Hukuk Genel Kurulu 2019/378 E. , 2022/526 K.
MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın esastan reddine karar verilmiştir.
2. Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; ... (ilgili) isimli şahsın alkollü tüketim mamullerinin satışını da içerir “... Tekel” unvanlı işyeri için müvekkili olduğu Belediyeye işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı başvurusunda bulunduğunu, başvuruya konu işyeri yakınında yer alan cami ile arasındaki uzaklığın mevzuat gereğince 100 metre mesafe şartı altında kaldığından ilgilinin ruhsat isteğinin Belediyece reddedildiğini, ilgilinin bu red işleminin iptali istemiyle dava açtığını, İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 2013/2384 Esas sayılı dosyasında görülen davada mahallinde keşif icrası sonucu alınan bilirkişi raporuna göre ruhsat başvurusuna konu işyerinin kanunda öngörülen 100 metrelik mesafe şartının üzerinde bir mesafede bulunduğunun tespitine yer verildiğini, bu bilirkişi raporunu kararına dayanak alan İstanbul 4. İdare Mahkemesince 16.02.2015 tarihli ve 2015/238 K. sayılı karar ile Belediye işleminin iptaline karar verildiğini, karar temyiz edilmesine rağmen kararın Belediyeye tebliği üzerine temyiz süreci beklenmeksizin 27.03.2015 tarihi itibariyle ilgilinin ruhsat başvurusunun karşılandığını, işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının verildiğini, ilgilinin Belediyeye ilk defa işyeri açma ve çalışma ruhsatı talebinde bulunduğu 05.07.2013 tarihinden, bu talebin reddine yönelik işlemin İstanbul 4. İdare Mahkemesince iptaline karar verilmesi üzerine Belediye tarafından işyeri ruhsatının verildiği 27.03.2015 tarihine kadar olan dönem için işyeri ruhsatı verilmemesi sonucu “işyerinin güya sözde kapalı olmasından dolayı boş yere, haksız bir şekilde ödemek zorunda kaldığı işyeri paralarından” kaynaklı mal varlığındaki sözde zarara ilişkin olarak bu zararın tazmini istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açıldığını, İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 31.03.2016 tarihli ve 2015/1718 E., 2016/743 K. sayılı kararı ile “…İdare işleminin yapılması ve uygulanmasında hizmet kusuru işlenmiştir diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması gerekmekte olup, olayda bu şartın gerçekleştiğinin kabulüne imkan bulunmamaktadır.” şeklindeki gerekçeyle davanın reddine karar verildiğini, ... tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesinin 2016/177 E. numarası üzerinden yaptığı istinaf incelemesi sırasında 16.11.2016 tarihli ara kararı ile “Davalı İdareden; davaya konu işyeri için davacı tarafından 05.07.2013-27.03.2015 tarihleri arasında alkollü içki satış yeri haricinde başka amaçla ruhsat talebinde bulunulup bulunulmadığı, bulunulmuş ise ruhsat verilip verilmediği, verilmiş ise hangi tarihte verildiğinin sorularak bir örneğinin istenilmesine, Davacı vekilinden ise; tazminata konu dönemde işyerinin alkollü içki satış yeri haricinde başka amaçla açılması için ruhsat talebinde bulunulup bulunulmadığı sorularak, bulunulmuş ve ruhsat düzenlenmişse ruhsatın onaylı örneğinin istenilmesi ile, Tazminata konu dönemde yapılan kira ödemelerine ilişkin belgelerin (banka dekontu) ile birlikte tazminata konu dönemde işyeriyle ilgili olarak alt kira sözleşmesi yapılıp yapılmadığı sorularak, yapılmışsa alt kira sözleşmesinin onaylı örneğinin istenilmesine” karar verildiğini, ancak davacının tam yargı davasında “işyerim belediyece kapatıldığı için kira mukavelemden ötürü boş yere haksızca kira parası ödemek durumunda kaldım, haksızca ödemek durumunda kaldığım kira paralarının da tazmini talebindeyim” şeklinde talepte bulunduğunu, ara karar ile davacı istemi ilgisiz olduğu gibi işyeri ruhsatlandırmalarında sadece tek bir işyeri ruhsatlandırma işleminin icra edildiğini, davacının tam yargı davasındaki tazminat talebinin idare hukukunca hizmet kusuru olarak tanımlandığını, muhatabı nezdinde de ancak bir zarar oluşturması sebebiyle haksız fiille irtibatlandırılabilecek hukuka aykırı işleme, eyleme dayandığını, burada Belediye işleminin hukuka aykırı görülerek hizmet kusuru sayılmasının idare aleyhine tazminat yüklenmesi sonucunu doğurmayacağını, zira aynı eylem ve işlemden kaynaklı zararın gerçekleşmesi durumunda bu durum haksız fiil olduğundan tazmininin gerekeceğinin açık olduğunu, tam yargı davasının reddine karar veren ilk derece mahkemesinin davacının iddia ettiği şekilde zararın oluşmadığını tespit ederek buna göre nihai kararını verdiğini, İdare Hukukunda hizmet kusuruyla tanımlı her hukuka aykırılığın değil, ancak ve ancak muhatabı nezdinde zarar oluşturması sebebi ile haksız fiille ilişkilendirilip irtibatlandırılabilecek hukuka aykırı eylem veya işlemlerin tazminat sorumluluğunu gerektireceğini, oysa somut olayda davacının ruhsat alamaması sebebi ile sözde çalıştıramadığı işyerine 21 ay boyunca boşu boşuna haksız ödediği kira bedellerine karşılık mal varlığındaki azalıştan dolayı oluşan zararın tazmininin talep edildiğini, somut olayda tazminata dayanak bir zararın oluşup oluşmadığı konusunda davacının bu işyerini gerçekten çalıştırıp çalıştıramadığı, kira bedeli ödemek zorunda kalıp kalmadığının tespit edilmesinin gerektiğini ancak 16.11.2016 tarihli ara kararın bu yönde bir araştırmayı içermediğini, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesinin 14.04.2017 tarihli ve 2016/177 E., 2017/166 K. sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davacının tazminat isteminin de kabulü ile 21 aylık kira bedeline karşılık, stopaj ve aidat ile birlikte toplam 82.286,52TL’nin davacıya ödenmesine karar verildiğini, bu karara karşı İdare adına karar düzeltme isteminde bulunduklarını, işyerinin sürekli açık olduğuna ve kapanmadığına dair Vergi Dairesi Başkanlığından resmî yazı aldıklarını ve bu yazıyı da karar düzeltme talebini içeren dilekçe ekinde sunduklarını ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesinin 04.10.2017 tarihli ve 2017/465 E., 2017/548 K. sayılı kararı ile karar düzeltme isteminin reddine karar verildiğini, davacıya ait işyerine ruhsat vermeme işlemi uygulanırken İdarece yapılan ölçümün cami ile işyerinin birbirine bakan, karşıt cepheli paralel konumlarına istinaden düz bir çizgi istikametinde yapıldığını, bu bağlamda ana dosya olan ruhsat verilip verilmeyeceğine ilişkin işlemin tartışıldığı İstanbul 4. İdare Mahkemesinde alınan bilirkişi raporu da değerlendirildiğinde Belediye ölçümü ile bilirkişi ölçümü arasında sadece 8 metrelik fark olduğunun görüleceğini, dolayısıyla ölçümdeki bu kanuni sınıra yakınlık nedeni ile davacı işyerine sadece tespit bağlamında mühürleme ve mühür fekki işleminin yapıldığını, herhangi bir kapatma işleminin icra edilmediğini, kısacası olayda hata payının olabileceğine istinaden kapatma işlemi uygulanmadığını, bunun yerine sadece mühürleme ve mühür fekki işlemleri içerisinde tespitle yetinilerek yargılama sonucunun beklendiğini, İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 2013/2384 E. sayılı dosyasındaki karar üzerine de beklenmeksizin ruhsatlandırma işleminin icra edildiğini, davacı işyerine ruhsat verilip verilmeyeceğinin tartışıldığı ana dosya olan İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 2013/2384 Esas sayılı dosyasında 18.11.2014 tarihinde olaya konu işyerinde keşif icra edildiğini ve 05.01.2015 tarihli bilirkişi raporunun hazırlandığını, bu raporda dava konusu işyerine ait fotoğrafların da yer aldığını ve davacının kapalı olması nedeni ile boş yere kira ödemek zorunda kaldığını iddia ettiği dönemde işyerinin aslında açık olduğunun görüldüğünü, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesinin kira bedelinin haksız olup olmadığını araştırması, bu yerin anılan dönemde gerçekten kapalı olup olmadığını tespit etmesi ve sonucuna göre bir karar vermesi gerekirken olayın çözümüyle ilgisi bulunmayan 16.11.2016 tarihli ara karar kurduğunu, Belediye aleyhine kira bedeli, stopaj tutarı ve aidat bedeline hükmedildiğini ve kararın kesin olmak üzere verildiğini, bu karar aleyhine kanun yararına temyiz yoluna başvurduklarını ancak Danıştay Başsavcılığının 20.11.2017 tarihli ve 2017/133 Esas sayılı kararı ile söz konusu kararın yürürlükteki hukuka aykırı bir hususu içermediği gerekçesiyle reddedildiğini, sonuç olarak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesi üyelerinin yürürlükteki kanunlara ve yargılama usulüne aykırı yargılamalarından kaynaklı 600.000,00TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; davacının dava dilekçesinde belirttiği hususlar hakkında yargılama sırasında araştırma yapılarak, yeterli inceleme ve irdeleme ile usul ve yasaya uygun olacak şekilde karar verildiğini, bu nedenle şartları oluşmayan manevi tazminat isteminin reddi gerektiğini, HMK’nın 46. maddesinde hâkimlerin soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle meydana gelen zararların tazminine ilişkin olarak düzenleme yapıldığını, yasada gösterilen sorumluluk hâllerinin örnek niteliğinde olmayıp, sınırlı ve sayılı durumları ifade ettiğini, davaya dayanak yapılan HMK’nın 46. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendindeki koşulların eldeki davada oluşmadığını, hatalı olduğu ileri sürülen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi kararı ve kanun yararına temyiz sebebi ile verilen red kararında kanunun açık hükmüne aykırılık bulunmadığı gibi yargılama sebebi ile manevi zarardan söz edilemeyeceğini, özel amaçla davranıldığı yönünde delil de olmadığını, HMK’nın 46. maddesine ilişkin şartlar oluşmadığından davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Özel Daire Kararı:
6. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 22.01.2019 tarihli ve 2018/9 E., 2019/2 K. sayılı kararı ile;
“…DAVA : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; dava dışı kişinin '... tekel' ünvanıyla işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesi talebiyle başvurduğunu, belediyece 25/10/2013 tarihinde başvurunun reddine karar verildiğini, İstanbul 4. İdare Mahkemesi'ne bu işlemin iptali için dava açıldığını, mahkemenin 16/02/2015 günlü kararı ile işyerinin camiye olan uzaklığının 176 metre olduğu tespit edilerek işlemin iptaline karar verildiğini, bu sırada işyerinin mühürlendiğini, bu karardan sonra 27/03/2015 tarihinde işyerine işyeri açma ve çalışma ruhsatı verildiğini, dava dışı işyeri sahibinin 21 aylık kira ve kazanç kaybının tahsili istemiyle dava açtığını, İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 31/03/2016 tarihli kararıyla davanın reddine karar verildiğini, itiraz üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesi'nce ölçümlerdeki 90 metrelik farkın ağır hizmet kusuru teşkil edeceği belirtilerek kira bedeli, stopaj ve aidat kalemleri yönünden davanın kabulüne karar verildiğini ve tazminata hükmedildiğini, karar düzeltme isteminin ve kanun yararına bozmaya gidilmesi taleplerinin reddedildiğini, işyerinin 21 aylık dönemde açık olduğunu, bunun bilirkişi raporuna sunulan fotoğraflardan da anlaşıldığını, İstanbul 6.İdare Mahkemesi'nin kararının doğru olduğunu, olayda ağır hizmet kusurunun bulunmadığını, istemden farklı ara kararlar düzenlenerek yanlış sonuca varıldığını, işyerinin herhangi bir zararının oluşmadığını, karar düzeltme aşamasında işyerinin vergi kayıtlarını sunduklarını fakat bunun dikkate alınmadığını, ihbar olunanların farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar ve hüküm verdiklerini beyan ederek davacının manevi zararının tazminini istemiştir.
CEVAP: Cevap dilekçesinde, zamanaşımı süresinin dolduğu, işlemde kusur, kasıt ve hata bulunmadığı, HMK 46. maddesindeki sorumluluk koşullarının da oluşmadığı savunulmuştur.
GEREKÇE: Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak tazminat istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nun 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK 46. maddesine göre Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı ancak aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a)Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b)Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm vey karar verilmiş olması.
c)Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç)Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d)Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e)Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgular; istemden farklı ara kararlar ile yanlış sonuca varılması ve dosyaya sunulan delil ve belgelerin dikkate alınmaması iddiaasıdır.
Tazminat istemi, yasa yolları düzenlenmiş bulunan yargısal işlem ve kararlara ilişkindir. Davacının iddiası ve gelişim biçimi itibariyle, hukuki süreç işlemiş; davacı tarafından da, yargısal yollara başvurulmuştur. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiç birisi mevcut değildir. Şu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda gösterilen nedenlerle;
1-HMK.'nun 46. maddesindeki şartlar oluşmadığından davanın esastan reddine,
2-HMK.'nun 49. maddesine göre takdiren 1.000,00-TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline ve hazineye gelir kaydedilmesine,
3-Alınması gereken 44,40-TL maktu karar ve ilam harcının peşin alınan 10.246,50-TL'den mahsubuna, kalan 10.202,10-TL'nin istek halinde davacıya iadesine,
4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 4.125,00-TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,…” karar verilmiştir.
Kararın Temyizi:
7. Özel Daire kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. ÖN SORUN
8. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, davacının temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına yönelik istemi ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
III. GEREKÇE
Ön sorun yönünden:
9. Ön sorun ile ilgili hususların açıklığa kavuşturulması açısından temyiz incelemesinde duruşma yapılmasına ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesi ve konunun adil yargılanma hakkı kapsamında irdelenmesi gereklidir.
10. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasında:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü yer almaktadır.
11. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Anılan maddeye göre, “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir…”.
12. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin 1. fıkrası :
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir” şeklindedir.
13. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle anılan ilke hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. “Duruşmalı yargılama hakkı” her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usül ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlâlini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlâlinden söz edilemez (Anayasa Mahkemesi, ... ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016, § 36; ..., B. No: 2013/8049, 18.02.2016, § 80; ... İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014, § 23; ..., B. No: 2013/664, 17.9.2013, § 32).
14. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını da içerir. Bununla birlikte AİHS’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük mutlak değildir (Anayasa Mahkemesi, ..., B. No: 2013/9748, 07.01.2016, § 44). Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukukî ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (... kararı, § 46). (Benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Blom/İsveç, B. No:28338/95, 14.3.2000; ... Turizm Taşımacılık Tekstil Gıda San ve Tic. Ltd. Şti/Türkiye ve diğer 7 başvuru, B. No:40988/06, 2.7.2013).
15. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ayrıca özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak, adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussila/Finlandiya, § 41, Döry/İsveç, B. No:28394/95, 12.11.2002, § 37, .../Türkiye, B. No: 5488/05, 28.2.2012, § 30). (..., kararı, § 47).
16. Temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılabilir. Yargıtay, istinaf mahkemesi gibi, bir vakıa, tahkikat ve yargılama mahkemesi değildir. Temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kararı incelenerek, hüküm mahkemesine bildirilmiş olan vakıaların usulüne uygun biçimde incelenip incelenmediği, özellikle o vakıalara kanunların (hukukun) doğru uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilir.
17. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru yoluyla önüne gelen davalarda verdiği, ... ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016; ..., B. No: 2013/8049, 18.02.2016; ..., B. No: 2013/9748, 07.01.2016; ... İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014; ... , B. No: 2013/664, 17.09.2013 kararlarında, başvurucuların duruşma talepleri bulunmasına rağmen dosya üzerinden inceleme yapılmasının adil yargılanma hakkının ve bu kapsamda aleni yargılama hakkının ihlâli niteliğinde olduğu yönündeki başvurularının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
18. Yukarıda yapılan açıklamalar ve özellikle temyiz yolunda yeni vakıa ve delillerin Yargıtay tarafından incelenemeyecek olması karşısında, duruşma isteminin reddi kararlarının hak ihlâli olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir.
19. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 18.05.2021 tarihli ve 2017/12-2540 E., 2021/571 K.; 17.09.2019 tarihli ve 2019/4-60 E., 2019/879 K.; 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. ve 22.11.2017 tarihli ve 2017/8-2835 E., 2017/1399 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
20. Somut olayda dava, HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, karmaşık bir dava türü olmadığı gibi verilen karara karşı temyiz istemleri için taraflara başvuru olanağı tanınmış, temyiz dilekçesinin bir örneği cevap hakkı için karşı tarafa tebliğ edilmiştir.
21. Hâkimlerin sorumluluğunu düzenleyen ve eldeki davanın dayanağı olan HMK’nın 46 ve devamı maddeleri gereğince, Dairelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verdiği ve temyiz incelemesini Hukuk Genel Kurulunun yaptığı işlerde duruşmalı olarak temyiz incelemesi yapılacağı konusunda açık bir düzenleme yer almamaktadır. Ayrıca Yargıtay Kanunu’nda da bu işlerin temyizinin duruşmalı olarak inceleneceği konusunda açık bir hükme yer verilmemiştir.
22. Şu durumda, Hukuk Genel Kurulunun ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının dahi temyiz incelemelerinin açıklanan nedenlerle duruşmalı yapılamayacağı öngörülmüşken, diğer işlerinin duruşmalı yapılacağını kabule olanak verecek yasal bir düzenleme ve gereklilik bulunmadığı açıktır. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun incelemesine tabi işlerde ayrık ve açık bir düzenleme olmadığı sürece duruşmalı inceleme yapılması olanaklı görülmemektedir.
23. Bu nedenle davacının duruşma isteğinin reddine oy birliğiyle karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Esas Yönünden:
24. Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK’nın 46. maddesinde “(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Somut olayda HMK’nın 46. maddesinde sınırlı sayıda belirtilen sorumluluk sebeplerinden hiçbiri bulunmadığından ve hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı tazminat şartları oluşmadığından Özel Dairece davanın reddine karar verilmesi yerindedir.
27. Hâl böyle olunca, yapılan açıklamalara, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, Daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacının temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 12.04.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.