Hukuk Genel Kurulu 2017/1216 E. , 2021/60 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, ödenen bedelin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Marmaris 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 18.12.2012 tarihli dava dilekçesinde; mülkiyeti davalıya ait olan 877 parseldeki dört katlı binanın zeminin katının 20.12.2011 tarihinde dava dışı olan emlak işi yapan ... tarafından müvekkiline satıldığını, müvekkili ile adı geçen emlakçının birkaç sene önce tanıştıklarını ve zaman içerisinde müvekkiline üç adet daire satarak güvenini kazandığını, 2011 yılı Aralık ayında müvekkilini arayarak sahibinin elinin çok sıkışık olduğundan bahisle Merkez Mahallesi, 239 Sokak, 47/2 Numaralı adreste bulunan evi gösterdiğini ve çok uygun fiyata satın alabileceğini söylediğini, bunun üzerine taşınmazı eşi ile gezen müvekkilinin beğenerek oğlu için satın almaya karar verdiğini, 19.12.2011 tarihinde ...’a 3.600,00TL kapora gönderdiğini, bir gün sonra müvekkilini arayan emlakçının tapuda tüm resmi işlemleri hazırladığını sadece imzasının eksik kaldığını söyleyerek müvekkilini tapu müdürlüğüne çağırdığını, müvekkilinin de bir gün sonra banka hesabından 147.000,00TL para çekerek tapuya gidip taşınmazın devrini aldığını, parayı ise ...’a teslim ettiğini, ancak 2012 yılının Temmuz ayında üzerine kayıtlı taşınmazların emlak beyannamelerini vermek için belediyeye gittiğinde sadece adres olarak bildiği ve aldığını zannettiği taşınmazın kendi adına kayıtlı olmadığını öğrendiğini, yaptığı araştırma sonucunda tapuda devri yapılan yerin Şirinyer Mahallesindeki dava konusu taşınmaz olduğunu anladığını, emlakçının müvekkiline satmak için gösterdiği evin piyasa değerinin 150.000,00TL'nin çok üzerinde olmasına rağmen tapuda devri yapılan yerin değerinin azami 90.000,00TL civarında olduğunu, müvekkilinin bu durumu öğrendikten sonra emlakçı hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, davacının normal şartlarda satın almayacağı taşınmazı ...'un aldatması nedeniyle satın aldığını ileri sürerek, hata ve hileyle müvekkili adına tescil edilen taşınmazın tapusunun iptali ile davalı tarafa ödenen bedelin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; müvekkilinin 877 parseldeki taşınmazını satmak amacıyla 2011 yılı içerisinde emlak firması sahibi olan ... ile görüşerek, taşınmazın daha hızlı ve kolay satışı için kendisine Marmaris 3. Noterliğince düzenlenen 20.12.2011 tarihli vekâletname ile satış yetkisi verdiğini, vekil ... ile davacı arasındaki hukuki ilişkide yapıldığı ileri sürülen haksız eylemi ise açılan bu dava ile öğrendiğini, temsil yetkisi temsil olunanın hukuksal alanında hüküm ve sonuç meydana getirmek üzere temsilciye verilen bir yetki olmakla birlikte Yargıtay kararlarında belirtildiği gibi haksız, hukuka ve ahlaka aykırı eylemlerde temsilin caiz olmayacağını, ilke olarak bir haksız eylemde bulunan kişinin bunun tüm hukuki sonuçlarına bizzat katlanmak zorunda olduğunu, bu nedenle davacı ile vekil arasındaki ilişkide yapıldığı ileri sürülen haksız eylemden dolayı müvekkiline karşı değil vekil ...’a karşı husumet yöneltilmesi gerektiğini, davaya konu edilen haksız eylemde müvekkilinin bir kusurun bulunmadığını, ayrıca davacının taşınmazı satın alırken kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermediğini, bu nedenle TMK’nın 3. maddesine göre iyi niyetli kabul edilemeyeceğini, yanlış tapuyu devralması nedeniyle müvekkiline sorumluluk yüklenemeyeceğini savunarak, davanın öncelikle husumet yönünden olmak üzere reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Marmaris 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.07.2013 tarihli ve 2012/574 E., 2013/300 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın ... aracılığıyla davacıya satılarak tapuda adına tescil edildiği, ancak tüm dosya kapsamına göre davalı ...’ın kötü niyetli olduğunun kanıtlanmadığı, diğer yandan tapu sicilinin aleniyeti gereği alım satıma konu taşınmazların adres ve özellikleri sicilde kayıtlı olup alıcı ve satıcıların sicildeki bu bilgileri öğrendikleri kabul edilerek işlemlerin yapıldığı, dava konusu yerin Marmaris İlçesi, Armutalan Sokağı, Boynuzbükü Mevkii, 877 parselde bulanan binanın zemin katındaki 4 numaralı bağımsız bölüm olduğu, davacının aynı taşınmazdaki 2 numaralı bağımsız bölümü ise 27.04.2011 tarihinde Ali Osman Gök isimli şahıstan satın aldığı, esasen davacının yüksek bedelli bir daireyi oldukça düşük bir bedel üzerinden iktisap etmek isterken, düşük değerli başka bir daireyi yüksek bedel ödeyerek aldığını iddia ettiği, oysa ki satın almak istediği dairenin yaklaşık yarı bedelle kendisine devredilmesine şüpheyle yaklaşması gerektiği, aynı binada zemin kattan altı ay önce daire satın alan davacının aldığı dairenin başka bir yerdeki daire olduğunu sonradan öğrendiğini iddia etmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, tapu sicilinin aleniyeti gereği basit bir araştırma ile tespit edilmesi mümkün olan hususta kendi kusurundan kaynaklanan sebeple açmış olduğu bu davada hileye maruz bırakıldığının kabul edilemeyeceği, ayrıca usul hukukunda davaya taraf dahil edilmesinin ancak belli şartlarda mümkün olduğu, tahkikat bittikten ve sözlü yargılama aşamasına geçildikten sonra dava dışı ...'un davaya dahil edilmesi isteminin, davalının muvafakatinin olmaması, dava dilekçesinde tarafın eksik gösterilmesinin de kabul edilebilir bir yanılgıya dayanmaması nedeniyle kabul edilmediği belirtilerek, davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 31.03.2014 tarihli ve 2013/19346 E., 2014/6798 K. sayılı kararı ile;
“...Dava, hata hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-satıcı adına tescil ve bedelin tahsili isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının, emlakçılık yapan dava dışı ...'un, dava dışı kişiye ait taşınmaz olduğu, malikin ihtiyaç nedeniyle taşınmazı satmak istediği gerçek değerinden daha ucuza alabileceği telkini üzerine kendisine gösterilen Merkez Mahalle 239. sokakta bulunan 47/2 kapı numaralı evi beğenerek almak istediğini, tapu işlemleri sırasında almak istediği ev değil de, kayden davalıya ait 877 parsel 4 numaralı bağımsız bölümün satıldığını, bu yanlışlığı emlak vergisini ödediği sırada öğrendiğini, satış işleminin geçersiz olduğunu ileri sürerek tapunun iptali ve ödediği bedelin tahsili isteği ile eldeki davayı açtığı, 877 parsel, 4 numaralı bağımsız bölümün 20.12.2011 tarihli akitle davalıya vekaleten ... tarafından davacıya satış suretiyle devredildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 31. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (Subjektif unsur), hemde iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur.
Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri istiyebilir. Yeterki hatanın ileri sürülmesi T....nun 34.ve M.K.nun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne varki, T....nun 35. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmiyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müsbet zararının ödenmesi gerekir.
Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir.
Somut olaya gelince, davacı, almak isteği Merkez mahalle 239. sokak 47/2 kapı numaralı daireyi aldığını düşünürken, satın almayı istemediği dava konusu taşınmazın kendisine devredildiğini iddia etmesine rağmen mahkemece, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda herhangi bir araştırma yapılmamış, her iki taşınmazda keşif yapılarak özellikleri değerleri mevkileri birbirlerine uzaklıkları irdelenmemiştir.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda hata iddiasının incelenmesi, taraf delillerinin toplanması, dava konusu edilen ve satın alındığı düşünülen taşınmazlarda keşif yapılması, taşınmazların özelliklerinin, değerlerinin, birbirlerine yakınlıklarının tespit edilerek bilirkişilerce düzenlenecek rapora yansıtılması ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir...” gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Marmaris 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.04.2015 tarihli ve 2015/58 E., 2015/100 K. sayılı kararı ile; davanın hata ve hile hukuksal nedenlerine dayalı olduğu, davalı ...'in dava dışı ... ile danışıklı olarak hareket edip hileli satış yaptığına dair kötü niyeti kanıtlanmadığından hileye dayalı istemin reddedildiği, hata iddiası yönünden ise önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle davacının basit bir araştırma ile tespit edebileceği hususta kendi kusurundan kaynaklanan nedenle açtığı davada hataya maruz bırakıldığının kabul edilemeyeceği, aynı apartmanda altı ay önce başka bir daire satın almış olması nedeniyle araştırma dahi yapmasına gerek olmaksızın doğrudan bilmesi gereken bir hususta hata iddiasına dayanmasının TMK’nın 2. maddesine aykırılık teşkil ettiği, esaslı bir saik hatasının söz konusu olmadığı, davacının emlakçı ile sürekli irtibat halinde olduğu ve aynı binanın zemin katından altı ay önce başka bir daire satın aldığı gözetildiğinde keşif yapılmasının esasa etkili olmayacağı, kasıtlı olarak başka bir dairenin gösterildiği iddiasının ise hile ile ilişkili olup, hilenin söz konusu olmadığına dair kabulün bozma kapsamı dışında kaldığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda mahkemece kurulan hükmün eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olup olmadığı, varılacak sonuca göre bozma kararında gösterilen şekilde araştırma yapılarak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davanın hukuki niteliğinin, diğer bir anlatımla davacı tarafından dayanılan vakıaların irade bozukluğu hâllerinden hangisine ilişkin olduğunun açıklanması gerekmektedir.
13. Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 33. maddesi ve ayrıca 4.6.1958 tarih ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davanın dayandığı maddi vakıaları bildirmek ve izah etmek davacıya, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak hâkime aittir.
14. Taraflarca getirilme ilkesinin sonucu olarak davacı, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaları dava dilekçesinde bildirmelidir. Bu hususa, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 194. maddesinde (vakıaları) somutlaştırma yükü denilmektedir. Bir davada ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Bu şekilde somutlaştırma yükü yerine getirileceği gibi davalı da bu vakıalara göre savunmasını yapacaktır. Dayanılan bu vakıalara uygulanacak hukuki sebepler de HMK’nın 119/1-g bendinde dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Ancak hukuki sebepler dava dilekçesinin zorunlu olmayan unsurları arasındadır. Çünkü, Türk hukukunu resen uygulamakla görevli olan hâkim (HMK m. 33) için gösterilen hukuki sebepler bağlayıcı değildir. Buna karşılık, hâkim, davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalarla bağlı olup, davacının bildirmediği vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hâllerde dâhi bulunamaz (HMK m. 25). Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalar davanın temelidir. Bu vakıalar davanın sınırını çizmekte ve hâkim ancak bu vakıalar hakkında inceleme yapabilmektedir. Davanın hukuki niteliği de bu vakıalara göre belirlenmektedir.
15. Diğer yandan, özel hukukta kişilerin irade özgürlüğüne sahip oldukları ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olup, borç altına girecekleri temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilkenin doğal sonucu olarak borçlar hukuku alanında sözleşme özgürlüğü ilkesi esastır. Bu ilke sayesinde kişiler özel borç ilişkilerini, hukuk düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleme olanağı bulmaktadır. Bu bağlamda kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü irade açıklaması, bir hukuki işlemin temel kurucu unsurudur. Bu nedenle hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun bir hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.
16. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b., Ankara 2017, s. 392).
17. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 30 ila 39. maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
18. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK'nın 23 ve devamı maddelerinde '...ilzam olunamaz.' (BK.23), '...o akit ile ilzam olunmaz.' (BK.28), '...kendi hakkında lüzum ifade etmez' (BK.29/I), TBK'nda ise '... bağlı olmaz.' (TBK.30), '...sözleşmeyle bağlı değildir.' (TBK.36 ve 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukuki işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
19. Kanunlarımızda iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Ayrıca irade bozukluğu sadece sözleşmelere özgü bir sakatlık hâli olmayıp, tek taraflı hukuki işlemler için de geçerlidir.
20. Yanılma (hata); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk hâlidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukuki işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir. İradesini beyan etmek isteyen kimse, kendi dalgınlığı veya yanlış anlaması sonucunda gerçek iradesini istemediği bir şekilde açığa vurmuş olabileceği gibi; hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım nedenlerden ötürü de olabilir. Böylelikle kişi, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunarak iradesini sakatlamaktadır. Yanılgıya düşen kişi karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın iradesine uygun olmayan bildirimde bulunmaktadır.
21. Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olarak TBK'nın 36. maddesinde;
“Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.
Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir” şeklinde düzenlenmiştir.
22. Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır.
23. Görüleceği üzere hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararlarında, hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.
24. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (TBK. m.36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s. 414 vd., HGK'nın 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararları).
25. Tüm bu açıklamalar kapsamında eldeki davanın hukuki niteliğine gelince, davacı gerek dava dilekçesinde gerekse aşamalarda emlak işi yapan dava dışı ...’un kendisine Merkez Mahallesinde bulunan ve oldukça değerli olan bir evi göstererek, sahibinin paraya sıkışık olması nedeniyle uygun bir fiyata satın alabileceğini söylediğini, bunun üzerine gösterdiği evi satın almaya karar verdiğini, ancak kendisine başka bir mahallede bulunan ve davalıya ait olan çok daha düşük değerdeki evi satarak tapuda devrini yaptığını, normal şartlarda satın almayacağı taşınmazı ...'un aldatması nedeniyle satın aldığını ileri sürmüştür. Olayların izah edilen bu şekline göre davacı kendisinden kaynaklanan bir dikkatsizlik ya da bilgisizlik nedeniyle değil, tamamen adı geçen ...’un kasıtlı telkin ve eylemleri sonucunda gerçek iradesine aykırı beyanda bulunduğunu belirterek, iradesinin oluşumu sırasındaki sakatlığın bu eylemden kaynaklandığını iddia etmiştir. Açıklanan bu maddi vakıanın da irade bozukluğu sebeplerinden yanılma (hata) olgusuna değil, aldatma (hile) olgusuna ilişkin olduğu açıktır.
26. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından davanın aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı olduğu, mahkemece toplanan deliller ile uyuşmazlığın da bu kapsamda değerlendirilerek sonuca varılması gerektiği kabul edilmiştir.
27. Taraflardan birinin, diğerinin aldatması (hilesi) ile sözleşme yapması hâlinde yanılması esaslı olmasa bile sözleşmeyle bağlı sayılmayacağı Kanun’un açık hükmü gereğidir. Ancak somut olayda taşınmaz satışına ilişkin sözleşmenin, davalı satıcının değil de dava dışı ...’un hilesi sonucunda yapıldığı iddia edilmiştir. Bu bağlamda, hilenin bizzat sözleşmenin karşı tarafınca yapılabileceği gibi üçüncü bir kişi tarafından da yapılabileceği belirtilmelidir. Ne var ki, üçüncü kişinin hilesi ile sözleşme yapan kişinin sözleşmenin iptalini isteyebilmesi için lehine hile yapılan karşı tarafın sözleşmenin yapıldığı sırada hileyi bilmesi veya bilecek durumda olması gerekir. Hileyi yapan kişinin sözleşmenin tarafı mı yoksa üçüncü kişi mi olduğu ise Hukuk Genel Kurulunun 25.03.2015 tarihli ve 2013/19-1707 E., 2015/1072 K. sayılı kararında da vurgulandığı gibi sözleşmenin hazırlık, müzakere ve kurulma aşamalarına katılıp katılmadığına göre saptanacaktır. Sözleşmenin bu üç aşamasından birine veya bir kaçına katılan kişi artık o sözleşmede TBK’nın 36/2. maddesi anlamında üçüncü kişi sayılmayacaktır. Diğer taraf ile beraber ya da onun ad ve hesabına veya başka herhangi şekilde sözleşmenin kurulmasına katılmamış olan kişiler üçüncü kişi konumundadırlar. Bu açıklama uyarınca vekil tarafından yapılan sözleşmelerde vekilin üçüncü kişi sayılması söz konusu değildir. Vekilin hilesi de üçüncü kişinin hilesi olarak değil karşı tarafın hilesi olarak değerlendirilecektir. Somut olayda iptal istemine konu bağımsız bölüm davalı ...’a aitken, 20.12.2011 tarihli vekâletname ile yetkili kıldığı vekil ... tarafından aynı gün davacıya satılarak devri yapılmıştır. Böyle olunca taşınmaz satış sözleşmesini vekil sıfatıyla bizzat yapan bu kişinin hilesi, hileyi bilmesi veya bilecek durumda olması koşulu aranmaksızın akidin hilesi olarak kabul edilecektir.
28. Ancak aldatmayı (hileyi) ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Hata, hile ve ikrah iddialarının senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7. maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, hile olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.
29. Davacı taraf hile iddiasının ispatı için tanık deliline dayanmış ise de hilenin gerçekleştiğini kabul etmek için dinlenen tanık beyanlarının yeterli olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Davacı ile emlak işi yapan ...’un uzun süredir birbirlerini tanıdıkları ve sürekli irtibat hâlinde oldukları, adı geçen kişinin daha önce davacıya üç ayrı taşınmaz sattığı, hatta bunlardan birinin 877 parseldeki 2 numaralı bağımsız bölüm olduğu, dava konusu taşınmazla aynı apartmanın aynı katında bulunan bu daireyi davacının 27.04.2011 tarihinde satın aldığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Taşınmaz satışlarında aracılık yapan ...’un işi gereği çok sayıda taşınmaz gezdirmiş olması hilenin bir unsuru olarak kabul edilemeyeceği gibi davacı tanıkları emlakçı tarafından gösterilen evin dubleks bir daire olduğunu beyan etmelerine karşın dava konusu daire normal bir dairedir. Davacıya gösterildiği iddia edilen dubleks daire ile satışı yapılan 4 numaralı bağımsız bölümün farklı mahallelerde bulunduğu da dava dilekçesindeki açıklamalar ile sabittir. Oysa ki, satışa ilişkin resmî senedin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga Tapu Sicili Tüzüğünün 16. maddesine göre akdi gerektiren işlemlerde resmi senet düzenlenir. Düzenlenen resmi senet memur tarafından müdür ve tarafların huzurunda okunur. Taraflar isterlerse resmi senedi kendileri de alıp okuyabilirler. Resmi senette ise taşınmazın bulunduğu mahalle yazıldığı gibi niteliğinin dubleks daire olması hâlinde bu durum da yazılır. Yine, Tüzüğün 101. maddesine göre tapu dairesinde akitli veya akitsiz işlemlerle ilgili olarak düzenlenen tapu senedi veya ipotek belgelerinin birer örneği, müdür tarafından hak sahiplerine verilir. Tapu sicilleri aleni olduğundan davacının işlem yapmadan önce de sicil kayıtlarını inceleme imkânı bulunmaktadır. Bu nedenle basit bir inceleme ile satın aldığı taşınmazın bulunduğu mahalle ile niteliğini tespit etmesi mümkün olan davacının, resmi senet içeriği kendi huzurunda okunmuş ve tapu senedinin bir örneği verilmiş olmasına, yine aynı apartmandan kısa bir süre önce başka bir daire satın almış olmasına karşın, hile ile başka mahallede ve farklı nitelikte bir dairenin satıldığını ileri sürmesi inandırıcı bulunmamış ve hile iddiasının ispatlanamadığı sonucuna varılmıştır. Hile ispatlanamadığından, somut olayda taşınmazlar başında keşif yapılmasının da sonuca bir etkisinin olmayacağı açıktır.
30. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, davanın hata ve hile hukuksal nedenlerine dayalı olduğu, davacı tarafın delil listesinde keşif deliline de dayandığı, ispat hakkı çerçevesinde her iki taşınmaz başında keşif yapılarak taşınmazların özellikleri, değerleri, mevkileri ve birbirlerine uzaklıkları ile tasarruf durumlarının incelemesi ve diğer delillerle birlikte değerlendirerek oluşacak sonuca göre hata ve hile iddiaları hakkında bir karar verilmesi gerekirken, keşif yapılmayarak eksik inceleme ile karar verildiğinden, direnme kararının bu ilaveli gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
31. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin olarak verdiği direnme kararı yukarıda açıklanan gerekçeler karşısında sonucu itibariyle yerinde olup, onanması gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile sonucu itibariyle yerinde görülen direnme kararının ONANMASINA,
Gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.02.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Direnme konusu uyuşmazlık; mahkemece kurulan hükmün eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olup olmadığı, varılacak sonuca göre bozma kararında gösterilen şekilde araştırma yapılarak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Davacının, yanılma (Hata) ve Aldatma (Hile) hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil istemli olarak açtığı davanın yargılaması sonucu, mahkemece, “...yanılma ve aldatma koşullarının varlığı kanıtlanamadığından davanın reddine” ilişkin verilen kararın davacı vekilince temyizi üzerine, Özel Dairece; '...Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir. Somut olaya gelince, davacı, almak isteği Merkez mahalle 239. sokak 47/2 kapı numaralı daireyi aldığını düşünürken, satın almayı istemediği dava konusu taşınmazın kendisine devredildiğini iddia etmesine rağmen mahkemece, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda herhangi bir araştırma yapılmamış, her iki taşınmazda keşif yapılarak özellikleri değerleri mevkileri birbirlerine uzaklıkları irdelenmemiştir. Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda hata iddiasının incelenmesi, taraf delillerinin toplanması, dava konusu edilen ve satın alındığı düşünülen taşınmazlarda keşif yapılması, taşınmazların özelliklerinin, değerlerinin, birbirlerine yakınlıklarının tespit edilerek bilirkişilerce düzenlenecek rapora yansıtılması ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir,...' gerekçesi ile karar bozulmuş, davalı vekilinin karar düzeltme istemi Özel Dairece reddedilmiştir.
Mahkemece, önceki gerekçelere ilave olarak, “.... aynı binada yaklaşık altı ay önce zemin bölümden daire satın alan davacının dava konusu dairenin aslında almak istediği daire olmadığını sonradan öğrendiğini beyan etmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, keşif yapılmasının aynı binada taşınmaz alan kişi olduğundan esasa etkili olmayacağı, kasten başka bir dairenin emlakçı tarafından gösterildiği iddiasının da hile ile ilişkili olduğu, hilenin söz konusu olmadığına ilişkin kabulün ise bozma kapsamı dışında kaldığı” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiş, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca direnme kararı onanmıştır.
Davacı, normal şartlarda almayacağı taşınmazı davalı kayıt malikinin vekili ...'un aldatması nedeniyle aldığını ileri sürerek, hata ve hile hukuksal nedenlerine dayanmak suretiyle tapunun iptali ile davalı tarafa ödenen taşınmaz bedelinin ödeme tarihi itibariyle işleyecek yasal faiziyle tahsili istemiyle eldeki davayı açmıştır.
Hemen belirtmek gerekir ki; sözleşmeler, tarafların karşılıklı olarak birbirlerine uygun irade açıklamaları ile oluşurlar. Gerçek iradeye uygun olmayan veya gerçek iradeye, beyana dayanmayan sözleşmelerin geçerli olarak kurulduğundan söz edilemez.
Uygulamada ve doktrinde; irade bozukluğu, hem iradenin oluşumu hem de beyanı sırasındaki sakatlık olarak geniş ifade edilmektedir. İrade bozukluğu sözleşmenin kuruluşu aşamasında meydana gelmiş ise buna “temelde” bozukluk “ temel hatası”, beyanda yapılmış ise beyanda bozukluk “beyan hatası” denmektedir.
İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanununda 'Rızadaki fesat' başlığı altında 'Hata', 'Hile' ve 'İkrah' olarak 23 ilâ 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 30 ilâ 39. maddeleri arasında bu defa 'Yanılma', 'Aldatma' ve 'Korkutma' başlıkları altında düzenlenmiştir.
Sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi konularda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen taraf sözleşme ile bağlı sayılmaz.
Borçlar Kanununda yanılmanın (hatanın) tanımı yapılmamış ise de, sınırlı olmamak üzere açıklamada yanılma örnekleri, saikte yanılma, iletmede yanılma olarak düzenlenmiştir. Yanılma (hata); irade ve beyan arasında bilmeyerek meydana gelmiş bir uyumsuzluk hâli olarak tanımlanabilir. Sözleşme iradesinin oluşumundan önce veya oluşum sırasındaki noksan veya yanlış bilgi ve düşünceden ileri gelebileceği gibi beyan yanılmalarında (hatalarında) bilgi ve düşüncelerin beyan edilmesinden veya aktarılmasından da doğmaktadır. Yanılmanın (hatanın) esaslı sayılabilmesi için, uygulamada ve doktrinde, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, başka bir deyişle hem yanılgıya düşen taraf yönünden (subjektif unsur), hem de dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, yanılgıya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması gerekir.
Yanılmada (hatada) bozukluk (sakatlık) yanılgıya düşen kişinin yanlış bilgi ve kanıya sahip olmasından kaynaklanır. Yanılgıya düşen taraf, karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın ya da yanlış bilgi ve düşüncelerine dayanarak yahut gerçek iradesine uymayan bir irade bildirimi ile sözleşme yapmaktadır.
Aldatma (hile) ise, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak olarak tanımlanabilir. Aldatmada (hilede) bozukluk (sakatlık) hukuka aykırı bir takım dış etkenlerden, karşı tarafın eylem, söz ve davranışlarından doğmaktadır.
818 sayılı BK 28/1 maddesi ve aynı yönde düzenleme getiren 6098 sayılı TBK’nın 36/1 maddesinde, “taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılma esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir” düzenlemesine göre, koşulların varlığı hâlinde, aldatılan taraf hukuki ilişkiyi (sözleşmeyi) geçmişe etkili olarak ortadan kaldırılmasını ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Aldatma hukuksal nedenine dayalı olarak akitle bağlı olmama koşullarını ele almak gerekirse:
1- Bir taraf akit yapma konusunda aldatılmış, yani karşı tarafın davranışı ile yanıltılmış olmalıdır. Düşürülen yanılmanın (hatanın) esaslı yanılma olması şart değildir. Yanılma esaslı ise, bundan zarar gören dilerse yanılma dilerse aldatma hükümlerine dayanabilir. Aldatılmaya dayanması zarar gören akit için daha avantajlıdır.
2- Akidi yanılmaya düşüren davranış kasten yapılmalıdır. Karşı akit, davranışının diğer tarafı yanılgıya düşüreceğini biliyorsa ve bunu istiyorsa, kast gerçekleşmiş olur. Failin kastı akdin yapılmasına yönelik olmalıdır.
3- Aldatma (hile) akdin yapılmasına sebep olmalıdır. Aldatma oluşturan davranış ile sözleşmenin yapılması arasında uygun illiyet bağı bulunması gerekmez. O somut olayda aldatma olmasaydı sözleşmenin bu şekilde yapılmayacak olması yeterlidir. Hiç yapılmayacak bir akdin yapılmasını sağlayan aldatma asli, başka şartlarda yapılacak akdin mevcut şartlarda yapılmasını sağlama feri aldatmadır.
4- Aldatmayı teşkil eden davranış, karşı akit veya akdin yapılmasında yardımından yararlandığı bir kimse tarafından yapılmış olmalıdır. Ancak bu durumda BK.m.28/1 (TBK m.36) dayanılabilir.
Diğer taraftan; aldatmayı bir üçüncü şahıs yapmış ise, bu aldatmanın akdin geçerliliğini etkilemesi için yukarıda belirtilen şartların gerçekleşmiş olması yanında, karşı akidin bu aldatmayı bilmesi veya bilmesinin gerekli olması şartı aranır. Bu şart gerçekleşmezse üçüncü şahsın aldatması akdin geçerliliğini etkilemez.
Bir akidin, akdin yapılması sırasında yardımından yararlandığı kişiler (yardımcı şahıslar) üçüncü şahıs sayılmaz. Bunların yaptığı aldatma, bunların yardımından yararlanan akidin aldatmayı bilmesi şartı aranmaksızın, akidin aldatması sayılarak BK m.28/2. (TBK m.36/1) hükmüne tabi olur.
Bu açıklamalar çerçevesinde, davacı iddiası değerlendirildiğinde, uyuşmazlık tarihi itibariyle yürürlükte olan 818 sayılı BK m. 28/1 maddesine dayandığının kabulü gerekir.
Aldatmayla sözleşme yapmak zorunda kalan taraf sözleşmeyle bağlı olmaz, bu durumda iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Aldatma ve yanılmanın öğrenilmesi tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek, tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir ve tanık dahil her türlü delille de kanıtlanabilir.
Tapuda düzenlenen resmi akit tablosu, resmi memur eli ile düzenlenmiş resmî bir belgedir ve bu belgenin sağlıklı olduğuna güvenmek, saygınlığına inanmak asıldır. Ancak, resmi akit tablosu şekil yönünden yasanın aradığı tüm koşullara sahip olsa bile, eğer tarafların gerçek iradelerini yansıtmıyorsa, o akit hukuksal açıdan sağlıklı ve kanun koyucunun (BK) açıkladığı bir sözleşme sayılamaz. Örneğin, aldatma, yanılma, korkutma, muvazaa, sahtecilik, gabin hukuksal nedenleriyle sözleşmenin geçersizliği kanıtlanabilir.
Öte yandan; uyuşmazlığın çözümü bakımından ispat hakkı ile ilgili yasal düzenlemelere değinmekte yarar vardır.
İspat hakkı, Anayasa 36. maddesiyle davanın taraflarına tanınan temel bir haktır. Bu kapsamda ispat hakkı hukuki dinlenilme hakkının da bir unsurudur. HMK’nın 189/1 maddesinde de “taraflar kanunda belirtilen süre ve usule uygun ispat hakkına sahiptir” denilmektedir.
İspat, taraflarca iddia edilen talebin dayandığı hukuk kuralının koşul vakıalarının somut olarak iddia edildiği gibi gerçekleştiği konusunda hâkimde kanaat uyandırmak üzere yapılan inandırma faaliyetidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes s.643).
İspatın konusunu, tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için de delil gösterilir. Bir davada o davanın çözümünü etkileyebilecek vakıalar için delil gösterilir ve ancak bu deliller inceleme konusu olabilir. Başka bir deyişle; delil, bir vakıanın ispatı için başvurulan vasıtalardır ve konusu da maddi vakıalardır. Tarafların mahkemeye sunmuş oldukları delillerin incelenmesi ve değerlendirilmesi ispat hakkının bir gereğidir.
Taraflar, uyuşmazlıkla ilgili dava malzemelerini hâkimin gözünde hangi ölçüde canlandırırlarsa bu oranda kendi lehlerine sonuç elde etme ihtimalleri yükselir. Bu sebeple tarafların eşit şartlar altında, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın uyuşmazlığa ilişkin delilleri yargılamaya getirmeleri oldukça önemlidir. (Medeni Usul Hukuk, Pekcanıtez usul, c. IIs. 1587-1588)
Yargıtay’a göre, “… hak arama özgürlüğü, dava açma (iddia etme) ve savunmayı kapsayan genel bir kavramdır. Davada tarafların (ve hatta dava ile ilgili üçüncü kişilerin) iddia ve savunma haklarını fiilen kullanabilmeleri, kendilerine ispat hakkı verilmesiyle sağlanabilir….. taraflardan birinin ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi, temyizde bozma sebepleri arasında sayılmıştır.(m.371) Bu düzenlemeler de, hakimin delillerin tümünü değerlendirip bunu kararın gerekçesine yazmalıdır (Y.3.H.D 11.09.2011, 12921/18468,Kazancı İçt.Bankası).
Somut olaya gelince; dava konusu 877 parsel zemin kat 4 bağımsız bölüm nolu konutun tamamı davalı ... adına kayıtlı iken onun adına vekaleten ... tarafından 20.12.2011 tarihinde ve satış suretiyle davacıya temlik edildiği, taşınmazın kaydında köy ve mevkii olup, mahalle isminin yer almadığı; davacının dolandırıcılık ve evrakta sahtecilik suçlarından şikâyeti üzerine Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığınca adı geçen vekil hakkında başlatılan soruşturma kapsamında ...’un şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde “dava konusu taşınmazın tarafınca 130.000,00TL bedelle davacıya satıldığını, davacının da sezon boyunca iki ayrı kişiye kiraya vererek kiralarını aldığını, bu dairenin müşterilere tarafınca kiralandığını” beyan ettiği, davacının dava dilekçesinde iddianını ispatı yönünden, maddi deliller başlığı altında, “ödemelerine ilişkin makbuzlar, kendisine satılacağı söylenen ve bakmaya gidildiğinde çekilen 15 adet fotoğraf, tapu sureti, tanıklar, keşif ve bilirkişi incelemesi” şeklinde delillerini bildirdiği anlaşılmaktadır.
Az yukarıda açıklandığı üzere; öncelikle, davalı adına vekaleten dava konusu taşınmazı davacıya temlik eden vekili üçüncü kişi olmayıp, tapu kayıt malikini temsilen işlemi gerçekleştirdiğinden, davalı asilin sorumlu olacağı kuşkusuzdur. Diğer yandan, yanılma (hata) ve aldatma (hile) iddiaları her türlü delille kanıtlanabileceğine göre, davacı delillerinin noksansız toplanması gerektiği açıktır. Ayrıca delillerin toplanması; ispat hakkı, hukuki dinlenilme ve adil yargılanma haklarının da gereğidir.
Ne var ki; mahkemece, davacının kendisine gösterilen ve satın aldığını zannettiğini ileri sürdüğü taşınmaza ilişkin tapu kaydı temin edilmemiş, bu taşınmaz ile davacıya tapuda temlik edilen taşınmazda keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak taşınmazların özellikleri, mahalleleri, mevkiileri, birbirlerine yakınlıkları, değerleri, tasarruf durumu (kimin ne şekilde tasarrufunda bulundukları) ve davacının satın aldığını sandığını ileri sürdüğü taşımazın mülkiyet durumu belirlenmemiştir.
O hâlde; eldeki davada dayanılan delillerin tamamının toplanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda davacı iddialarının toplanan ve toplanacak olan deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle incelenmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere direnme kararı verilmesi doğru değildir.
Hâl böyle olunca; davacının iddiasını ispat için dayandığı deliller toplanmadan, eksik inceleme ve araştırmayla yetinilerek verilen kararın Özel Dairenin bozma kararında belirtilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle bozulması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun onama kararına katılamıyoruz.