Hukuk Genel Kurulu 2019/374 E. , 2022/106 K.
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “ziynet alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili boşanma talebini de içeren ve ziynet talepleri yönünden tefrik edilen dava dilekçesinde; düğünde takılan altınların borçlarını kapatmak için geri verilmek kaydı ile davalı tarafından bozdurulduğunu, davalının altınların 7.000TL'lik kısmı ile silah aldığını, geri kalanın ise davalının kredi kartı borçlarının ödenmesi amacıyla harcandığını belirterek 30.000TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı vekili; davacının annesine verilen ziynetlerin davacıların tanıdığı bir kuyumcuda muhafaza edildiğini, daha sonra davacının ve annesinin borçlarının ödenmesi için bozdurulduğunu, ziynetlerle silah ve araç alınmadığını, altınlar üzerinde hiçbir tasarrufunun olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Ankara 2. Aile Mahkemesinin 13.07.2016 tarihli ve 2015/761 E., 2016/690 K. sayılı kararı ile; dosya kapsamından, davacıya ait takıların evlendikten sonra davacının tanıdığı bir kuyumcuya emaneten bırakıldığının, davacının ortak ihtiyaçları nedeniyle yaptığı harcamalardan kaynaklanan kredi kartı borçları için davacının annesi tarafından ihtiyaca binaen peyderpey bozdurulup davacının belirtilen borçlarının ödenmesinde kullanıldığının, yine davacıya ait bileziklerin bozdurularak davalının kendisine silah aldığının anlaşıldığı, bilirkişi raporuna göre davacıya düğünde 15 adet 13.950TL değerinde bilezik, 100 adet 16.275TL değerinde çeyrek altın takıldığı, toplam bedelin 30.225TL, talebin ise 30.000TL olduğu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 26. maddesi uyarınca taleple bağlılık ilkesi gereğince karar verilmesi gerektiği, davalının bu takıları bir daha geri verilmemek üzere aldığına ya da hibe edildiğine dair iddia ve ispatının olmadığı, ayrıca 13.07.2016 tarihli oturumda davacı tarafa iddialarıyla ilgili yemin teklif etmeyeceklerini belirttikleri gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 16.05.2018 tarihli ve 2016/18094 E., 2018/5335 K. sayılı kararı ile ;
“…Anayasanın 141'nci maddesi uyarınca, yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerekir. Taraflara hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukukî varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur.
HMK.'nun 388 maddesinde belirtilen hükmün açık ve net olması gerekliliğinin yanı sıra gerekçe de anlaşılabilir, yeterli ve denetlenebilir olmalıdır. Gerekçe ile hüküm arasında sonuca etkili uygunsuzluklar bulunmamalıdır. 10.04.1992 gün 1991/7 Esas 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca kısa karar ile gerekçeli kararın çelişik bulunması hâli bozma nedeni oluşturmaktadır. Hüküm, gerekçeyle bütünlük arz eder.
Mahkemece gerekçede, davacıya ait takıların evlendikten sonra davacının tanıdığı bir kuyumcuya emaneten bırakıldığı, perderpey ihtiyaca binaen davacının ortak ihtiyaçları nedeni ile yaptığı harcamalardan kaynaklanan kredi kartı borçları için davacının annesi tarafından bozdurulup davacının belirtilen borçlarının ödenmesinde kullanıldığı belirtilmesine rağmen gerekçe ile çelişki oluşturacak şekilde davanın tümü yönünden kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.
O hâlde, mahkemece bozdurulan altınlardan davacının harcadığı miktarın belirlenerek sonuca göre davacının harcadığı kısım yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken gerekçe ile çelişki oluşturacak şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Ankara 2. Aile Mahkemesinin 26.02.2019 tarihli ve 2018/1180 E., 2019/138 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, davacıya ait takıların evlendikten sonra davacının tanıdığı bir kuyumcuya emaneten bırakıldığı, ziynetlerin daha sonra davacıya ya da davacının kişisel borçlarına değil, evlilik birliğinin ortak ihtiyaçlarını karşılamak ve borçları ödemek için ayrıca davalıya silah alımı için peyderpey kullanıldığı, ziynetlerin davacının rızası ile bozdurulmasının sonuca etkili bulunmadığı, zira davalının bu takıları bir daha istenmemek veya geri verilmemek üzere verildiğine ya da hibe edildiğine dair iddia ve ispatının olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu altınların tümünün evlilik birliğinin ortak ihtiyaçlarının karşılanması ve davalıya silah alınması için mi yoksa bir kısmının davacının harcamaları için mi bozdurulduğu, buradan varılacak sonuca göre davacının harcamaları belirlenerek sonucuna göre bu kısım yönünden davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce Mahkemece verilen kararda hükümle gerekçe arasında çelişki olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
13. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm 'Türk Milleti Adına' verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebepleri
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
14. Anılan düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.
15. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi görür. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukukî esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukukî niteliğini (hukukî sebepleri) kendiliğinden araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
16. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 472).
17. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesi gereğince mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
18. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
19. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur. Aksi hâlde, kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde zahiri gerekçe (görünürde gerekçe) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.
20. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 08.07.2020 tarihli ve 2017/4-1445 E., 2020/552 K.; 06.10.2020 tarihli ve 2017/3-1514 E., 2020/730 K.; 21.09.2021 tarihli ve 2017/3-3097 E., 2021/1050 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
21. 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
22. Mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
23. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukukî ihtilâflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
24. Ayrıca, direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün son kararlardan olup mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
25. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur. Mahkeme, bozma nedenlerinden her birine, hangi sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymalıdır.
26. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
27. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
28. Ayrıca Yargıtayca bozulan mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukukî geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
29. Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, HMK’nın 298. maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
30. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
31. İşte bu gibi hâllerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukukî varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasa’nın 141. maddesi ile HMK'nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.4.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı kararı).
32. Yukarıda da açıklandığı üzere, ilamın tefhim edilen kısa karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294 ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.
33. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, her ne kadar Özel Dairece gerekçe ile hüküm arasında çelişki bulunduğundan bahisle karar bozulmuş ise de, mahkemenin vermiş olduğu ilk kararın gerekçesinde belirttiği “davacının ortak ihtiyaçları nedeniyle yaptığı harcamalardan kaynaklanan kredi kartı borçları için davacının annesi tarafından bozdurulup davacının belirtilen borçlarının ödenmesinde kullanıldığı” ifadesinden, direnme kararında da açıklandığı üzere davacının kişisel borçlarının değil, evlilik birliğinin ortak ihtiyaçlarının kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının özel ihtiyaçları için yapılan harcamalardan bahsedilmediğinden, davanın tam kabulü yönünde hüküm tesisinde gerekçe ve hüküm arasında çelişki bulunmamaktadır.
34. Hâl böyle olunca, bu yöne ilişkin verilen direnme kararı haklı ve yerindedir.
35. Ne var ki, bozma nedenine göre davanın esası hakkında inceleme yapılmadığı anlaşıldığından bu yön incelenmek üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olup davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince kararın taraflara tebliğine ilişkin işlemlerin yerine getirilmesine, karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 3. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.02.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.