8. Hukuk Dairesi 2013/21642 E. , 2014/14334 K.
MAHKEMESİ : İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 14/03/2013
NUMARASI : 2010/30-2013/78
U.. K.. ile Hazine ve İstanbul Defterdarlığı (Kayyım), dahili davalı S.. B.. aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 14.03.2013 gün ve 30/78 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı vekili dava dilekçesinde, dava konusu 495 ada 2 sayılı parsel sayılı taşınmazın vekil edeninin murisi tarafından 1941 yılında haricen satın alındığını, 1960 yılında üzerine 4 katlı bina inşa edildiğini, tapuda İzzetpaşa adına kayıtlı bulunmakla birlikte 11.05.1954 tarihinde Hazine adına derdesttir tespitinin yapıldığını, kadastro tutanağında ölü yazıldığını, İzzetpaşa'ya kayyım tayin edildiğini ve kayyım tarafından vekil edeni aleyhine ecrimisil ve meni müdahale davası açıldığını, miras yolu ile vekil edenine geçen taşınmazda zilyetliğe dayalı olağanüstü zamanaşımı nedeniyle kazanma koşullarının oluştuğunu açıklayarak İzzetpaşa adına kayıtlı bulunan tapunun iptaliyle vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir. Davacı vekili 11.12.2012 havale tarihli dilekçesi ile Anayasa Mahkemesince; 'ölmüş yada ' sözcüğünün iptal edildiğini, davaya 'tapu kütüğünde kim olduğu anlaşılmayan' ibaresi uayrınca devam edilmesi gereği hasıl olduğunu açıklayarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Hazine vekili, taşınmazın İzzetpaşa adına kayıtlı bulunduğunu, Hazineye husumet yöneltilemeyeceğini, husumet nedeniyle davanın reddi gerektiğini, ayrıca ecrimisil ihbarnamesi üzerine davalının 17/09/2007 tarihinde 4450,00 TL ecrimisil bedelini kayyıma ödediğini, bu yeri kiralamak için kira kontratı yapmak istediğini, davacının asli zilyet olduğunun kabulü mümkün olmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalı Kayyım vekili; taşınmaz malikine Sarıyer Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 20/04/2007 tarih 2007/203 Esas 2007/316 Karar sayılı kararı ile İ.. D..nın kayyım olarak atandığını, yapılan tahkikatttan taşınmazın 2343 m2'lik kısmının eskiden beri 3 normal kat + teras katlı kargir bina + müştemilat + bahçe olarak davacı U.. K..
tarafından kullanıldığının tespit edildiğini, tahakkuk edilen ecrimisil tutarının bir kısmının davacı tarafından ödendiğini, geriye kalan kısmı için taahhütname imzaladığını, kira kontratı talebinde bulunduğunu, Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2009/60 Esas sayılı dosyasında hakkında ecrimisil davası açıldığını, davanın tapu kayıt maliki aleyhine açılması gerektiğini açıklayarak öncelikle davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmesini savunmuştur.
Dahili Davalı Belediye vekili; davanın husumet yönünden reddi gerektiğini, zilyetlik edinme koşullarının oluşmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, TMK'nun 713/2. maddesine göre taşınmazın zilyetlikle edinme koşullarının oluşmadığı, davanın tapu kayıt malikine karşı açılması gerektiği açıklanarak davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK'nun 713/1 ve 2. fıkraları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.
Tapu iptali ve tescil davalarında öncelikle husumet kayıt malikine, kayıt maliki ölmüş ise saptanacak mirasçılarına yöneltilerek açılır. Davacı, eldeki davayı Maliye Hazinesi, İstanbul Defterdarlığı (Kayyım) ve S.. B..'na karşı açmış, kayıt maliki ve mirasçılarına yöneltilerek açılmış bir dava bulunmamaktadır. Bu tür davalar kamu düzeni ağırlıklı davalar olup, re'sen araştırma ve incelemeye tabidir. TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların Kayyım atanmak suretiyle yürütülmesi mümkün değildir. Öteden beri sapma göstermeyen Daire uygulaması da bu yöndedir. Ne var ki, TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalarda yargılama sırasında da, taraf teşkilinin sağlanması mümkün olup, açılan bu davaların özelliği gereğidir. Bu nedenle kayıt maliki İ...'ya ait hasımlı veraset belgesinin (H..H...olacak) alınması için davacıya süre ve imkan tanınması, veraset belgesini dosyaya sunduklarında davanın mirasçılarına yöneltilmesi ve öncelikle taraf teşkilinin bu şekilde sağlanması ondan sonra davanın yürütülmesi gerekmektedir.
Bundan ayrı; dava konusu 495 ada 2 parsel sayılı taşınmaza ait, Sarıyer Tapu Sicil Müdürlüğü'nden gelen 05.06.2007 tarih 5391 yevmiye numaralı Deftarlık Kayyım Bürosu Başkanlığına yazılan B... K...Bilir (Tapu Sicil Md. Yrd.) imzalı karşılık yazıları ekinde gönderilen tapu kaydında 'S... B... Vakfından İcareli' şerhi bulunduğundan TMK 713/3 fıkrası uyarınca davanın Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne yöneltilmesi, davaya katıldıkları takdirde delillerini sunmaları konusunda süre ve imkan tanınması, bu bakımdan taraf teşkilinin sağlanması, adı geçen vakıf ile ilgili tüm araştırma ve incelemenin res'en yapılması düşünülmelidir.
Temyize konu dava “ölüm” sebebine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur. Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından
doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve G... Y...İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar karşısında; kayıt maliki İzzetpaşa; tapu kaydına göre ölü olduğuna dair beyanlar hanesinde şerh bulunduğuna göre; iddia ve savunma doğrultusunda yanların delillerinin toplanması, ölüm tarihinden davanın açıldığı tarihe kadar TMK 713/1 ve 2. fıkralarında öngörülen 20 yıllık kazanmayı sağlayan koşulların somut olayda davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi, dava koşulunun (taraf teşkilinin sağlanması) ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre işin esası hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle, Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollaması ile halen yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 24,30 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 07.07.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.