Hukuk Genel Kurulu 2019/99 E. , 2022/872 K.
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki 'şikâyet' isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda, Kars İcra (Hukuk) Mahkemesince verilen şikâyetin kabulüne ilişkin 31.10.2017 tarihli ve 2017/119 E., 2017/161 K. sayılı kararın alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. İNCELEME SÜRECİ
Borçlu İstemi:
2. Borçlu vekili şikâyet dilekçesinde; icra emrinin, ilamlı takibe dayanak Kars 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 04.12.2006 tarihli ve 2005/284 E., 2006/577 K. sayılı kararında müvekkilinin vekili olduğu belirtilen Av....n’a tebliği gerekirken asıla tebliğ edildiğini, alacaklının takibe konu ettiği ilamın bozulduğunu ve takibe dayanak ilamın yok hükmünde olduğunu, ceza mahkemesi kararlarının kesinleşmeden infaz edilemeyeceğini ve icraya konulamayacağını, takibe dayanak ilamın müvekkili tarafından temyiz edildiğini ve Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 03.11.2011 tarihli ve 2011/14199 E., 2011/4453 K. sayılı kararı ile; müvekkilinin temyiz itirazlarının kabulü ile zamanaşımı nedeniyle kararın bozulmasına ve müvekkili aleyhindeki kamu davasının ise düşmesine karar verildiğini, Kars 2. Asliye Ceza Mahkemesince 04.04.2013 tarihli ve 2012/92 E., 2013/221 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyularak hükmün 8. bendinde “…Katılanın eylem nedeniyle uğradığı maddi zarara karşılık 144,051TL maddi tazminatın hakkında mahkûmiyet hükmü kurulan sanıklar ..., ..., ..., ...,...,...,...,...,... ve ...'dan müştereken ve müteselsilen tahsili ile katılana verilmesine…” karar verildiğini, müvekkili hakkında verilen herhangi bir karar bulunmadığını ileri sürerek takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
3. Kars İcra (Hukuk) Mahkemesinin 08.11.2013 tarihli ve 2013/162 E., 2013/169 K. sayılı kararı ile; dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, Kars 2. İcra Müdürlüğünün 2013/3096 E. sayılı dosyasının tetkikinden 03.10.2013 tarihinde alacaklı tarafından borçlu aleyhine Kars 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 04.12.2016 tarihli ve 2005/284 E., 2006/577 K. sayılı ilamına dayalı olarak başlatılan takipte 144.051TL asıl alacak, 25.208,93TL faiz alacağı olmak üzere toplam 169.259,93TL alacağın tahsili için icra emri düzenlenerek 21.10.2013 tarihinde borçluya tebliğ edildiği, dayanak yapılan ilamda hükmün 3. bendinde borçlu ...'ın 5237 sayılı Yasanın 61. maddesi uyarınca neticeten 1 yıl 15 gün ve 380 gün adli para cezasına çarptırılmasına karar verildiği, yine hükmün 7. bendinde 144.051TL zararın mahkumiyet hükmü kurulan sanıklardan müteselsilen tahsiline karar verildiği, bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 03.11.2011 tarihli ve 2011/14199 E., 4453 K. sayılı kararı ile sanıklar ... ve ... yönünden kamu davasının düşürülmesine karar verildiği ve bu kararın 09.02.2012 tarihinde kesinleştiği, borçlu vekili tarafından dosyaya sunulan Kars 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/92 E., 2013/221 K. sayılı kararının 8. bendinde maddi zararın mahkumiyet hükmü kurulan sanıklar ...,...,... ve ...li, ... ve ...'dan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verildiği, hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı sebebi ile düşmesine karar verilen borçlu ... hakkında verilen hükmün 09.02.2012 tarihinde kesinleştiği ve yeni kurulan hükümde hakkında mahkumiyet kararı tesis edilmediği hâlde alacaklı vekili tarafından aleyhine icra takibi yapılmasının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle şikâyetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
4. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
5. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 20.01.2015 tarihli ve 2014/7748 E., 2015/1077 K. sayılı kararı ile;
“…Ceza muhakemesindeki özel şahıslar hakkında hükmedilmiş tazminata ve geri verilecek eşyaya ilişkin hüküm fıkrasının, İİK da yazılı esaslar dairesinde infazı mümkün olduğundan ilamın tazminata ilişkin bölümü geçerli olup, İİK’nun 39.maddesinde ilama dayalı takipler için düzenlenen zamanaşımı süresi geçmemiştir.
Öte yandan vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunlu ise de; somut olayda, icra emrinin borçlu asile tebliğ edilmesinden sonra, borçlu vekili İcra Mahkemesi'ne başvurarak, tebligatın asile gönderildiğinden bahisle, icra emrinin iptali istemi yanında, takibin esası ile ilgili itiraz ve şikayetlerini de ileri sürdüğü görüldüğünden, adı geçenin tebligatın usulsüzlüğü nedeniyle icra emrinin iptalini talep etmesinde hukuki yararı kalmamıştır. Diğer taraftan 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun müteselsil borçluların sorumluluğunu düzenleyen 163. maddesine göre alacaklı, isterse borçluların her birine veya bunlardan bazılarına, yahut hepsine birden müracaat edebileceğinden alacaklının, müteselsil borçlulardan sadece şikayetçi- borçlu hakkında takip yapmasında Yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Bu durumda yukarıda açıklanan nedenlerle borçlunun yerinde olmayan tüm şikayet nedenlerinin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
6. Kars İcra (Hukuk) Mahkemesinin 17.09.2015 tarihli ve 2015/110 E., 2015/133 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak, ceza muhakemesindeki özel şahıslar hakkında hükmedilmiş tazminata ve geri verilecek eşyaya ilişkin hüküm fıkrasının, İcra ve İflas Kanunu’nda (İİK) yazılı esaslar dairesinde infazının mümkün olduğu, ilamın tazminata ilişkin bölümü geçerli olup, İİK’nın 39. maddesinde ilama dayalı takipler için düzenlenen zamanaşımı süresinin geçmediği gerekçesi ile İİK’nın 39. maddesi gereğince şikâyetin reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 24.03.2015 tarihli ve 2015/20040 E., 2016/5342 K. sayılı ikinci bozma kararı ile;
“…Takipte sadece borçlu olarak şikayetçi ... gösterilmiş ve dayanak ilamda hükme bağlanan 144.051,00TL tazminat alacağı ve faizi talep edilmiştir. Takip tarihi itibariyle takip dayanağı yapılan 04.11.2006 tarih 2005/284 Esas- 2006/577 Karar sayılı ilam geçirdiği aşamalar sonucunda en son Yargıtay 13. Ceza Dairesi'nin 2011/14199-4453 Esas ve Karar sayılı ilamı ile şikayetçi borçlu ... hakkında 765 sayılı TCK'nun 102/4 ve104/2 maddeleri gereği kamu davasının zamanaşımı nedeni ile düşmesine karar verilmiştir. Bozma sonrası takip tarihinden önce hükme bağlanan 04.04.2013 tarih Kars 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/92 Esas 2013/368 sayılı kararın 8. bendinde '...144.051,00TL maddi tazminatın, hakkında mahkumiyet hükmü kurulan sanıklar Musa, Seyfettin, Ersin, Öner, Erdal, Muhammet Abbasali, Ercüment ve Yagup'dan müştereken ve müteselsilen tahsili ile katılana verilmesine' karar verildiğine dair açık hüküm kurulmuş olup, şikayetçi ... hakkında mahkumiyet hükmü bulunmadığı adının da tazminat sorumluları içinde sayılmamış olması nedeniyle ilamdaki tazminattan da sorumlu olduğu düşünülemez. Bu nedenle borçlu ... hakkındaki takibin iptaline yönelik talep yerinde olup, Dairemiz'in 20.01.2015 gün 2014/7748 Esas 2015/1077 sayılı bozma kararının gerekçesi somut olaya uygun değildir. Bozma kararımız maddi hataya müstenit bulunduğundan, aleyhe bozma yasağı da düşünülemez ve karşı taraf lehine usuli kazanılmış hak oluşturmaz. Açıklanan sebeplerle takibin iptaline karar verilmesi gerektiğinden hükmün bozulması yoluna gidilmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı ve Devamında İzlenen Süreç:
9. Kars İcra (Hukuk) Mahkemesinin 31.10.2017 tarihli ve 2017/119 E., 2017/161 K. sayılı üçüncü kararı ile; uyulan bozma kararı doğrultusunda şikâyetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmiştir.
10. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 06.12.2018 tarihli ve 2018/7411 E., 2018/12989 K. sayılı kararı ile; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine verilen kararın temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı belirtilerek, dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
II. ÖZÜ
12. İlamlı takibe dayanak ceza mahkemesinin ilamında hükmedilen 144.051TL tazminattan şikâyetçi borçlunun sorumlu olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre borçlu hakkındaki takibin iptalinin gerekip gerekmediğidir.
III. ÖN SORUN
13. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce üç husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
Birinci Ön Sorun:
14. Birinci ön sorun; mahkemenin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
15. Öncelikle belirtilmelidir ki; 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 439. maddesinin 5. fıkrasından ve HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin 3. fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
16. Anılan maddenin gerekçesi ise; “Madde ile davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay’ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” şeklindedir.
17. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
18. Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.
19. Bu nedenle, “nihaî karar” kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
20. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 294/1. maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihaî kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına “nihaî karar” denilmektedir. Nihaî kararlar, usule ilişkin nihaî kararlar veya esasa ilişkin nihaî kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihaî kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihaî kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK m. 115/2) da, usule ilişkin nihaî kararlardır.
21. Esasa ilişkin kararlar ise hâkimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihaî karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m. 303) (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C: 3, s. 3005).
22. Somut olayda; mahkemece şikâyetin kabulü ile takibin iptaline dair verilen birinci karar alacaklı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairenin birinci bozma kararı ile şikâyetin reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak şikâyetin reddine ilişkin verilen ikinci karar borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir. Özel Dairenin ikinci bozma kararı ile birinci bozma kararının gerekçesinin somut olaya uygun olmadığı maddi hataya müstenit bulunduğundan aleyhe bozma yasağının da düşünülemeyeceği ve karşı taraf lehine usulî kazanılmış hak oluşturmayacağı, takibin iptaline karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Mahkemece ikinci bozma kararına da uyularak takibin iptaline dair üçüncü karar verilmiştir.
23. Görüldüğü üzere Özel Dairenin sonraki bozma kararı önceki bozmayı ortadan kaldıracak niteliktedir. Hâl böyle olunca mahkemece sonraki bozma kararına uyularak verilen hükmün temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır.
24. O hâlde yukarıda içeriğine yer verilen hukukî olgular karşısında, mahkemece verilen son kararın temyizini inceleme görevinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oy birliği ile karar verilerek birinci ön sorun aşılmıştır.
İkinci Ön Sorun:
25. İkinci ön sorun ise; alacaklı vekilinin temyiz isteminin duruşmalı incelenip incelenemeyeceği hususudur.
26. İnceleme konusu iş şikâyet niteliğinde olup, bir dava değildir. İİK’nın 366 ve HMK’nın Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası hükümleri gereğince, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması mümkün olmadığından, alacaklı vekilinin duruşma talebinin reddine oy birliği ile karar verilerek ikinci ön sorun aşılmıştır.
Üçüncü Ön sorun:
27. Üçüncü ön sorun ise; mahkemece birinci bozma kararına uyulması ile alacaklı yararına usulî kazanılmış hak oluşup oluşmadığı hususudur.
28. Bu aşamada “usulî kazanılmış hak” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.
29. Usule ait kazanılmış hak müessesi, usul hukukunun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. Mülga HUMK ve HMK’da “usulî kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak amacıyla Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).
30. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulî kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
a) Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usulî kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
b) Benzer şekilde, uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.
c) Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulî kazanılmış haktan söz edilemez.
d) Ayrıca Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtayca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddî hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukukî değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukukî sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir.
31. Maddî hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması hâlinde usulî kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için Yargıtay Dairesinin bozma kararında her türlü yorum, değer yargısı, hukukî değerlendirme veya delil takdirinin dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddî hata olması gerekir. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddî hata yapılması hâlinde, bu hata usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır.
32. Yargıtay, maddî hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; maddî hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Mahkemece uyulan bozma kararının her türlü hukukî değerlendirme veya delil takdiri dışında maddî bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralı hukukî sonuç doğurmayacaktır.
33. Öte yandan 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Kanun ile HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup, düzenleme ile somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına üçüncü defa Özel Daire değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu düzenleme, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir. Bu itibarla HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin dördüncü fıkrası olarak eklenen hüküm de esasında usulî müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturmaktadır.
34. Nitekim aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 25.11.2020 tarihli ve 2017/11-2474 E., 2020/944 K.; 18.03.2021 tarihli ve 2017/(13)3-704 E., 2021/303 K.; 08.04.2021 tarihli ve 2017/1-2620 E., 2021/445 K. ile 08.02.2022 tarihli ve 2021/(15)6-843 E., 2022/80 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; HUMK’nın 429. maddesine eklenen bu fıkra ile temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmüş olmakla beraber değişikliğin amacının usulî kazanılmış hak ilkesinden vazgeçilmesi olmadığı, Hukuk Genel Kurulunun yapacağı temyiz incelemesinde usulî kazanılmış haklarının ve usulî kazanılmış hakkın istisnalarının da değerlendirerek bir sonuca varılması gerektiği, somut olayda ilk bozma kararına uyulmasıyla istisna teşkil eden durumlardan biri olmadıkça usulî kazanılmış hak oluşacağı, Kurul çoğunluğunca benimsenen gerekçeye katılmamakla birlikte ilk bozma kararında ceza mahkemesi kararının kesinleşmemiş olduğu gözetilmemiş olduğundan bunun çok açık maddi hata olduğu açıkça anlaşıldığı gerekçesi ile usulî kazanılmış hakkın bulunmadığı, bu nedenle ön sorunun bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de bu gerekçe Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
36. Bu durumda ilk bozma kararına uyulmakla alacaklı yararına usulî kazanılmış hak doğmadığına oy birliği ile karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
IV. GEREKÇE
37. Alacaklının ilamlı icra takibi yapabilmesi için elinde bir mahkeme ilamı ya da kanunların bu kuvvete sahip kıldığı bir belgenin bulunması gerekir. HMK’nın 294. maddesinin 1. fıkrası 'Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür' şeklinde, aynı Kanun’un 301. maddesi ise 'Hüküm yazılıp imza edildikten ve mahkeme mührü ile mühürlendikten sonra, nüshaları yazı işleri müdürü tarafından taraflardan her birine makbuz karşılığında verilir ve bir nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Hükmün bir nüshası da dosyasında saklanır. Taraflardan her birine verilen hüküm nüshası ilamdır...' şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre, kısaca ilam; mahkeme kararının iki taraftan her birine verilen mühürlü örnekleri olarak tanımlanabilir. Ayrıca, İİK'nın 38. maddesinde, gerçekte ilam olmadıkları hâlde yasa gereği 'ilam mahiyetini haiz belgeler' sayılmış; bazı özel kanunlarda da, ilgili bulundukları konuda birtakım belgelerin ilam niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.
38. Ceza mahkemesi ilamlarının tazminata ve yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrası da ilamlı icra hükümlerine göre icra edilir (5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu, m. 324/4).
39. Somut olayda ise; alacaklı ...Turz. Gıda ve San. Ltd. Şti. vekili tarafından 03.10.2013 tarihinde borçlu ... aleyhine 144.051TL asıl alacak ve işlemiş faizinin tahsili için başlatılan ilamlı icra takibine dayanak Kars 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 04.12.2006 tarihli ve 2005/284 E., 2006/577 K. sayılı kararında; sanık ...’ın mahkumiyetine karar verilerek, 144.051TL zararın mahkumiyet hükmü kurulan sanıklardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
40. Takibe dayanak ilamın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 03.11.2011 tarihli ve 2011/14199 E., 2011/4453 K. sayılı kararı ile; sanık ... hakkında kurulan hükme yönelik temyiz isteminin incelenmesinde, dava zamanaşımının geçmiş bulunmasının bozmayı gerektirdiği, sanık ...’ın temyiz itirazlarının bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan hükmün bozulmasına, bozma nedenine göre yargılama yapılmasını gerektirmediğinden sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiş, sanık ... hakkındaki zamanaşımı nedeniyle düşme kararı 03.11.2011 tarihinde kesinlemiştir. Bozma kararına uyularak verilen Kars 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 04.04.2013 tarihli ve 2012/92 E., 2013/221 K. sayılı kararı ile; “…8- Katılanın eylem nedeniyle uğradığı maddi zarara karşılık 144,051TL maddi tazminatın hakkında mahkûmiyet hükmü kurulan sanıklar ...'dan müştereken ve müteselsilen talsili ile katılana verilmesine; usul ve kanuna uygun olduğu kanaatine varılmakla uyulan, Yargıtay ...,...,...,...,...,...,...,...,..., ... ve ... 13. Ceza Dairesinin 03.11.2011 tarihli, 2011/14199-4453 Esas ve Karar sayılı Bozma İlamında 'sair temyiz itirazlarının reddine' karar verildiği ve Mahkememizin bozulan 2005/284 Esas ve 2006/577 Karar sayılı Kararında faize ilişkin talebin reddine karar verildiği hususu da göz önünde bulundurulmak suretiyle katılanın maddi tazminata faiz işletilmesi yönündeki talebinin reddine,…” karar verilmiştir.
41. Şu hâle göre takip dayanağı ilam, takip tarihinden önce bozulmuş olup, ceza mahkemesince bozmaya uyularak verilen kararda şikâyetçi ... hakkında mahkumiyet hükmü kurulmamış ve adı da tazminat sorumluları içinde sayılmamıştır. Dolayısıyla şikâyetçinin ilamdaki tazminattan sorumlu olduğu düşünülemez. Bu durumda şikâyetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmesi gerekir. Özel Dairece 20.01.2015 tarihli ilk bozma kararında, takibe dayanak ilamın bozulmasının ve şikâyetçinin tazminattan sorumlu olmadığının gözetilmemesi açıkça ve tartışmasız şekilde, başka bir şekilde yorumlanamayacak açıklıkta maddi hataya ilişkindir. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulması ise usulî kazanılmış hak doğurmaz.
42. Hâl böyle olunca, mahkemece usul ve yasaya uygun olarak verilen karar onanmalıdır.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile ilk derece mahkemesi kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na 5311 sayılı Kanun'un 29. maddesi ile eklenen geçici 7. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken İİK’nın 366/III. maddesi uyarınca kararın tebliğden itibaren on gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.06.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
KARŞI OY
6460 sayılı Kanunun 1. maddesiyle; 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373'üncü maddesinin beşinci fıkrasından, 18/06/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanunun 26/09/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 16'ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429'uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, herhâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır fıkrası eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.
Tasarının ilk hâli HUMK’nın önceki 429. maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin iken komisyonda yapılan görüşmelerde diğer hükümlerde de aynı değişiklik öngören biçimde tasarı değiştirilmiştir.
Belirtilen maddelere eklenen fıkrayla ilgili olarak Adalet Komisyonu Raporunda şu açıklamalara yer verilmiştir:
Dairenin birinci kesin bozmasından, bozmaya uyma kararından sonra dönmesi (2. kez bozması) üzerine alt mahkemece verilen kararın yargı yolu denetiminin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, ikinci kesin bozmaları gereklilik sınırlarına indirecek bir hukuk disiplinini de beraberinde getirir. Sözgelimi, birinci bozmadan dönme formülü olarak sıkça kullanılan “maddi hata” gerekçesinin somut olay bağlamında realizasyonu, görüş ve içtihat farkı mı? Farklı delil değerlendirmesi mi? Bu bağlamda usule ilişkin kazanılmış hakkın ihlâli mi? Yoksa usule ilişkin kazanılmış hakkın istisnası olan ve tipik tarifine uygun maddi hata mı?” sorularını ele alan bir yaklaşımla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca gerçekleştirilecektir. Nitekim benzeri olaylarda ikinci kesin bozmaya karşı direnme kararlarının temyizinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca aynı realizasyon yapılmaktadır. Model, bu yönüyle, usulî kazanılmış hak kurumunda tereddütlere yol açması bir yana, onu pekiştirmektedir. Çünkü ikinci bozma, genellikle uyma kararı ile teşekkül eden usulî kazanılmış hakkı bertaraf etmeye yönelik olarak kurulmaktadır. Yargıtay kararları üzerinde yapılacak ampirik incelemeler, usulî kazanılmış hak sonrası ikinci bozmaya karşı oluşturulan direnme kararlarının birinci bozma doğrultusunda (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca); uyma kararlarının ise ikinci bozma doğrultusunda (özel dairece) genel olarak onandıklarını göstermektedir. Bu veri, bizatihi sorun alanının varlığına delalet etmektedir. Bu bağlamda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun hakemliğine başvurmak, bir yargılama hukuku zaruretidir. Bu tür bir sistem dönüşümü, yargılama hukuku bakımından pozitif bir önem taşımaktadır. Yeni usul, içtihat istikrarı bakımından da işlevseldir. Bu gibi hâllerde bozma kararını ittihaz eden daire veya daireler yönünden işe bakma yasağı derpiş edilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme, hiçbir şekilde bozma dairesince gerçekleştirilemeyecektir. Buradaki derecelendirme, hukuk güvenliği noktasından da anlamlıdır (Any. m. 2). Ayrıca model iki zıt bozmanın taraflarda meydana getirebileceği güven erozyonunu giderme ve objektif tarafsızlık yönünden yeni yapı oluşturma işlevini de görmektedir.
Alt komisyon, mevzuat değişikliğine dayalı ikinci kesin bozmaların dahi Yargıtay hukuk genel kurulunda incelenmesi sonucuna varmış, usulî kazanılmış hakkın korunması duyarlılığına dayalı bu formül, esas komisyonca da benimsenmiştir. Esas komisyon, Tasarıdakinin aksine yeni sistemi yalnızca şu anda uygulanan usul kanununa özgü olarak değil, bölge adliye mahkemeleri döneminde uygulanacak usul kanunu bakımından da benimsemiştir
Vurgulanmalıdır ki, yeni sistem, birinci veya ikinci kesin bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemektedir. Başta usulî kazanılmış hak olmak üzere, hukuk ve somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna, yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına -üçüncü defa özel daire değil Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu model, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir.
Sonuç olarak değişiklik ile inşa edilen mekanizma, bir bütün olarak, içtihat hukukunun gelişimine; yargıya ve kararlarına güvenin artmasına hizmet edecektir. Bu yolla, denetim mahkemeleri yönünden adil yargılanma hakkının normatif zemini takviye edilmiş olmaktadır (AİHS. m. 6, Any. m. 36). Esasen benzeri mekanizmalar, yargılama hukukumuzda mevcuttur. [Dosyanın bozma üzerine Yargıtay tarafından başka alt mahkemeye gönderilebilmesi (HUMK. m. 429, HUMK., m. 373/1) yargılamanın yenilenmesi hâlinde, hüküm-hâkiminin dosyaya (davaya) bakamaması (CMK. m. 23) gibi].
Bu gerekçelere karşı olarak, yeni düzenlemenin hukuk güvenliğini yok edeceği, usulî hak kurumunu örseleyeceği, içtihat istikrarı için tehlike oluşturacağı ileri sürülmüştür. Aynı görüşler, alt ve esas komisyon raporlarına düşülen muhalefet şerhlerinde de dile getirilmektedir. Yukarıda ortaya konduğu üzere yeni düzenleme, tam da bu görüşlerde ortaya konan semptomları bertaraf edecek yapı özelliğini taşımaktadır.
Bu açıklamalardan sonra belirtilen maddelerdeki değişikliğin gerekçesi ve kapsamı Adalet Komisyonu raporunda şu şekilde belirtilmiştir.
“Yargıtay, adli yargı alanında içtihat üreten ve hukuk birliğini sağlayan denetim organıdır. Denetim görevini yürüten daire veya daireler yönünden aslolan, aynı dava içinde birbirleriyle çelişen kararların kurulamamasıdır (Anayasanın 2, 9, 36, 138 ve 154’üncü maddeleri). Veriler sabit olduğu hâlde, ret veya kabul içeren birinci kesin bozmayı etkisiz kılacak ikinci kesin bozma, yargılama özneleri ve hukukun üstünlüğü bağlamında başlı başına bir adalet sorunu oluşturur. Aynı konuda iki zıt karar üreten organa o konuda üçüncü kez karar üretme (söz söyleme) yetkisinin tanınması, kanun yolları hukuku ilkeleri ve hukukun amacı ile bağdaşmaz. Bu gibi durumlarda, sistem içinde kurulu bir mekanizma var ise, o mekanizmaya başvurmak, adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Anılan sorun bağlamında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu tür bir mekanizma makamıdır. Bu problemin çözümü amacıyla davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay’ın ilgili dairesi yerine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir.
“Kesin bozma”, denetim mahkemelerinin içtihat yoluyla yargılama hukukuna kazandırdığı ve alt-tür olarak yasada yer almayan bir kavramdır. Bu kavram, alt mahkemenin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozmaları da içeren esasa ilişkin bir bozma çeşididir [YHGK. 08.07.2009 t, 4-291/318- E/K; YHGK. 20.12.1989 t, 12-539/662- E/K; Y11HD. 07.12.2000 t, 7663/9770- E/K; Y12HD. 10.07.2008 t, 11781/14816- E/K; Y18HD. 26.12.1996 t, 11313/11754- E/K; Y20HD. 05.04.2001 t, 1799/2811- E/K; DVDGK.16.01.1998 t, 479/27- E/K; D7D- 07.05.2007 t, 3650 / 2141-E/K]. Madde metninde yer alan bozma ibaresinin, bu türde bir bozmayı içerdiği kuşkusuzdur. Maddedeki “herhalde” ibaresine, alt-mahkeme kararının uyma, direnme veya başka bir içerikte olmasının Hukuk Genel Kurulunca incelenme kuralı bağlamında farklı bir sonuca yol açmayacağına ve daire ile Hukuk Genel Kurulu arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğuna vurgu için özellikle yer verilmiştir.
Tasarının 1’inci maddesi üzerinde verilen önerge, Tasarıda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 439’uncu maddesi yönünden benimsenen modelin, Bölge Adliye Mahkemeleri uygulamasına geçildiğinde tatbik edilecek usul normlarına da yansıtılmasını ve sistematik bütünlüğün sağlanmasını amaçlamaktadır.
Değişiklik hükmünün uygulanabilmesi için,
a- Bir alt mahkeme hükmünün Yargıtay’ın özel dairesince, “esastan red veya kabul” gerekçesi ile bozulmuş olması (yani kesin bozmanın varlığı) (I),
b- Alt mahkemece bu bozmaya uyulmuş olması (II),
c- Uyma hükmünün Yargıtay tarafından birinci bozmayı ortadan kaldıracak şekilde (zıt eksende) yeniden bozulması (III), [ikinci bozmanın (metinden anlaşılacağı üzerine) başka bir özel dairece yapılması, kuralın uygulanmasını önlemez.]
d- İkinci bozma üzerine alt mahkemece bir hükmün verilmiş ve bu hükmün temyiz edilmiş olması (IV) [Bu hükmün uyma, direnme veya başka bir nitelikte olması, maddenin uygulanmasını etkilemez] şartlarının gerçekleşmesi gerekli ve yeterlidir. Alt mahkeme, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu kapsamda verdiği karara, yeni düzenlemenin yer aldığı madde hükmünün son fıkrasında belirtildiği üzere uymak zorunludur (Sözgelimi HUMK 429/son fıkra hükmü).
Bozma dairesi ile Hukuk Genel Kurulu arasındaki ilişki, yeni düzenleme bağlamında, iş bölümü ilişkisi değil; görev ilişkisidir. Yeni kural, 04/02/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 15’inci maddesinin birinci fıkrasının 4 numaralı bendi hükmü kapsamına giren bir düzenleme niteliğindedir. Şartları doğmuş olmasına rağmen temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca değil de -her nasılsa- dairece sonuçlandırılması hâlinde, daire kararı geçersiz olup temyiz incelemesi yapılmamış sayılır. Bu gibi usulî sorunlarda nihaî yetki, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunundur. Bu durumda direnme kararının Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca değil de -her nasılsa- daire tarafından incelenmesi hâlindeki hukuk cari olacaktır. Bu hâlde, dosya daireden alt mahkemeye gelince, hâkim dosyayı doğrudan Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderecektir”.
Değişikliğe konu maddeyle ilgili olarak gerek değişikliğin amacı gerekse kapsamı konusunda Adalet Komisyonu Raporunda yer verilen bu gerekçelerle birlikte madde değerlendirildiğinde değişikliğin amacı usulî kazanılmış hak ilkesinden vazgeçilmesi değildir. Hukuk Genel Kurulu yapacağı temyiz incelemesinde usulî kazanılmış hakları, usulî kazanılmış hakkın istisnalarını da değerlendirerek bir sonuca varmalı, adil yargılanma ilkesini ve bu kapsamda hukuk güvenliğini de göz ardı etmemelidir.
Usulî kazanılmış hak açık bir kanun hükmüyle düzenlenmiş olmasa da önemli ve temel bir hukuk ilkesidir. 09.05.1960 tarih, 21-9 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde; usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukukî alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesi usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir.
Usulî kazanılmış hak ilkesinin istisnaları da vardır. Bu istisnalardan birisi de açık maddi hatadır. Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtayca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukukî değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukukî sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 30.11.1988 gün ve 1988/2-776 E., 1988/985 K. sayılı kararı). Başka bir anlatımla Yargıtay dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukukî sonuç doğurmayacaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede usulî kazanılmış hak oluşup oluşmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve çoğunluk görüşü olarak temyiz inceleme görevini Hukuk Genel Kuruluna veren düzenlemenin niteliği gereği olarak ilk bozma kararına uyulmuş olmasıyla usulî kazanılmış hak oluşmadığı gerekçesi benimsenmiş ise de yukarıda açıklanan gerekçelerle doğrudan bu sonuca varılamayacağı, ilk bozma kararına uyulmasıyla istisna teşkil eden durumlardan biri olmadıkça usulî kazanılmış hak oluşacağı düşüncesinde olduğumuzdan bu görüşe katılmıyoruz.
Gerekçesi bakımından katılmamış olmakla birlikte ilk bozma kararında ceza mahkemesi kararının kesinleşmemiş olduğu gözetilmemiş olduğundan bunun çok açık maddi hata olduğu açıkça anlaşılmakla usulî kazanılmış hakkın istisnası bulunduğu için usulî kazanılmış hak oluşmadığı yönünde varılan sonuç itibarıyla ise değerli çoğunluk görüşüne katılmaktayız.
Yukarıda açıklanan nedenlerle usulî kazanılmış hak bulunmadığı ve ön sorun olmadığı yönünde varılan sonuç itibarıyla katılmakta isek de gerekçesi bakımından değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.