20. Hukuk Dairesi 2016/12589 E. , 2019/1604 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 17/10/2008 harç tarihli dilekçesi ile; davacının ... 2073 ada 9 parsel sayılı taşınmazın maliki olduğunu, davacının kimlik bilgilerine dayanılarak sahte bir nüfus cüzdanı düzenlendiğini ve bu nüfus cüzdanı ile ... 2. Noterliğinde dava konusu taşınmazın satışı hususunda emlakçılık işi ile uğraşan davalı ...'ya düzenleme biçiminde vekaletnamenin verildiğini, ...'ın taşınmazı 29.02.2008 tarihinde diğer davalı ...'e sattığını, ...'in de kısa bir süre sonra 23.05.2008 tarihinde taşınmazı diğer davalılar ... ve ...'ya 1/2'şer hisseli olarak sattığını, davacının emlak vergisi ödemek üzere belediyeye gittiğinde durumu öğrendiğini, davacının nüfus cüzdanının haricen sahte olarak düzenlendiğini, buna dayanılarak edinilen vekaletin sahte olduğunu, davacının vekil atama iradesinin olmadığını, imzanın davacıya ait olmadığını ve işleme dayanak vekaletnamenin sahte olması nedeni ile geçersiz olduğunu belirterek, yolsuz tescil nedeni ile taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini talep etmiştir.
Davacı vekili ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/524 Esas sırasına kaydedilen 26/09/2011 harç tarihli dilekçe ile; ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/508 Esas sayılı dosyası ile tapu iptali ve tescil talep ettiklerini, ancak bu davanın kabulü ve tapunun müvekkili adına tescili gerekmekle birlikte herhangi bir nedenle tescil talebinin reddi ve reddin kesinleşmesine müteakip Devletin sorumluluğu prensibine göre yeniden dava ikame edilmesi durumunda müvekkili yönünden oluşacak gecikme ve zarar gözetilerek açmış oldukları ilk davanın terditli hale getirilebilmesinin sağlanması için bu davayı açtıklarını belirterek taşınmazın dava tarihindeki bilirkişilerce hesaplanacak değerinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiş, dava değerini fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak suretiyle üzere 10.000.- TL olarak göstermiş, dava dosyası eldeki dosya ile birleşmiştir.
Davalılardan ...- ... vekili ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/504 Esas sırasına kaydedilen 16/09/2009 harç tarihli dilekçe ile ; müvekkilinin davalı ...’ten 23.05.2008 tarihinde dava konusu taşınmazı satın aldığını, tapu masrafları hariç 214.000 TL ödediğini, davacı hakkında ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/ 508 Esas sayılı dosyasında tapu iptali ve tescil davası açıldığını, müvekkilinin Almanya'da yaşadığını, müvekkilinin sadece bu işler Türkiye'ye iki defa gelip gitmek
zorunda kaldığını bu sırada Almanya’daki işlerinin aksadığını, yaşlılıklarını huzur içinde geçirme ümitlerini kaybettiğini, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 7.000 TL maddi, 3.000 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak müvekkiline verilmesini talep etmiş, dava eldeki dosya ile birleştirilmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda, asıl ve birleştirilen ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/504 Esas sayılı davaların ayrı ayrı reddine, mahkemenin bu dava dosyası ile birleştirilen ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/524 Esas sayılı dosyası yönünden davanın kabulü ile 225.000,00 TL'nin dava tarihi olan 26/09/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Asıl dava tapu iptal ve tescil, birleşen davalar ise 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazminat ile maddi-manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından ... ilçesi ... mahallesi 2073 ada 9 parsel sayılı 1000 m2 yüzölçümlü arsa vasfındaki taşınmazın ... adına kayıtlı iken ... 2.Noterliği tarafından ... adına düzenlenen vekaletnameye istinaden Tapu Sicil Müdürlüğünün 29/02/2008 tarih ve 3635 yevmiye nolu işlemi ile 30.000 TL karşılığında ...'e satıldığı, bu kişi tarafından da 23/05/2008 tarih ve 8904 yevmiye no'lu işlemi ile 16.500’er TL’ye 1/2 hisseli olarak davalılar ... ve ...'ya satıldığı, taşınmazın halen bu kişiler adına tapuda kayıtlı olduğu, eldeki asıl davanın 17/10/2008, birleşen 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazminat davasının ise 26/09/2011 tarihinde açıldığı, ... Metin Sevinç, ..., Hazinenin katılan, ...’nun sanık olduğu nitelikli dolandırıcılık ve sahtecilik suçuna ilişkin ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/25 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonunda sanığın üzerine atılı suçları işlediğine dair her türlü şüpheden uzak mahkumiyetine yeter kesin, somut, inandırıcı deliller elde edilemediğinden şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği müsnet suçlardan beraatine karar verildiği, kararın Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 02/06/2015 gün 2013/3051 E-2015/26560 K. sayılı ilamı ile onanarak 02.06.2015 tarihinde kesinleştiği görülmüştür.
... Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılamada davalı ...'ya kimliği tespit edilemeyen üçüncü bir kişi tarafından verilen vekaletnamenin sahte olduğu tespit edilmiş ise de dosya kapsamından davalı ...'nun söz konusu sahte vekaletnameyi sahte olduğunu bilerek işlem yaptığının ispat edilemediği gibi taşınmazı devreden ... Kozlu ile ilk devralan ...'in kötüniyetinin ispat edilemediği, taşınmazı en son devralan davalılar ... ve ...'nın da iyiniyetli olarak taşınmazı satın aldıkları anlaşılmakla mahkemece, davalılar aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davalarının reddine karar verilmesi yerindedir.
Bunun yanı sıra, mahkemece davacının maliye Hazineye karşı açtığı tazminat davasının kabulü ile 225.000,00 TL'nin dava tarihi olan 26/09/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi ise yerinde olmamıştır.
Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesi ve sicillerin doğru oluşturulmasından dolayı Devletin sorumluluğu Medeni Kanunun 1007. maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olduğu vurgulanmıştır.
Devletin tapu sicilini düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından kaynaklanan bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı Devlete ikinci derecede değil, İsviçre'de olduğu gibi birinci derecede sorumluluk yüklenmiştir ...Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303).
Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için tapu sicilinin tutulmasında, sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi bulunmamakta;
böylece Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluğun özel bir hali olarak ortaya konulmaktadır.
Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden malvarlığına ilişkin hakların yeri doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Devletin sorumluğunun dayandırıldığı tapu sicilinin doğru tutulmasına ilişkin güvenin devamını sağlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden daha geniş bir anlam taşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güvenen iyiniyetli üçüncü kişilerin kazanımlarının korunamadığı bazı durumlarda bile, onların bu yüzden uğradıkları zarardan Devlet sorumlu tutulur.
Görülmektedir ki; kusursuz sorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan Devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.
Tapu müdür ya da memurunun kusuru olsun ya da olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin malvarlığı çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücu durumundaki iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu sicilinin tutulmasına ilişkin yasal düzenlemelerle sınırlı olmayıp bu yasal düzenlemeler dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür ya da memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun, her iki durumda da ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır (Dr. Lale Sirmen, Tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumluluğu, Ankara, 1976 Sh. 63 vd). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı, tapu sicilinin tutulmasına ilişkin düzenlemelere uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp hukukun genel ilkelerine uygunluk da gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır.
Davacıya ait taşınmaz, sahte vekalet ile önce ...'e satılmış, daha sonra bu kişi tarafından ... ve ...'ya satılmış, davacı adına tescilli olan taşınmaz belirtilen bu satışlarla elinden çıkarak üçüncü kişiler adına tapuya tescil edilmiştir. Dosya içeriğinden, tapu işlemi sırasında sahte belgeler kullanılarak yapılan satış nedeni ile davacının zarara uğradığı anlaşıldığına göre nedensellik bağının kesildiğinden söz edilemez.
Tapu müdürlüğü görevlilerinin kusurlu olup olmadığının araştırılmasına ya da kusurun varlığının kanıtlanmasına da gerek olmadığı gibi Devletin sorumluluğu için bu kusurun varlığı da aranılacak bir koşul değildir. Tapu müdürlüğünün hukuka aykırı eylem ve işlemleri ile zarar arasında nedensellik bağı bulunduğuna göre bu zarardan Devlet sorumlu tutulmalıdır.
Diğer bir anlatımla, davacının zararı, tapu dairesinde yapılan işlemden kaynaklandığından, Devletin sorumluluğunu gerektiren nedensellik bağı vardır.
Açıklanan sebeplerle 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklanan sorumluluk şartlarının oluştuğu hususunun mahkemece kabul edilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Hazinenin bu hususlara ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir.
Ne var ki; dava konusu taşınmaz mal arsa niteliğinde olup, arsaların bedelinin değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması zorunludur.
Bu itibarla, emsal satışların değerlendirme tarihi olan 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davasının dava tarihi olan 26/09/2011 tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak suretiyle zemine, yapıya da bayındırlık birim fiyatlarına göre belirlenen bedelden yıpranma payı da
düşülmek suretiyle değer biçilmesi gerekirken, bilirkişi raporunda bu yönteme uyulmadan değer biçilmiştir.
Bu durumda davaya konu taşınmazın değerinin yöntemine uygun şekilde tespit edildiği söylenemez.
Bunun yanı sıra; davacı, ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/524 Esas sırasına kaydedilen 26/09/2011 harç tarihli tazminat istemine ilişkin dava dilekçesinde, taşınmazın dava tarihindeki bilirkişilerce hesaplanacak değerinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiş, dava değerini fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak suretiyle üzere 10.000.- TL olarak göstermiştir.
6100 sayılı HMK'nın 107. maddesi ile 1086 sayılı HUMK'da bulunmayan ''...belirsiz alacak davası...'' türü kabul edilmiş olup alacaklının belirsiz alacak davası açabilmesi için, dava açacağı miktarı ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı veya bu durum objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tesbit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacak olup böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez (Prof. Dr. Baki Kuru, Medeni Usul hukuku Ders Kitabı 2011 Baskı sf.277).
Somut olayda da; davacı, tapusu elinden sahte vekaletname ile çıkan taşınmazının değerini talep etmiştir. Davacının dava açıldığı tarihte taşınmazının değerini belirlemesi objektif olarak mümkün olduğundan davanın belirsiz alacak davası olarak kabulü mümkün değildir. Bu nedenle HMK’nın 176 ve devamı maddelerinde düzenlenen şekilde davacı vekilinin sözlü veya yazılı ıslah talebi bulunmamasına rağmen davacının dava dilekçesinde dava değeri olarak gösterdiği 10.000.- TL üzerinden HMK’nın 26. maddesinde düzenlenen taleple bağlılık ilkesi gözetilerek hüküm kurulması gerekirken 225.000,00 TL nin dava tarihi olan 26/09/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş olması da doğru değildir.
Bu nedenlerle, taraflara taşınmazın bulunduğu yerden, değerlendirme tarihi olan 26/09/2011 tarihine yakın tarihli ve benzer nitelikte emsal bildirmeleri için imkan tanınmalı, gerektiğinde resen emsal celbi yoluna gidilmeli, dava konusu taşınmazın değerlendirme tarihi olan 26/09/2011 itibariyle, emsal alınacak taşınmazın ise satış tarihi itibariyle imar parsellerine yakın olup olmadığı, kadastro veya imar parseli niteliğinde olup olmadığı, DOP düşülmesi gerekip gerekmediği ilgili Belediye Başkanlığı ve Tapu Müdürlüğünden sorulmalı, ayrıca dava konusu taşınmazın; imar planındaki konumu, imar planının ölçeği ve onaylama tarihi ile dava konusu taşınmazın emsallere olan uzaklığını da gösterir krokisi ve dava konusu taşınmaz ile emsal taşınmazların Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından re'sen belirlenen emlak vergisine esas metrekare değeri ilgili belediye başkanlığından ayrı ayrı sorularak ve emsal taşınmazların satış akit tablosu getirtilmeli, bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla yeniden keşif yapılarak rapor alınmalı ve dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporu da denetlenerek, HMK’nın 26. maddesinde düzenlenen taleple bağlılık ilkesi gözetilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, taşınmaza, genel deyimlerle ve piyasa rayicinden söz ederek 2008 yılına ilişkin olarak değer biçen geçersiz bilirkişi raporu esas alınarak karar verilmesi, doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 11/03/2019 günü oy birliği ile karar verildi.