Ceza Genel Kurulu 2015/302 E. , 2016/260 K.
Yargıtay Dairesi : 10. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan sanık ...'ün 5237 sayılı TCK’nun 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca 6.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Adana (kapatılan) 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 15.09.2009 gün ve 561-1052 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Ceza Dairesince 31.10.2014 gün ve 23324-12191 sayı ile;
'Anayasa’nın 40/2, 5271 sayılı CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri uyarınca, hüküm fıkrasında, başvurulacak kanun yolunun, merciinin, süresinin, başvuru şeklinin ve bu sürenin başlangıcının açıkça gösterilmesi gerekmekte olup, sanığın yokluğunda verilen 24.06.2008 tarihli 2008/23 esas ve 2008/659 karar sayılı ilk hükümde başvurulacak mercii, başvuru şekli ve kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcı belirtilmediğinden ilk hükmün kesinleşmediği, buna bağlı olarak mahkemenin daha sonra yapmış olduğu işlemlerin hukuki geçerliliğinin bulunmadığı ve ‘yok’ hükmünde olduğu anlaşıldığından, sanığın 03.11.2009 tarihli temyiz dilekçesinin 24.06.2008 tarihli 2008/23 esas ve 2008/659 karar sayılı tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına ilişkin karara yönelik itiraz dilekçesi niteliğinde olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.03.2012 tarih ve 2011/785-2012/101 sayılı kararında açıklandığı üzere; ‘kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme veya bulundurma’ suçundan dolayı, TCK'nun 191. maddesinin 2. fıkrası gereğince verilen ‘tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına’ ilişkin kararın, sözü edilen fıkraya 6217 sayılı Kanunla eklenen cümlenin yürürlüğe girdiği 14.04.2011 tarihinden önce ya da sonra verilip verilmediğine bakılmaksızın, temyiz değil itiraz kanun yoluna tabi olması nedeniyle, itirazla ilgili gerekli kararın yetkili ve görevli itiraz merciince verilmesi için, bu suçla ilgili dosyanın incelenmeksizin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na iadesine' karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 03.12.2014 gün ve 66791 sayı ile;
'Yüksek Dairece 24.06.2008 tarihli hükümde, başvurulacak mercii, başvuru şekli ve kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcı belirtilmediğinden sanığın yanılgıya düşürüldüğü kabul edilerek hükmün kesinleşmediği kabul edilmiş ise de;
Yüksek Daire kararında da vurgulandığı üzere, Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.03.2012 tarih ve 2011/785-2012/101 sayılı kararında açıklandığı gibi, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme veya bulundurma suçundan dolayı, TCK'nun 191. maddesinin 2. fıkrası gereğince verilen 'tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına' ilişkin kararlar, sözü edilen fıkraya 6217 sayılı Kanunla eklenen cümlenin yürürlüğe girdiği 14.04.2011 tarihinden önce ya da sonra verilip verilmediğine bakılmaksızın, itiraz kanun yoluna tabiidir.
Dolayısıyla, Adana 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 24.06.2008 tarih ve 23-659 sayılı kararının itiraz kanun yoluna tabii olduğu hususunda bir tereddüt ve ihtilaf bulunmamaktadır.
İhtilafa konu husus, itiraz kanun yoluna tabi bu kararda, kanun yoluna başvuru hususunda sanığın bir hata veya yanılgıya düşürülüp düşürülmediğidir.
Hüküm fıkrasında, kanun yolu itiraz olarak gösterildiği gibi kanun yolu başvuru süresi de açıkça '7 gün içinde' belirtilmiştir. Gıyabi karar ise sanığa 7201 sayılı Tebligat Kanun'un 35. maddesindeki usule uygun olarak 10.09.2008 tarihinde tebliğ edilmiş olup, sanık tarafından bir kanun yolu başvurusunda bulunulmamıştır.
Bu anlamda, 24.06.2008 tarihli kararda sanığı hata ve yanılgıya düşürecek bir husus bulunmamaktadır. Dolayısıyla usulüne uygun bir şekilde tebliğ edilen hükme yönelik itiraz başvurusunda bulunmayan sanık hakkında anılan tarihli karar kesinleşmiş olup, tedavi gereklerini yerine getirmediğinden bahisle dosyanın yeniden ele alınarak yapılan yargılama neticesinde yerel mahkemece verilen 15.09.2009 tarihli hükmün esastan incelenmesi gerektiği' görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire iade kararının kaldırılması ve yerel mahkeme hükmünün esastan incelenmesi talebinde bulunmuştur.
CMK'nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince, 20.02.2015 gün ve 14501-15156 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında yerel mahkemece verilen 24.06.2008 tarihli tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulamasına ilişkin kararın kanun yolu bildiriminin yeterli olup olmadığının, buna bağlı olarak kesinleşip kesinleşmediğinin, dolayısıyla sanığın temyiz talebinin kapsamının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 24.12.2007 tarih ve 21453 esas sayılı iddianamesiyle, Ömer ... isimli kişinin uyuşturucu madde ticareti yaptığının ihbar edilmesi üzerine Sulh Ceza Mahkemesince verilen arama kararı doğrultusunda anılan şahsın evinde yapılan aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanılmadığı, evin damındaki baraka görünümündeki tek odalı yere bakıldığında ise sanık ...’ün eroin kullanırken yakalandığı, henüz kullanmadığı 0,2 gram eroinin de ele geçirildiği iddiasıyla sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan kamu davası açıldığı,
Adana 1. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 24.06.2008 gün ve 23-659 sayılı karar ile; sanığın tedavi altına alınmasına ve denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmasına karar verildiği, sanığın yokluğunda verilen kararın kanun yolu bildiriminin “Dair, sanığın yokluğunda CMK 268. madde gereğince 7 gün içinde itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi” şeklinde olduğu, sanığın 10.09.2008 tarihinde tebliğ edilen karara yönelik itiraz başvurusunda bulunmaması üzerine mahkemece 18.09.2008 tarihli kesinleşme tutanağının düzenlendiği,
Adana Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezi Şube Müdürlüğünün 24.03.2009 tarihli yazısı ile, sanığın, adresinde bulunamaması ve yeni adresinin de tespit edilememesi nedeniyle tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararının yerine getirilemediğinin ihbar edilmesi üzerine dosyayı yeniden ele alan mahkemece 15.09.2009 gün ve 561-1052 sayı ile, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan 5237 sayılı TCK’nun 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2. maddeleri gereğince 6.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin uyuşmazlığa konu hükmün kurulduğu,
Sanığın, suçlamayı kabul ettiğini, Adana Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezi Şube Müdürlüğünce çağrı kağıdının gönderildiği tarihte adresini değiştirdiğini, adres değişikliğini bildirmesi gerektiğini bilmediğini savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 20.03.2012 gün ve 785-101; 10.04.2012 gün ve 783-150; 05.06.2012 gün ve 769-223; 22.01.2013 gün ve 534-15 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, 5237 sayılı TCK’nun 5560 sayılı Yasanın 7. maddesi ile değişik 191. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, cezaya hükmetmeden önce verilen tedavi ile birlikte denetimli serbestlik tedbiri ya da sadece denetimli serbestlik tedbiri kararlarının, 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinde hüküm olarak sayılan ve temyiz kanun yoluna tabi olduğu kabul edilen kararlar arasında gösterilmemesi, temyiz kanun yolunun mahkemelerin davanın esasını çözen kararlarına karşı başvurulan bir kanun yolu olarak kabul edilmiş olması ve 5237 sayılı TCK’nun 191. maddesi gerekçesinde, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak suçlarından dolayı açılan kamu davalarında, sanık ya da sanıklarla ilgili olarak cezaya hükmetmeden tedavi ile birlikte denetimli serbestlik tedbirine ya da sadece denetimli serbestlik tedbirine karar verilmesi halinde davanın derdest olmaya devam ettiğinin belirtilmiş bulunması karşısında; itiraz kanun yoluna tabi olduğu anlaşılmaktadır.
Olağan kanun yollarından olan itiraz, 5271 sayılı CMK’nun 267 ila 271. maddeleri, arasında düzenlenmiş olup 'İtiraz olunabilecek kararlar' başlıklı 267. maddesinde; 'Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir' şeklindeki düzenlemeye göre, kural olarak sadece hakim kararlarına karşı gidilebilecek olan itiraz yoluna, kanunlarda açıkça gösterilmiş olunması kaydıyla mahkeme kararlarına karşı da başvurulması mümkündür.
CMK'nun 'İtiraz usulü ve inceleme mercileri' başlıklı 268. maddesinde; '(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.
(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.
(3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:
a) Sulh ceza hâkiminin kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları asliye ceza mahkemesi hâkimine aittir.
b) Sulh ceza işleri, asliye ceza hâkimi tarafından görülüyorsa itirazı inceleme yetkisi ağır ceza işlerini gören mahkeme başkanına aittir.
c) Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir.
d) Naip hâkim kararlarına yapılacak itirazların incelenmesi, mensup oldukları ağır ceza mahkemesi başkanına, istinabe olunan mahkeme kararlarına karşı yukarıdaki bentlerde belirtilen esaslara göre bulundukları yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye aittir.
e) Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalarda verdikleri kararlara yapılan itirazlarda; üyenin kararını görevli olduğu dairenin başkanı, daire başkanı ile ceza dairesinin kararını numara itibarıyla izleyen ceza dairesi; son numaralı daire söz konusu ise birinci ceza dairesi inceler' şeklindeki düzenleme ile itirazın süresi, şekli ve inceleme mercileri gösterilmiştir.
1412 sayılı CMUK’nda yer alan adi itiraz ve acele itiraz ayrımına son veren 5271 sayılı CMK’nda tüm itirazlar için ilgilinin kararı öğrenmesinden itibaren yedi günlük itiraz süresi öngörülmüştür.
Gelinen bu aşamada kanun yolu bildirimine ilişkin mevzuatımızdaki hükümlerin üzerinde durulması gerekmektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40/2. maddesininde; 'Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmüne yer verilmiş,
Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CMK’nun 34/2. maddesinde; “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir”,
231/2. maddesinde; “Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir”,
232/6. maddesinde ise; “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve mercinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir”,
Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.
5271 sayılı CMK'nun 40. maddesinin 1. fıkrasında da, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise, kanun yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.
Anılan düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin; kanun yolu, mercii, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça anlaşılabilir ve her türlü yanıltıcı ifadeden uzak olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Bu bildirimlerdeki temel amaç tarafların başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
CMK'nun 264. maddesinde de, kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda, kanun yolu veya mercide hatanın, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu durumda başvurunun yapıldığı merci tarafından, başvurunun derhâl görevli ve yetkili bulunan mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak itiraz istemi, süresinde verilen dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla kararı veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak, süresinde olması koşuluyla dilekçenin kararı veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka merciye istemde bulunulması itiraz talebini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı mercii tarafından istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin itiraz yerine temyiz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece sanığın yokluğunda verilen ve 10.09.2008 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edilen tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin karardaki kanun yolu bildiriminde yedi gün içinde itiraz kanun yoluna başvuruda bulunulabileceğinin gösterildiği, her ne kadar sürenin başlangıcının gösterilmemesi nedeniyle bildirimin eksik ve yanıltıcı olduğu ileri sürülebilirse de, yoklukta verilen karara ilişkin olarak sürenin, sanığın bu hükmü usulüne uygun olarak öğrenmesi yani tebliğle işlemeye başlayacağının açık olduğu, kanun yolu bildiriminde sanığı yanıltacak ya da tereddüde düşürecek bir ibarenin olmadığı, dolayısıyla tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin 24.06.2008 tarihli kararın itiraz edilmeksizin kesinleştiği, bu nedenle sanığın temyiz talebinin tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararına değil, bu karardan sonra dosyanın yeniden ele alınması üzerine kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Dairenin iade kararının kaldırılmasına, hükmün esasının incelemesi için dosyanın Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 31.10.2014 gün ve 23324-12191 sayılı iade kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.05.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.