Ceza Genel Kurulu 2020/99 E. , 2021/627 K.
Sanıklar Sezer Korkmaz ve ... hakkında nitelikli yağma suçundan ayrı ayrı açılan ve birleştirilerek devam olunan kamu davalarında yapılan yargılama sonucunda, nitelikli yağma suçundan sanık ...’ın TCK’nın 149/1-a, c, d, 62/1, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine; sanık ...’nın da aynı suçtan TCK’nın 149/1-a, c, d, 31/3 ve 62/1. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 24.02.2016 tarihli ve 369-94 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 21.11.2019 tarih, 1204-5733 sayı ve oy çokluğuyla onanmasına karar verilmiştir.
Daire Üyesi S. Çetin “Olayı birebir yaşayan ve bir ölçüde tanığı konumunda bulunan mağdur ...'nın adresi önemle araştırılıp, mahkeme huzurunda ayrıntılı beyanı alınıp, mağdur ...'nın aşamalarda değişen beyanları arasındaki açık aykırılığın neden kaynaklandığı belirlenip, giderildikten sonra her iki mağdur beyanı arasında herhangi bir tutarsızlık oluşur ise gereğinde bunun da usulüne uygun olarak giderilmesi sağlanıp ayrıca sanık ...'ın savunmasına göre de olay tarihinde ve saatinde Kocaeli Adliyesi 5. İcra denetimli serbestlik kapsamında çalışıp çalışmadığı ile şahıslar arasında geçmişe dayalı bir husumet bulunup bulunmadığı belirlendikten sonra sonucuna göre delillerin bir bütün hâlinde takdiri gerektiği düşünülmeden eksik tahkikat ile yetinilip yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulmasının kanuna aykırı olduğu,” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.12.2019 tarih ve 151280 sayı ile;
“Sanıkların atılı suçu işlediğine dair, babaannesi hastaneden döndükten sonra müşteki ve aynı zamanda olayın tek tanığı olan ...'ün anlatımından başka delil bulunmayan olayda, müşteki duruşma ifadesinde, olaydan emin olamadığını, parayı tanık ...'ün de almış olabileceğini söylediği, tanık ...'ün ise karakol ifadesinden sonra beyanlarını değiştirdiği ve ilk ifadesinin doğru olmadığı yolunda beyanlarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Olayın müştekisi ve tek görgü tanığı olan ...'ün aşamalardaki çelişkili beyanlarına rağmen 3 celse süren duruşmalarda hazır edilemediği ve dinlenemediği dosya kapsamından görülmekte, sanıklar ise atılı suçlamaları kabul etmemektedir. Sanık ... ayrıca denetimli serbestlik mükellefiyeti kapsamında Kocaeli Adliyesi 5.İcra Dairesinde suç gün ve saatine denk gelen zamanda dosya düzeltimi yaptığını savunmaktadır. Mahkemece yapılan yargılamada, tanık ...'ün beyanı alınmadan, sanıkların savunmaları araştırılmadan mahkûmiyet kararı tesis edilerek eksik inceleme ve araştırma yapılmıştır. Yüksek Daire'nin Sayın Üyesinin muhalefet şerhinde de ayrıntılı olarak belirtildiği gibi, sanıklara 10 yıl ve 6 yıl 8 ay hapis gibi yüksek cezaların tayin edildiği yargılamada gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek tesbiti konusunda azami çaba gösterilmesi olayın tek tanığı ...'nın mutlaka temin edilerek dinlenilmesi, sanık ...'in savunmasında geçen Kocaeli 5. İcra Dairesinde suç saatlerinde bulunup bulunmadığının belirlenmesinden sonra hukuki durumun takdir ve tayini gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 210/1. maddesinde belirtildiği gibi beyanları hükme esas alınan ve olayın tek tanığı konumundaki ...'nın beyanları arasındaki çelişki giderilmemiş ve duruşmada amir hükme rağmen dinlenememiştir.
Ayrıca suç tarihi itibariyle 18 yaşından küçük olan sanık ... hakkında sosyal inceleme raporu alınmamış ve alınmama gerekçesi de kararda gösterilmemiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.11.2018 tarihli kararında da açıkça belirtildiği gibi, 18 yaşından küçük olan sanık hakkında cezanın bireyselleştirilmesi müsessesesine etkisi de gözetilerek sosyal inceleme raporu alınmalı, alınmamış ise alınmama gerekçesi kararda gösterilmelidir.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 13.02.2020 tarih, 2331-546 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanıklara atılı nitelikli yağma suçunun sübutu bakımından eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığının,
2- 15-18 yaş grubu içerisinde olan sanık ... hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 35/1. maddesi uyarınca sosyal inceleme raporu alınmasının zorunlu olup olmadığının,
3- Yerel Mahkemece sosyal inceleme raporunun alınmaması hâlinde bunun gerekçesinin kararda gösterilmesinin gerekip gerekmediğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
30.05.2015 tarihinde mağdure ...'nin hastaneye gitmek üzere evden ayrıldığı, şikâyetçi ...'ün evde bulunduğu sırada mağdurenin torunu olan sanık ... ve onun arkadaşı olan sanık ...'in bu eve gelerek zile bastıkları, eve girmek istedikleri, şikâyetçinin kapıyı açmaması üzerine yangın merdivenlerinden çıkarak balkon camını kırıp evin içerisine girdikleri, şikâyetçiye bıçak göstererek 'Ninenin evde bulunan parasının yerini söyle, yoksa seni öldürürüz!' dedikleri, şikâyetçinin direncinin kırılması üzerine ev içerisinde arama yaparak televizyon dolabındaki 500 TL'yi aldıkları, evden çıkarken şikâyetçiye 'Polise gitme yoksa seni yakarız!' dedikleri iddiası ile kamu davaları açıldığı,
30.05.2015 tarihli ve 12.40 saatli olay yeri inceleme raporundan; söz konusu olayın iki katlı binanın dubleks olan ikinci katında meydana geldiği, evin çelik olan giriş kapısında zorlama izinin bulunmadığı, evin salon pvc balkon kapısının camının kırık olduğu, cam kırıklarının balkondaki çöp kovasına konulduğu, evin içinde herhangi bir karışıklığın veya dağınıklığın olmadığı, yapılan incelemede herhangi bir iz veya bulguya rastlanılmadığı,
19.06.2015 tarihli yakalama tutanağından; sanık ...’in 19.06.2015 tarihinde saat 11.00 sıralarında polis merkezindeki denetimli serbestlik dosyasına imza atmaya gelmesi üzerine yakalandığı, yapılan üst aramasında herhangi bir suç veya suç unsuruna rastlanılmadığı,
Yerel Mahkemece 24.02.2016 tarihli oturumda; adresi tespit edilemeyen şikâyetçi ...’ün dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verildiği,
Şikâyetçi ... tarafından Yerel Mahkemeye sunulan 04.03.2016 havale tarihli dilekçenin; “Ben yukarıda adresimi verdiğim yerde ikamet ederim. Ben bu yaşanan durum kapsamında daha önce Mahkemeye ifade vermiş bulunmaktayım. Ancak verdiğim ifademde o gün ki olayın sıcaklığı yeni yaşanmış olması, ifade verdiğim esnada üzerimde bulunan psikolojik baskı nedeniyle ifademi sağlıklı koşullarda veremedim. Bu eksik ve hatalı verdiğim ifademin düzeltilmesini istemekteyim.
... ve ... benim kuzenim olmaktadırlar. ... ve ... bana sürekli kötü şakalar yapmaktaydılar kendilerini çoğu kez ikaz etmeme rağmen bu duruma devam ettiler. Bir gün babaannemle birlikteyken bana yine kötü şaka yaptılar babaanemle karar verdik bizde onlara kötü şaka olsun ve akılları başlarına gelsin diye şikâyet ettim. Ancak bu durum kontrolden çıkarak farklı bir boyut almaya başladı ve bu duruma geldi ben olayın bu duruma gelebileceğini hiç tahmin bile etmedim çok pişmanım. Yapılan hatanın düzeltilmesini istiyorum. Sizin de anlayışınıza sığınarak ortadaki yanlışlığın düzeltilmesini talep ediyorum. Ben Mersinde Sevinç Evler Kız Öğrenci Yurdunda yaşadığımdan ve mahkemeden de haberim olmadığından mahkemeye katılıp bu durumları anlatamadım.” şeklinde olduğu,
Nüfus kayıt örneğine göre; sanık ...’nın suç tarihinde 15 yıl 6 ay 15 gün yaşında olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Şikâyetçi ... vekili huzurunda kollukta; babaannesi olan mağdure ... ile birlikte kaldıklarını, 30.05.2015 tarihinde saat 10.00 sıralarında mağdure ...’nin tedavi olmaya gitmek üzere evden ayrıldığını, 15 dakika sonra kapı zilinin çaldığını, pencereyi açıp kapıya baktığında amcasının oğlu olan sanık ... ve yakından akrabası olan sanık ...’in kapıyı açmasını söylediklerini, korktuğundan dolayı kapıyı açmadığını, bunun üzerine sanıkların yangın merdiveninden çıkarak balkon kapısının camını kırıp evin içerisine girdiklerini, daha sonra sanıkların ceplerinden bıçak çıkartıp kendisine göstererek “Ninenin evinde bulunan paraların yerini söyle, yoksa seni öldürürüz, seni kaçırırız!” dediklerini, kendisinin de evde para olmadığını söyleyerek korkup kenara çekildiğini, sanıkların ortalığı dağıtıp evin içerisinde para aramaya başladıklarını, salondaki televizyon komodininin çekmecesini açıp orada bulunan 500 TL’yi aldıklarını, daha sonra kendisini “Sakın polise gitme, yoksa seni yakarız, seni kaçırırız!” diyerek tehdit ettiklerini ve evden çıkıp gittiklerini, mağdure eve gelince olanları ona anlattığını, mağdurenin 30.05.2015 tarihinde kollukta ifade vererek şikâyetçi olduğunu, aynı gün saat 20.00 sıralarında evin yakınlarında bulunduğu sırada sanıkların yanına gelip “Polise gitmedin dimi? Gidersen seni öldürürüz!” dediklerini, sanık ...’in alt katlarında oturduğunu, sanık ...’in ise nerede ikamet ettiğini bilmediğini, darbedilmediği için rapor almak istemediğini,
Mağdure ... 30.05.2015 tarihinde kollukta; bir gün önce saat 10.00 sıralarında doktora gittiğini, evde torunu şikâyetçi ...’ün kaldığını, tedavi olduktan sonra saat 13.00 sıralarında tekrar eve döndüğünde balkon kapısının kırık olduğunu gördüğünü, içeriye girip şikâyetçiye kapının neden kırık olduğunu sorduğunda, sanıkların sandalye ile kapıyı kırarak içeri girdiklerini, evin salonundaki çekmecede bulunan 500 TL’yi alarak evden ayrıldıklarını söylediğini, daha sonra şikâyetçinin emniyeti aradığını, bunun üzerine olay yeri inceleme ekibinin gelerek gerekli incelemeleri yaptıklarını, şikâyetçi olduğunu,
Mahkemede; şikâyetçi ...’ün sanıkların eve girerek 500 TL’sini zorla aldıklarını anlatması üzerine sanıklar hakkında şikâyetçi olduğunu, sanıklar Sezer ve Tamer’in de torunları olduğunu, oğlu olan Doğan’ın başkası üzerine yazılması nedeniyle sanık ... ile soyadlarının farklı olduğunu, 500 TL’sini yerinde bulamadığını, bu parayı ...’ün mü yoksa sanıkların mı aldığını bilmediğini, şikâyetten sonra ...’ün, sanıkların kendisine bıçak çekmediklerini, korktuğu için bu şekilde beyanda bulunduğunu, bıçak çekme olayını uydurduğunu söylediğini, ...’e kızdığını ve onun da evden ayrıldığını, ...’ün nerede yaşadığını bilmediğini, anne ve babası ile birlikte ayrılıp gittiklerini, bu olaydan bir ay önce alt katta oturan kiracılarının oturdukları evin balkon kapısının camını kırdıklarını, sorduğunda çocukların kırdığını söylediklerini, sanıkların balkon kapısının camını kırmadıklarını, zararının karşılanmadığını, sanıklardan şikâyetçi olmadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; sabah kalktığında babaannesi olan mağdure ...’den para istediğini, onun ise parayı vermeyerek bağırdığını, kendisinin bir şey demediğini, mağdurenin kızı olan ...’yı kötülediği için mağdurenin ...’yı savunmaya başladığını, kendisi dışarı çıktığında da polisleri çağırdığını, yapmadığı eylemden dolayı hakkında şikayetçi olunduğunu, sanık ...’in olay sırasında orada olmadığını ve evin içerisinde herhangi bir arama yapmadığını, kimseyi tehdit etmediğini, kapıyı kırmadığını ve 500 TL çalmadığını, böyle bir olayın yaşanmadığını, suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini, şikâyetçi ... ile konuşmadığını,
Mahkemede; kasten yaralama suçundan tutuklu olduğunu, babaannesi olan mağdure ... ile birlikte yaşadıklarını, amcasının kızı olan şikâyetçi ...’ün de zaman zaman kendilerinde kaldığını, diğer sanık ...’in de amcasının oğlu olduğunu, sanık ... ile birlikte mağdurenin evine bıçakla girerek 500 TL’yi tehdit ile almadıklarını, ...’ün yalan söylemesi üzerine böyle bir davanın açıldığını, kapıyı da kırmadıklarını ve böyle bir olay yaşanmadığını, evin balkon kapısının kırık olmadığını,
Sanık ... müdafisi hazır bulunmaksızın kollukta; Karamürsel ilçesinde ikamet ettiğini, denetimli serbestlikten dolayı hafta içi adliyede dosya düzeltmesi yaptığını, mağdure ve şikâyetçi ile aralarında husumet bulunduğunu, bundan dolayı kendisine iftira attıklarını, diğer sanık ...’in amcasının yeğeni olduğunu, kendisine isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini, bahse konu olayın tamamen hayal ürünü olduğunu,
Mahkemede; eski beyanının doğru olduğunu, mağdure ve şikâyetçinin uzaktan akrabaları olduğunu, arkadaşı olan diğer sanık ... ile birlikte mağdurenin evine zorla girerek ...'e bıçak çekip parasını gasbetmediğini, söz konusu eyleme katılmadığını, Karamürsel’de oturduğunu ve bir restorantta çalıştığını, suç tarihinde denetimli serbestlik tedbiri kapsamında Kocaeli Adliyesi 5. İcra Müdürlüğünde görevlendirilmiş olduğunu, mağdure ve şikâyetçi ile aralarında husumet bulunduğunu, anne ve babasının bu kişilerle kavgalı olduğunu ve bu nedenle kendisine iftira attıklarını, diğer sanık ...'in mağdurenin evine girdiğini sonradan öğrendiğini, ancak görmediğini, suçlamaları kabul etmediğini, ...’ün duruşmaya gelerek doğruları anlatacağını söylediğini, ancak duruşmaya niçin gelmediğini bilmediğini,
Savunmuşlardır.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- Sanıklara atılı nitelikli yağma suçunun sübutu bakımından eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığı;
CMK’nın “Duruşmada okunmayacak belgeler” başlıklı 210. maddesi;
“1- Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.
2- Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi, duruşmada tanıklıktan çekindiğinde, önceki ifadesine ilişkin tutanak okunamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin gerekçesi ise;
“217’nci maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, delillerin hükmü verecek mahkeme huzurunda ortaya konulması, tartışılması ve irdelenmesi adil yargılama ilkesinin temel gereklerindendir. Bu itibarla, duruşmada sanık ve tanığın ifadesine ait tutanakların okunması ile yetinilmesi, ancak zorunlu hâllerde kabul olunabilir, 219’uncu maddede söz konusu hâllerde olduğu gibi. Madde, üç fıkra hâlinde tutanakların okunamayacağı hâlleri göstermektedir:
1. Olayın delili bir tanığın bilgi veya görgüsünden ibaret ise bu tanığın duruşmada dinlenmesi zorunludur.
2. Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi duruşmada çekinecek olursa, önceki ifadesini içeren tutanak okunamaz.
3. Sanığın tavır ve hareketine ilişkin açıklamaları içeren belgeler duruşmada dosyada yer alsa da, okunmaz” şeklindedir.
Doğrudanlık ilkesi, mahkemenin tanıklarla doğrudan doğruya ilişki kurup, aracı koymadan onları dinlemesini gerektirir. Delillerin hükmü verecek mahkeme huzurunda ortaya konulması tartışılması ve irdelenmesi, adil yargılanma ilkesinin temel gereklerindendir. Bu nedenlerle, duruşmada tanığın ifadesine ait tutanakların okunulmasıyla yetinilmesi, ancak zorunlu hâllerde olanaklıdır. Kural olarak hazırlık aşamasında alınan anlatımlara dayanılarak ve bunların okunulması ile yetinilerek hüküm kurulamaz. Ancak CMK’nın 211. maddesinde “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” başlığı altında bu duruma istisna haller düzenlenmiştir.
Olayın kanıtı bir tanığın bilgisinden ve görgüsünden ibaretse, bu tanığın duruşmada mutlaka dinlenmesi gerekir. Tanığın daha önce alınan ifadesinin okunulmasıyla yetinilemez. Bu şekilde AİHS 6/3-d maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının bir uzantısı olan iddia tanıklarına soru sorma hakkı ihlal edilmemiş olur (Ceza Muhakemesi Kanunu, Osman Yaşar, Ankara 2011, s. 2501).
Diğer taraftan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Olay günü saat 10.00 sıralarında mağdur ...’nin doktora gitmek üzere evden ayrıldığı, torunu şikâyetçi ...’ün ise evde kaldığı, bu sırada sanıkların eve gelerek zile basıp içeri girmek istedikleri, şikâyetçinin ise korkarak kapıyı açmadığı, bunun üzerine sanıkların yangın merdiveninden çıkarak balkon camını kırıp evin içerisine girdikleri, şikâyetçiye bıçak göstererek 'Ninenin evde bulunan parasının yerini söyle, yoksa seni öldürürüz!' dedikleri ve evin içerisini arayarak televizyon dolabındaki 500 TL'yi aldıkları, evden çıkarken şikâyetçiye 'Polise gitme, yoksa seni yakarız!' dedikleri iddiası ile kamu davası açılan olayda; mağdurenin söz konusu olayın 29.05.2015 tarihinde meydana geldiğini beyan etmesine ve bu tarihin dosyadaki diğer belgelerle de desteklenmesine rağmen şikâyetçinin olayın 30.05.2015 tarihinde gerçekleştiğine dair beyanda bulunması, ayrıca suç tarihinde yaşı küçük olan şikâyetçinin mahkemeye sunmuş olduğu 04.03.2016 havale tarihli dilekçe ile; ifadesini verdiği sırada olayın yeni yaşanmış olması ve üzerindeki psikolojik baskı nedeniyle eksik ve hatalı beyanda bulunduğunu, sanıkların kendisine kötü şakalar yaptığından dolayı kendisinin de şaka olsun ve akılları başlarına gelsin diye sanıklar hakkında şikâyetçi olduğunu ancak durumun kontrolden çıktığını, olayın bu hâle gelebileceğini tahmin etmediğini, pişman olduğunu ve yapılan hatanın düzeltilmesini istediğini belirtmesi, mağdure ...’nin; olayı bire bir görmeyip ...’ün anlatması üzerine sanıklar hakkında şikâyetçi olduğunu beyan etmesi, sanıkların da üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmemesi ve özellikle sanık ...’in; mağdure ve şikâyetçi ile aralarında husumet bulunduğunu ve suç tarihinde denetimli serbestlik tedbiri kapsamında Kocaeli Adliyesi 5. İcra Müdürlüğünde görevli olduğunu savunması ve sanığın denetimli serbestlik tedbiri kapsamında Emniyet Müdürlüğüne imza atmaya gelmesi üzerine yakalanması hususları göz önünde bulundurulduğunda; olayın tek tanığı konumunda olan şikayetçinin, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması açısından soruşturma aşamasındaki vermiş olduğu ifadesinin okunulmasıyla yetinilmeyerek CMK'nın 210/1. maddesi uyarınca duruşmada bizzat dinlenmesi, ayrıca sanık ...’in suç tarihinde ve saatinde denetimli serbestlik tedbiri kapsamında Kocaeli Adliyesi 5. İcra Müdürlüğünde görevli olup olmadığının araştırılması ve bunların sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesi gerekirken, eksik araştırmayla hükümler kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, bu uyuşmazlık yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne verilmelidir.
2- 15-18 yaş grubu içerisinde olan sanık ... hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 35/1. maddesi uyarınca sosyal inceleme raporu alınmasının zorunlu olup olmadığı;
Anayasa'nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle, uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20.11.1989 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 27.01.1995 tarihli ve 22184 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi'nin 40/1. maddesinde: 'Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını ihlâl ettiği iddia edilen ve bu nedenle itham edilen ya da ihlâl ettiği kabul edilen her çocuğun; çocuğun yaşı ve yeniden topluma kazandırılmasının ve toplumda yapıcı rol üstlenmesinin arzu edilir olduğu hususları gözönünde bulundurularak, taşıdığı saygınlık ve değer duygusunu geliştirecek ve başkalarının da insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duymasını pekiştirecek nitelikte muamele görme hakkını kabul ederler.' hükmüne yer verilmiş, aynı maddenin üçüncü fıkrasında 'Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını ihlâl ettiği iddiası ileri sürülen, bununla itham edilen ya da ihlâl ettiği kabul olunan çocuk bakımından, yalnızca ona uygulanabilir yasaların, usullerin, onunla ilgili makam ve kuruluşların oluşturulmasını teşvik edecek ve özellikle şu konularda çaba göstereceklerdir:
a. Ceza Yasasını ihlâl konusunda asgari bir yaş sınırı belirleyerek, bu yaş sınırının altındaki çocuğun ceza ehliyetinin olmadığının kabulü;
b. Uygun bulunduğu ve istenilir olduğu takdirde, insan hakları ve yasal güvencelere tam saygı gösterilmesi koşulu ile bu tür çocuklar için adli kovuşturma olmaksızın önlemlerin alınması.' dördüncü fıkrasında ise; 'Koruma tedbiri, yönlendirme ve gözetim kararları, danışmanlık, şartlı salıverme, bakım için yerleştirme, eğitim ve meslek öğretme programları ve diğer kurumsal bakım seçenekleri gibi çeşitli düzenlemelerin uygulanmasında, çocuklara durumları ve suçları ile orantılı ve kendi esenliklerine olacak biçimde muamele edilmesi sağlanacaktır.' düzenlemesine yer verilmiştir. Türk Ceza Hukuku mevzuatı incelendiğinde de gerek maddi ceza hukuku, gerek yargılama hukuku, gerekse infaz hukuku bakımından çocuklar için yetişkinlerden farklı müesseseler getirildiği görülmektedir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenebilmesi için “Sosyal inceleme, sosyal inceleme raporu” ve TCK'nın 31. maddesinde düzenlenen “Yaş küçüklüğü” ile “Çocuk” kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
Ceza hukukunun konusunu oluşturan kusur, fail hakkında yapılan kişisel kınama yargısını ifade etmektedir. Kınamanın sebebi ise failin norma uygun davranabilecek ve hukuka uygun hareket edebilecek durumda olmasına rağmen hukuka aykırı davranışı tercih etmesi ve hukukun kendisinden talep ettiği şekilde davranmamasıdır (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, Seçkin, Ankara, 2008, s. 289; ..., Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, Adalet, 2016, s. 480-481).
Bir kimsenin işlediği fiilden dolayı kınanabilmesi, yani o kişinin kusurlu olduğundan söz edilebilmesi için öncelikle, o kişinin fiili işlediği sırada kusur yeteneğine sahip olması gerekmektedir. Türk Ceza Kanunu'nda kusur yeteneğinin ne olduğu hususunda bir tanımlama mevcut olmasa da 31 ve 32. maddeler gözetildiğinde kusur yeteneğinin, kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ile davranışlarını yönlendirme kabiliyetinden oluştuğu kabul edilmelidir (Koca - Üzülmez, s. 291; Akbulut, s. 484-485.).
TCK'da ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler başlığı altında düzenlenen ve kusurluluğu etkileyen hâllerden biri olarak öngörülen yaş küçüklüğü aynı Kanun'un 31. maddesinde:
“(1) Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
(2) Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on iki yıldan on beş yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan on bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası yedi yıldan fazla olamaz.
(3) Fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on sekiz yıldan yirmi dört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası on iki yıldan fazla olamaz” şeklinde düzenlenmiş,
Madde gerekçesinin fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış olan sanıklarla ilgili bölümünde; “Bu grup yaş küçüklerinin ceza sorumluluğunun olup olmadığı, çocuk hakimi tarafından tespit edilir. Ancak, bu belirlemeden önce, yaş küçüğünün içinde bulunduğu aile koşulları, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında uzman kişilerce rapor hazırlanması istenir. Çocuk hakimi, hazırlanan bu raporları, ceza sorumluluğunun belirlenmesiyle ilgili olarak yapacağı değerlendirmede dikkate alır.”
On beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan sanıklarla ilgili olarak da; “Fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmuş ve fakat henüz on sekiz yaşını tamamlamamış gençler, normal koşullarda, gerçekleştirdikleri davranışların hukukî anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğine sahip olmakla birlikte; bu kişilerin, davranışlarını yönlendirme yetenekleri yeterince gelişmemiş olabilmektedir. Bu nedenle, suç yoluna girmiş olan gençlerin, işledikleri suçlar bağlamında irade yeteneğinin zayıf olduğu normatif olarak kabul edilmiştir. Azalmış kusur yeteneğine sahip bulunan gençler hakkında kural olarak indirilmiş cezaya hükmedilir.” açıklamalarına yer verilmiştir.
TCK'nın 31. maddesi ile yaş küçüklüğünün ceza sorumluluğuna etkisi, fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmamış, on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış ve on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan sanıklar olmak üzere üç farklı grup içerisinde ele alınmıştır.
Uyuşmazlık konusu itibarıyla fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluğu üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.
Fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan çocukların kural olarak kusur yeteneğine sahip oldukları, yani ceza sorumluluklarının bulunduğu kabul edilir. Bu yaş grubundaki çocukların suçun anlam ve sonuçlarını kavrayamadıkları iddiası, tam ve kısmi akıl hastalığına ilişkin hükümler çerçevesinde değerlendirilir. Fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmuş ve fakat henüz on sekiz yaşını tamamlamamış çocuklar, normal koşullarda, gerçekleştirdikleri davranışların hukukî anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğine sahip olmakla birlikte; bu kişilerin, davranışlarını yönlendirme yetenekleri yeterince gelişmemiş olabilmektedir. Bu nedenle, bu yaş grubunda suç yoluna girmiş olan çocukların, işledikleri suçlar bağlamında irade yeteneğinin zayıf olduğu normatif olarak kabul edilmiştir. Azalmış kusur yeteneğine sahip bulunan bu çocuklar hakkında kural olarak indirilmiş cezaya hükmedilir.
5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun (ÇKK) “Sosyal İnceleme” başlığını taşıyan 35. maddesi;
“(1) Bu Kanun kapsamındaki çocuklar hakkında mahkemeler, çocuk hâkimleri veya Cumhuriyet savcılarınca gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren inceleme yaptırılır. Sosyal inceleme raporu, çocuğun, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından takdirinde göz önünde bulundurulur.
(2) Derhâl tedbir alınmasını gerektiren durumlarda sosyal inceleme daha sonra da yaptırılabilir.
(3) Mahkeme veya çocuk hâkimi tarafından çocuk hakkında sosyal inceleme yaptırılmaması hâlinde, gerekçesi kararda gösterilir”;
Çocuk Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usûl ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (ÇKKY) 20. maddesi;
“(1) Kanun kapsamındaki çocuklar hakkında mahkemeler, çocuk hâkimleri veya Cumhuriyet savcılarınca gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren inceleme yaptırılabilir. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında çocuğun, veli veya vasisi ya da müdafi veya bu kimselerin avukatları da mahkeme veya çocuk hâkimine müracaat ederek çocuk hakkında sosyal inceleme yapılmasını talep edebilirler.
(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını bitirmiş onbeş yaşını doldurmamış bulunan çocuklar ile onbeş yaşını doldurmuş ancak onsekiz yaşını doldurmamış sağır ve dilsizlerin işledikleri fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığının takdiri bakımından sosyal inceleme yaptırılması zorunludur.
(3) Fiili işlediği sırada oniki yaşını bitirmiş onbeş yaşını doldurmamış bulunan çocuklar ile onbeş yaşını doldurmuş ancak onsekiz yaşını doldurmamış sağır ve dilsizlerin işledikleri fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığını takdir yetkisi münhasıran mahkemeye aittir. Sosyal incelemeyi yapan bilirkişi, çocuğun içinde bulunduğu aile ortamı, sosyal çevre koşulları, gördüğü eğitim, fiziksel ve ruhsal gelişimi hakkında bir rapor düzenler. Hâkim, bu yaş grubuna giren çocuğun kusur yeteneğinin olup olmadığını takdir ederken, görevlendirdiği bilirkişinin hazırlamış bulunduğu raporda yer verilen gözlem, tespit ve değerlendirmeleri göz önünde bulundurur.
(4) İkinci ve üçüncü fıkralardaki hâllerde, hâkim veya mahkeme, sosyal inceleme raporu ile birlikte çocuğun işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin belirlenebilmesi amacıyla adlî tıp uzmanı, psikiyatrist ya da zorunluluk hâlinde uzman hekimden görüş alır...” ;
Aynı Yönetmelik'in 21. maddesi ise,
'...
(2) Raporda çocuğun işlediği fiille ilgili olarak hukukî anlam ve sonuçları kavrayabilme ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığı hakkında sonuç değerlendirmesinde bulunulmaz.
(3) Sosyal inceleme raporu, suça sürüklenmiş çocuğun, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından takdirinde göz önünde bulundurulur” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre; TCK'nın 31. maddesinin gerekçesi ve ÇKK'nın 35 ile ÇKKY'nin 20/3 ve 21/3. maddelerinde belirtildiği üzere kusur yeteneğinin var olup olmadığı mahkeme veya hâkim tarafından tespit edilecektir. Bu tespit yapılırken ÇKKY'nin 20/4. maddesi uyarınca mahkeme veya hâkim, bu yaş grubu bakımından zorunlu olarak alınması gereken suça sürüklenen çocuğun aile koşulları, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında uzman kişilerce düzenlenen sosyal inceleme raporu ile suça sürüklenen çocuğun işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği hakkında adlî tıp uzmanı, psikiyatrist ya da zorunluluk hâlinde uzman hekim tarafından düzenlenen bilirkişi raporundaki gözlem, tespit ve değerlendirmeleri göz önünde bulundurarak, raporlarla bağlayıcı olmaksızın, her delil gibi bunları da serbestçe değerlendirip suça sürüklenen çocuğun kusur yeteneğinin olup olmadığını takdir edecektir.
5395 sayılı Kanun'un 35. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Bu Kanun kapsamındaki çocuklar hakkında mahkemeler, çocuk hâkimleri veya Cumhuriyet savcılarınca gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren inceleme yaptırılır...” hükmü getirilmiştir. Söz konusu Kanun'un 3/1-a maddesine ve adı geçen Yönetmelik'in 4/1-a maddesine göre de çocuklar daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanmıştır. Bu durumda 15-18 yaş aralığındaki çocuklar için sosyal inceleme raporu alınmasının ceza yargılaması bakımından gerekli olup olmadığı yargılamayı yapan hâkim tarafından değerlendirilmelidir. Doktrinde de 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 35. maddesi gereğince alınacak sosyal inceleme raporunun 15-18 yaş arasındakiler için cezaların bireyselleştirilmesinde, seçenek yaptırımların tercihinde, takdiri indirim nedenlerinden yararlandırılmalarında, kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesinde, hapis cezasının ertelenmesinde, kamu davasının açılmasının ertelenmesinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında gözönünde bulundurulacağı belirtilmektedir (Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş ve Güncellenmiş, 13. Bası, s. 403, Ankara 2017.). Bununla birlikte Kanun ve Yönetmelik hükümleri irdelendiğinde bu incelemenin yaptırılmasının ihtiyaten kabul edildiği, zorunlu olduğuna dair herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı, Yargıtay Ceza Dairelerinin uygulamalarının da bu yönde olduğu bilinmektedir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kanun koyucu tarafından 15-18 yaş grubundaki sanığın kusur yeteneğinin bulunduğu, ancak irade yeteneğinin zayıf olduğunun kural olarak kabul edildiği, sanığın davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeteri kadar gelişmiş olup olmadığının takdir yetkisinin hâkime ait olduğu, hakîmin resen ya da sanığın velisi, vasisi ya da müdafisinin talebini değerlendirerek bu kararı verebileceği ve 15-18 yaş grubundaki çocuklar bakımından sosyal inceleme yaptırılmasının zorunlu olduğuna dair herhangi bir yasal düzenlemenin bulunmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde; suç tarihinde 15 yıl 6 ay 15 gün yaşında olan sanık hakkında sosyal inceleme yaptırılmasının zorunlu olmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, bu uyuşmazlık yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
3- Yerel Mahkemece sosyal inceleme raporunun alınmaması hâlinde bunun gerekçesinin kararda gösterilmesinin gerekip gerekmediği;
TCK'nın 6/1-b ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 35. maddelerinde genel olarak çocuk kavramından bahsedilmiş olup, yaş aralıklarına göre herhangi bir ayrım yapılmaksızın henüz on sekiz yaşını doldurmamış olan herkes çocuk olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla ilgili hükmü 5237 sayılı TCK'nın 31. maddesi ile bahsi geçen Yönetmelik'in 20 ve 21. maddeleriyle birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Daha önce yapılan açıklamalardan da anlaşıldığı üzere 12-15 yaş aralığındaki çocuklar için sosyal inceleme raporu alınması zorunlu olduğuna göre mahkemenin bu yaş gurubu için rapor almama gerekçesini kararında göstermesinin gerekmediği, 5395 sayılı Kanun'un 35/3. maddesindeki sosyal inceleme yaptırılmaması hâlinde gerekçe gösterme şartının 15-18 yaş aralığındaki çocuklar için getirildiği açıktır. Kaldı ki; bu gruptaki çocuklar için cezaların belirlenmesi ve şahsileştirilmesinde, seçenek yaptırımlara çevrilmesinde, erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında kararın gerekçelendirilmesi sırasında çocuğun doğumundan başlayarak geçirdiği gelişim aşamalarının, fiziksel, zihinsel, duygusal sosyal ve moral gelişim özelliklerinin; ailesinin, toplumsal, ekonomik ve kültürel durumunun, okul ve iş ortamı ile boş zamanlarını geçirdiği çevre gibi söz konusu Yönetmelik'in 21. maddesinde sayılan hususların hâkim tarafından göz önünde bulundurulup bulundurulmadığının Yargıtay denetimine izin verecek şekilde kararda tartışılması bir zorunluluktur.
Gelinen bu noktada mahkeme kararlarının 'gerekçe' bölümü üzerinde durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK'nın 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, bunun nitelendirmesinin yapılması ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkan sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış birçok kararında da bahsedildiği üzere; kararın 'sonuç (hüküm)' kısmında CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca aynı Kanun'un 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu, TCK’nın 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan ceza miktarı, yine aynı Kanun'un 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına ya da tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul ya da reddine ait dayanaklar açıkça gösterilmelidir.
Bu noktada irdelenmesi gereken hususlarından birisi de Yargıtay Ceza Dairelerinin farklı uygulamaları gözetildiğinde sanığın yargılama ya da temyiz incelemesi aşamasında 18 yaşını doldurmuş olması hâlinde geriye dönük olarak suç tarihindeki sosyal ve psikolojik durumunun tespitinin mümkün olup olmadığıdır. Meselenin çözümü teknik bilgiyi gerektirdiği kadar sanığın şahsından kaynaklanan özel koşullarla da ilgilidir. Bu koşullar ilgili Yönetmelik'in 21. maddesinde objektif ölçütlere bağlanmış olup Yerel Mahkemenin sanığın suç tarihi itibarıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunup bulunmadığını her zaman tespit ettirip sonucuna göre hüküm kurması mümkündür.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
15-18 yaş grubundaki sanık hakkında hükmolunacak cezanın belirlenmesinde yetişkinlerden farklı değerlendirilme yapılması hem ülkemizce kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin, hem de Türk Ceza Kanunu'nun bir gereği olup Çocuk Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usûl ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in 21. maddesinde somutlaşan bu kriterlerin ve çocuğun içerisinde bulunduğu özel şartların, hükmolunan temel cezanın belirlenmesi ve kişiselleştirilmesinde gözetilip gözetilmediğinin denetimi bakımından sosyal inceleme yaptırılmama gerekçesinin kararda gösterilmesinin zorunlu olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, bu uyuşmazlık yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne verilmelidir.
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; Yerel Mahkemece sosyal inceleme yaptırılmama gerekçesinin kararda gösterilmesinin zorunlu olmadığı düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Basavcılığı itirazının,
a- 15-18 yaş grubu içerisinde olan sanık ... hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 35/1. maddesi uyarınca sosyal inceleme raporu alınmasının zorunlu olduğu hususu yönünden REDDİNE,
b- Sanıklara atılı nitelikli yağma suçunun sübutu bakımından eksik araştırmayla hüküm kurulduğu hususu yönünden KABULÜNE,
c- Yerel Mahkemece sosyal inceleme raporunun alınmaması hâlinde bunun gerekçesinin kararda gösterilmesinin gerektiği hususu yönünden KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 21.11.2019 tarihli ve 1204-5733 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2016 tarihli ve 369-94 sayılı mahkûmiyet hükümlerinin;
a- Sanıklar hakkında suçun sübutu bakımından eksik araştırmayla mahkumiyet hükümleri kurulması,
b- Sanık ... yönünden ayrıca sanık hakkında sosyal inceleme raporu alınması zorunlu olmamakla birlikte sosyal inceleme yaptırılmama gerekçesinin kararda gösterilmemesi,
İsabetsizliklerinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.12.2021 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve ikinci uyuşmazlık konuları yönünden oy birliğiyle, üçüncü uyuşmazlık konusu yönünden oy çokluğuyla karar verildi.