8. Hukuk Dairesi 2014/8022 E. , 2014/9234 K.
MAHKEMESİ : Babaeski Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 14/02/2012
NUMARASI : 2011/51-2012/44
A.. U.. ile Ş.. S.. aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Babaeski Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 14.02.2012 gün ve 51/44 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili, 31, 43 ve 98 parsellerin ½ oranındaki payının babası tarafından 24.06.2004 tarihinde tapudan vekil edenine hibe edilmesi suretiyle edindiğini, ancak taşınmazların tamamının yaklaşık 40-50 yıldır malik sıfatıyla nizasız fasılasız önce babası Mutiş Uğuz tarafından, sonrasında da kendisi tarafından eklemeli olarak zilyet edildiğini, diğer ½ pay sahibi Yusuf kızı R.S.’ın 21.05.1967 tarihinde ölmüş olduğunu, TMK'nun 713/2 maddesi hükmü gereğince Refia adına bulunan ½ payın tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, dava konusu taşınmazların yarı oranındaki payının maliki Refia’nın öldüğü tarihte vekil edeninin 12 yaşında olduğunu mirasçı olduğunu bilmesinin mümkün bulunmadığını, akabinde de memuriyeti sebebiyle taşınmazlardan haberdar olamadığını, davacının tüm bunları bildiğini, kötüniyetli olduğunu, kaldı ki davacının 2004 yılında taşınmazları edindiğinden TMK'nun 713/2 maddesi şartlarının da oluşmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, TMK'nun 713/2 maddesinde belirtilen “ölmüş ya da” ibaresinin 23.07.2011 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan 17.03.2011 günlü, 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı Anayasa Mahkemesi'nin kararı ile iptal edildiğinden derdest olan eldeki davaya da uygulanmasının gerektiği ayrıca malikinin de kim olduğunun bilindiği, buna göre TMK'nun 713/2. maddesinde belirtilen kazanma koşullarının davacı yararına oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu tapulama suretiyle 31 parsel 07.01.1963 tarihinde, 43 parsel 03.09.1971 tarihinde, 98 parsel ise 07.05.1968 tarihinde ½'şer paylı olarak R. S. ile Y. S. adlarına tespit ve tescil edilmiş, her üç taşınmazdaki ½ pay maliki Y. S. anılan payını 03.09.1971 tarihinde davacının babası Mutiş Uğuz’a satmak suretiyle tapudan devretmiştir. Ardından ½ pay sahibi Mutiş, hibe suretiyle 24.06.2004 tarihinde taşınmazlardaki payını oğlu olan davacıya temlik etmiştir.
Temyiz incelemesine konu dava TMK'nun 713/2. maddesinde belirtilen ölüm sebebine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, işin esasına girilmeksizin TMK'nun 713/2. maddesinde yazılı 'ölmüş' sözcüğünün Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından 17.03.2011 tarih 2009/58 Esas 2011/52 sayılı Kararı ile iptal edildiği, kararın 27.03.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlandığı ve eldeki davayı da etkilediği, davanın yasal dayanağının kalmadığı, ayrıca malikinin tapu kütüğünden anlaşılan kişi olduğu da açıklanarak davanın reddine karar verilmiştir.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; ''...ölmüş...'' sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan ''...ölmüş...'' sözcüğünün ''Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Kararları'nın Özelliği ve Geriye Yürümezliği ilkesinin irdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2 fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin; bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir bölümünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da ''iptal kararlarının geriye yürümeyeceği'' açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısı'ndaki iptal kararları genelde kurucu ( inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı Ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi;12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas,1989/ 48 Karar sayılı kararında, Türk Anayasa Sisteminde Devlete güven ilkesini sarmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamamk için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece Hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.' denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürümeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan ''Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir'' hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/ 14 Esas, 1989/ 49 karar sayılı kararında aynen; ''bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında , bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu'' vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay'da 16.12.1966 tarih ve 1963/ 386 Esas, 1966/ 1642 Karar sayılı kararında; ''iptal kararları geriye yürümez'' kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısı ile kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları; kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş Mahkeme kararlarının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenmeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanmayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu somut olaya gelince; TMK'nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan ''...ölmüş...'' sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK'nun 713/1. fıkrasında; Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir:'' denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; '' aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir'' amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1 fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada ' aynı koşullar altında...'' denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi gerekir. TMK'nun 713/5 fıkrasının son cümlesinde ise; ''Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.'' ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla fıkraya eklenmiştir.
04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı'ndan önce 743 sayılı TKM'nin 639 ( TMK 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada gerekse de doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.02.1998 tarih ve 1996/ 4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı ile; 'kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TKM'nun 639/1 maddesine göre verilen tescil kararları İnşai-ihdasi (yapıcı-kurucu- yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.'' görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesi ile aynı maddenin 1. ve 2. fıkralarını kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK'nun 713/5. fıkrasında mülkiyet 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından kazanılmış (müktesep) hak'' olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1. ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde; Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK'nun 713/ 5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olmayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK'nun 713/5 fıkrasının son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır; ''Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hakimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır'' denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; ''...kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına'' karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğün durdurulması kararının verildiği 17.02.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşullarının yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğün durdurulması karar tarihi olan 17.02.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.02.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar karşısında; somut olayda, davanın görülebilmesi için öncelikle taraf teşkilinin sağlanması gerekir. Kural olarak tapu iptali ve tescil davalarında; dava, kayıt malikine, kayıt maliki ölmüş ise mirasçılarına yöneltilerek açılır. TMK'nun 713/2. maddesinde belirtilen hukuki sebeplere dayanılarak açılan davalarda, bu tür davaların niteliği ve özelliği gereği husumetin yargılama sırasında da tamamlanması mümkündür. Davacı, dava dilekçesinde TMK'nun 713/2. maddesinde yer alan ölüm sebebine dayandığına göre, öncelikle kayıt malikinin dosya arasında yer alan veraset belgesindeki mirasçılarına davanın yöneltilmesi için davacıya süre ve imkan tanınması, davanın bu mirasçılara yöneltilmesi, taraf teşkilinin bu suretle sağlanması, yanların delillerinin toplanması, olayda, TMK'nun 713/2. maddesindeki olumlu olumsuz koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Eksik inceleme ile hüküm verilemez.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle, Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollaması ile halen yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 12.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.