8. Hukuk Dairesi 2012/11749 E. , 2013/14462 K.
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
... ile Hazine, ... ve ..., ... Belediye Başkanlığı, ... ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 21.09.2011 gün ve 623/610 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili, dava konusu 598 parselin kayıt malikinin kadastro tespitinden yaklaşık 60 yıl evvel ölen ... lakaplı ... olduğu halde ... lakaplı ... varisleri adına tespit edildiğini, kayıt malikinin kimliğine ait bilgilerin yeterli olmadığını, bilinmediğini, tüm araştırmalara rağmen tespit edemediklerini, malikin kim olduğunun ve mirasçıların kimler olduğunun tespit edilemediğini, ... ’nın 60 sene önce öldüğünü, mirasçılar adına kaydın kanuna aykırı olduğunu, dava tarihine kadar 40 yıldır vekil edeninin zilyet ve tasarrufunda olduğunu açıklayarak 598 parselin yaklaşık 15.000 m2’lik kısmına ait tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tesciline, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin ... ’nın kim olduğu bilindiği takdirde davaya dahil edecekleri mirasçılara yükletilmesine karar verilmesini istemiştir.Davalı ... vekili, sulama kanalının dikkate alınmasını, davalı ... vekili ise yol sınırlarının korunması gerektiğini açıklayarak, davalı Hazine vekili ise gerekçe bildirmeksizin davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.Davalı ...'na usulüne uygun dava dilekçesi tebliğ edilmiş, yargılama oturumlarına katılan olmamıştır.Bozma sonrası davaya dahil edilen ...mirasçılarından ..., ..., ..., ... ve ..., taşınmazla ilgili bilgi sahibi olmadıklarını, davacının taşınmazla ilgisi olmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuşlar, diğer dahili davalılar yargılama oturumlarına katılmamışlardır.Mahkemenin, dava konusu taşınmazın 10574 m2 kısmının 30 yılı aşkın süredir davacının malik sıfatı ile zilyet ve tasarrufunda olduğu, tapu malikinin tespit tarihinden 60 yıl önce öldüğü, tapunun intikal etmediği gerekçesi ile davanın kısmen kabul kısmen reddi ile 598 parselin teknik bilirkişi krokisinde B ile gösterilen 10574 m2 yer kadar davacıya hisse verilmek suretiyle paylı şekilde davacı adına tapuya kayıt ve tesciline ilişkin ilk kararı davalı Hazine ve ... vekillerinin temyizi üzerine Dairenin 30.10.2007 tarih 2007/4794 Esas 2007/5968 Karar sayılı ilamı ile bozulmuştur. Davacı vekilinin karar düzeltme isteği de Dairenin 20.10.2008 tarih 2008/3440 Esas 2008/5034 Karar sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davalılar Hazine ve ...mirasçılarına karşı açılan davanın sübut bulmadığından, diğer davalılar ... Belediyesi, ... ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın ise husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava konusu 598 parsel, 30.6.1952 tarihinde tapulama çalışmalarında belgesizden ve İmamoğlu ... ’nın mülkiyeti ve zilyetliğinde iken 60 sene evvel ölümü ile mirasçılarının kimlerden ibaret olduğu bilinemediği açıklanmak suretiyle ...varisleri adına tesbit edilmiş, tutanak 17.4.1954 tarihinde kesinleşerek tapuya tescil edilmiştir.Davacı vekili, ... ’nın kim olduğunun ve mirasçılarının kimler olduğunun tespit edilemediğini ve ... ’nın 60 sene önce öldüğünü, mirasçılar adına kaydın kanuna aykırı olduğunu, vekil edeninin 40 yıldır malik sıfatı ile zilyet bulunduğunu açıklayarak 598 parselin yaklaşık 15000 m2 kısmına ait tapu kaydının iptal ve tescilini istemiştir. Bozma ilamında kısaca “…dava konusu 598 parselin tespiti ...adına değil ...varisleri adına yapılmıştır. Bu nedenle ...varislerinin tapu kütüğünden anlaşılamayan kişiler olduğu nedeniyle davanın kabulüne karar verilme imkanı bulunmamaktadır. TMK'nun 713/2. maddesindeki malikin bilinmemesi sebebi yönünden dava redde mahkumdur. Ancak, gerek dava dilekçesindeki açıklamalar gerek yargılama oturumlarında davacı tarafa mirasçılık belgesini temin etmesi için verilen süre ve bu süre sonunda 26.07.2005 tarihli oturumda davacı vekilinin, ...adlı şahsın mirasçılarını bulamadıklarını, tespitler sırasında mirasçılara rastlamadıklarını, mahkemece resen araştırma yapılması uygundur şeklindeki beyanına göre davacı tarafa TMK.nun 713/2.maddesinde belirtilen üç ayrı sebepten hangisine dayandığının açıklattırılması, ölüm sebebine dayandığı takdirde; davacı vekiline ...varislerine ait mirasçılık belgelerini ibraz edebilmesi için süre ve imkan verilmesi, mirasçılık belgeleri ibraz edildiği takdirde davanın belirlenen mirasçılara yöneltilmesinin sağlanarak davaya devam edilmesi…” gerektiği açıklanarak bozma sevk edilmişti.Bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davacı vekilinin “ölüm” sebebine dayandıklarını açıklaması üzerine Mahkemece, Hazine ve ...mirasçıları yönünden işin esasına girilmeksizin TMK'nun 713/2. maddesinde yazılı 'ölmüş' sözcüğünün Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından 17.03.2011 tarih 2009/58 Esas 2011/52 sayılı Kararı ile iptal edildiği, davanın yasal dayanağının kalmadığı gerekçesi ile davanın sübut bulmadığından reddine karar verilmiştir.Temyiz incelemesine konu dava TMK'nun 713/2. maddesinde belirtilen “ölüm” sebebine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur. Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.” Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM'nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.İşte TMK'nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde,Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK'nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.Bu açıklamalar karşısında; davada TMK.'nun 713/2. maddesinde yer alan “ölüm” sebebine dayanıldığı davacı vekili tarafından açıklandığına göre iddia ve savunma doğrultusunda yanların delillerinin toplanması, olayda, TMK'nun 713/2. maddesindeki olumlu olumsuz koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre işin esası ile ilgili bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle, Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollaması ile halen yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 18,40 TL peşin harcın istek halinde karar düzeltme isteyen davacıya iadesine, 08.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.