., s. 349 vd).
Öte yandan uyuşmazlığın çözümünde ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş deyişle, ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında da yarar bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda (Mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinde düzenlenmiştir.
Borçlar Kanunu'nun 53. maddesine göre,
“Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için Ceza Hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, Ceza Mahkemesinde verilen beraat kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka Ceza Mahkemesinin kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi Hukuk Hakimini takyit etmez.”
Öte yandan, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nu yürürlükten kaldıran ve 01 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Ceza hukuku ile ilişkisinde” başlıklı 74. maddesi de aynı hususu düzenlemektedir.
6098 sayılı Kanunun 74. maddesine göre,
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
Görüldüğü üzere gerek 818 sayılı Kanunun 53, gerekse 6098 sayılı Kanunun 74. maddeleri uyarınca hukuk hakimi ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında esas hukuku bakımından ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımı, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının da, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi, özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
Maddenin açık hükmü uyarınca ve ayrıca hukuk ile ceza davalarının konuları, tarafları ve amaçları farklı olduğundan ceza mahkemesi kararları kural olarak hukuk mahkemesi için kesin hüküm oluşturmaz; hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir.
B.K.nun 53. maddesiyle Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk arasındaki ilişkiye yer verilmiştir. Madde irdelenirken Ceza Mahkemesinin “delil yetersizliğine dayanan beraat kararının” hukuk hakimini bağlamıyacağı ancak beraat kararı bir maddi olguyu tesbit ediyorsa bu kararın hukuk hakimini bağlayacağı, beraat kararı suçun sanıklar tarafından işlenmediğinin kesin olarak tesbiti olgusuna dayanıyorsa, bu kararın hukuk hakimini de bağlayacağı, bundan başka kusurun takdiri ve zararın miktarını tayini hususundaki kararın hukuk hakimini bağlamıyacağı hüküm altına alınmıştır (Turgut Uygur-Borçlar Kanunu 1 cilt Sh.844).
Bu durumda, ceza mahkemesi kararının kusurun varlığı ve zarar miktarının belirlenmesi konusunda hukuk hakimini bağlamıyacağı kuşkusuzdur (H.G.K. 10.12.1975 T. E.11-406 K, 25.11.1983 T. E.4-261, K.1220).
Ceza mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir.
Borçlar Kanununun 53. maddesinin uygulanmasında ceza hakiminin, suçun sanık tarafından işlenmediğinin tespit olunması ya da suçun sübut bulmamış olması nedeniyle beraat kararı vermesi ile, sanığın kendisine yüklenen suçu işlediği yolunda kesin delil bulunmaması sebebiyle beraat kararı vermesi farklı sonuçlar doğurur.
Ayrıca, kusurun ve zarar miktarının takdiri hususundaki kararın, diğer söyleyişle fiilin işlendiği sabit olduğu halde kusurluluğa ya da kusursuzluğa ilişkin saptamanın tek başına hukuk hakimini bağlayacağını kabule olanak bulunmamaktadır.
Bilindiği üzere, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, Borçlar Yasasının 53. maddesi bir engel oluşturmaz (HGK’nun 16.9.1981 gün 1979/1-131 E. ve 1981/587 K. sayılı ilamı, Mustafa Çemberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965, s.22 vd.).
Hukuk Genel Kurulu’nun 17.06.1998 gün 1998/19-523 E., 1998/508 K. sayılı; 06.02.2002 gün 2002/19-16 E. 2002/47 K. sayılı ve 01.05.2002 gün 2002/10-345 E., 2002/342 K. sayılı kararlarında da; “hukuk davasına konu olay sebebiyle açılan ceza davasında, ceza mahkemesince saptanan maddi olguların hukuk hakimini bağlayacağı” hususuna işaret olunmuştur.
Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Bu nedenle ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hakiminin, hukuk hakiminden çok daha elverişli bir konumda olmasıdır.
Diğer yönüyle ispat hukuku açısından da bakıldığında da; mülga 1086 sayılı HUMK. 237, 295 maddeleri ışığında beraat kararı konusu olduğu vakıanın mevcut olup olmadığını delillerle kesin biçimde tespit etmediği takdirde hukuk mahkemesindeki tazminat davasında bu ceza kararının kesin hüküm ya da kesin delil olarak kabul edilemeyeceği de bir gerçektir.
Nitekim aynı ilkeler kararlı biçimde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.12.1975 gün ve 11 E., 406 K.; 25.11.1983 gün ve 4-261E,1220 K.; 17.06.1998 gün ve 1998/19-523 E.-508 K.; 28.11.2001 gün ve 2001/11-1103 E., 1084 K.; 21.11.2001 gün ve 2001/4-955 E., 1073 K.; 06.02.2002 gün ve 2002/19-16 E., 2002/47 K.; 01.05.2002 gün ve 2002/10-345 E., 2002/342 K.; 25.02.2004 gün ve 2004/11-115 E., 2004/108 K. ile 12.05.2004 gün ve 2004/4-290 E. 289 K. sayılı ilamlarında da açıklıkla kabul edilip, vurgulanmıştır.
Özellikle tarafların iddia ve savunmalarını ispat için, ceza mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasına dayanmış olmaları ve ceza kararının hukuk mahkemesini bağlaması ihtimali mevcut ise; hukuk mahkemesinin, ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davanın dayanağını teşkil eden ve tarafların ayrı ayrı suç duyurusuna da konu ettiği sahte belge düzenlenmesi ve dolandırıcılık suçlarından dolayı devam etmekte olan hazırlık soruşturması sonucunda takipsizlik kararı verilmesi veya ceza davası açılması halinde ceza yargılamasında verilecek karar, eylemin kimin tarafından gerçekleştirildiğine veya davacı tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin yapılacak saptama yönünden hukuk yargılamasına da etkili olacaktır.
Açıklandığı şekilde, hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesi kararıyla bağlı olmamakla birlikte eylemin taraflarca veya tarafların katılımı ile gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespiti halinde, bu saptama hukuk hakimini bağlayacak niteliktedir.
Zira, eylemin suç teşkil etmemesi ceza hukukunu ilgilendirmekte iken aynı eylemin taraflarca gerçekleştirilmediğine ilişkin tespit ise hem ceza hem de hukuk hakimini bağlayacaktır.
Eş söyleyişle, hukuk hakimi, ceza mahkemesince saptanan eylemin sanıkça gerçekleştirilmediği yönündeki maddi olgu ile bağlı olacağından Yerel Mahkemece hazırlık soruşturmasının tıkandığı ve davalı noterin kusursuz sorumluluğu bulunduğu gerekçelerine dayalı olarak direnme kararı verilmesi isabetsizdir.
O halde, mahkemece, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.03.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.