20. Hukuk Dairesi 2017/10007 E. , 2018/8110 K.
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi dahili davalı ... ile davalı ... tarafından istenilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava dilekçesinde; davacıya ait 22 nolu bağımsız bölümün giriş yolundaki anlaşmazlığın giderilmesi, vaziyet planındaki 15 ve 21 nolu bağımsız bölümler arasında kalan giriş yolunun davalı tarafından fiilen kullanılır hale getirilmesi, bu talebin fiilen mümkün olmaması halinde, davacının halihazırda kullanmış olduğu ve kooperatif yönetim kurulunun 25.09.1999 tarihli kararı uyarınca fiilen açılan 22 ve 23. bağımsız bölümler arasındaki yolun, belediyeden onay alınarak tapudaki vaziyet planına işlenmesi istenilmiştir.
... Sulh Hukuk Mahkemesince 2013/329 E.- 2014/124 K. sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 2014/16645 E.- 2015/5042 K. sayılı ilamıyla “Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak;
Kat Mülkiyeti Kanununun 19. maddesine göre tüm kat malikleri anataşınmazın mimari durumunu korumaya mecburdur. Dava konusu anataşınmazın onaylı vaziyet planında davacının bağımsız bölümüne girişi temin eden yolun gösterildiği, ancak fiilen yapılmamış olduğu anlaşıldığına göre giriş yolunun, vaziyet planında öngörülmüş olduğu şekilde yapılması için tüm kat maliklerinin onayına gerek bulunmadığı gibi, Kat Mülkiyeti Kanununun 20. maddesine göre davacıda dahil tüm kat malikleri de yapılacak masraflara arsa payı oranında katılmakla yükümlüdürler. Somut olayda tüm kat malikleri yeni yol açılmasında anlaşamadığına göre mahkemece davacı istemi de dikkate alınarak yargılama sonucunda verilecek karardan hukukları etkileneceğinden tüm kat maliklerinin davaya dahil edilip konusunda uzman bir bilirkişi kurulu oluşturularak dava konusu anataşınmazda vaziyet planına göre yapılacak yol için gerekli masraf hesaplatılarak Kat Mülkiyeti Kanununun 35. maddesinin (d) bendi uyarınca anataşınmazın korunması, onarımı ve bakımının yöneticinin görevleri arasında olduğu, yöneticinin bu işi kat maliklerinden toplayacağı avansla yapacağı dikkate alınarak bilirkişinin saptayacağı yol yapım maliyetinin kat maliklerinden (davacı da dahil) avans niteliğinde olarak Kanunun 20/b maddesi uyarınca arsa payları oranında toplanması, masrafların daha fazla olması halinde kalan kısmın da kat maliklerinden alınması suretiyle yapımı için varsa öncelikle dava konusu taşınmazın yöneticisine yetki ve uygun bir süre verilmesi, yöneticinin bulunmaması veya yöneticinin yerine getirmemesi halinde davacının bu konuda yetkilendirilmesine karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı biçimde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” denilerek kararın bozulmasına hükmetmiştir.
Mahkemece Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yapılan yargılama neticesinde; davanın kabulüne ... ili ... ilçesi Atatürk mahallesi 1694 ada 1 parselde kayıtlı 22 nolu bağımsız bölüme yönelik giriş yolunun vaziyet planında belirtilen şekilde yapılmasına, davacı tarafın beyanları doğrultusunda masrafın davacı tarafça karşılanmasına karar verilmiş, hüküm dahili davalı ... ve davalı Selfınaz Solmaz tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, davacının 22 nolu bağımsız bölümüne giden yola ilişkin muarazanın giderilmesi, belirlenecek yolun vaziyet alanına işlenmesi istemine ilişkindir.
SONUÇ: 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. madde 1. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454'üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesinde; ... Sulh Hukuk Mahkemesince 28/09/2016 tarihli 2015/203 E.- 2016/337 K. sayılı kararı her ne kadar tebliğden itibaren 2 hafta içinde ... BAM' da istinaf yasa yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmışsa da aynı mahkemece daha önce 28.04.2014 tarihinde verilen 2013/329 E.- 2014/124 K. sayılı kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince incelenerek 02/04/2015 tarihli 2014/16645 E.- 2015/5042 K. sayılı ilamıyla bozulmasına karar verildiği görülmekle; 6100 sayılı HMK'nın geçici 3/2. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemelerinin görevli olmadığı ve 1086 sayılı HUMK'nın uygulanması gerektiğinden ilgili kararın istinaf yoluna değil temyiz yoluna tabi olduğu tespit edilmiştir.
... Sulh Hukuk Mahkemesinin 2015/203 E.- 2016/337 K. sayılı kararı, davalı ...‘a 03.01.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 16.01.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Diğer davalı ...’e ise gerekçeli karar 16.01.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.01.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Bu durumda HUMK'nın 437. maddesi hükmünde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan, 1.6.1990 gün ve 1989/3 E.- 1990/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin süreden REDDİNE, temyiz harcının istek halinde iadesine 11/12/2018 günü oy çokluğu ile karar verildi.
(Muhalif) (Muhalif)
KARŞI OY YAZISI
Temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nın uygulanması gerektiği, sulh mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren 8 gün olduğu açıktır.
Ne varki; Sulh Hukuk Mahkemesi, kısa ve gerekçeli kararında, karara karşı temyiz yolu açık olmak üzere ve temyiz süresi ' 8 gün ' olmasına rağmen istinaf yasa yolu açık olmak üzere 'iki hafta' olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalı ...‘a 03.01.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede ancak yasal 8 günlük süreden sonra 16.01.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Diğer davalı ...’e ise gerekçeli karar 16.01.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede ancak yasal 8 günlük süreden sonra 26.01.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
-3- 2017/10007-2018/8110
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalılar, mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hakim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükümlüdür (1086 sayılı HUMK. m. 76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolunun ve süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası ve 6100 sayılı Kanunun 297. maddesinin “ç” bendi uyarınca, hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluk olduğu gibi HMK 297/2. fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” vurgusu yapılmıştır. Yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan engelleyecek ve hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Her ne kadar kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de, yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.
Karardaki yanlış yönlendirmenin hak kaybına yol açacağı açıktır, kanun yolunun ve kanun yoluna başvurma süresinin yanlış gösterilmesi bozma sebebi olmalıdır. Hakimin lehe verdiği karar hak sahibinin hak kaybına yol açacak şekilde yorumlanamaz. Kararın hüküm kısmı bir bütün olarak temyize tabidir.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Mahkemece verilen kararda, dosyanın daha önce Yargıtay incelemesinden geçip bozulmuş olması nedeniyle 8 gün içinde temyize tabi olmasına rağmen, kısa ve gerekçeli kararda yasa yolu olarak “istinaf yasa yolu açık olmak üzere iki hafta” olarak belirtilmiştir. Bu karar, istinafa başvuran davalı ...'a 03.01.2017 tarihinde, diğer davalı ...’e 16.01.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, davalılar bu kararı 8 gün geçtikten sonra ancak mahkemenin kararında belirttiği süre olan iki hafta dolmadan istinaf etmişlerdir. İstinaf sonucu dosyanın gittiği Bölge Adliye Mahkemesinin ilgili dairesi de kararın temyize tabi olduğunu bildirerek dosyayı Dairemize göndermiştir.
Buradaki ihtilaf; esasen temyize tabi bir kararın, mahkemece yanlış değerlendirme yapılarak istinafa tabi olduğunun kararda bildirilmesi ve davalıların da mahkeme kararında belirtilen kanun yoluna belirtilen süre içinde istinaf başvurusu yapmış olması nedeniyle bu başvurunun süresinde ve usulüne uygun olup olmadığından kaynaklanmaktadır.
Anayasanın 40. maddesinde “(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almaktadır.
Yine, 6100 sayılı HMK'nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinin “ç” bendinde; “Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresinin” kararda yer alması gerektiği belirtilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında, kanun yollarına başvuruyu adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere bir kararın istinafa veya temyize tabi olup olmadığını belirleme görevi hâkime verilmiştir. Hâkim, hükmünün hangi kanun yoluna tabi olduğunu ve süresini kararında doğru olarak belirtmek zorundadır.
Bir hükmün hangi kanun yoluna tabi olduğunu belirlemek hukuki bir muhakemeyi gerektirmektedir. Nitekim bu konuda zaman zaman Yargıtay ile Bölge Adliye Mahkemeleri ya da ilk derece mahkemeleri arasında da görüş ayrılıkları olmaktadır.
Olayımızda verilen hüküm esasında istinafa tabi bir hükümdür. Ancak daha önce dosya Yargıtay’a gelip bozulduğu için yerel mahkemece verilen karar doğrudan Yargıtay’a gönderilmesi gerekmektedir. Mahkemece bu husus yanlış muhakeme edilerek istinafa tabi olduğu kararına varılmıştır. Mahkemenin dahi yanlış bir değerlendirme yaptığı bir konuda hukuk eğitimi almamış kişilerin kararda yazanın aksine doğru bir değerlendirme yapmasını beklemek hakkaniyete uygun düşmeyeceği gibi, mahkemenin kararında bildirdiği kanun yoluna başvuran tarafın başvurusunu hak kaybına yol açacak şekilde aleyhine değerlendirip kanun yoluna müracaatını engelleyecek biçimde yorumlamak adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğindedir.
Kanun yolu süresinin yanlış bildirilmesinden farklı olarak kanun yolunun yanlış yazılmış olması, bu hususun tespitinin bir hukuki muhakemeyi gerektirmesi nedeniyle kanun yoluna başvuran kişinin aleyhine değerlendirilemeyeceği ve adil yargılama ilkesine aykırılık teşkil edeceği, bu nedenlerle yapılan kanun yolu başvurusunun süresinde olduğu kanaatinde olduğumdan temyiz süresinin geçirildiğine dair çoğunluk görüşüne katılmayarak temyiz incelemesinin yapılması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.