Hukuk Genel Kurulu 2022/137 E. , 2022/295 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “Alacak' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 22. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın davalı ... vekilinin temyizi nedeniyle bozulması ve mahkemece önceki hükümde direnilmesi üzerine taraf vekillerince temyiz edilen direnme kararının Hukuk Genel Kurulu tarafından usulden bozulmasından sonra mahkemece usule ilişkin bozma kararının gereği yerine getirilerek direnme kararı verilmiştir.
2. Direnme kararını taraf vekilleri temyiz etmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; babasından dolayı şehit aylığı almakta olan müvekkilinin evlenmesi nedeniyle aylığının kesildiğini, eşinin 19.11.2007 tarihinde vefat etmesi üzerine eşinin ölüm tarihinden itibaren kendisine tekrar şehit aylığı bağlanması için 20.10.2014 tarihli dilekçesi ile yaptığı başvuru sonrasında davalı Kurum tarafından müvekkiline talep tarihi itibariyle aylık bağlandığını, davacının 19.11.2007-20.10.2014 tarihleri arasındaki birikmiş aylıklarının ödenmesi yönündeki talebinin ise 29.01.2015 tarihli Kurum yazısı ile 5434 sayılı Kanun'un 116. maddesindeki hüküm gereğince talep tarihi itibariyle 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle yerine getirilmediğini, ancak davacının öncesinde 01.05.2012 tarihinde 5 yıllık süre dolmadan davalı Kuruma şehit aylığı bağlanması yönünde yaptığı bir başvuru bulunduğunu, bu nedenle Kurum işleminin hatalı olduğunu, müvekkilinin Kurumun hatalı işlem nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek hak kaybına uğranılan aylık ve fer'îlerinden dolayı şimdilik 1.000TL'nin faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş; 10.07.2018 harç tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini 111.820,56TL’ye yükseltmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... vekili (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesi vermemiş, yargılama sırasındaki beyanlarında davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. İstanbul 22. İş Mahkemesinin 05.05.2016 tarihli ve 2016/55 E., 2016/304 K. sayılı kararı ile; davalı Kurumun süresinde yetki itirazında bulunduğu, bu kapsamda yapılan değerlendirme sonucunda Ankara İş Mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle mahkemenin yetkisizliğine, süresinde talep edildiği takdirde dosyanın Ankara Nöbetçi İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. İstanbul 22. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 10.10.2016 tarihli ve 2016/16644 E., 2016/12417 K. sayılı kararı ile; yetkinin kamu düzenine ilişkin ve kesin olmadığı, usulüne uygun bir yetki itirazı bulunmadığı gözetilerek esas hakkında karar verilmesi gerekirken üstelik davaya konu şehit yakını aylık tahsis dosyası getirtilmeden karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. İstanbul 22. İş Mahkemesinin 19.07.2018 tarihli ve 2017/11 E., 2018/387 K. sayılı kararı ile; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu 08.09.1933 tarihinde şehit olan babasından dolayı davacıya 01.10.1933 tarihinden geçerli olmak üzere 5434 sayılı Kanun kapsamında ölüm aylığı bağlandığı, 21.04.1949 tarihinde evlenmesi nedeniyle ölüm aylığının kesildiği, eşinin 19.11.2007 tarihinde vefat etmesi sonrasında okuma yazma bilmediğini belirterek davacı adına oğlu tarafından davalı Kuruma verilen 24.05.2012 tarihli dilekçe ile tekrar babasından dolayı ölüm aylığı bağlanmasının talep edildiği, Kurumun 28.05.2012 tarihli yazısı ile babasına ait askerlik şubesi ve nüfus kayıtlarının sunulmasının istendiği, davacının oğlunun 08.10.2013 tarihinde bu belgeleri sunduğu, bu sefer de davacının başvurması gerektiğinin bildirildiği, 20.10.2014 tarihli olup 03.11.2014 tarihinde Kurum kayıtlarına giren başvuru dilekçesi üzerine davacıya 01.12.2014 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlandığı, yargılama sırasında davalı Kurum tarafından 01.12.2014 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye ilişkin olmak üzere 01.12.2009-01.12.2014 tarihleri arasındaki birikmiş aylıklarının davacıya ödendiği, bu nedenle aylık talebi hakkında karar verilmesine gerek kalmadığı, işlemiş faiz alacağı talebi yönünden ise oğlunun yaptığı başvuru davacı tarafından yapılmış bir başvuru olarak kabul edilemeyeceğinden 01.12.2009-01.12.2014 tarihleri arasındaki döneme ilişkin işlemiş faiz alacağının hüküm altına alınması gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire İkinci Bozma Kararı:
10. İstanbul 22. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 23.09.2019 tarihli ve 2018/6036 E., 2019/5370 K. sayılı kararı ile; '...6100 sayılı HMK'nın 114/1-b maddesine göre 'yargı yolunun caiz olması' dava şartı olup mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş olup Yasa'nın 101.maddesine göre bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.
5510 sayılı Yasa'nın '5434 sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri' başlıklı Geçici 4.maddesinin 4.fıkrasına göre 'Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.'
5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla iptal isteminin reddine karar vermiştir. Anayasa'nın 153/son maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Anayasa Mahkemesi kararları ile ilgili doktrindeki ağırlıklı görüş; Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesinin de bağlayıcı olduğu yönündedir.
17.4.2008 günlü 5754 sayılı “Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile Anayasa Mahkemesi’nin 15.12.2006 günlü, E.2006/111, K.2006/112 sayılı iptal kararı doğrultusunda 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanun’a eklenen Geçici 1 inci ve Geçici 4 üncü maddelerle 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bu Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tâbi olacaklar ve bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanun’un 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tâbi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır.
5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edeceğinden bunlara ilişkin ihtilaflarda idari yargının görevli olmaya devam edecektir.
Öte yandan Uyuşmazlık Mahkemesinin 4.9.2012 tarihli 2012/64-83 Esas ve Karar sayılı kararında 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği, 5510 sayılı bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği sonucuna varılmıştır.
Somut olayda, davacıya bağlanan şehit aylığının kesilmesine ilişkin işlemin iptaline ilişkin uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanına girdiği gözetilerek 6100 sayılı HMK'nın 114/1-b maddesine göre dava şartı olan 'yargı yolunun caiz olmaması' nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...' gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
12. İstanbul 22. İş Mahkemesinin 25.02.2020 tarihli ve 2019/438 E., 2020/54 K. sayılı kararı ile; davalı Kurum tarafından davacıya ödeme yapıldığı, bu itibarla davanın usulden reddinin bir fayda getirmeyeceği gibi yargının iş yükünü arttıracağı ayrıca davacının babasının teröristlerle çıkan çakışmada şehit olduğu, Emeklik Sandığı iştirakçisi olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
13. Direnme kararının taraf vekillerince temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 04.02.2021 tarihli ve 2021/10-88 E., 2021/46 K. sayılı kararı ile; direnme kararının usulüne uygun olmadığı belirtilerek sair temyiz itirazları incelenmeksizin karar bozulmuştur.
14. İstanbul 22. İş Mahkemesinin 18.06.2021 tarihli ve 2021/91 E., 2021/262 K. sayılı kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun bozma kararı gereği yerine getirilerek önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararını süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; askerlik görevini piyade er olarak yapmakta iken 08.09.1933 tarihinde eşkiyalar tarafından vurularak şehit edilen babasından dolayı 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu (5434 sayılı Kanun) kapsamında bağlanan şehit aylığının geç bağlandığı iddiasıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemine ilişkin eldeki davada adli yargının mı yoksa idari yargının mı görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve yasal düzenlemeler üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.
18. Ülkemizde yargı yolları anayasa yargısı, idari yargı ve adli yargı şeklinde üç ana grupta sınıflandırılmış olup idari yargı; idarenin, idare hukuku alanındaki idari faaliyetlerinden doğan uyuşmazlıkların çözümü ile ilgili karar veren veya bireyler ile idare arasındaki hukukî anlaşmazlıkları çözmeye çalışan yargı birimi olarak tanımlanabilir.
19. 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda (İYUK), bölge idare mahkemesi, idare mahkemesi ve vergi mahkemelerinin işleyişi ile ilgili genel hükümler düzenlenmiş, idari dava türleri, idari yargı yetkisinin sınırı ile idare mahkemesinin görevlerinin ne olduğu açıkça belirlenmiştir. İYUK'un “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesi;
'İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.
2. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.
3. (Mülga: 2/7/2018 - KHK-703/185 md.) ' şeklinde düzenlenmiştir.
20. Diğer taraftan mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir.
21. Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 1. maddesine göre mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir. Anılan Kanun’un 114. maddesinin 1. bendinin (b) alt bendi gereğince yargı yolunun caiz olması dava şartı olup 115. maddesine göre ise mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
22. Gelinen bu noktada uyuşmazlık yönünden görev hükümlerine kısaca değinilmelidir.
23. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (5510 sayılı Kanun), sosyal sigortalar ile genel sağlık sigortası bakımından kişileri güvence altına almak; bu sigortalardan yararlanacak kişileri ve sağlanacak hakları, bu haklardan yararlanma şartları ile finansman ve karşılanma yöntemlerini belirlemek; sosyal sigortaların ve genel sağlık sigortasının işleyişi ile ilgili usûl ve esasları düzenlemek amacıyla getirilmiştir. Kanun, sosyal sigortalar ile genel sağlık sigortasından yararlanacak kişileri, işverenleri, sağlık hizmeti sunucularını, bu Kanunun uygulanması bakımından gerçek kişiler ile her türlü kamu ve özel hukuk tüzel kişilerini ve tüzel kişiliği olmayan diğer kurum ve kuruluşları kapsamaktadır.
24. 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile 5434 sayılı Kanun'un bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, kamu tüzel kişiliğine sahip Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, hiçbir işleme gerek kalmaksızın bu Kanun'un yürürlük tarihi itibarıyla görevleri ile birlikte Sosyal Güvenlik Kurumuna devredilmiştir.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu kapsamında bulunanlar, geçici maddelerle korunan haklar dışında sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme bağlı tutulmuş ve 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden sonra göreve başlayanlar yönünden prim esasına dayalı sigorta sistemine geçilmiştir. Bu sistemle, devlet memurları ve diğer kamu görevlileri, hizmet akdine göre ücretle çalışanlar, tarım işlerinde ücretle çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar ve tarımda kendi hesabına çalışanları kapsayan beş farklı emeklilik rejimi, aktüeryal olarak hak ve yükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplanmıştır.
26. Ne var ki; 5510 sayılı Kanun'un “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı geçici 4. maddesinde, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1'inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32'nci, 34'üncü ve 37'nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis talebinde bulunacaklar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam edenler hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır…
Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır. (Ek cümle: 11/10/2011-KHK-666/5 md.) Bu fıkra kapsamına girenlerden 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 10 uncu maddesi kapsamında bulunanların emekli kesenekleri ile kurum karşılıklarının hesabında, işgal ettikleri kadrolar için ilgili mevzuatında belirlenen unsurlar esas alınır.
Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır. (Ek cümle: 16/6/2010-5997/10 md.) Ancak, Polis Akademisinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin yetim aylıkları bu öğrenimleri süresince kesilmeksizin ödenmeye devam edilir...” düzenlemesine yer verilmiştir. Anılan geçici madde ile kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğü öncesinde sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. 5510 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre aylık bağlanması talebinde bulunanlar, aylık bağlananlar ve işlemleri devam edenler hakkında da 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacaktır.
27. Konuya ilişkin mevzuat hükümlerinden olan 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu Anayasa Mahkemesinin 22.12.2011 tarihli ve 2010/65 E., 2011/169 K. sayılı kararıyla (RG. 25.01.2012, Sayı:28184) reddedilmiş ise de, uyuşmazlığın çözümünde Yüksek Mahkeme kararının gerekçesinin de yol gösterici olacağı kuşkusuzdur.
28. Anayasa Mahkemesi iptal istemini reddetmekle birlikte söz konusu kararı “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/1-c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık yapılan, tesis edilen işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak olup, bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir. Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulunan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…” gerekçesine dayandırmıştır.
29. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 101 ve geçici 4. maddeleri ile Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinin birlikte değerlendirilmesinden; 5510 sayılı Kanun'un 5754 sayılı Kanun ile değişik şeklinin yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar ile bunların emeklileri ve hak sahipleri yönünden daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, 5510 sayılı Kanun'un 5754 sayılı Kanun ile değişik şeklinin yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise, 5510 sayılı Kanun'un 4/1-c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5510 sayılı Kanun'un öngördüğü kural ve esaslar uygulanıp uyuşmazlığın da adli yargı yerinde (iş mahkemesinde) çözümleneceği anlaşılmaktadır.
30. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 158. maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.
31. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 5754 sayılı Kanun ile değişik şeklinin yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden, Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muameleler “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceğinden bunların iptali için açılan davaların çözüm yerinin idari yargı yeri olduğu açıktır.
32. Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesinin 09.04.2012 tarihli ve 2012/64 E., 2012/83 K.; 05.11.2012 tarihli ve 2012/251 E., 2012/263 K.; 24.12.2012 tarihli ve 2012/536 E., 2012/433 K. ile 30.11.2015 tarihli ve 2015/797 E., 2015/812 K. sayılı kararları da bu yöndedir.
33. Hukuk Genel Kurulunun 23.09.2020 tarihli ve 2019/21-643 E., 2020/664 K.; 03.06.2020 tarihli ve 2016/10-2362 E., 2020/330 K. ile 18.02.2020 tarihli ve 2019/10-696 E, 2020/176 K. sayı kararlarında da aynı sonuca varılmıştır.
34. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki 11.06.1930 tarihli ve 1517 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 1683 sayılı Askerî ve Mülkî Tekaüt Kanunu (1683 sayılı Kanun)'un 1. maddesinde umumi bütçeden maaş alan mülkî ve askerî memurlar ile ordu (kara, deniz ve hava) ve jandarma zabitlerine, gedikli küçük zabitlere, küçük zabitlere, asker ve jandarma efradına bağlanacak tekaüt maaşları ile bunların yetimlerine verilecek maaşların bu kanuna göre hesap ve tahsis edileceği, bu suretle tahsis olunan maaşlar için sahiplerine resmî senet verileceği hükme bağlanmıştır. 1683 sayılı Kanun'un 45. maddesinde ise;
'Harpte veya eşkıya müsademelerinde şehiden ve hazarda kendisinin sun'u taksiri olmıyarak vazife icabı kazaen veya mecruh olup tedavi sırasında veya icra olunan cerrahî ameliyat neticesinde veya sebebi malûm olmıyarak muhasara içinde vefat eden zabitlerle mülkî ve askerî memurların yetimlerine birinci derece malûliyet maaşının yüzde yetmiş beşi ve harbiye ve bu derecedeki sınıflar talebesi ile küçük zabitler, gedikliler ve efradın yetimlerine birinci derece malûliyet maaşının sülüsü tahsis olunur.' hükmü bulunmakta iken bu Kanun 17.06.1949 tarihli ve 7235 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanun'un 133. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 5434 sayılı Kanun'un geçici 40. maddesinde ise 'Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar bağlanmış emekli, dul ve yetim aylıklariyle son hizmet zamları ve bunlara bu kanunla kaldırılan hükümlerle yapılmış her çeşit aylık ve terfih zamları; geçici 45-53 üncü maddelerde yükseltilen miktarlar üzerinden ve ilgisine 'göre bunları bağlıyan kurumlarla geçici 2 ,3 ve 5 inci maddelerde yazılı sandıklarca veya geçici 10 uncu madde hükmü de nazara alınarak (Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığınca ödenir.
Şu kadar ki, 1683 sayılı kanuna veya ondan evvelki hükümlere göre genel ve katma bütçeli dairelerle geçici 5 inci maddede yazılı sandıktan bağlanmış aylıklardan; geçici 45 - 50 nci maddeler gereğince yükseltilenlerin bu muameleleri Sayıştayın tescilinden geçinciye ve sandıklardan bağlanmış aylıkların geçici 52 ve 53 üncü maddeler gereğince yükseltme muameleleri de geçici 2 ve 3 üncü maddelerde yazılı sandıklarla (Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı) nca tamamlanıncıya kadar bu aylıklar bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihteki miktarları üzerinden % 30 fazlasiyle ödenir....' şeklinde düzenleme ile 1683 sayılı Kanun hükümlerine göre bağlanan aylıkların 5434 sayılı Kanun ile kurulan Emekli Sandığı tarafından ödenmeye devam edileceği belirtilmiştir.
35. Somut olayda askerlik görevini piyade er olarak yerine getirmekte iken 08.09.1933 tarihinde eşkiyalar tarafından vurularak şehit edilen babasından dolayı 01.10.1933 tarihinden itibaren mülga 1683 sayılı Kanun kapsamında şehit aylığı bağlanan davacının 21.04.1949 tarihinde evlenmesi nedeniyle aylığının kesildiği, eşinin 19.11.2007 tarihinde vefat etmesi üzerine eşinin ölüm tarihinden itibaren yeniden babasından dolayı aylık bağlanması için davacı adına oğlu tarafından Kuruma başvurulduğu, davalı Kurum tarafından davacının 03.11.2014 tarihinde Kurum kayıtlarına giren şahsi başvurusu esas alınarak 5434 sayılı Kanun kapsamında 01.12.2014 tarihinden itibaren yeniden aylık bağlandığı, davacının 19.11.2007-01.12.2014 tarihleri arasındaki aylıklarının ödenmesi yönündeki taleplerinin davalı Kurumca 5434 sayılı Kanun'un 116. maddesi gerekçe gösterilerek yerine getirilmemekle birlikte yargılama sırasında 01.12.2009-01.12.2014 tarihleri arasındaki aylıklarının ödendiği, mahkemece bu nedenle birikmiş aylıkların tahsili talebi yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek 01.12.2009-01.12.2014 tarihleri arasındaki döneme ilişkin işlemiş faiz alacağının hüküm altına alındığı anlaşılmıştır.
36. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıya şehit olan babasından dolayı 01.10.1933 tarihinde bağlanan ancak evlenmesi nedeniyle kesilen ölüm aylığının eşinin vefatı üzerine yeniden 5434 sayılı Kanun kapsamında bağlandığı dikkate alındığında davacının aylığın geç bağlandığını ileri sürerek uğradığını iddia ettiği zararın tazmini istemi yönünden 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesindeki açık düzenleme gereğince 5434 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Bu durumda da söz konusu davanın adli yargıda görülmesi hukuken mümkün olmadığından Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114/1-b maddesi uyarınca yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmelidir.
37. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
38. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
39. Öte yandan davacının talebinin şehit aylığının geç bağlanması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin olmasına rağmen bozma kararında “…davacıya bağlanan şehit aylığının kesilmesine ilişkin işlemin iptaline ilişkin..” ifadesinin; ayrıca direnilen bozma kararının Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesine ait olmasına rağmen direnme kararının hüküm sonucunun (1) numaralı bendinde 'Yargıtay 10. Hukuk Dairesi' olarak yazılmasının maddi hata olduğu anlaşıldığından esasa etkili görülmeyerek bu maddi hatalara değinilmekle yetinilmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 10.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.