Hukuk Genel Kurulu 2010/1-602 E. , 2010/643 K.
MAHKEMESİ : Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/03/2010
NUMARASI : 2010/26-2010/121
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesince “asıl davanın kesin hüküm bulunması nedeniyle; karşı davanın ise esastan reddine” dair verilen 19.02.2009 gün ve 2006/129 E., 2009/34 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar ve davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.10.2009 gün ve 2009/8630-10101 sayılı ilamı ile ;
(…Asıl dava vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı, birleşen dava ise inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, asıl davanın kesin hüküm nedeniyle, birleşen davanın ise kanıtlanamadığından reddine karar verilmiş hüküm asıl davacı tarafından işin esası yönünden, birleşen davacı tarafından ise vekalet ücreti açısından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının 11.5.1998 tarihinde davalı İ... A... Ü vekil tayin ettiği, vekilinde 7.9.2004 tarihinde tevkil yetkisine dayanarak avukat V... İ...’a vekalet verdiği, diğer davalı H... nin ise Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/403 Esas sayılı dosyasında eldeki davacı aleyhine harici satış nedeniyle açtığı tapu iptal ve tescil davasının, avukat V... İ... ’in kabulü nedeniyle kabulle sonuçlandığı anlaşılmaktadır.
Davacı, vekilin yapmış olduğu işlemlerin vekalet görevinin kötüye kullanılmak suretiyle zararlandırma kastıyla gerçekleştirildiğini, davalıların iyiniyetli olmadıklarını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara tanınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır. Bu vasıf yargısal (kazai) kararların gerçeğe (hakikata) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar. Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıylada kabul edilmiştir. Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur.Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir. Bu itibarla, tarafları, mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hakimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.
Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237. maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden (resen) gözönünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar.
Somut olayda; Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/403 esas sayılı dosyasında davanın, harici satın alma nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olduğu halde eldeki davanın vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, dava sebeplerinin aynı olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmaları gereğince tüm delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir…)
gerekçesiyle oybirliği ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDENLER: Davacılar ve Davalılar vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı, karşı dava ise inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Davacı-karşı davalı vekili, müvekkilinin, davalı İ... A... ’ün yeğeni ve evlatlığı, davalı H... A...’ün ise İhsan’ın eşi olduğunu, müvekkilinin İ... A... 'e sahibi bulunduğu Pendik G.... Mah., K... mevkii, 25 pafta 1560 parsel sayılı taşınmazda kendi adına inşaat yapmak üzere vekaletname verdiğini, H... A...’ün taşınmazda haricen hisse satın aldığını iddia ederek Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2004/403 esas sayılı dosya ile tapu iptali ve tescil davası açtığını, bu davanın İ... tarafından vekalet verilen vekil tarafından ilk celsede kabul edildiğini, davacıya ait 2/3 hissenin iptal edilerek davalı Hatice adına tescil edildiğini, müvekkili temsil eden İ... A...’ün vekalet verdiği şahısla birlikte kötü niyetle harekat ederek vekaletnamede verilen yetkileri kötüye kullandığını bu şekilde davacı üzerinde kayıtlı bulunan tapunun iptalini sağladıklarını belirterek, davalı H.. A... Adına bulunan kaydın iptali ve davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı H.. A... e davalı-karşı davacı İ... A... Cevap ve karşı dava dilekçesinde; müvekkillerinin yurtdışında uzun yıllardır yaşadığını, davacıyı evlat edinerek, yurtdışına götürdüklerini, dava konusu 1560 parsel sayılı taşınmazın müvekkillerinden İ... A... Tarafından satın alındığını, taşınmaz üzerinde bulunan binanın da müvekkili tarafından yaptırıldığını, müvekkilinin iradeleri yanıltıldığından dava konusu taşınmazın tapuda davacı-karşı davalı adına tescil edildiğini belirterek, davacının açtığı davanın reddi ile dava konusu taşınmazda davacı-karşı davalı adına tapuda kayıtlı bulunan 236/709 hissenin iptali ile müvekkili İ... A...’ adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; Pendik 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin, 23.9.2004 gün ve 2004/403-508 nolu, tapu iptali ve tescil davasının konusu ve taraflarının görülmekte olan asıl dava ile aynı olup, görülmekte olan asıl dava yönünden kesin hüküm oluşturduğu gerekçesi ile; karşı davanın ise esastan reddine karar verilmiştir.
Karşı dava yönünden mahkemenin ret kararını taraflar temyiz etmemiş; asıl dava yönünden karar, davacı-karşı davalı tarafından esasa; davalılar tarafından ise vekalet ücretine ilişkin olarak temyiz edilmiştir.
Yargıtay Özel Dairesince, karar, yukarıda metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize taraf vekilleri getirmektedir.
Açıklanan bu maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamına göre uyuşmazlık; Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.09.2004 gün ve 2004/403-508 sayılı kararının, eldeki asıl dava yönünden kesin hüküm olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan “Kamu Düzeni” ile ilgili zorunlu koşullardır.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları, dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması yada bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.
Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli); bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237. maddesinde;
“Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir.
Kaziyei muhkeme, mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır.”
ifadesi yer almaktadır.
Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m.237) çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır.
Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; (Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.
Yasama ve yürütme organları ile yönetim, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve yönetim, mahkeme kararları hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. (Anayasa m.138,IV) Dolayısıyla kesin hüküm, sonradan çıkarılan bir yasa ile değiştirilemez, ortadan kaldırılamaz (Anayasa Mahkemesinin 2.6.1989 gün ve 1989/36-24 sayılı ilamı; R.G.28.9.1989 gün ve 20296 sayılı, sayfa 17 vd; 19.10.1990 gün ve 1990/3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı-R.G.22.2.1991 gün ve 20.794 sayılı sayfa:35 vd-Hukuk Genel Kurulu’nun 5.6.1991 gün ve 1991/5-215 E. Ve 342 K.sayılı ilamı; Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı, 2001 c. V s. 4980 vd.).
Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.
Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (HUMK.m.236), senet (HUMK.m.287), yemin (HUMK.m.337) ve kesin hükümdür. (HUMK.m.237)
Kesin hüküm de, aynı konuda daha sonra açılan davada kesin delil oluşturur.(Prof. Dr. Baki Kuru age. C. II s. 2034 vd)
Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hükümdür.
Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK.m.427).
Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.
Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK.m.237’de açıklanmıştır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur.
Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın da taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.
Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir.Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir
Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/21-30 E.2003/57 K; 23.02.2005 gün ve 2005/21-66 E. 2005/93 K.; 03.03.2010 gün ve 2010/11-75 E. 2010/121 K.sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır.
Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesine gelince; görülmekte olan davanın davacısı ile davalılardan Hatice Aktürk’ün, daha önce görülüp kesinleşen davanın da tarafları olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Daha önce kesinleşmiş olan Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.09.2004 gün ve 2004/403-508 sayılı dosyasında davacı H.. A... , dava konusu taşınmazda haricen pay satın aldığı ancak davalının tapuda ferağ vermediği olgusuna dayanarak tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.
Görülmekte olan davada ise davacı, daha önce görülüp kesinleşen davada, davalı İ... A... ’ün inşaat yapımı konusunda verdiği vekaletnameye dayanarak kendisine Avukat V... İ... ’ı vekil olarak atadığını, vekilin de ilk duruşmada davayı kabul edip, temyizden feragat etmek suretiyle hükmün kurulup kesinleştiğini, böylece davalıların işbirliği içerisinde vekalet görevini kötüye kullanmak suretiyle davacının dava konusu taşınmazdaki payını iptal edip davalı Hatice adına tescil ettirdiklerini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.
Öteki deyişle, ilk davanın sebebi harici satın alma nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olduğu halde; eldeki davanın vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır.
Her iki davanın sonucu aynı olsa da, her iki davada davacıların farklı olgulara dayandıkları çok açıktır. Bu durumda, dava sebeplerinin aynı olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Açıkça görüldüğü üzere iki dava açısından dayanılan maddi olgularda farklılık bulunmakta olup, iki dava arasında sebep birliği mevcut olmadığından; ilk davanın eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiğinden söz edilemez.
Hal böyle olunca; mahkemece Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve aynı hususlara işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulup, işin esasına girilerek hüküm kurulması gerekirken davanın kesin hüküm nedeniyle reddi doğru değildir. Usul ve yasaya aykırı direnme kararının bu nedenlerle bozulması gerekir.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer
olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 08.12.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.