Hukuk Genel Kurulu 2020/588 E. , 2022/303 K.
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Aydın 1. İş Mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararına yönelik davalı vekilinin istinaf başvurusu üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi tarafından verilen ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle davanın kabulüne dair karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin eşi ile 03.05.1994 tarihinde boşandığını, Kurumdan ölüm aylığı almaktayken muvazaalı boşandığı iddiası ile 22.10.2008-24.11.2014 tarihleri arasında ödenen aylıkların borç çıkarıldığını, kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanması için Kuruma başvurmasına rağmen talebinin reddedildiğini, boşanma sonrasında eski eşinin başka kadınlarla birlikte olmaya başladığını, eski eşi ile birlikte yaşamalarının mümkün olmadığını, boşanma sonrasında müvekkilinin, annesinin İzmir’deki evinde oturmaya başladığını, eski eşinin ise kiraladığı evde oturduğunu ve iki veya üç ayda bir gelerek müşterek çocuklarını görüp gittiğini ileri sürerek Kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; sosyal güvenlik denetmen raporunda davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeniyle ölüm aylığının kesilerek 23.10.2008 tarihinden itibaren borç çıkarıldığını, Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Kuşadası 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş mahkemesi sıfatıyla) yetkisizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Aydın 1. İş Mahkemesinin 24.01.2017 tarihli ve 2015/267 E., 2017/13 K. sayılı kararı ile; tüm dosya kapsamına ve tanık beyanlarına göre davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığı, zabıta araştırmasında davacı ve eski eşinin birlikte yaşadığına dair tutanak düzenlenmiş ise de beyanlarına başvurulan tanık isimleri belirtilmediğinden tutanağın somut denetiminin mümkün olmadığı, davacı ile eski eşinin müşterek çocukları nedeniyle zaman zaman bir araya gelmelerinin Kanunun aradığı anlamda fiili birliktelik olarak kabul edilemeyeceği, davacının el işi yaparak evin geçimini sağlamaya çalıştığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. Aydın 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 19.10.2018 tarihli ve 2017/1114 E., 2018/1614 K. sayılı kararı ile; istinaf yargılaması aşamasında müzekkereler yazılarak yapılan incelemeler sonucunda; boşanma dosyasında davacı ve eski eşinin adreslerinin farklı olduğu, Kuşadası Emniyet Müdürlüğü tarafından davacının eski eşi ile birlikte yaşamadığının bildirildiği, tanık beyanları ve medula kayıtlarından da aynı sonuca ulaşıldığı, denetim raporundaki tespitlerin yeterli araştırma ve incelemeye dayanmadığı, ilk derece mahkemesi kararının yerinde olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 09.10.2019 tarihli ve 2018/7102 E., 2019/7262 K. sayılı kararı ile; “…Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece, Nüfus Müdürlüğünden gelen kayıtlardaki adresler dikkate alınarak, davacı ile boşandığı eşinin iş bu adreslerindeki komşularının, kapıcı ve yöneticilerin tespiti ile re'sen tanık sıfatıyla ayrı ayrı dinlenilmek suretiyle bilgi ve görgülerine başvurulmalı, yine davacı ile boşandığı eşinin abonelik, banka ve medula sistemlerindeki adresleri ile nüfus kayıt adresleri arasındaki çelişki üzerinde de durulmak suretiyle oluşan çelişkinin sebebi ortaya konulmalı ve boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği toplanan tüm delillerin sonucuna göre şüphe bırakmayacak şekilde ortaya konulmalı, varılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi'nin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 04.03.2020 tarihli ve 2020/19 E., 2020/412 K. sayılı kararı ile; denetim raporu ve aylık kesme işleminin herhangi bir delile dayanmadığı, dayanak alınan tanık anlatımlarının mahkeme huzurunda alınan ifadeler kapsamında gerçeğe uygun olmadığının tespit edildiği, bu nedenle dosya kapsamındaki delilleri gözetmeyen soyut yaklaşıma dayalı bozma kararına uyulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığı konusunda yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
15. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
16. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
17. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
18. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
19. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
20. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
21. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
22. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
23. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
24. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Kanun koyucu tarafından Geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
27. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
28. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
29. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dâhi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik söz konusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
30. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, Ali Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
31. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
32. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
33. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
34. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
35. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
36. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunî bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanunî karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
37. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
38. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
39. Somut olayda; babası 12.06.1980 tarihinde vefat eden davacının İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.05.1994 tarihli ve 1994/218 E., 1994/363 K. sayılı kararı ile eşinden boşandığı, boşanmanın nüfus kayıtlarına 14.09.1994 tarihinde işlendiği, 15.12.1994 tarihinden itibaren babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen 17.09.2014 tarihli ve GS/77 sayılı araştırma ve inceleme raporunda, Güney Mahallesi muhtarı olan Akın Öz ve Mehmet Güler’in davacı ile boşandığı eşinin evlendikten sonra dört veya beş yıl kadar Güney Mahallesinde oturduklarını, daha sonra Kuşadası’na taşındıklarını ancak 2010 yılına kadar birlikte mahalleye gelip gitmeye devam ettiklerini, Kuşadası’na taşındıktan sonra birlikte yaşayıp yaşamadıklarını bilmediklerini beyan ettikleri, rapor ekinde bulunan sosyal güvenlik denetmeni ve yardımcısı tarafından imzalanan tutanakta, imzadan imtina eden ...’in davacı ile eşinin “Ege Mahallesi Başak Sokak No:6/1 Kuşadası/Aydın” adresinde bir yıldır oturduklarını, davacının alt komşusu olduğunu, sürekli görüştüklerini, davacının takı; eşinin su sattığını, davacı ile eşinin geçimsizliklerini ve ayrı olduklarını duymadığını beyan ettiğinin belirtildiği, ayrıca denetim sırasında görüşülen ...’nun davacı ile eşi ...’nin bir yıldır Kuşadası’nda belirtilen adreste birlikte yaşadıklarını, herhangi bir geçimsizliklerinin bulunduğunu duymadığını ifade ettiği hususlarına yer verildikten sonra yapılan çevresel soruşturma ve alınan ifadelerden davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının tespit edildiğinden davacının ölüm aylığının kesilmesi ve ödenen aylıkların geri alınması gerektiği yönünde görüş bildirildiği, bu rapora istinaden davacının aldığı ölüm aylığının kesilerek 22.10.2008-24.11.2014 tarihleri arasında yapılan ödemelerin borç çıkarıldığı bunun üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
40. Nüfus kayıtlarına göre davacı ile eşinin 03.05.1994 tarihinde boşanmalarına rağmen 2009 yılına kadar yerleşim yeri adreslerinin “Kadınlar Denizi Mahallesi 13. Sokak Güneş 2. Sitesi 7. Blok No: 6/3 Kuşadası/Aydın” olduğu, banka kayıtlarında da davacı ve eski eşinin adresinin aynı adres olduğu ancak davacı ve eski eşi adına kayıtlı aboneliklerde ve medula kayıtlarındaki adres bilgilerinin farklı gösterildiği, ayrıca eski eşin SGK tarafından Bağ-Kur kapsamında aktif olarak sigortalılığının devam ettiği ve kayıtlardaki adresinin “Kadınlar Denizi 13. Kadınlar Denizi Mahallesi No: 163 Kuşadası/Aydın” olduğunun bildirildiği görülmüştür.
41. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, nüfus kayıtlarında bildirilen adresler dikkate alınarak davacı ve eski eşinin bu adreslerdeki komşuları, varsa kapıcı ve yöneticilerinin tanık olarak beyanları alınmalı, banka kayıtları ile 2009 yılına kadar olan nüfus kayıtlarında davacı ve eski eşine ilişkin aynı adreslerin bildirildiği gözetilerek abonelik ve medula sistemindeki adresler ile banka ve nüfus kayıtlarındaki çelişkilerin sebebi ortaya konulmalı ve boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusunu gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.
42. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Bozma kapsam ve nedenlerine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 10.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.