11. Ceza Dairesi 2012/22622 E. , 2014/6781 K.
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Özel belgede sahtecilik
HÜKÜM : Asıl karar : Beraat
Şikayetçinin yüklenen suçtan doğrudan zarar görmediği ve CMK'nun 243. maddesindeki şartlar oluşmadığı cihetle; davaya katılma ve hükmü temyiz yetkisi bulunmadığından vaki temyiz isteminin reddine ilişkin mahkemenin 07.05.2012 tarihli ek kararı usul ve yasaya uygun görüldüğünden, şikayetçinin bu karara yönelik temyiz itirazlarının reddi ile temyiz talebinin reddine dair kararın istem gibi ONANMASINA, 09.04.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Kamu davasına katılma, açılmış bulunan bir kamu davasına, savcının yanında yer alarak bazı hak ve yükümlülükleri üstlenmek amacıyla etkide bulunmak demektir. Katılan savcı yanında yer almakta ve onun bazı yetkilerini kullanabilmekteyse de, ondan bağımsız olduğunda tereddüt yoktur. Esasen öğretide çok açıkça ifade edilmemekle birlikte, katılan kimse savcılığı kontrol eder ve suçtan zarar gören kimse cephesini hukuksal anlamda desteklemektedir. (Ünver-Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, s.274)
5271 sayılı CMK.nun 237. maddesi, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların katılma hakkı olduğunu belirlemiştir. Alman Hukuku’nda katılan sıfatını kazanabileceklerin kapsamı, kanun koyucu tarafından, şahsi davacıdan çok daha geniş çizilmiştir.
Kamu davasına katılmaya ilişkin olan 5271 sayılı CMK.’nun 237. maddesi, 1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesi ile benzer şekilde düzenlenmiş olup, yeni yasadaki düzenlemeye önceki yasada yer almayan “malen sorumlu” ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden “mağdur” da eklenmiştir. Böylece, Yasa koyucu bu maddeyi öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde çok daha genişletilerek yeniden düzenlemiştir. Yani Yasa koyucu son yıllarda ceza hukukunda suçtan doğan mağduriyetin giderilmesi, suç mağdurunun korunması yönündeki eğilime uygun olarak, ceza muhakemesindeki konumunun güçlendirilmesi amacıyla yeni usul Yasasında kamu davasına “katılan” kavramını daha geniş yorumlamış ve kamu davasına katılan yelpazesini daha geniş tutmuştur.
Yasada “suçtan zarar görmek” kavramı açıklanmamış olmakla birlikte; bugüne kadar gerek Ceza Genel Kurulunun, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında bu kavram, “suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş olma hali” olarak anlaşılmış ve “dolaylı” veya “muhtemel zararların”, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmektedir. Ancak kanaatimizce; özellikle 5271 Sayılı CMK.nın katılma ile ilgili yeni anlayışı ve davaya katılabilecekleri geniş tutmasını dikkate aldığımızda artık bu daraltıcı yorumun terk edilmesi gerekmektedir. Çünkü “doğrudan doğruya zarar görmek” kıstasının hiçbir yasal dayanağı olmadığı gibi belki eski 1412 sayılı CMUK.nın ruhuna ve katılma ile ilgili düzenlemelerine uygun olabilecek olan bu düzenlemenin yukarıda açıklamaya çalıştığımız 5271 sayılı CMK.nın özü ve ruhu ile bağdaşmayacağı aşikardır. Bu nedenle özellikle yerel mahkemelerce katılma istemleri hakkındaki kararlar ve tabii ki Yargıtay’ca bu istemler hakkında verilen olumlu veya olumsuz kararlar yeni usul Yasasının amacına ve ruhuna uygun olarak değerlendirilmelidir.
Herhangi bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için, CMK.'nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen koşulun gerçekleşmesi, başka deyişle “mağdur” veya “suçtan zarar görmüş” bulunması yeterlidir. Ancak bazense bir yasada, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel biçimde düzenleyen bir hüküm bulunabilir. Örneğin; 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Yasasının davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca “gümrük idaresinin”, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Yasasının 18. maddesi uyarınca “Maliye Bakanlığının”, 5411 sayılı Bankacılık Yasasının 162. maddesi uyarınca “Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun” başvuruda bulunmaları halinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel yasa hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda mahkemece bunların suçtan zarar görüp görmedikleri ayrıca araştırmaya gerek bulunmaksızın katılmalarına karar vermek gerekecektir.(Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.05.2011 gün ve 2010/4-155/80 sayılı kararı.)
Özel bir hüküm bulunmayan hallerde ise; mahkemece davaya katılma hususunda karar verilebilmesi için öğretide kabul gören “dar” ve “geniş” yorum olmak üzere iki ayrı kıstasımız bulunmaktadır. Dar anlamda suçtan zarar göreni, suçun maddi unsuruna muhatap olan ve bu nedenle suçla korunan hukuki yararı zedelenen, suçun zarar verdiği değerin sahibini ifade eden mağdur, çoğu suç tipinde suçtan zarar görenle birleşmekte ise de, suçtan zarar gören ve mağdur kavramları farklı anlamları ifade etmektedir. Örneğin hırsızlık ve yaralama suçlarında suçun mağduru ile zarar göreni aynı kişi olmasına karşın, öldürme suçlarında, suçun mağduru yaşamına son verilen kişi, zarar göreni ise bu öldürme eylemi nedeniyle, öldürülenin mirasçıları ve bu olay nedeniyle haklı çıkarları zedelenen üçüncü kişilerdir. Zimmet suçunun mağduru ise toplumu oluşturan tüm bireylerdir, zimmete geçirilen mal değerine sahip bulunanlar ise, bu suçun işlenmesi dolayısıyla suçtan zarar gören konumunda ve toplumu oluşturan bireyler olması nedeniyle de işlenen suçun mağdurudurlar.
Belgede sahtecilik suçlarında ise; suçla zarara uğrayan “kamu güveni”(fides publica)dir. .... tarafından ortaya atılan bu kavram, çok tartışmalara yol açmıştır. Öğretide çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre, kamu güveni; hukuk düzeninin kanıt değerini tanıdığı şeylere, doğruluk ve gerçeklikleri konusunda duyulan ortak ve sürekli bir duygudur, inançtır. Gerçekten toplumsal yaşam, insanlar arasında çeşitli bağların yoğun bir ağını gerektirir. Hukuki, ekonomik, politik alanlarda ve bireylerin aralarında ördükleri ailesel dostça entelektüel ilişkilerle kurulan güven temel bir öğedir. Onun yokluğu toplumsal ortak yaşamı altüst eder, bireysel ve toplumsal çatışmaların tohumunu atar Bu güven yalnızca sözde değil, iradelerin açıklandığı yazı ve simgelerde de aranır. Uygarlığımız yazı üzerine kuruludur ve bu yüzden yazı söze üstün sayılmıştır. Sokaklar nasıl temiz ve güvenli olmalı ise bu yazılarda doğru ve gerçek olmalıdır. Bu nedenledir ki hukukun yarattığı yapay bir fantezi ve varsayım ürünü olmayan tersine toplumsal yaşamın temeli olan gelenekler gibi toplumsal ve zorunlu bir gerçek ve olgu bulunan kamu güvenine yasa koyucu enerjik yaptırımlarla korumak gereğini duymuştur. Devlet, bunların kanıt değerini gözeterek yazılı yalanın cezalandırılmasını istemiştir. Bunda özel değil, kamusal yarar görmüştür. Sahtecilik suçlarının hukuki konusu, iste bu nedenlerle yukarıda tanımını verdiğimiz kamu güvenidir. Bu nedenledir ki; yapılan sahtecilikten dolayı toplumu oluşturan fertlerde, iş ve sosyal hayatımızda çok önemli kanıt değeri olan olan “belgelere” karşı bir güvensizlik oluşacaktır. (Selçuk, Sami. Dolandırıcılık Cürmünün Kimi Suçlardan Ayrımı ve Çekle İlgili Suçlar, Ankara, 1986 s.72)
Yasalarımızda, bazen “mağdur” (5271 sayılı CMK.nun 12. ve 237 md, 5237 sayılı TCY'nın 86/2, 131 md), bazen “suçtan zarar gören kişi” (5271 sayılı 237 md., 5237 sayılı TCY 73.md), denilen zarar gören ferde aktif veya pasif süje olarak haklar tanınır, ödevler verilirken, her hak ve ödevde yasa koyucunun farklı ölçü ile hareket etmesi mümkündür. Örneğin şikâyet hakkı tayin edilirken başka, kamu davasına katılma hakkı tayin edilirken başka ölçü tutulmuş olabilir. Dolayısıyla “suçtan zarar gören” terimi her somut olaya ve ihtiyaca göre yorumlanmalıdır. Örneğin; hâkimlerin objektifliğini en iyi biçimde sağlayabilmek amacı, hâkimin davaya bakamayacağı halleri düzenleyen CMK’nın 22. maddesinde geçen “suçtan kendisi zarar görmüşse” terimini en geniş biçimde yorumlanmayı gerektirir. (Kunter-Yenisey-Nuhoğlu Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Bası, s.361)
Somut olayımıza gelince; müştekinin oğlu olan ....'ün 09/02/2011 tarihinde sevk ve idaresindeki ....plaka sayılı tır ile .... ili.... ilçesi .... beldesinde seyir halinde iken trafik kazası yaptığı ve hayatını kaybettiği, müştekinin yaptığı araştırmalarda oğlu ....'ın kullandığı araca ait 08/02/2011 günlü sevk irsaliyesinde bulunan imzanın oğluna ait olmadığı öğrenmesi üzerine şikayette bulunduğu, yapılan soruşturmada müştekinin oğlunun çalıştığı işyerinde muhasebe işlemlerinden sorumlu şüphelinin suça konu 08/02/2011 tarih ve '... yevmiye nolu sevk irsaliyesini kendisinin düzenlediğini, sevk irsaliyesi üzerinde bulunan teslim eden kısmındaki imzanın kendisine ait olduğu gibi teslim alan kısmında .... isminin altındaki imzanın da yine kendisi tarafından atıldığını kabul ettiği, bu şekilde şüpheli hakkında suça konu sevk irsaliyesi üzerinde bulunan... isminin altına sahte imza atmak suretiyle “özel belgede sahtecilik” suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davası yargılamasında, müştekinin 11.01.2012 günlü celsedeki katılma talebi mahkemece; “İddianameye konu olan suçla müşteki ...'ün doğrudan bir ilgisinin olmaması, kaza sonucu...’ün ölümünün ayrı bir soruşturma konusu olması nedenleriyle bu aşamada ...'ün katılma talebinin reddine, yapılacak yargılama sonucunda gerekirse yeniden değerlendirme yapılmasına” denilmek suretiyle reddedilmiştir.
Ancak müşteki bu red kararına rağmen yine de yargılamayı takip etmeye devam etmiş, tüm duruşmalara katılmış ve 28.03.2012 tarihinde yüzüne karşı tefhim olunan hükmü süresinde temyiz etmiş, ancak mahkemece bu temyiz istemi 07.05.2012 tarihli ek karar ile henüz yürürlükte olmayan CMK.nın 296/1. Maddesi dayanak yapılmak suretiyle hiçbir somut gerekçeye dayanmadan ve usul ve yasaya aykırı olarak reddedilmiştir. Müştekinin red kararını süresinde temyizi üzerine dairemizce yapılan incelemede sayın çoğunluk tarafından iş bu red kararının onanmasına karar verilmiştir.
Sayın çoğunluğun müştekinin katılmaya hakkı olmadığına dair kararın doğru olduğundan bahisle yerel mahkemece verilen temyizin reddi kararının onanmasına dair görüşüne katılmamaktayım. Şöyle ki;
1-) Öncelikle mahkemece verilen temyizin reddi ve dolayısıyla onama kararı kabule göre bile usul yönünden doğru değildir. Bilindiği üzere 5271 sayılı CMK.nın 296. Maddesi henüz yürürlüğe girmemesi nedeniyle red kararının 5320 sayılı Yasanın 8/1. Maddesi gereğince 1412 sayılı CMUK.nın 315. Maddesi uyarınca verilmesi gerektiğinden bu husus düzeltilerek onanması gerekirdi. Yürürlükte olmayan bir Yasa maddesine dayanılarak verilen red kararın onanması usule aykırıdır.
2-) Esas yönünden olaya baktığımızda ise; Müştekinin oğlu ....,.... Madencilik Gıda ve Tarım Ürünleri Ticaret Sanayi ve Limited Şirketinde şoför olarak çalışmakta iken olay tarihinde bu şirket adına yaptığı bir taşıma esnasında geçirdiği trafik kazasında vefat etmiştir. Temyiz dilekçesinde belirtilmesi nedeniyle Uyap üzerinden yapılan incelemede müşteki, söz konusu şirket aleyhine araca istihab haddinden fazla yük yüklemek ve gerekli bakım ve onarımını yaptırmamak gibi kusurlar nedeniyle Nevşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2011/73 Esas sayılı dosya ile tazminat davası açmıştır.
Suça konu araca ne kadar yük yüklendiğini gösteren ve altında maktülün imzası taklit edilen belgede bu tazminat davasının en önemli delillerindendir. Hakkında tazminat davası açılan şirkette muhasebeci olarak çalışan sanık, gerçekte aracın yükleme kapasitesinin üzerinde yük yüklenmesine rağmen sahte olarak düzenlediği suça konu belge ile yükün usulüne uygun miktarda yüklenmiş gibi göstermek suretiyle şirketi hem ceza hem de tazminat davasından kurtarmayı amaçlamıştır.
Sayın çoğunluk ile aramızda, ölen .... imzası taklit edilmiş özel belge niteliğinde sahte sevk irsaliyesi nedeniyle açılan kamu davasına ölenin babası olan ve destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davası açmaya hakkı bulunan ve yaptığı şikayet ile kamu davası açılmasını sağlamış olan kişinin bu ceza davasında katılan sıfatını alıp alamayacağı ihtilafı bulunmaktadır. Kanaatimizce müşteki ölen oğlu aleyhine işlenen özel belgede sahtecilik suçundan dolayı açılan kamu davasına katılan sıfatı ile katılabilmelidir.
3-) Şöyleki; öncelikle bu konuda bir yasal boşluk olduğu kanaatindeyim. Çünkü ölen kişi hayatta olsa bu davaya katılabilmesinde bir yasal engel olmamakla birlikte, hayatta iken açılıp, katılan sıfatını aldıktan sonra yargılama devam ederken vefat etmiş olsa idi sayın çoğunluğun kararda belirttiği üzere CMK.nın 243. maddesi uyarınca yine mirasçıların davaya katılan olarak dahil edilmelerinde bir problem yoktu. Ancak somut olayımızda; kendisine karşı suç işlenen kişi vefat ettikten sonra suça konu belge düzenlenmiş ve kaza tutanaklarında kullanılmak suretiyle azami yük kuralına uyulmasına rağmen aracı düzgün kullanmadığından dolayı kusurlu hale getirilmiştir. Babası olan müşteki suça konu belgeyi incelediğinde imzanın oğluna ait olmadığını anlaması üzerine yaptığı şikayet üzerine bu dava açılmıştır. Burada ölen şahsın ölümünden sonra kendisine karşı yapılan bu eylem nedeniyle açılan kamu davasına katılıp haklarını savunabilme imkan ve olanağı bulunmamaktadır. Keza maktülün çalıştığı şirketin bu kaza nedeniyle uğramış olduğu zararı yasal mirasçılarından dolayısıyla müşteki babasından talep etme hakkı bulunmaktadır. CMK.nun 243. maddesi katılma kararı verildikten sonraki hali düzenlemiş olup bir kişinin aleyhine ölümünden sonra suç işlenilmesi halinde kalan mirasçıların bu ceza davalarına nasıl katılacağı yönünde bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.
4-) Somut olayımıza tekrar baktığımızda; oğlu çalışmış olduğu işverenin emir ve talimatlarına bağlı olarak kullanmak zorunda olduğu ve aracına yine işveren tarafından fazla yük yüklenmesi nedeniyle yaptığı kazada ölmüş acılı bir baba, bu da yetmiyormuş gibi işverenin kendisini cezai ve hukuki sorumluluktan kurtarmak adına ölenin imzasını taklit suretiyle düzenlediği sahte bir belge, bu belge nedeniyle açılmış bir ceza davası ve bu ceza dava sonucunda verilecek kararın etkileyeceği bir tazminat davası ve tüm bunlardan etkilenecek bir kişinin katılma talebinin reddi ile verilen bir beraat kararı bulunmaktadır.
5-) Yukarıdaki bölümlerde de açıklamaya çalıştığımız gibi, 5271 sayılı CMK.nın “Kamu Davasına Katılma” başlıklı bölümünün bir önceki Usul Yasanına göre “katılan” sıfatına dair genişletici düzenlemesi ve yorumu birlikte değerlendirildiğinde, somut olayımızda oğlu öldükten sonra düzenlenen ve sahte olduğu iddiasıyla “özel belgede sahtecilik” suçundan kamu davasına konu edilen belgeden açıkça zarar gören müştekinin katılma talebinin reddine ve dolayısıyla bu red kararının onanmasına dair karar usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenlerle sayın çoğunluğun, kamu davasına katılma kavramına dar bir yorum ve bakış açısı getiren aynı zamanda yürürlükteki Ceza Muhakemesi Kanununa aykırı olan temyizin reddi kararının onanmasına dair kararına katılmamaktayım.