12. Ceza Dairesi 2017/167 E. , 2017/3164 K.
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle yaralama
Hüküm : Beraat
Ankara Batı 9. Asliye Ceza Mahkemesinin 16/10/2014 tarih, 2014/484 – 2014/238 sayılı direnme kararı, 6763 sayılı Kanunun 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307. maddesinin 3. fıkrası uyarınca; Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından, direnme hükmünün incelenmesi için Dairemize gönderilmekle; yeniden incelenerek gereği düşünüldü:
Dairemizin 15.05.2014 tarih, 2013/20012 esas, 2014/11989 sayılı kararında yer alan'' Katılan sanık ...'in idaresindeki kamyonetin ışıklı kavşaktan sola dönüş yaptığı esnada karşı yönden katılan sanık ...'ın idaresindeki araç ile çarpışması ve ...'in aracında bulunan eşi ...'ın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralanmasına neden olduğu olayda; trafik kaza tespit tutanağında hangi sürücünün ışık ihlali yaptığı saptanamadığından kusur belirlemesi yapılamaması üzerine soruşturma aşamasında aldırılan Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi raporu ile trafik bilirkişisi tarafından düzenlenen raporda, kırmızı ışık ihlali yapan sürücünün kim olduğu anlaşılamadığından, kırmızı ışıkta geçen sürücü kim ise olayda onun tamamen kusurlu olacağı yönünde görüş bildirildiği, mahkemece yapılan yargılamada ışık ihlali yapanın tespit edilememesi karşısında, olay yerinin ışıksız kavşak kabulü suretiyle sola dönüşte, en sağda seyreden mağdur ...'in aracına çarpan sanık ...'in olayda asli kusurlu olarak olaya sebebiyet verdiğinin kabul edilmesi gerekeceğinden, kırmızı ışık ihlali yaptığı saptanamayan sanık hakkında beraat karan verilmesi'' şeklindeki bozma gerekçesinin sonucu bakımından usul ve kanuna uygun olduğundan, kararda değişiklik yapılmasına yer olmadığına, CMK'nın 307/3.maddesi gereğince, mahkemenin direnme kararı konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.04.2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ:
Sanık ... hakkında; kapatılan Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, taksirle yaralama suçundan yapılan yargılama sonucunda; 05/03/2013 gün, 2011/862 E-2013/266 K sayılı karar ile beraat kararı verilmiş, bu karara karşı katılan vekili tarafından süresinde açılan temyiz davası üzerine Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; 15/05/2014 gün, 2013/20012 E-2014/11989 K sayılı karar ile yerel mahkemece verilen beraat kararının bozulması üzerine, bozma sonrası Ankara Batı 9. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; 16/10/2014 gün, 2014/484 E-2014/238 K sayılı karar ile kapatılan Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen beraat kararında direnilerek sanık hakkında taksirle yaralama suçundan yeniden beraat kararı verilmiştir.
Bu karara karşı katılan vekili tarafından süresinde açılan temyiz davası üzerine, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, 12/04/2017 gün, 2017/167 E-2017/ K sayılı karar ile direnme kararının yerinde olmadığından bahisle dosyanın inceleme yapılması için Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
Yerel mahkemece verilen beraat kararında direnelmesine dair kararın Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine dair karara karşı aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilme-miştir
Sanık ... hakkında; yerel mahkemece verilen beraat kararında direnilmesine dair kararın Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi dair kararda, sanığa isnat edilen eylemin sübutu konusunda Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ...'e isnat edilen eylemin sübuta erip ermediğinin toplanan deliller ışığında yeniden irdelenerek yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir.
Sanığın sevk ve idaresindeki araç ile Ankara istikametinden gelerek konutkent kavşağında sola döndüğü sırada, Eskişehir istikametinden-Ankaraya doğru seyretmekte olan katılan ...'in sevk ve idaresindeki araca çarpması sonucunda; katılan ...'in yaralandığı, sanığa ait araçta...ın, katılana ait araçta ise diğer katılan ... 'in bulunduğu, sanık ile aracında bulunan ...'ın yeşil ışığın kendilerine yandığını, katılanların ise yeşil ışığın kendilerine yandığını iddia etmelerine karşın, hangi tarafın kırmızı ışıkta geçmek suretiyle ışık ihlalinde bulunduğu belirlenemediği gibi trafik ışıklarının olay anında çalışmadığına dair herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiştir.
Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun ışık ihlalinin kim tarafından yapıldığının belirlenememesi durumunda; olay yerinin ışıksız kavşak olduğu kabul edilerek geçiş üstünlüğüne göre sanığın kusurlu olduğu yönündeki görüşünün “Ceza Muhakemesi Hukukunun” en temel ilkelerinden birisi olan ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesine’ aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Uyuşmazlığın çözümü için ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesinden’ ne anlaşılması gerektiğinin uygulamada ve teoride benimsenen görüşler ışığında açıklanması gerekmektedir.
Ceza muhakemesi, geçmişte yaşandığı iddia edilen bir olayın gerçekten meydana gelip gelmediğini, meydana gelmiş ise ne şekilde ve kim tarafından meydana getirildiğini ortaya çıkarmak ve bu olayın hukuk normları karşısındaki durumunu tespit etmek amacıyla yapılmaktadır. Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik yürütülen temel faaliyete de ispat denilmektedir. Maddi olay bakımından ispatın ölçütü, hakimin/mahkemenin şüpheyi yenerek vicdani kanaate ulaşmasıdır. Eğer bu şüphe yenilmezse ve dolayısıyla vicdani kanaate ulaşılmazsa, ihtimale, tahmine veya varsayıma dayanarak karar vermek mümkün olmadığından, şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo) ilkesi devreye girmektedir.
Günümüz ceza muhakemesinde geçerli olan ispat sistemi, vicdani delil sistemidir. Temel özelliği, her şeyin delil kabul edilmesi ve delillerin de serbestçe değerlendirilmesi olan vicdani delil sistemi; mahkumiyet için tam bir inanış, başka bir deyişle suçluluk konusunda vicdani kanaat aradığından, esasen şüpheye dayalı cezalandırmayı yasaklamakta ve şüpheden sanık yararlanır ilkesine uygulama alanı yaratmaktadır
Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan -suçsuzluk (masumiyet) karinesi-, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğunu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı ve ona koşut bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır.
Suçsuzluğu olasılık içinde bulunan bir kimsenin adli hataya uğratılmasını önleme esasına dayanan şüpheden sanık yararlanır ilkesi, tarihsel ve evrensel bir ilke olarak günümüz ceza muhakemesi hukukunun değişmezleri ve vazgeçilmezleri arasındadır. Uygulama alanı gittikçe genişleme eğilimindedir ve yargısal kararlarda da daha sık vurgulanır olmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.10.2010 tarih, 2010/8-134 esas- 2010/217 karar sayılı içtihadında; ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ özet olarak aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.
Latince ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorikte olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir.
Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Prof. Dr. Hakan Hakeri; Şüpheden Sanığın İstifade Etmesi İlkesini; ‘Mahkeme, Muhakeme Hukuku açısından kullanılmasına izin verilen bütün delilleri dinlediği halde, maddi mesele hakkındaki şüphesini yenemezse, suç fiilini sanığın lehine olacak şekilde karara bağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2 maddesindeki ‘suçsuzluk karinesi’, şüpheden sanığın faydalanmasını gerektirir’ şeklinde özetledikten sonra; Şüpheden sanık yararlanır kuralının anlamını şu şekilde açıklamıştır.
Şüpheden sanık yararlanır' ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanma-mış bulunan bir ispat kuralıdır. Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde birlik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar.
Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Nitekim jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 11 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 11 üyeden, 11'inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir. Bu örnek, şüphenin yüzde yüz oranında yenilme-mesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir.
Yargıtayın da benzer olaylardaki pek çok kararlarında bu ilkeye gerekli önemi verdiği açıkça görülmektedir. Çeşitli kararlarda bu husus şöyle ifade edilmiştir:
Ceza yargılamalarında amaç, gerçeğin hiçbir şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; şüphenin bulunması halinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza yargılaması hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; şüpheden sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza yargılaması hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 24/10/2011 tarih, 2008/15060 E-2011/44361 K sayılı ilamında;
Sanığın aşamalarda yüklenen suçu kabul etmemesi, sanıklardan ...’in soruşturma aşamasında sanıktan hiç bahsetmediği halde, kovuşturma aşamasında suça konu eşyaları sanık ... tarafından getirilen araç ile götürüldüğü yönündeki beyanı arasında kısmi çelişkinin bulunması ve yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanığın savunmasının aksine hakkında beraat kararı verilen ...’in atfı cürüm niteliğindeki beyanı ile tüm dosya içeriği karşısında; sanığın yüklenen suçu işlediğine dair suç isnadı dışında mahkumiyetine yeterli, kesin kanıtlar bulunmadığı gözetilmeden, beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verildiğinden bahisle yerel mahkeme taarfından verilen mahkumiyet kararının BOZULMASINA, karar verilmiştir.
30/09/2010 tarih, 2006/11735 E-2010/15175 K sayılı ilamında
Sanık ... ’nın, yüklenen hırsızlık suçunu işlediğini gösterir, diğer sanık ...’ın aşamalardaki soyut suç atması dışında, savunmasının aksini ispatlayan, her türlü kuşkudan uzak, hükümlülüğüne yeterli, kesin ve inandırıcı hukuka uygun kanıt bulunmadığı gözetilerek, beraatına karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verildiinden bahisle yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının BOZULMASINA, karar verilmiştir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 22.05.1996 tarih, 1996/3748 esas-1996/4759 karar sayılı içtihadında;
Mahkeme kararının dayandığı tüm verilerin, bu verilere ait mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddianın savunma ve varsa tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması, Anayasanın 141. ve CYUY'nın 32, 260 ve 308/7. maddeleri uyarınca sanıkları, mağdurları, Cumhuriyet Savcısını ve de herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olması gerekir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi; özenle yapılmış bir hazırlık soruşturmasına, her türlü araştırma soruşturma sonucu toplanmış ve değerlendirilmiş bütün delillere rağmen sanığın suçluluğu veya aleyhe durum konusunda var olan makul şüphenin giderilmemesi halinde uygulanmalıdır. Bu durumun aksi, bu kez de mağdur tarafın, adaletin ve toplumun zarar görmesine sebep olacaktır. Uygulama alanı çok geniş ve hukukumuzda da vazgeçilmez bir yere sahip olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi doğru uygulandığı ve doğru anlaşıldığı takdirde adalet sistemine ve hukuka hizmet edebilir.
Ceza muhakemesinin en temel ilkelerinden birisi olan “şüpheden sanık yararlanır” kuralı gereğince; somut olayımızda sanığın kusurunun bulunduğuna dair savunmanın aksini ispatlayacak şüpheden arındırılmış kesin kanıtların elde olunamıdığı gibi ışıklı kavşakta ışıkların çalışmadığına dair herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiştir. Eylemin sübutu konusunda en küçük bir şüpheyi dahi sanık lehine yorumlayan yerleşik uygulamaların, herhangi bir şekilde ileri dahi sürülmeyen bir iddianın (ışıksız kavşak) aleyhe yorumlanarak sanığa sorumluluk yüklenmesine kayıtsız kalması beklenemez. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez. Böyle bir uygulamanın, aralarında iştirak iradesi olmaksızın, tamamen birbirinden habersiz 10 kişinin bulunduğu bir gruptan bir el ateş edilmesi sonucunda; bir kişinin öldürülmesi durumunda; ateş edenin belirlenememesi halinde, tesadüfen olay yerinde bulunan 10 kişininde kasten adam öldürme suçundan sorumlu tutulması anlamına gelirki ! Bunun ceza muhakemesi hukukun en temel ilkelerini çok derinden sarsacağı gibi yukarıda örnek olarak açıklanan yerleşik uygulamarada aykırı olacağı ve böyle bir aykırılığın ceza hukukunun temel ilkelerinden olan kanun önünde eşitlik ilkesini zedeleyeceği açıktır.
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgi ve belgeler ile benzer olaylarda benimsenen içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda; gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında trafik ışıklarının bulunduğu kavşakta sola dönüş yapan sanığın kusurunun bulunduğuna dair şüpheden arındırılmış kesin kanıtların elde edilemediği gibi bu aşamadan sonra herhangi bir ssomut delilin elde edilmesi de mümkün değildir. Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporunda tamamen varsayımlara dayalı olduğu rapor içeriğinde açıkça belirtilmiştir. Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin adı geçen sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesi gerektiğinden bahisle yerel mahkemece verilen beraat kararının bozulması gerektiğine ilişkin kararının, Yüksek Yargıtayın çeşitli dairelerinin yerleşik içtihatlarına aykırıcı olacağı, böyle bir durumun, kanun önünde eşitlik ilkesini zedeleyeceği gibi varsayımlara dayalı olarak sorumluluk yüklenmesinin önünü açacağı, ceza hukukunda böyle bir sorumluluk anlayışına çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesinin düşünülemeyeceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Bütün ihtimalleri değerlendirmek zorunda olan mahkeme tarafından sanığın kusurunun bulunduğunun belirlenemediği gibi bu aşamadan sonra ışık ihlalinin kim tarafından yapıldığının belirlenmesinin de mümkün olmadığı dosya içeriğinden anlaşılmış olup, toplanan delillere ve yerleşik uygulamalara göre sanık hakkında verilen beraat kararının ONANMASI gerekirken, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine dair kararına yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilme-miştir.