Hukuk Genel Kurulu 2017/1495 E. , 2018/774 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.02.2012 gün ve 2009/699 E., 2012/85 K. sayılı karar, davacı vekili ve davalı tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.04.2013 gün ve 2012/10168 E., 2013/7662 K sayılı kararı ile;
'…Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, taraflarca temyiz edilmiştir.
Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.
Davaya konu edilen olayda, Sütçü İmam Üniversitesi öğretim görevlisi olan davacının, rektörlüğe hitaben dilekçeler yazdığı, aynı bölümde başkan olan davalının bu dilekçelerden dolayı, gerek doğrudan gerekse başkaları aracılığı ile, davacının Rektörlüğü ve Bölüm Başkanlığını gereksiz yere meşgul ettiği gerekçesiyle yakışıksız beyanlarda bulunduğu, yine davalının soruşturma açılması amacıyla dekanlığa verdiği iki dilekçe ile davacı hakkında hakaret içeren beyanlarda bulunduğu, bu suretle kişilik haklarını ihlal ettiği iddia edildiğine göre Anayasanın 129/5. maddesi gereğince kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağından kast ve kusur aranmaksızın taraf sıfatı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.
Mahkemece bu yön gözetilerek, davanın husumetten (taraf sıfatı yokluğu nedeniyle) reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...'
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili kendisinin Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptığını, davalının ise aynı bölümün başkanı olduğunu, daha önce kendisinin Rektörlüğe hitaben vermiş olduğu dilekçelerinin bulunduğunu, bu dilekçelerin Rektörlüğü ve Bölüm Başkanlığını gereksiz yere meşgul ettiği gerekçesiyle davalı tarafından yakışmayan nitelikte söylemlerde bulunulduğunu, davalının Dekanlığa vermiş olduğu 08.09.2009 tarihli dilekçede kendisini kastederek, “Akıl hastası (paranoid - paranoyal tip) olduğu, soruşturma komisyonunda bu teşhisi koyabilecek uzman bir doktorun da bulunması” gerektiği yönünde bir talebinin dahi yer aldığı, yine aynı şekilde Dekanlığa verdiği 09.06.2009 tarihli dilekçede de “ancak şahıs olumsuz davranışlarını kazanç sağlamak amacıyla yapıyorsa kendisinin de rızası alınarak bölümümüzde, fakültemizde ve hatta üniversitemizde bir yardım kampanyası başlatalım” şeklinde yazılı açıklamalarının bulunduğunu, davalının hukuka aykırı eylemleri nedeniyle kendisinin onur, haysiyet ve saygınlığını yitirdiğini ileri sürerek, 20.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı aynı bölümde öğretim görevlisi olan davacının, öğretim üyeleri arasındaki ders dağılımının usulsüz olduğunu gerekçe göstererek birçok dilekçe verdiğini, bu dilekçeler nedeniyle bölüm içerisinde çalışma huzurunun olumsuz etkilendiğini, davacının gerek bölüm başkanlığını, gerekse dekanlığı haksız yere meşgul etmesinden dolayı davacı hakkında dekanlığa suç duyurusunda bulunulduğunu, davacının iddialarının yersiz ve mesnetsiz olduğunu, bu nedenle de davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davalı tarafından dekanlık makamına verilen 08.05.2009 ve 09.06.2009 tarihli dilekçelerin içerikleri dikkate alındığında, davalının davacıyı kastederek, paraya ihtiyacının bulunması durumunda kendisine üniversite camiası içerisinde parasal yardımda bulunulması ve mevcut davranışlarının paranoid rahatsızlık olup olmadığı yönünde dekanlık tarafından inceleme yapılması gerektiği yönündeki açıklamalarının davacıyı küçük düşürücü nitelikte olduğu, diğer yandan davacının bölüm başkanlığına vermiş olduğu dilekçeler ile dağılımın hakkaniyete uygun yapılmadığı, bazı kişilerin kayırıldığı şeklindeki beyanları birlikte değerlendirilerek, davacının bu yöndeki söylemlere sebebiyet verdiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davacı vekilinin ve davalı asilin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece davacının ve davalının Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptıkları, taraflar arasında bir geçimsizliğin bulunduğu, diğer bir anlatımla davacının, davalıyı rencide eder mahiyette konuşmalarına ve dilekçelerine karşın davalının da davacı aleyhine dekanlık makamına dilekçeler verdiği, her iki tarafın birbirini küçük düşürür nitelikteki eylemlerinin, davacının ve davalının görevlerinden kaynaklanmadığı gibi görev gereği de olmadığı, dolayısıyla davaya bakma görevinin idari yargıda değil, adli yargıda olduğu belirtilmek ve önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Davacı vekili dosya içerisine ibraz ettiği 27.06.2014 harç tarihli temyiz dilekçesi ile özetle; davalının yazdığı yazılar göz önüne alındığında mahkemenin hükmettiği tazminat miktarının düşük olduğunu, davalının, müvekkilinin kişilik haklarını çok ağır şekilde ihlal ettiğini, davalının dilekçelerindeki ifadelerinde müvekkili son derece küçümseyici ve kötüleyici ifadeler kullandığını, dolayısıyla saldırının ve ihlalin yoğunluğu karşısında davacının talep ettiği tazminatın tamamına hükmedilmesinin doğru olacağını belirterek, yerel mahkeme direnme kararının bozulması gerektiğini beyan etmiştir.
Öte yandan davalı ise 29.05.2014 harç tarihli dilekçesi ile özetle; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bozma kararından sonra dava ile ilgili olarak ilk ve tek duruşmanın 17.04.2014 tarihinde yapılmış olduğunu ve duruşma tutanağının UYAP bilgi bankasında kayıtlı bulunduğunu, duruşma tutanağında usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay ilamına uyulmasına karar verildiğini, ancak gerekçeli kararı elden teslim almak üzere mahkemenin yazı işlerine geldiğinde duruşma tutanağının değiştirildiğini öğrendiğini, hâkim tarafından paraf edilen özel ve yeni duruşma tutanağında, usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay ilamına uyulmama kararı verildiğini, bozma sonrası 2014/111 Esas ve 2014/309 Karar sayılı gerekçeli kararda davacı ile davalının aynı birimde öğretim görevlileri olduklarının ve aralarındaki geçimsizliğin sabit olduğunun belirtildiğini, kendisinin öğretim görevlisi değil öğretim üyesi olduğunu, kararda yer alan cümle ile kendisinin geçimsiz olarak yaftalandığını; geçimsizliğin, ahlaki gelişimini negatif yönde tamamlamış ve tamamlamakta olan bireyler için kullanılan bir kelime olduğunu ve tarafına alenen ahlaksız denilerek hakaret edildiğini, kullanılması gereken kelimenin uyuşmazlık olması gerektiğini, dosya kapsamı ile de sabit olanın geçimsizlik değil hazımsızlık olduğunu, bölüm başkanı olduğu fizik bölümünde derslerin öğretim üyelerine dağıtımını adaletsiz bulan davacının üniversite içerisinde durumu sık sık dile getirdiğini ve kendisine idari bakımdan her türlü koruma ve kollama sözü veren kışkırtıcıların tazyik, teşvik ve pompalaması ile defalarca yüksek öğretim mevzuatından ders dağılımı ile ilgili olmayan rastgele kanun maddeleri seçerek, bu kanun maddeleri çerçevesinde ders dağılımının yeniden yapılmasını talep ettiğini, bu şekilde de hazımsızlığını dile getirdiğini, sonuçta da davanın açılmasına neden olduğunu, aynı gerekçeli kararda, küçük düşürücü beyan ve layiha vermenin görevden kaynaklı olmadığının ve görev gereği de bulunmadığının, bu nedenle idare mahkemesinin görevine girmediğinin ifade edildiğini, hâkimin öncelikle ders dağılımındaki adaletsizlik için idare mahkemesinde dava açılmamasını değerlendirmesini beklediğini, davacının idare mahkemesine gitmeme nedeninin ders dağılımında adaletsizliğin ve haksızlığın bulunmaması olduğunu, devlet kurumlarında görev yapan her idarecinin bir üst makamdan talepte bulunması durumunda bunu gerekçeleri ile belirtmek zorunda olduğu, bu davada davacının etrafındakilerin tazyik ve teşviki ile YÖK mevzuatından rastgele kanun maddeleri yazarak Bölüm Başkanlığını kasıtlı olarak zor duruma düşürmeyi ve kasten meşgul etmeyi alışkanlık hâline getirmeye çalışması neticesinde bölüm başkanı olarak gereğinin yapılması için dekanlığa yazı yazdığını, söz konusu yazının gerekçeli bir talep yazısı olduğunu, mahkemenin eldeki davaya bakmasının usul ve yasa ile bağdaşmadığını, mahkemenin yetkisiz ve görevsiz olduğunu, Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.04.2014 tarih 2014/111 Esas, 2014/309 Karar sayılı fiziki direnme kararının ve tazminatın iptaline, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesi gerektiğini gerekçe göstererek mahkeme kararını temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: eldeki davanın kamu görevlisinin hizmet kusurundan mı yoksa salt kişisel kusurundan (haksız fiil) mı kaynaklandığı, burada varılacak sonuca göre davalıya husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden evvel, mahkemece UYAP ortamında kayıtlı bulunan ve elektronik imza ile imzalanan kısa kararda verilen uyma yönündeki ara kararından sonra direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılıp, değerlendirilmiştir.
Mahkemenin ilk kararının Özel Dairece bozulmasından sonra yapılan yargılama sırasında UYAP ortamında kayıtlı bulunan ve elektronik imza ile imzalanan 17.04.2014 tarihli celsedeki kısa kararda “…Usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay Bozma ilamına UYULMASINA,…” karar verildikten sonra aynı kısa kararın hüküm fıkrasında “…Mahkememizden sadır 21/02/2012 gün 2009/699 sayılı kararda ısrarlı olunmasına,…”şeklinde hüküm kurulduğu; ancak aynı celse çıkarılan duruşma zaptının “UYULMASINA” olarak kabul edilen kısmının hâkim tarafından bu kez “UYULMAMASINA” şeklinde paraflandığı ve imzalandığı, mahkeme gerekçesinde de “17/04/2014 tarihli oturumda Yargıtay Bozma Kararına karşı direnilmesine (uyulmamasına) karar verilerek yargılamaya devam olunmuştur…” şeklinde bir ifadeye yer verildiği ve bu şekilde önceki kararda direnildiği belirtilmiştir.
Burada 'usul hukuku' ile ilgili ortaya çıkan sorun mahkemece “Usul ve yasaya uygun Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 24/04/2013 tarih ve 2012/10168 Esas 2013/7662 Karar sayılı bozma ilamına uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usuli kazanılmış hak denilir.
Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından usul hukukuna ilişkin kazanılmış bir hak doğar.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hâle sokulmuş demektir. Bozmaya uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtay’ın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez, bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2003 gün ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 E., 2010/87 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir yasa normu, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptal edilirse usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. V, 6. B., İstanbul 2001, s. 4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde somut olayda, davacı vekilinin ve davalı asilin temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararından sonra yerel mahkemenin bu karara uyması ile davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Burada usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durum da bulunmadığına göre, artık duruşma zaptında yer alan ve “…Yargıtay Bozma ilamına UYULMASINA,…” olarak yazılan kısmın zaptın çıkarılmasından sonra “UYULMAMASINA” şeklinde paraflanmak suretiyle önceki kararda direnilmesi usulen mümkün değildir. Dolayısıyla bir defa uyulmasına karar verildikten sonra uyma kararından dönülmesinin davaya bir etkisi bulunmamaktadır. Usuli kazanılmış hak ilkesi yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir.
Açıklanan nedenlerle mahkemece bozmaya uyulmakla gerçekleşen usuli kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, uyma kararından dönülüp direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin ve davalı asilin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 11.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.