Ceza Genel Kurulu 2010/9-82 E. , 2010/221 K.
Tebliğname : 2010/35573
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : SAKARYA 1. Ağır Ceza
Günü : 30.06.2009
Sayısı : 227-213
Sanık N...E...’in, bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan 5237 sayılı TCY’nın 85/2 ve 22/3. maddeleri uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve TCY’nın 53/6. maddesine göre sürücü belgesinin 3 yıl süre ile geri alınmasına ilişkin, Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesince 12.02.2008 gün ve 165-37 sayı ile verilen hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 09.04.2009 gün ve 14600-4142 sayı ile;
“Dosya kapsamına göre sanığın süratli araç kullanıp araca hakim olamayarak karşı şeride geçip şeridinde seyreden otomobille çarpışması sonucu tam kusurlu hareketi ile üç kişinin ölümüne neden olması şeklinde gerçekleşen eyleminde, bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmeden tayin olunan cezanın bu nedenle artırıma tabi tutulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise, 30.06.2009 gün ve 227-213 sayı ile;
“TCK’nun 22. maddesinde taksir düzenlenmiştir. Buna göre ‘taksir dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir’ ve ‘kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır’ yasa koyucu taksirli bir davranışın bilinçli taksir düzeyine ulaşabilmesi için öncelikle taksirin koşullarından olan dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık koşulu yanında, neticeyi öngörebilme durumunu aramıştır. Buna göre bir suçun bilinçli taksirli olarak işlendiğinin kabulü için sanığın öncelikle dikkat ve özen yükümlülüğünün bulunması, uymak zorunda olduğu bu dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması, aykırı davrandığı dikkat ve özen yükümlülüğü nedeni ile suçun kanuni tanımında belirtilen neticesinin meydana gelebileceğini öngörebilmesi ancak öngörebildiği bu sonucu istememesi gereklidir.
Sanığın savunması ve dosya içerisindeki belgelerden sanığın sürücü belgeli olup uzun yıllardır yolcu taşımacılığı yaptığı anlaşılmaktadır. Dosya içerisindeki tanık anlatımları, olay yeri krokisi ve tespit tutanakları birlikte değerlendirildiğinde; kazanın olduğu yere gelmeden önce sanığın gittiği yönde sağa viraj bulunmaktadır. Sanık, söz konusu viraja girmeden önce tanık A...B...’ın kullandığı mobileti geçmiş, hızını yol ve trafik durumuna göre ayarlamadan viraja hızlı bir şekilde girmiştir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda yapılan düzenlemelere göre sürücülere virajlara girerken hızını yol ve trafik durumuna göre ayarlama ve hızını azaltma yükümlülüğü getirilmiştir. Yani sanığın çarpışma noktasına gelmeden önce viraja girerken yasa gereği uyması gereken bazı dikkat ve özen yükümlülükleri bulunmaktadır. Buna göre sanık viraja girmeden hızını azaltmalıdır.
Her sürücü belgesi bulunan şoförün bilmesi gerektiği şekilde sağa keskin viraja hızlı girildiği takdirde, aracın sol şeride girme eğiliminde bulunduğu, bu durumda karşı yönden bir araç gelmesi halinde onun şeridini ihlal edebileceği ve kaza olabileceği öngörülebilir haldedir. Uzun tecrübelerin somutlaşması sonucunda ortaya çıkan trafik kuralları da sürücülere bu dikkat ve özen yükümlülüğünü yüklemektedir. Bu tecrübe kurallarının en somut hali olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu da aynı yükümlülüğü sürücülere yüklemiştir. Somut olayda sanık aynı yoldan günde birkaç defa yük ve yolcu taşıyan ve ticari minibüs işleten bir şofördür. Bu nedenle kazanın meydana geldiği yerdeki yol konumunu, burada sağa viraj olduğunu, açık ve görünür şekilde beyaz boya ile boyanmış sürekli şerit çizgisi olduğunu, bu nedenle hızını azaltması gerektiğini bilmektedir. Ancak sanık yasal olarak kendisine yüklenen dikkat ve özen yükümlülüğüne uymadığı gibi dosya içerisinde bulunan ve tanık N...K...’ın itibar edilen hazırlık anlatımında da belirtildiği gibi acele etmekte bir an önce gitmek istediği yere varmaya çalışmaktadır. Bu amaçla bazı yolcuları minibüsü tam durdurmadan indirmekte ve aşırı hız yapmaktadır. Sanığın aşırı hız yaptığı tanık A... B....ın yeminli anlatımından da anlaşılmaktadır. Belirtildiği şekilde yasa ve yönetmelik kuralları gereği virajlara girerken hızını yük ve yol şartlarına göre ayarlamak yani hızını azaltmakla yükümlü olan, bu hususta dikkat ve özen yükümlülüğü bulunan sanık bu yükümlülüğünü bildiği gibi viraja hızlı girerek aynı yükümlülüğe aykırı da davranmıştır. Sanığın çalıştığı minibüs içinde bulunan tanığın beyanına göre bir sebeple hızlı gitmek, bir an önce gitmek istediği yere ulaşmak istemektedir. Bu nedenle hızını viraja girerken dahi yol koşullarına uydurmamaktadır. Uzun yıllar ticari şoförlük tecrübesi bulunan sanığın bu şekilde viraja girmesi halinde aracının karşı şeride kaçacağını bilmemesi hayatın olağan koşullarına aykırıdır. Sanık buna rağmen sağa viraj bulunan şeride hızlı girmekle karşı şeride geçebileceğini, karşı şeritte bulunan araçla çarpışabileceğini öngörebilecek düzeydedir. Her orta düzeyde zekaya sahip ve sürücü belgesi almış kişinin de bu hususu düşünmesi normal, düşünmemesi anormaldir. Bu şekilde viraja hızlı giren bu nedenle karşı şeride geçip kaza yapabileceğini öngören ve bir an önce gitmek istediği yere ulaşmak isteyen sanık uzun yıllar şoförlük yapmasının verdiği rahatlıkla ve deneyimlerine güvenerek viraja hızlı girmesi halinde öngördüğü kaza neticesinin olabileceğini ancak kendisinin deneyimleri nedeniyle böyle bir kazaya sebebiyet vermeyeceğini düşünerek taksirli eylemine devam ettirmiş, bunun sonucunda ise karşı şeride geçip K...Ş...’in kullandığı araca çarpmıştır. Böylece sanığın öngördüğü ancak istemediği sonuç gerçekleşmiştir. Bu nedenle sanık 2918 sayılı Yasa ve ilgili yönetmelikler gereği uymakla yükümlü olduğu dikkat ve özen yükümlülüklerine aykırı olarak kaza yerine gelmeden önce ve kaza yerinde devam eden viraja hızlı bir şekilde girmiş, kaza neticesini öngörmesine rağmen kendisinin böyle bir kaza yapmayacağını düşünmüş ancak araç bir şekilde karşı şeride geçmiş ve istemediği kaza sonucu gerçekleşmiş olmakla bilinçli taksirli davranmıştır.
Her ne kadar bozma ilamında ya da bazı dosyalardan takip edilen Yargıtay bozma ilamlarında görüldüğü üzere bilinçli taksirin gerçekleşebilmesi için TCK’nun 22/3 maddesinde aranan ve açık olan koşulların yanında bazı ek ve bilinçli taksirli eylemi zorlaştırıcı, böylece bilinçli taksirin alanını daraltıcı unsurlar eklenmekte yani bir taksirli eylemin bilinçli taksir sayılabilmesi için kişinin alkollü olması, kırmızı ışıkta geçmesi, şerit ihlali yapması gibi birden çok kural ihlali aranmakta ise de, Yargıtay ilgili Ceza dairesinin bu yorumunun açık olan yasa kuralı karşısında yerinde olmadığı açıktır. Yasa, sadece öngörebilme ancak öngördüğü sonucu istememeyi kural olarak düzenlemiştir. Yargıtay’ın bu uygulaması karşısında yasaya aykırı olarak bilinçli taksir müessesesi uygulanamaz hale gelecek, böylelikle yurdumuzda kanayan bir yara olan trafik sorunu çözülemeyecektir.
Açıklanan nedenlerle sanığın eyleminin bilinçli taksirli olarak işlendiği kanaatine varan mahkememiz Yargıtay 9. Ceza Dairesinin açık yasa hükmüne rağmen yaptığı bozmayı yasaya aykırı bulduğundan uymamış ve sanığın eyleminin bilinçli taksir olarak işlendiği kanaatine varmıştır” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de o yer C.savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 29.03.2010 gün ve 35573 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın eylemini taksirle mi, yoksa bilinçli taksir ile mi gerçekleştirdiğinin belirlenmesine ilişkindir.
Bunun dışında, olayın oluş şeklinde ve sanığın olayda tam kusurlu olduğu hususlarında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
İncelenen dosya içeriğine göre;
29.05.2007 tarihinde, saat 11.45 sıralarında Sakarya yönünden Karasu İlçesi istikametine doğru 54 PE 279 plakalı minibüs ile seyretmekte olan sanık N....E...in, Karasu İlçesi, Tuzla mevkiine geldiğinde, yolun virajlı ve sollama yasağının bulunduğu bölümünde, aracının hızını ayarlamaması sonucunda, karşı şeride geçerek, karşı yönden gelmekte olan Kadir Şebin yönetimindeki ....... plakalı otomobile çarpması sonucunda otomobilde bulunan sürücü dahil 3 kişinin ölümüne ve bu araçtaki bir kişi ile minibüste yolcu olarak bulunan 5 kişinin de yaralanmasına neden olduğu olayda;
Polis tarafından düzenlenen trafik kazası tespit tutanağı ile olay yerinde Karasu Sulh Ceza Mahkemesince, 31.05.2007 tarihinde yapılan keşifte dinlenen bilirkişi raporunda, olay yerinde yol genişliğinin 7 metre, sağda 1.40 metre, solda ise 1.90 metre banket bulunduğu, zeminin asfalt ve kuru olduğu, kaza yerinin hafif virajlı ve sollama yasağına ilişkin devamlı çizgi bulunduğu ve çarpışma noktasının, otomobilin şeridinde ve yol kenarına 2.20 metre olarak belirtildiği,
Birbirleriyle uyumlu trafik kazası tespit tutanağı, Sulh Ceza Mahkemesince keşifte bilirkişi olarak dinlenen ve Trafik Tim Komutanı olarak görev yapan Jandarma Başçavuş A...S...nın, 04.06.2007 günlü raporu ile yerel mahkemece görüşüne başvurulan Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin 04.12.2007 günlü raporlarından, kazanın oluşumunda sanık N...E...’in, devamlı şerit çizgisinin bulunması nedeniyle sollama yasağının olduğu yolda, virajda aracının hızını ayarlayamaması sonucunda şerit ihlali yaparak, karşı şeride geçmesi nedeniyle asli kusurlu, diğer otomobil sürücüsünün ise, kendi şeridinde seyir halinde olması ve herhangi bir kural ihlalinin de bulunmaması nedeniyle olayda kusursuz olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, taksir ve bilinçli taksir kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç, ancak kastla işlenebilir. Ancak, yasada açıkça gösterilen hallerde suçlar taksirle de işlenebilir. 5237 sayılı TCY’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka yasada açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve gerçekleşen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı taktirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemez.
Buna göre taksirli sorumluluktan bahsedilebilmesi,
Taksirle işlenen bir suçun olması,
Hareketin iradi olması,
Sonucun istenmemesi ancak öngörülebilir olması,
Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
Koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Öğretide taksirin hukuki esasının izahı için, hukuka aykırı araçlar kullanma teorisi, öngörebilme teorisi, önleyebilme teorisi, yanılma teorisi şeklinde teoriler bulunmakta ise de, baskın görüş tüm eleştirilere karşın öngörebilme teorisi yönündedir.
Bilinçli taksiri açıklamada yetersiz olduğu ileri sürülen bu teoriye göre, taksir; bir kimsenin kendi fiilinin mümkün ve öngörülebilir sonuçlarını hesaplamakta iradi olarak özen göstermemesidir. Buradaki sorun veya zorluk öngörebilmenin kapsamı ve öngörebilmeyi tayinde benimsenmesi gereken ölçüdür. Sonucun öngörülebilirliği, failin içinde bulunduğu, sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanmalıdır. Yine aynı şekilde burada öngörülebilir sonuç, fiilen meydana gelen sonuç olmayıp, failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlardır. Fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup, sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmamaktadır. (Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, sh. 358 vd.)
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun da taksirli davranışının etkisinin olması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin niteliğini de değiştirmez, bu hal ancak 5237 sayılı TCY’nda kusur derecelendirilmesi nedeniyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından temel cezanın tayininde dikkate alınabilir.
5237 sayılı TCY’da taksir, basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tabi tutulmuş, Yasanın 22/3. fıkrasında bilinçli taksir; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Şu durumda; neticenin failce bilinmesi halinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istememesine rağmen objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmek suretiyle neticenin meydana gelmesinin engellenemediği halde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülemediği hallerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın, yasal hız sınırlarının dışında, aşırı süratli araç kullandığına ilişkin, dosya kapsamında herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Hatta, araca ait takograf cihazının incelenmesinde, yasal hız sınırları içerisinde araç kullandığı anlaşılmaktadır. Ancak, sanık yasal hız sınırlarına uymakla birlikte, sollama yasağının da bulunduğu yol kesiminde viraja yaklaşırken hızını azaltmamış ve direksiyon hakimiyetini sağlayamayarak karşı şeride geçmek suretiyle kazaya neden olmuştur. Yasal hız sınırlarına uygun seyreden sanığın, direksiyon hakimiyetini kaybederek kazaya neden olabileceğini ve ölüme neden olacağını öngörmesi olanaksızdır. Her ne kadar sanık olayda tam kusurlu olsa da suçun “basit taksirle mi”, yoksa “bilinçli taksirle mi” işlendiğinin belirlenmesi açısından, sanığın tam kusurlu olup olmamasının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Her kusurlu hareketin, bilinçli taksir olarak nitelendirilmesi olanaksızdır. Zira, kusurun var olup olmadığının veya derecesinin tespiti, hakim tarafından manevi unsur saptandıktan sonra, cezanın belirlenmesi aşamasında göz önüne alınması gereken bir işlemdir.
Somut olayda, hızını yol şartlarına uydurmaması nedeniyle direksiyon hakimiyetini kaybeden ve sollama yasağının da bulunduğu yolda karşı şeride geçen sanığın, neticeyi öngörememesi nedeniyle, tam kusurlu olduğu ve basit taksirle hareket ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı isabetli bulunduğundan, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.06.2009 gün ve 227-213 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.11.2010 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliği ile karar verildi.