12. Ceza Dairesi 2013/12189 E. , 2014/5841 K.
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle Yaralama
Hüküm : TCK'nın 89/4 maddeleri gereğince mahkumiyet.
Taksirle yaralama suçundan sanığın mahkümiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının onama istekli tebliğnamesiyle gönderilen dosya incelenerek gereği düşünüldü;
765 sayılı TCK’nın 45. maddesinde, cürümlerde kastın aranacağı kuralına yer verildikten sonra, bu kuralın istisnası olarak “failin bir şeyi yapmasının veya yapmamasının neticesi olan bir fiilden dolayı kanunun o fiile ceza tertip ettiği ahval müstesnadır.” hükmüyle, kast olmaksızın da bir kimsenin taksirli davranışı nedeniyle cezalandırılabileceği kabul edilmiş, ancak, taksir tanımlanmamış, bazı hükümlerinde “tedbirsizlik”, “dikkatsizlik”, “meslek ve sanatta acemilik”, “nizamat ve evamir ve talimatlara riayetsizlik” şeklinde taksir kalıplarına yer verilmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 21. maddesinin 1. fıkrasında da, suçun oluşmasının kasta bağlı olduğu belirtildikten sonra, 22. maddenin 1. fıkrasında taksirle işlenen fiillerin kanunda açıkça belirtildiği hallerde cezalandırılacağı hükmüne yer verilmiş, 2. fıkrasında ise taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.
Görüldüğü gibi, taksir, istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemleri alması ve bazı davranış kurallarına uyması zorunlu olup, bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Taksir sonuçta bir haksızlık biçimidir, taksirli suçun haksızlık unsurunu, dikkat ve özen yükümlüğünün ihlali oluşturmaktadır, ancak, sadece objektif özen yükümlülüğüne aykırı bir davranışın varlığı taksirden dolayı cezalandırılmayı gerektirmez, buna bağlı olarak bir sonucun ortaya çıkması, ortaya çıkan bu sonucun da, fail tarafından öngörülmemiş olsa bile öngörülebilir nitelikle olması gerekmektedir.
Fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak varolan dikkat, özen yükümlüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmasına rağmen, objektif özen yükümlülüğüne aykırı davranmaması nedeniyle öngörmediği bir neticenin meydana gelmesine neden olmalı, hareket ile sonuç arasında nedensellik bağı bulunmalı, failin hareketinden bağımsız bir etken sonuca tek başına neden olmamalı, başka bir anlatımla hareket ile sonuç arasındaki nedensellik bağı kesilmemelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202; 13.12.1993 gün ve 221-317 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında ve öğretide vurgulandığı gibi failin taksirden dolayı cezalandırılabilmesi için;
Taksirin cezalandırılacağı konusunda kanunda bir hüküm,
Dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi,
Hareketin bilerek ve istenerek yapılması,
Sonucun (neticenin) öngörülebilir olması,
Failin neticeyi istememiş olması,
Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağı bulunması,
Şartlarının bir arada bulunması gerekmektedir.
Taksirle ilgili bu genel açıklamalardan sonra, taksirle yaralama ve bu kapsamda yayaların hangi şartlarda sorumlu olabileceğine gelince;
Taksirli yaralama suçları gerek 765, gerekse 5237 sayılı TCK’da açıkça düzenlenip, yaptırıma bağlanmıştır. Fail yaya dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, geçmemesi gereken bir yerden geçmiştir. Failin bu davranışı hem ortak tecrübe kurallarına hem de, pozitif hukuk kurallarına aykırıdır. Zira fail yoldan karşıdan karşıya geçerken, Trafik Yasasının 68 ve Yönetmeliğin 138. maddelerine açıkça aykırı davranmıştır. Fail hareketini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmiştir. Yola başkası tarafından itilmiş veya yola çıkmak için zorlanmış değildir. Akan bir trafiğe yayanın kendisini atması halinde, bu hareketin trafikte tehlike veya zararlı bir sonuca yol açacağı, makul orta zekâdaki her insan tarafından kabul edilebilecek bir durumdur. Şüphesiz ki doğan sonuç fail tarafından istenmiş veya kabullenmiş değildir, zaten istenmiş veya kabullenmiş olsaydı, taksirden dolayı değil kasten sorumluluğu söz konusu olacaktı. Yayanın hareketi ile doğan sonuç arasında da illiyet bağı bulunmakta, dolayısıyla failin taksirli suçtan cezalandırılması için yasanın aradığı tüm koşullar gerçekleşmiştir.
Ancak burada, taksirli davranışta bulunanın bu davranışı nedeniyle yalnızca kendisinin zarar görmesi hali ile somut olaydaki durum karıştırılmamalıdır. Yerleşik uygulamada, yayalar hakkında davanın açılmaması, fiilin sonucunda yayaların kendilerinin zarar görmesinden kaynaklanmaktadır, yoksa yasada yayaların bu suçun faili olamayacağında veya yayanın davranışlarının taksiri oluşturmayacağından değildir. Zira mevcut yasamızda, taksirli suçlarda faillik açısından hiçbir sınırlama bulunmamaktadır. Elbette kişi intihar etmek için yola atlar ve sonuç gerçekleşirse, meydana gelen sonuçtan yalnızca kendisi zarar gördüğünden bu eylemden dolayı cezalandırılamayacaktır. Peki, bu eylemden, yaya değil de, başkaları zarar görürse yine de yayanın cezalandırılamayacağını söyleyebilecek miyiz? Kaldı ki, taksirli suçlardan cezalandırılabilmek için mutlaka sürücü olmaya da gerek bulunmamaktadır. Aracını yol kenarına usulsüz bırakıp da giden kişi bu eyleminden zararlı bir sonuç doğduğunda cezalandırılmamakta mıdır? Sürüyü yoldan geçiren çoban, bu eylemi nedeniyle bir zarara yol açmışsa cezalandırılmamakta mıdır?
Karayolları Trafik Kanununun 3. maddesi ile “Trafik” kavramının yayaların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleriyle açıklandığı, sanığın kusurunun tespitinde bu kanunun belirleyici olduğu ve ceza kanunlarının sadece araç-alet kullananları değil “kusuru” cezalandırdığı da dikkate alındığında sanığın eyleminin karşılıksız kalması da yasa koyucunun amacına ve toplumsal adalete aykırı düşecektir.
Nitekim öğretide de Doç. Dr. İ. Üzülmez, Vücut Dokunulmazlığına karşı işlenen suçlar isimli eserinde “Trafiğin işleyişini düzenlemek için konulmuş olan hukuk kurallarının muhatabı, sadece motorlu taşıt kullanıcıları değildir. Yayalar da bu kuralların muhatabıdırlar. Dolayısıyla motorlu taşıt kullanıcıları trafik düzeninin işleyişi bakımından kendileri açısından öngörülen kurallara uymak, yayalar da kendileri için öngörülen kurallara uymakla yükümlüdürler. Bu yükümlülük ihlal edilerek bir suçun kanuni tarifindeki unsurların gerçekleşmesine yol açılması halinde ise, bu ihlali gerçekleştiren kişi sübjektif durumuna göre gerçekleştirmiş olduğu suçtan dolayı sorumlu tutulacaktır.
Yaya olan sanığın, yola kontrolsüz bir şekilde aniden çıkması halinde, normal güzergahında seyreden bir sürücünün kendisine çarpıp yaralanmasına veya ölmesine neden olabileceğini veya kendisine çarpmamak için ani manevra yaparak kaza yapabileceğini ve neticede ölebileceğini veya yaralanabileceğini öngörmesi gerekmektedir. Dolayısıyla kendisinden beklenen özen yükümlülüğüne aykırı davranarak kazaya sebebiyet verdiği hallerde taksirinden dolayı sorumluluğu yoluna gidilecektir.” (sy. 103-104)
Yine öğretide, Prof. Dr. Veli Özer Özbek vd. Ceza Hukuku Genel Hükümler isimli eserlerinde; …sürücüler gibi yayaların da trafiği tehlikeye düşürecek şekilde hareket etmeleri mümkündür. Buna aykırı hareket, özen yükümlülüğünün ihlali niteliğini taşır. Bu nedenle trafiği tehlikeye düşürecek şekilde taşıt yoluna çıkan yayanın bir trafik kazasına yol açabileceğini öngörmek gerekir. Bu durumda kusurlu olarak karayoluna çıkan yayaya çarpmamak amacıyla direksiyonu kıran sürücünün ileride bulunan ağaca çarparak ölmesi durumunda yaya taksirle ölüme sebebiyet vermekten sorumlu tutulmalıdır. (Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe;Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Bası, sh. 800)
Prof. Hakan Hakeri de benzer şekilde ; “…. bir arabanın önüne bir insanın kendisini atması sonucu kaza meydana gelmesi öngörülebilir bir neticedir. Somut olayda intihar teşebbüsünde bulunan kişinin bunu öngörmüş olup olmamasının bu bakımdan bir önemi bulunmamaktadır. (Ceza Hukuku Genel Hükümler 16. Baskı, sh. 232)
Şeklinde yayaların hangi şartlarda taksirli suçlardan sorumlu olacaklarını belirtmişlerdir.
Bu açıklamalar kapsamında somut olay değerlendirildiğinde;
26.10.2011 günü, saat 03.15 sıralarında şikayetçi sürücü ...’ın yönetimindeki otomobili ile seyretmekte iken, beton bariyer ve demir korkuluklarla yaya geçişine kapalı olan yola aniden giren 120 promil alkollü sanığa çarpmamak için sola yönelmesi ve direksiyon hakimiyetini kaybederek orta refüje çarpması sonucu, araç sürücüsü ve yanındaki yolcunun yaralanması ile sonuçlanan olayda, yaralanma ile yaya sanığın fiili arasında illiyet bağı bulunduğu, meydana gelen neticenin sanık tarafından öngörülmemiş olsa dahi öngörülebilir olduğu, sanığın eyleminin taksirle yaralama kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmakla Yerel Mahkemenin sanık yayayı taksirle yaralama suçundan sorumlu tutmasında, bir isabetsizlik bulunmamış,
Asli kusurlu olarak biri nitelikli olmak üzere iki kişinin yaralanmasına neden olan sanık hakkında, TCK’nın 61/1 ve 22/4. maddeleri uyarınca temel cezanın asgari haddin üzerinde tayini yerine asgari hadden tayini, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın bir nedene dayanmayan temyiz itirazlarının reddiyle, eleştiri dışında usul ve yasaya uygun hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 10.03.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI:
Aşağıdaki nedenlerle, yayanın sanık olabileceğine ve yaya sanık hakkında verilen mahkumiyet hükmünün onanmasına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
1- Türk Ceza Kanununda trafikle ilgili iki suç bulunmaktadır. Bunlardan biri 179. maddedeki “Trafik güvenliğini (Kasten) tehlikeye sokma” suçu ile 180. maddedeki “Trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma” suçudur.
Bu suçlardan kasten işlenen 179. maddenin fıkralarında insanın (yayanın) bizzat vücut bütünlüğü ile kasten trafik güvenliğini tehlikeye sokmasında (Örneğin, kırmızı ışıkta geçmesi, yola atlama, yola yatma) sanık olması kabul edilmemiştir.
Maddenin birinci fıkrasında sürücü olmayanların, yani insanların (yayanın) hep ortaya koydukları maddi bir engel, koyma, kaldırma ve bozmadan bahsedilmiştir. İkinci ve üçüncü fıkralarında ise sürücülerin kasten sebebiyet verdikleri tehlikeler suç olarak gösterilmiştir.
Aynı şekilde 180. maddedeki “trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma” suçunda insanların (yayaların) sanık olabilecekleri kabul edilmiş, ancak madde de tehlikeye sokmanın deniz, hava veya demiryolu ulaşımında olması hali düzenlenmiştir. Karayolu ulaşımıyla ilgili bir düzenleme yapılmamıştır. Denizde yüzen deniz ulaşımını, raylar üzerinde gezen demiryolu ulaşımını, havaalanında gezen havayolu ulaşımını taksirle tehlikeye soktuğunda, taksirle işlenen bu suçlar oluşmakta, buna mukabil aynı hareketler karayolunda yapıldığında, suç olarak değil kabahat olarak kabul edilmektedir.
Kısaca karayolu ulaşımıyla ilgili hem kasten hem de taksirle işlenen suçlarda yayanın (insanın) sanık olması, fail olması kabul edilmemiştir. Bu bilinçli bir tercih ve düzenlemedir.
2- 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun yedinci kısmının başlığı “Trafik Kazaları” dır.
Bu bölüm dört maddeden oluşmakta ve kazayla ilgili olarak sürücüler için düzenlemeler getirilmiştir. Bu bölümün son maddesi olan 84. madde ise “Trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller” başlığı altında sürücüler için 12 asli kusurlu hal gösterilmiş, yayalarla ilgili, yayaların kusurlarının tespiti ve asli kusurlu sayılan hiçbir hal gösterilmemiştir. Maddedeki sıralama dahi trafik kazalarında kişilerin sanık olamayacaklarının en önemli göstergesidir.
3- Yine 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu sürücücüler için birçok düzenleme getirmiştir.
Bunlar sağlık şartı ki, gözün görmesi, kulağın işitmesi yeterli görülmemiş, ayrıca bunlar için hekim raporu, sürücü olmak için kullanılacak araca uygun sürücü belgesi ve trafiğe elverişli araçla yola çıkılması aranmıştır.
Bunun yanında yaya olmak için bunlardan hiç birisi aranmamış, demek ki öyle kolay sürücü olunamıyor. İşte bu bile yaya ile sürücü arasındaki farkı ortaya koyuyor.
4- Ceza Genel Kurulu’nun yayanın sanık olamayacağına dair 13.12.1993 tarih ve 1993/221 Esas ve 1993/317 sayılı kararında açıkça belirtildiği gibi, taksirin unsurlarından biri de neticenin öngörülebilir olmasıdır. Bunu hem yaya hem de sürücü olarak ayrı ayrı değerlendirdiğimizde, trafikle karşı karşıya kalan yayanın önceliği, önce kendi canının zarar görmemesidir.
Olayımızda olduğu gibi, karşıya geçmeye çalışan yaya sanığımızın öngördüğü netice, çok dikkatli geçmem lazım, kazaya sebebiyet vermemem gerekir, aksi takdirde yaralanır veya ölebilirim. Öngördüğü netice budur.
Başka bir anlatımla, araç bana çarpar, bende yaralanırım, ama bunun yanında sürücü de, yanındakiler de yaralanır veya ölür şeklinde düşünmez. Dolayısıyla öngörülen kendisi hakkındaki neticedir.
Aynı şekilde sürücü olarak olaya baktığımızda da yayayla karşı karşıya geldiğimizde ne düşünürüz. “Ben bu yayaya çarpmayayım.” O anda öngörülen yayanın yaralanmamasıdır. Hatta belirtilen husus sürücüler bakımından o kadar önemsenir ki yolda bir yaban hayvanına, köpeğe çarpmamak için çeşitli manevralar yapılır ve neticesinde araç sürücüleri ve içindekiler yaralanır veya ölürler. İşte sürücülerin bile öngördüğü ve olmamasını istediği yayaya çarpmamak iken, yayalar bakımından aksini düşünmek mümkün değildir.
5- Yüksek Ceza Genel Kurulu’ndan geçen 21.1.2014 tarih, 2013/405 Esas ve 2014/22 sayılı kararda, kendisine yeşil ışık yandığı ve yeşil ışıkta geçtiği halde, ölümlü trafik kazasında sanık sürücünün kusurlu olduğu kabul edilmiştir.
Mahalli mahkeme beraat kararında ısrar edince dosya Yüksek Genel Kurula gelmiş, sürücüler ışıklara yaklaştıklarında hızlarını azaltmak zorunda olmaları nedeniyle, kendilerine yeşil ışık yansa bile her zaman kusursuz olamayacakları kabul edilmemiştir.
Yayalardan yürüyüş hızlarını azaltmaları gerekir diye pozitif bir hukuk kuralı veya ortak bir hayat tecrübesi yoktur. Öyle olmuş olsaydı yeşil ışıkta hızlıca geçmeyen yaya içinde kusur kabul edip, onu da sanık yapmamız gerekirdi.
Yaşam alanları insanlar için vardır, teknolojik gelişmeler, çağın bir çok sorunları, insanların ruh yapılarını bozmuştur.
Onun için yayaların, dalgın, düşünceli, sarhoş ve unutkan olmaları nedeniyle, her zaman trafik ihlalleri yapma ihtimalleri daha fazladır. Bundan dolayı korunmaları gerekir. İşin bu yönü de düşünülerek, yayaların trafik kazalarında sanık olarak yargılanmamaları gerekir.
6- Trafik kazası yapan sürücü ve yayanın eşit kusurlu olduğu bir olayda, eşit kusurlu olan yaya kendisi de yaralandığı halde, bu kaza sonucu araçta bulunan yolcunun ölmesi nedeniyle sanık mı olacaktır? Meydana gelen ölümün aracın çarpması sonucu mu? yayanın çarpması sonucu mu? meydana geldiği düşünüldüğünde, aracın çarpması sonucu meydana geldiğinin kabulü gerekeceği ve neticeyi oluşturanın yaya olmadığı açıktır. Görüldüğü gibi elverişlilik bakamından da yayanın hareketi, sonucu meydana getirmeye elverişli değildir.