(Kapatılan)15. Hukuk Dairesi 2020/869 E. , 2021/1595 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Asıl dava eser sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminat istemine, birleşen Ankara 14. İş Mahkemesi'nin 2011/968 Esas sayılı dosyası manevi tazminat istemine, birleşen Ankara 11. İş Mahkemesi'nin 2014/1256 Esas sayılı dosyası maddi tazminat istemine ilişkin açılan ek davadır.
Ankara 18. İş Mahkemesi'nce davacının ıslah talebi de gözetilerek ilk raporla belirlenen ve ıslah edilen miktarlar üzerinden maddi tazminat istemi kabul edilmiş, yine manevi tazminat istekleri de kısmen kabul edilmiştir.
Kararın temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2013/12675 Esas 2014/3349 Karar sayılı ilamı ile davalı ... tarafından yaptırılan bir inşaat işinin söz konusu olmadığı, üst işveren sıfatının da bulunmadığı, bu nedenle davalının meydana gelen zarardan sorumlu tutulamayacağı, aksinin düşünülmesi halinde bile ... ile dava dışı ... arasında anahtar teslimi esasına dayalı eser sözleşmesinden söz edilebileceği, böyle olunca da anılan davalı hakkında davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinin yanlış olduğu belirtilerek karar bozulmuştur. Ankara 18. İş Mahkemesi 2014/279 Esas -452 Karar sayılı kararı ile Yargıtay bozma ilamına uymayarak önceki kararda direnmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2014/21-1927 Esas, 2017/262 Karar sayılı ilamı ile taraflar arasındaki hukuki ilişkide hizmet akdini karakterize eden özelliklerin bulunmadığı, ... ile ... arasına istisna akdinin unsurlarının mevcut bulunduğu ve davanın bu nedenle iş mahkemelerinde görülemeyeceği belirtilerek direnme kararı değişik gerekçeyle bozulmuştur.
Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bozma ilamı doğrultusunda asıl davanın kabulüne birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, verilen karar taraf vekillerince temyiz edilmiş, dairemizin 31.10.2019 gün, 2019/378E. , 2019/4219K. Sayılı bozma ilamı ile davacıların murisi ile davalı ... arasında düzenlenmiş herhangi bir yazılı sözleşme bulunmadığı gibi davacı ile davalı iş sahibi arasında akdi ilişki kurulduğunun davacılar tarafından da ispatlanamadığı, bu nedenle mahkemece, davalı iş sahibi yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, işin esası hakkında karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek karar bozulmuştur. Dairemizin bozma ilamına karşı bu kez davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
1- Dava dışı ... davalı Bakanlığa ait ...ilçesi...bucağında bulunan ...Kart İlköğretim Okulu'nda hayır işi için çeşme inşaatı konusunda davacıların murisi ile anlaşmış, davacıların murisi ... çeşme inşaatı için çalışma sırasında 12.08.2004 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucunda vefat etmiştir. Davacıların murisi tarafından davalı ... aleyhine açılan asıl ve birleşen davalarda tazminat isteminde bulunulmuştur.
Usulî kazanılmış hak ilkesi uyarınca bozma doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılıp karar verilmelidir. Nitekim 1086 sayılı HUMK’nın yürürlükte olduğu dönemde çıkarılan 09.05.1960 tarih, 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda; Yargıtay bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına usulî kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için de zorunluluk doğacağı, usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş olması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesi usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup, kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir. 6100 sayılı HMK’da da usulî kazanılmış hakka ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakta ise de; bu ilkenin uygulanma gerekliliği HMK hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Yargıtay’ın bozma kararına uyan mahkeme, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Çünkü, mahkemenin bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli müktesep hak doğmuştur. Usuli kazanılmış hak ilkesi mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilememektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün, 2006/9-508 E., 2006/521 sayılı kararı). Usuli kazanılmış hakkın istisnaları ise dosya kapsamına göre bulunmamaktadır (Dairemizin 20.12.2017 tarih ve 2017/1909 Esas, 2017/4513 Karar; 26.02.2020 tarih ve 2019/3347 Esas, 2020/790 Karar sayılı ilâmları).
Yukarıda belirtilen hukuki ve fiili durumlar ışığında, dairemizin 31.10.2019 gün, 2019/378E., 2019/4219K. Sayılı ilamı ile pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek karar bozulmuş ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.2.2017 gün ve 2014/21-1927 esas, 2017/262 karar sayılı ilamında, taraflar arasındaki hukuki ilişkide hizmet akdini karakterize edici özelliklerinin bulunmadığı, ... ile ... arasında istisna akdinin unsurlarının mevcut olduğu kabul edilmiştir. Bu durumda Hukuk Genel Kurulu ilamı uyarınca davacı lehine usuli kazanılmış hak oluştuğundan davacıların murisi müteveffa ... ile davalı MEB arasında istisna akdinin unsurlarının bulunduğunun bu dosya özelinde kabulü gerekmektedir. Bu nedenle yerel mahkeme kararının, dairemizce pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekçesiyle bozulması doğru görülmemiş olup bu gerekçenin bozma kararından çıkartılmasına karar verilmiştir.
2-Somut olayda; müteveffa ... ile davalı MEB arasında istisna akdinin varlığının kabul edilmesine rağmen iş hukuku ve iş güvenliği mevzuatı hükümlerine göre inceleme ve değerlendirme yapan bilirkişi raporu doğrultusunda karar verildiği anlaşılmış olup bu husus çelişki oluşturmaktadır.
Taraflar arasındaki ilişki 818 sayılı BK'nın 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi niteliğinde olduğu gözetilerek tarafların kusurlu olup olmadıkları ve varsa oranının belirlenmesi için eser sözleşmesi hükümlerine göre değerlendirme yapacak konunun uzmanlarından oluşan heyetten rapor alınması zorunludur. Mahkemece yapılacak iş; gerekirse yerinde keşif de yapılmak suretiyle 6100 sayılı HMK'nın 266 ve devamı maddeleri hükümlerine uygun şekilde oluşturulacak konusunda uzman 3 kişilik bilirkişi kurulundan rapor alarak ceza mahkemesindeki yargılamada sabit olan maddi vakıalar da dikkate alınarak taraflara ait kusur oranlarını, eser sözleşmesinin ilke ve kurallarına göre belirlemek ve davacının isteyebileceği tazminat miktarının hesaplattırılıp sonucuna göre karar verilmesinden ibaret iken eksik inceleme ile karar verilmesi doğru olmamış, bozulması gerekmiştir.
Yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması gerekirken yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle bozulduğu bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davacının karar düzeltme talebinin kabulü uygun görülmüştür.
SONUÇ:Yukarıda (1.) bentte açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme taleplerinin kabulü ile, Dairemizin 31.10.2019 gün, 2019/378 Esas, 2019/4219 Karar sayılı ilamının 2. bendinin karar metninden çıkartılmasına yerine yukarıda (2.) bentte açıklanan bozma nedenlerinin ilavesine ve mahkeme kararının değişik-ilaveli bu gerekçelerle BOZULMASINA, temyiz peşin ve karar düzeltme harcının istek halinde davacılara geri verilmesine, 12.04.2021 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
Asıl ve birleşen davalar, eser sözleşmesinden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davalı ... Bakanlığına bağlı ...Kart İlköğretim Okulu bahçesinde yapılmakta olan çeşme inşaatında çalışan davacıların murisi ...’ün geçirdiği iş kazasında ölümü nedeniyle maddi ve manevi tazminat talep edilmiştir. Davaya konu olayda, öncelikle re’sen gözetilmesi gereken husumet hususunun belirlenmesi gerekmekte olup uyuşmazlık da esasen bu konuda toplanmaktadır.
Davaya konu olayda, davalı bakanlığa bağlı okula bir çeşme yapılması olayının gündeme geldiği dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu amaçla o sırada yurt dışından tatile geldiği anlaşılan hayırsever ...’nin çeşmenin yapılma giderini karşılamayı üstlendiği, bu amaçla Yüklenici ...'la görüştüğü ve anlaştığı, bu amaçla ayırdığı parayı çeşme yapımını üstlenecek kişiye vermek üzere akrabası ...’ya verdiği, ...’un da yapım işini üstlendiği ve yüklenici olduğu, daha sonra çeşmenin yapım işini taşeron olan müteveffa ...’e verdiği, bazı ifadelerde ise ...’ın taşeron olmayıp yüklenicinin işçisi olduğu, çeşme yapımına başlanıldığı ve inşa faaliyeti sırasında ...’ın iş kazası geçirerek vefat ettiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde gerçekleşen olayda taraflar ve diğer ilgili kişilerin olaydaki konumlarının belirlenerek taraf sıfatının değerlendirilmesi gerekmektedir.
TBK’nın 1.(eski BK’nın aynı maddesi) ve devamı maddelerine göre sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamaları ile kurulur. İrade açıklaması açık veya örtülü olabilir. TBK’nın 470. maddesinde de eser sözleşmesi; yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır. Bu hükümleri de dikkate alarak dava konusu olaydaki sıfat durumunu değerlendirdiğimizde, müteveffa ... ile davalı bakanlık arasında bir sözleşme ilişkisinin bulunduğunu söylememiz mümkün değildir. Müteveffanın iş kazası geçirdiği çeşmenin davalı bakanlığa ait olması, aralarında bir sözleşme ilişkisinin kurulması için yeterli değildir. Davalı bakanlığa ait okula çeşme yapılmasına izin verilmesi de sözleşme ilişkisinin kurulması sonucunu doğurmayacaktır. Zira, bir işin yapılması konusunda izin verilmesi veya işin sahibi olunması, sözleşmesinin kurulması için gerekli olan icap ve kabulün yerine geçmeyecektir. Aksi düşünülecek olursa, kamu otoritesinin verdiği izinlerin hepsinde devletin sözleşmenin tarafı haline geldiğinin kabulü gerekecektir.
Örneğin, belediyeden alınan inşaat ruhsatına konu inşaatta bir kişinin ölümünde de belediyenin taraf olması gerekecektir. Yine devlete ait her hangi bir yere bir inşaat yapılmasına izin verilmesi durumunda da devletin taraf olması gerekecektir. Örneğin, orman idaresine ait bir alana çeşme yapılması için izin alındığında veya maden ruhsatı verildiğinde, bu faaliyet nedeniyle doğan zarardan da orman idaresinin sorunlu tutulması gerekecektir. Uygulamada çok yaygın olarak görüldüğü gibi cami yaptırmak için dernek kurulduğunda ve cami yaptırmak için Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan izin alındığında, cami yapımı sırasında meydana gelen zarar nedeniyle başkanlığın da sorumlu tutulması gerekecektir. Sözleşme ilişkisinin bu şekilde, borçlar kanunun genel ilkeleri göz ardı edilerek yorumlanması halinde, sözleşme ilişkilerinde taraf sıfatının da bir önemi kalmayacak ve sorumluluk açısından adeta bir kaos durumu ortaya çıkacaktır. Sözleşmenin nispiliği de ortadan kalkacak, bir ayni hak gibi işin sahibi olmak sorumlu olmak için yeterli kabul edilecektir.
Davaya konu olayda da okul arazisine çeşme yapılmasına ilişkin bir eser sözleşmesi söz konusudur. Çeşmenin yapıldığı alan davalı idareye ait olmakla birlikte, çeşmenin yapılmasını hayırsever ... üstlenmiştir. ... yapımını üstlendiği işi dava dışı ...’a vermiştir. Bu şahıs da yüklenici konumundadır. Müteveffa ise yüklenicinin çalışanı veya bir kısım ifadeye göre de alt yüklenici- taşerondur. Bu eser sözleşmesi ilişkisine baktığımızda, davalı idare ile müteveffa arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmamaktadır. İş mevzuatı veya sosyal güvenlik mevzuatı açısından sorumluluk hükümlerini ayrı değerlendirmek gerekir. Zira iş mevzuatında sorumluluk ayrıca düzenlenmiştir. İş mevzuatına göre, doğan zarardan sorumlu olmak için sözleşme ilişkisinin kurulmasına gerek bulunmamakta, iş sahibi olmak yeterli kabul edilmektedir (4857 sayılı Kanun’un 2/7. maddesi ve 5510 sayılı Kanun’un 12/6. maddesi gereğince asıl iş sahibi de bu kanunlardan doğan haklar açısından işçiye karşı işverenle birlikte müteselsilen sorumludur). Ancak eser sözleşmesi hükümlerine göre, bir sözleşme ilişkisi kurulmadan sorumluluğa gidilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan eser sözleşmesine göre, davalı ile müteveffa arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından taraf sıfatı da söz konusu olmayacaktır.
Hukuk Genel Kurulu’nun 31.10.2019 tarih ve 2019/378 Esas, 2019/4219 karar sayılı ilamındaki kabulün farklı değerlendirilmesi de taraf sıfatının bertaraf edilmesine yol açacaktır. Zira HGK bu ilamında, taraflar arasındaki ilişkinin bir eser sözleşmesi ilişkisi olduğunu ve görev hususunun buna göre değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. İlamda kastedilen, davaya konu olayın bir eser sözleşmesi ilişkisi olduğu kabul edilerek davanın genel mahkemede görülmesi gerektiği hususundadır. Burada genel kurulun kararı göreve ilişkindir ve bağlayıcıdır. Ancak genel kurul kararında, davanın esas yönünden değerlendirilmediği, tarafların sorumluluğuna ilişkin görüş beyan edilmediği açıktır. Bu nedenle, davacılar lehine usuli kazanılmış hak oluşması ve bunun ihlali söz konusu değildir. Genel kurul, dava konusunun eser sözleşmesinden kaynaklandığını ve davanın genel mahkemede görülmesi gerektiğini kabul etmiştir. Davanın genel mahkemede görülmesi ve aralarındaki ilişkinin eser sözleşmesinden kaynaklandığı konusunda da bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu nedenle, genel kurul kararı açısından usuli kazanılmış hakkın ihlali de mevzubahis değildir. Tam tersine, taraflar arasındaki bir eser sözleşmesi bulunduğu dikkate alınmadan iş mevzuatında olduğu gibi sözleşmenin tarafı olmayan davalının sorumlu tutulması halinde Hukuk Genel Kurulu’nun kararı ile oluşan usuli müktesep hakkın ihlali söz konusu olacaktır.
Davaya konu olayda, Hukuk Genel Kurulu’nun da kabul ettiği üzere, bir eser sözleşmesi ilişkisi bulunmaktadır. Bu eser sözleşmesine göre de davalı ile davacıların murisi arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmamaktadır. Sözleşmenin nispiliği ilkesi gereği, ancak sözleşmenin taraflarının birbirine karşı başvurmaları mümkün olduğundan açılan davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle karar düzeltme isteminin reddine karar verilmesi gerektiği düşüncemizle sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmamaktayız.