Hukuk Genel Kurulu 2020/121 E. , 2022/302 K.
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 14. İş Mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararına karşı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum/SGK) vekilinin istinaf başvurusu üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi tarafından verilen davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında kurulmak suretiyle davanın kabulüne dair karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin eşi ile 10.06.2003 tarihinde boşandığını, Kurumdan ölüm aylığı almaktayken muvazaalı boşandığı iddiası ile ödenen aylıklara ilişkin borç çıkarıldığını, boşanma sonrasında eski eşinin evden ayrıldığını, müvekkilinin ise çocukları ile birlikte yaşamaya devam ettiğini, Kurum işleminin iptali için İzmir 3. İş Mahkemesinin 2011/111 E. sırasına kayden açılan davanın reddedildiğini, red kararının temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiğini, eylemli birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların varlığı hâlinde yeniden ölüm aylığı bağlanmasının mümkün olduğunu, müvekkilinin boşandığı eşinden fiilen ayrı yaşadığını, hiçbir zaman bir araya gelmediklerini, ölüm aylığının yeniden bağlanması için yaptığı başvurunun Kurum tarafından 22.10.2014 tarihinde reddedildiğini ileri sürerek yeniden ölüm aylığı bağlanması talebinin reddine ilişkin Kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Kurum vekili cevap dilekçesinde; sosyal güvenlik kontrol memuru tarafından düzenlenen 26.03.2010 tarihli ve RT-68 sayılı raporda davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeniyle ölüm aylığının kesilerek 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesine istinaden 01.10.2008 tarihinden itibaren ödenen aylıkların borç çıkarıldığını, davacı tarafından Kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanması istemiyle açılan davanın İzmir 3. İş Mahkemesinin 12.06.2013 tarihli ve 2011/111 E., 2013/346 K. sayılı kararı ile reddedildiğini, sonrasında davacının ölüm aylığının yeniden bağlanması için yaptığı başvurunun reddedilmesinin hukuka ve mevzuata uygun olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İzmir 14. İş Mahkemesinin 30.12.2016 tarihli ve 2014/438 E., 2016/611 K. sayılı kararı ile; davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşama olgusu 20.04.2010 tarihinde son bulduğundan davacının yeniden ölüm aylığı bağlanması talebinin davalı Kurum tarafından reddedilmesinin mevzuata aykırı olduğu, 5510 sayılı Kanun’un 35. maddesine göre davacının talebinin kabulü ve kendisine ölüm aylığı bağlanması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulü ile 22.10.2014 tarihli Kurum işleminin iptaliyle davacıya 20.04.2010 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmiştir
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İzmir 14. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 22.06.2017 tarihli ve 2017/716 E., 2017/802 K. sayılı kararı ile; davalı Kurum tarafından aylık koşulları incelenip hak sahibinin başvuru anındaki durumunun değerlendirilmesi suretiyle yasal yükümlülüğüne uygun biçimde gerçekleştirilmiş bir işlemin bulunmadığı, aylık başvurusunun mahkemece değerlendirmeye alınarak talep hakkında karar verilmesini mümkün kılan bir dava türü bulunmamakta ise de davacının sosyal güvenlik hakkına ulaşmada daha fazla gecikmeye yol açıp hakkın özünün zedelenmemesi için yargılama süreci ve istinaf aşamasında davacının aylık bağlama koşullarının oluşmadığı yönünde herhangi bir itiraz ve somut kanıt sunmayan davalı Kurumun istinaf itirazlarının bir kısmının yerinde olmadığı ancak davacının 14.10.2014 tarihli başvurusunun reddi yönündeki işlemin iptalini talep etmesi ve ölüm aylığına hak kazanma koşullarının bu tarihteki duruma göre değerlendirilmesi gerekmesine rağmen ilk derece mahkemesince talep aşılmak suretiyle 20.04.2010 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerektiğine ilişkin tespitin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulü ile 22.10.2014 tarihli Kurum işleminin iptaliyle davacıya 01.11.2014 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 26.11.2018 tarihli ve 2017/4971 E., 2018/9853 K. sayılı kararı ile; “…Somut olayda; davacının talebine ilişkin Kurum tarafından, yeni bir araştırma yapılmadan, kesinleşen davadaki denetmen raporu gerekçe gösterilerek talebi reddedilmiştir. Kesinleşen dava dosyasından sonra artık yeni talebine ilişkin ispat külfeti davacıya geçmiştir.
Mahkemece, davacının yeniden aylık talebi için başvuruda bulunduğu 14.10.2014 tarihi sonrası için “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, hususu araştırılmalıdır. Bu kapsamda; davacı ve eşinin kayıtlı olduğu adreslerdeki tüm abonelik kayıtlarını araştırmalı, komşu ve muhtarların tanık olarak beyanına başvurmalı, Kurumdan davacı ve eşinin Medula sistemindeki kayıtlarını getirtmeli, 2014 yılından itibaren hangi şehirlerde tedavi olduklarını sorgulamalı, davacının eşinin kayıtlı olduğu adresteki yaptığı işi, emekli ise maaş aldığı bankayı tespit etmeli, davacı ve eşinin tespit edilen adreslerinde zabıta araştırması yaptırtarak adres beyanlarının doğruluğunu sorgulamalı, kirada oturdukları takdirde kira sözleşmelerini getirtmeli ve tüm delilleri topladıktan sonra varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraf vekillerinin temyiz başvurusu kabul edilmeli, temyiz olunan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararı, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı bozulmalıdır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 26.06.2019 tarihli ve 2019/836 E., 2019/926 K. sayılı kararı ile; ölüm aylığına hak kazanma koşullarının gerçekleştiğine ilişkin ispat yükünün davacı tarafta, araştırarak karar verme yükümlülüğünün ise mahkemelerde olduğunu kabul eden Özel Daire yaklaşımına katılmalarının mümkün olmadığı, davacının yeniden ölüm aylığı bağlanmasına ilişkin başvurusu üzerine Kurumun işlem yapmaya gerek görmediği anlaşıldığından aksinin ispatını gerektiren bir tespit veya işlem bulunmadığı, bu durumda ispat yükümlülüğünden de söz edilemeyeceği, aylık bağlama koşulları ile aylığın kesilme nedenlerinin farklı düzenlemelere konu olduğu, davacının ölüm aylığı bağlanması istemi yönünden 506 sayılı Kanun’un 68/1-c maddesi gereğince yapılacak değerlendirme ile sonuca varılması gerektiği, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesindeki ölüm aylığını kesme nedeninin varlığı tespit edildiği takdirde yeniden bağlanan aylığında kesilme olanağı bulunacağı veya aylık başvurusu üzerine böyle bir araştırma yapılmış ise talebin reddedilebileceği, 2010 yılındaki kontrol memurluğu tarafından düzenlenen rapor esas alınarak mahkeme kararı getirilmediği sürece yeni başvuru konusunda işlem yapılamayacağı yaklaşımının hukuken savunulmasının mümkün olmadığı, 506 sayılı Kanun’un 68. maddesinde belirtilen koşulların mevcudiyeti konusunda uyuşmazlık bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamadığını iddia ederek 18.10.2008-17.09.2010 tarihleri arasındaki dönem yönünden Kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanması istemiyle açtığı davanın reddi kararının temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmesi sonrası boşandığı eşi ile ayrı yaşadığından bahisle ölüm aylığının yeniden bağlanması için yaptığı 14.10.2014 tarihli başvurunun Kurum tarafından reddedildiğini ileri sürerek Kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanmasına ilişkin eldeki dava bakımından ispat yükünün davacıda olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre 14.10.2014 tarihi sonrasında birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda yapılan araştırma sonucunda toplanacak deliller değerlendirilerek karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
15. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
16. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
17. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
18. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
19. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
20. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
21. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
22. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
23. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
24. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Kanun koyucu tarafından geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
27. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
28. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
29. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik söz konusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
30. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
31. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
32. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
33. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
34. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
35. Hemen belirtmek gerekir ki; 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinde oldukça yalın olarak; 'eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen' ifadesi yer almakta olup maddede, boşanmanın amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle gerek Kurum tarafından gerekse yargı organları tarafından uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin gerçek veya samimi olup olmadığı ya da boşanmanın muvazaalı olup olmadığı konusunda bir araştırma ve inceleme çabasına girilmemesi, boşanmaya ilişkin kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulanmaması gerekmektedir. Zira kesinleşmiş karara dayanan boşanmanın hukukî durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılması bir başka bir mahkemenin yetki ve görevi içerisinde yer almamaktadır. Kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda 'anlaşmalı boşanma' adı altında hukukî bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır.
36. Ayrıca vurgulanmalıdır ki; boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradesine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda bağlanan gelirin veya aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
37. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinde, “eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle” ibareleri yer aldığından, birden fazla evlilik ve doğal olarak birden fazla boşanmanın gerçekleşmiş olması durumunda, boşanılan herhangi bir eşle eylemli olarak birlikte yaşama durumunda madde hükmünün uygulanacağı gözetilmelidir.
38. Somut olayda; babası 03.12.1997 tarihinde vefat eden davacının İzmir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.06.2003 tarihli ve 2003/366 E., 2003/399 K. sayılı kararı ile anlaşmalı olarak eşinden boşandığı, boşanmanın nüfus kayıtlarına 15.09.2003 tarihinde işlendiği, davacının 11.12.2003 tarihli tahsis talebi üzerine babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, sosyal güvenlik kontrol memuru tarafından düzenlenen 26.03.2010 tarihli ve RT-68 sayılı raporda davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı yönünde görüş bildirilmesi üzerine davalı Kurum tarafından ölüm aylığının kesilerek 18.10.2008-17.09.2010 tarihleri arasında ödenen 12.652,05TL’nin borç çıkarıldığı, davacının bu işleme karşı açtığı davada İzmir 3. İş Mahkemesinin 12.06.2013 tarihli ve 2011/111 E., 2013/346 K. sayılı karar ile Kurum işleminin yerinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 31.12.2013 tarihli ve 2013/16734 E., 2013/26150 K. sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği, eldeki davada davacının 10.06.2003 tarihinden itibaren boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığını, ölüm aylığının bağlanması için yaptığı 14.10.2014 tarihli başvurunun Kurum tarafından 22.10.2014 tarihinde reddedildiğini ileri sürerek ölüm aylığının yeniden bağlanmasına karar verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.
39. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ölüm aylığının yeniden bağlanması için 14.10.2014 tarihinde yapılan başvuru davalı Kurum tarafından kesinleşen karar dayanak alınarak reddedilmiş ise de davacının daha önce açtığı ve temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen İzmir 3. İş Mahkemesince 12.06.2013 tarihli ve 2011/111 E., 2013/346 K. sayılı kararı boşanmanın muvazaalı olduğu yönünde kesin hüküm oluşturmayıp sözü edilen karar ile davacı ve boşandığı eşinin 18.10.2008-17.09.2010 tarihleri arasındaki dönemde fiilen birlikte yaşadıkları olgusu kesinleşmiştir.
40. Öte yandan kamu düzenini ilgilendiren eldeki davada kendiliğinden araştırma ilkesi uygulandığından ispat yükünün bir tarafa yüklenemeyeceği ve boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama olgusunun aylık bağlama engeli olduğu gözetilerek 14.10.2014 tarihinden sonraki dönem yönünden davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamaya devam edip etmediği konusu açıklığa kavuşturulmalıdır.
41. Bu itibarla davacının ölüm aylığının bağlanması için başvuruda bulunduğu 14.10.2014 tarihi sonrası davacı ve eski eşinin MERNİS’te (Adres Kayıt Sistemi) kayıtlı adreslerinin tespiti ile bu adreslerde fiilen birlikte yaşama olgusu yönünden kolluk araştırması yapılmalı, muhtar ve komşuların tanık olarak beyanına başvurulmalı, kayıtlı olduğu adreslerdeki tüm abonelik kayıtları getirtilmeli, medula kayıtlarında 14.10.2014 tarihinden itibaren davacı ve boşandığı eşin hangi şehirlerde tedavi oldukları sorgulanmalı, davacı ve eski eşin varsa maaş aldığı banka kayıtları tespit edilip kayıtlı adresleri temin edilmeli, ayrıca kirada oturuyorlarsa kira sözleşmeleri getirtilmeli ve toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.
42. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/2. maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 10.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.