Hukuk Genel Kurulu 2018/591 E. , 2021/1202 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 21. İş Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin açtığı hizmet tespiti davası sonucunda, Ankara 5. İş Mahkemesinin 21.09.2011 tarihli ve 2010/764 E., 2011/551 K. sayılı kararı ile müvekkilinin 01.05.1998-25.09.2008 tarihleri arasında davalı TRT Kurumu Genel Müdürlüğünde çalıştığının tespitine karar verildiğini, bu kararın Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 27.12.2012 tarihli ve 2011/19002 E., 2012/27446 K. sayılı kararı ile düzeltilerek onandığını ve bu şekilde kararın kesinleştiğini, mahkeme kararı ile iş sözleşmesiyle davalı Kurumda çalıştığı kesinleşen müvekkilinin kıdem tazminatının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; davacının işçi statüsünde çalışmaktayken kendi isteği ile memur statüsüne geçmesi nedeniyle kıdem tazminatına hak kazanamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Ankara 19. İş Mahkemesinin 24.09.2014 tarihli ve 2014/339 E., 2014/868 K. sayılı kararı ile; dava tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109/2. maddesi uyarınca dava konusunun açıkça belirli olması nedeniyle davacının kısmi dava açmakta hukukî yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Ankara 19. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin, 08.12.2014 tarihli ve 2014/33584 E., 2014/34784 K. sayılı kararı ile; kısmi dava açma hakkını sınırlandırılan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109/2. Maddesi koşulları somut olayda bulunmadığından mahkemece işin esasına
girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Bozma kararı sonrası dosyanın tevzi edildiği Ankara 21. İş Mahkemesinin 12.10.2015 tarihli ve 2015/1160 E., 2015/512 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda, davalı işveren tarafından davacının iş sözleşmesinin kıdem tazminatına hak kazanamayacak şekilde feshedildiğinin ispatlanamadığı, dosya içerisinde bulunan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Ankara 21. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin, 22.02.2016 tarihli ve 2016/261 E., 2016/4549 K. sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra ‘‘…2-Taraflar arasında iş sözleşmesinin kim tarafından ne şekilde sona erdirildiği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Somut olayda davacı iş sözleşmesini kendi isteği ile işçi olarak çalışmakta iken istisnai memurluk kadrosuna geçmiştir. 26.09.2008 tarihinden itibaren bu kadroda çalışmaktadır. İkame ettiği bu davasında da kıdem tazminatı talebinde bulunmuştur. Davacının iş sözleşmesinin sona ermesinde davalı işverenin etkisi olmadığı ve davalı işverenin davacının kıdem tazminatını hak edecek şekilde işten çıkış yapmadığı ve iş sözleşmesini sona erdirmediği anlaşılmakla kıdem tazminatı talebine ilişkin bu davanın reddi gerekmektedir. Zira iş sözleşmesini kendisi sonlandıran işçi kıdem tazminatı talebinde bulunamaz. Aksi husus dosya kapsamında sabit olmadığından, davacının kıdem tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatılıdır.’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Kararı:
12. Ankara 21. İş Mahkemesinin 12.07.2016 tarihli ve 2016/63 E., 2016/455 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra davalı işveren tarafından düzenlenen yazı bulunmakta ise de davacının kendi isteği ve talebi ile iş sözleşmesini sona erdirip daha iyi konumda olan memur statüsüne geçtiğinden kıdem tazminatına hak kazanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı:
13. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
14. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin, 03.07.2017 tarihli ve 2017/31314 E., 2017/15761 K. sayılı kararı ile; mahkemece uyulan Özel Dairenin 22.02.2016 tarihli ve 2016/261 E., 2016/4549 K. sayılı ikinci bozma kararının maddi hataya dayanması nedeniyle ortadan kaldırılmasına ve davacının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “..2-Somut olayda, davacının, davalı işyerinde mütercim spiker olarak 01.05.1998-25.09.2008 tarihleri arasında hizmet akdi ile çalıştığının tespiti konusunda açtığı davanın mahkemece kabul edildiği ve Yargıtay denetiminden de geçerek kesinleştiği dosya kapsamı ile sabittir. Davacının hizmet sözleşmesi ile çalışması sona erdiğinden ertesi günden yani 26.09.2008 tarihinden itibaren de bir çok çalışan gibi istisnai memurluk kadrosu ile re'sen davalı işverence memuriyete geçirildiği ve halen de aynı işyerinde memur olarak çalışmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Davacının işçilik dönemi davalı işverence re'sen sona erdirildiğinden kıdem tazminatına hak kazanma şartları gerçekleşmiş olup, davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekmektedir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
15. Ankara 21. İş Mahkemesinin 05.12.2017 tarihli ve 2017/539 E., 2017/834 K. sayılı kararı ile; davalı işverenin 16.09.2008 tarihli yazısı ile kadro açığını duyurduğu, davacının 23.09.2008 tarihinde iş isteme talep formunu doldurduğu, koşullar uyduğundan talebinin kabul edildiği ve 26.09.2008 tarihinde taahhütnameyi imzalayarak aynı gün memur statüsüne geçtiği
anlaşıldığından kıdem tazminatı hakkının bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
16. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda,
1- Mahkemece verilen 21.01.2015 tarihli kararın Özel Daire tarafından 22.02.2016 tarihli bozma kararı ile davacının kıdem tazminatının reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması sonrasında mahkemece bozma kararına uyulmak suretiyle kıdem tazminatı talebinin reddine dair verilen kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece maddi hataya dayandığı belirtilip 22.02.2016 tarihli bozma kararı ortadan kaldırılarak davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmesinin mümkün olup olmadığı,
2- Davacının 01.05.1998-25.09.2008 tarihleri arasındaki işçi statüsünde geçen çalışma döneminin davalı işverence re’sen sona erdirilip erdirilmediği; buradan varılacak sonuca göre davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
18. Öncelikle hüküm, kanun yolu, temyiz, karar düzeltme, yargılamanın yenilenmesi, istinaf, kesin hüküm, kanun yolunda usulî kazanılmış hak, maddi hata, hukukî hata ve hukukî güvenlik kavramlarından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
I. Hüküm:
19. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 9. maddesine göre 'Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır'. Yine Anayasa’nın 138. maddesinin 1. fıkrasında ise, 'Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.' düzenlemesi bulunmaktadır. Bu anayasal düzenlemeler dikkate alındığında yargı yetkisinin kullanılmasının kanun ve hukuk kuralları çerçevesinde karar (hüküm) vermek anlamına geldiği söylenebilir.
20. Hemen belirtmek gerekir ki, hâkimin verdiği kararlar ara kararları ve nihai kararlar olmak üzere ikiyi ayrılır.
21. Ara kararları, yargılamaya (davaya) son vermeyen, bilakis onu yürütmeye, ilerletmeye yarayan kararlardır. Hâkim, yargılamayı yürütmek (ilerletmek) için davada bir çok ara kararı verir. Bütün bu kararların ortak niteliği, hâkimin ara kararı ile davadan (işten) elini çekmeyip, bilâkis davaya devam etmesidir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s.2998).
22. Bu kapsamda olmak üzere mesela mahkemenin görev ve yetki itirazının, zamanaşımı def’inin reddine ilişkin kararları ara kararı olduğu gibi, taraflara delillerini göstermeleri, tanık, bilirkişi incelemesi ve keşif masraflarını yatırmaları için süre vermesine ilişkin kararları da birer ara kararıdır.
23. Yargılamaya son veren ve hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararlara nihaî karar denir. Meselâ, yetkisizlik kararı, görevsizlik kararı, boşanma kararı, aylık kiranın tespiti kararı, dava sırasında (dava konusu) borcun ödenmiş olması nedeniyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı gibi.
24. Hâkim nihaî karar ile o davadan elini çeker, verdiği karardan dönemez ve onu değiştiremez. Fakat (ara kararlardakinin aksine) nihaî kararlar temyiz edilebilir. İşte, nihaî kararlar temyiz edilip Yargıtayca bozulmadıkça, hâkimin nihaî kararla sonuçlandırmış olduğu davaya tekrar bakması (el koyması) caiz değildir (Kuru, s.3004-3005).
25. Nihaî kararlar da esasa ilişkin ve usule ilişkin nihaî kararlar olmak üzere iki grupta toplanabilir. Usule ilişkin nihaî kararla hâkim davadan elini çekmekte ise de, bu kararla taraflar arasındaki uyuşmazlığın esası çözümlenmiş olmaz. Örneğin mahkemenin görevsiz veya yetkisiz olması nedeni ile verdiği kararlar, davanın takip edilmemesi nedeni ile davanın açılmamış sayılmasına ilişkin verilen kararlar, dava şartlarının noksanlığı nedeni ile davanın usulden reddine ilişkin olarak verilen kararlar nihaî karar olmakla birlikte taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandırılan, çözüme kavuşturan kararlar değildir.
26. Mahkemeler, önlerine gelen uyuşmazlığı, tarafların sulh olması, davadan feragat edilmesi, davanın kabul edilmesi, yahut geri alınması gibi istisnalar dışında, esas hakkında verecekleri nihaî kararla çözerler. Mahkemenin verdiği her karar, prensip olarak onun, önüne gelen somut uyuşmazlık hakkında, 'Anayasa, kanunlar ve hukuk' çerçevesindeki vicdani kanaatini ifade eder. Bu vicdani kanaatin, söz konusu çerçeveye uygunluğu ise kararın gerekçesiyle ortaya konulur. Bundan dolayıdır ki, Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmak zorundadır. Bu çerçevede yargısal karar, mahkemenin önüne gelen uyuşmazlık hakkında açıkladığı kanaatinden ibarettir. Diğer bir ifadeyle yargısal karar, mahkemenin somut bir hukukî soruna ilişkin kanaat açıklamasıdır.
27. Yargısal karar olarak nitelendirdiğimiz bu kanaat açıklaması, muhatapları açısından bağlayıcı sonuçlar doğurur. Öyle ki, kararın gereğinin muhatabı tarafından yerine getirilmemesi hâlinde, eda hükmü içerenlerin ilâmlı icra yoluyla (zorla) yerine getirilmesi mümkündür (Pekcanıtez, Hakan, Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s.1967).
28. Bu açıklamalardan yola çıkıldığında, hüküm, hâkimin dava yolu ile önüne getirilen uyuşmazlıkla ilgili yaptığı yargılama faaliyeti sonucunda verdiği, davayı esastan çözen, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran karar olarak tanımlanabilir.
29. Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 294. maddesinin 1. fıkrasında, 'Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihaî kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihaî karar, hükümdür.' şeklinde esasa dair, uyuşmazlığı çözen mahkeme kararının hüküm olduğu yönünde düzenleme yapılmıştır.
30. Hüküm vermeden önceki yargılama aşamasında hâkim, somut olaya uygulanacak bir hukuk kuralı bulunup bulunmadığını öncelikle araştırır ve tespit eder. İkinci olarak soyut hukuk kuralındaki şartların somut olayda bulunup bulunmadığını inceler; ileri sürülen iddiaların ve savunmanın ispat edilip edilmediğini araştırır. Hâkimin bu görevi delillerin toplanması ve değerlendirilmesi ile gerçekleşir. Son aşamada ise hâkim yaptığı yargılama faaliyeti sonucunda objektif hukuk kuralını somut olaya uygulayarak uyuşmazlığın esası ile ilgili kararını verir.
31. Hüküm hâkim tarafından açıklanmadıkça hiç bir sonuç doğurmaz. Kararın (hükmün) sonuç doğurması için taraflara açıklanması yani tefhim veya tebliğ edilmesi gerekir. Hükmün nasıl verileceği mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (1086 sayılı Kanun/HUMK) 382; HMK’nın ise 294. maddesinde düzenlenmiştir. Hükmün neleri kapsayacağı ise mülga 1086 sayılı Kanun'un 388.; HMK’nın 297. maddesinde ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
32. Hüküm hâkim tarafından yazılıp imzalandıktan ve mahkeme mührü ile mühürlendikten sonra hükmün nüshaları taraflara makbuz karşılığında verilir ve ayrıca kendisine hüküm verilmeyen tarafa gecikmeksizin tebliğ edilir (HMK 301 md..; mülga HUMK 392. md.).
II. Kanun yolu:
33. Kanun yolu, davanın taraflarına tanınan bir hukukî yoldur ki, bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
34. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru: s. 4483).
35. Nihaî kararların kesinleşmesine engel olan kanun yollarına normal kanun yolu denir.
Yani, normal kanun yoluna başvurulması hâlinde, hakkında kanun yoluna başvurulan nihaî karar bu yollardan geçmeden kesinleşmiş olmaz. Normal kanun yolu, henüz kesinleşmemiş olan nihaî kararlar için tanınmış bir kanun yoludur. Bir karara karşı normal kanun yoluna başvurulursa, o kararın kesinleşmesi önlenmiş, yani kanun yoluna başvurmanın sonucuna kalmış olur. Normal kanun yolu süresi içinde bu yola gidilmezse veya gidildiği hâlde karar onanır ve başka bir kanun yolu da yok ise, nihaî karar kesinleşir (Kuru, s.4484).
36. Başka bir anlatımla kanun yolları sonsuz değildir. Kanunda hükme karşı öngörülen kanun yollarının tüketilmesi ile ya da kanun yollarına başvurma sürelerinin geçirilmesi ile karar kesinleşir. Artık o hükme karşı normal bir kanun yoluna başvurulması mümkün olmaz.
37. Bununla birlikte kesinleşmiş hükümlere karşı tanınmış olan kanun yoluna olağanüstü kanun yolu denmekte olup, olağanüstü kanun yoluna konu karar esasında normal kanun yollarından geçerek ya da kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Ancak kanunda öngörülen bazı sebeplerin varlığı hâlinde kanun koyucu kesinleşmiş hükmün kaldırılması ya da değiştirilmesi imkânını tanımıştır.
38. Türk medeni usul hukukunda kanun yolları nihaî kararlar için kabul edilmiştir. Mahkemelerin nihaî olmayan kararlarına, başka bir deyişle ara kararlarına karşı öngörülmüş genel bir kanun yolu sistemi yoktur.
39. Medeni usul hukuku alanındaki Kanun, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu iken bu Kanun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır.
40. Ne var ki, HMK’nın 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (6217 sayılı Kanun) 30. maddesi ile 6100 sayılı Kanun'a Geçici 2. maddeden sonra gelmek üzere Geçici 3. madde eklenmiş, maddenin 2. fıkrası 6723 sayılı Danıştay Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (6723 sayılı Kanun) 34. maddesi ile düzenlenmiş, daha sonra 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 47. maddesi ile Geçici 3. maddenin 2. fıkrasındaki “454” ibaresi “444” şeklinde değiştirilerek yeninden düzenlenmiş olup, HMK'nın Geçici 3. maddesinde;
'(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur (Ek cümle: 1/7/2016-6723/34 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.' hükmü bulunmaktadır.
41. Madde hükmüne göre bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında bu kararlar kesinleşinceye kadar mülga 1086 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
42. Somut uyuşmazlıkta bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihinden önce karar verildiğinden HMK'nın Geçici 3. maddesinin 2. fıkrası uyarınca 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444. madde hükümlerinin uygulanması gerektiğinden kanun yolu açıklamaları bakımından 1086 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun ve bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği dönem dikkate alınarak ikili bir değerlendirme yapılmasında yarar vardır.
a. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun Uygulandığı Dönem Bakımından Kanun Yolları:
aa. Genel açıklama:
43. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde temyiz, karar düzeltme ve yargılamanın iadesi olmak üzere üç kanun yolu mevcut idi. Bunlardan temyiz ve karar düzeltme normal (olağan) kanun yolu; yargılamanın iadesi ise olağanüstü kanun yolunu oluşturmaktadır.
ab. Temyiz:
44. Temyiz kanun yolunda, hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Bu nedenle temyiz sadece hukukun yanlış uygulanmış olduğu sebebine dayanabilir. Temyiz talebinde yeni vakıalar ileri sürülürse, bunların Yargıtay'ca incelenmesi caiz olmadığından Yargıtay sadece hukukun yanlış uygulanmış olup olmadığını incelemekle yetinir (Kuru, s. 4502).
45. Başka bir deyişle, temyiz kanun yolunda mahkemenin kararı temyiz mercii olan Yargıtay tarafından hukuka uygunluk bakımından denetlenir; dava yolu ile önüne gelen uyuşmazlık hakkında mahkemenin verdiği kararın hukuka ve kanuna uygunluğu denetim konusu yapılır. Kural olarak temyiz incelemesinde daha önce ileri sürülmeyen yeni vakıaların ve delillerin ileri sürülmesi mümkün değildir.
46. Temyiz kanun yolu mülga 1086 sayılı Kanun'un 427 ilâ 439. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Buna göre mahkemelerce verilen nihaî kararlara karşı temyiz yoluna başvurulması mümkündür. Ancak kanunlardaki özel hükümler gereği kesin olduğu belirtilen kararlar ile miktar veya değeri Kanunda öngörülen sınırın altında kalan kararların temyizi kabil değildir.
47. Temyiz sebepleri ise Kanun'un 428. maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmü dikkate alındığında öncelikle kanunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmamış olması temyiz (bozma) nedenidir. Kanun yanında (kanunlara aykırı olmayan) yönetmeliklerin, örf ve âdet hukukunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmaması da kuşkusuz temyiz nedenidir. Bunların yanında taraflar arasında yapılmış sözleşmenin somut olaya uygulanmasında yapılan yanlışlık da temyiz nedeni olacaktır. Öte yandan mahkemenin görevsiz olması, tarafları, dava sebebi ve konusu aynı olan davalar hakkında birbirine çelişik kararlar verilmiş olması, delillerin kanuni sebep olmaksızın reddedilmesi, mahkemenin yani adli yargı içindeki hukuk mahkemesinin değil de örneğin idari yargı içinde yer alan bir mahkemenin görevli olması, hâkimin davaya bakmasının yasak olması, bir usul kuralının yanlış uygulandığına ilişkin itirazın incelenmemiş olması, usul kurallarına muhalefet edilmesi (bu temyiz nedeni kapsamında olmak üzere hükmün gerekçe içermemesi, dava şartlarının bulunmaması tek başına bozma nedeni ise de tek başına bozma nedeni oluşturan usulî hataların dışındaki usul kurallarına aykırılıkların temyiz (bozma) nedeni oluşturabilmesi için, Kanun'un 428. maddesinin ikinci fıkrasında belirtildiği üzere bu usulî yanlışlığın, yapılmasaydı verilen kararı değiştirebilecek nitelikte esaslı olmasına bağlıdır.) ve maddi meselenin takdirinde hata edilmiş olması temyiz nedenleri arasında sayılmıştır. Kanun'da yazılı olduğu şekli ile 'meselei maddiyenin takdirinde hatâ edilmesi' temyiz nedenine dayanarak Yargıtayın delillerin takdirinin doğru yapılıp yapılmadığını inceleyerek böylece istinafın boşluğunu doldurmaya çalıştığı bilinmektedir.
48. Yargıtay ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse mahkeme kararını kısmen ya da tamamen bozar. Yargıtay hükmü bozmakla yetinir ve kararında bozma nedeni veya nedenlerini gerekçesi ile belirtir. Yoksa ilk derece mahkemesinin yerine geçerek bir karar veremez veya yeniden yargılama yapamaz (Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s. 2363).
49. Yargıtay hükmü usul ve kanuna uygun bulursa temyiz itirazlarını reddederek mahkeme kararının onanmasına karar verir.
ac. Karar düzeltme:
50. Karar düzeltme (tashihi karar), Yargıtayın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bazı kararlarına karşı tanınmış olan (kendine özgü) normal bir kanun yoludur. Yani, bir hüküm hakkında Yargıtay'ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu karara karşı karar düzeltme yolu açık ise (HUMK m.440), o hüküm, ancak karar düzeltme yolunun tükenmesi ile (şekli anlamda) kesinleşebilir.
51. Kanun yolu denince, kural olarak, bir kararın üst mahkeme tarafından incelenmesi anlaşılır buna kanun yolunun aktarıcı etkisi denir. Bir başka anlatımla kanun yolunun aktarıcı etkisi kararın aynı seviyede değil bir üst yargı organı tarafından incelenmesidir. Bu şekilde aynı derecedeki mahkemelerin benzer hataları önlenerek hükmün daha tecrübeli ve uzman bir yargı organı tarafından denetlenmesi sağlanır. Bu bağlamda istinaf ve temyizde kararın denetimi bir üst mahkemede yapıldığından bu kanun yolarının aktarıcı bir etkisi bulunmakta olup karar düzeltme ve yargılamanın yenilenmesi kanun yollarında bir üst mahkemede denetim yapılmadığından aktarıcı etkisi bulunmamaktadır.
52. Karar düzeltme yolunda, karar düzeltme talebi, bu kararı vermiş olan Yargıtay dairesinde (veya aleyhine karar düzeltme yoluna başvurulan karar Hukuk Genel Kurulu kararı ise, HGK'nda) incelenip karara bağlanır. Bu nedenle, karar düzeltme yolu, Yargıtay'ın temyiz incelemesi sırasında yapmış olduğu hatalardan dönmesini sağlayan (temyiz yolunun devamı niteliğindeki) kendine özgü bir kanun yoludur (Kuru: s.4851,4852).
53. Karar düzeltme yolu ile Yargıtay hukuk dairesinin veya direnme kararının temyizinden sonra inceleme yaparak karar veren Hukuk Genel Kurulunun verdiği kararı tekrar incelemesi sağlanmak istenmektedir (Pekcanıtez, s.2369).
54. Görüldüğü üzere karar düzeltme ancak Yargıtayın temyiz incelemesi sonucu vermiş olduğu kararlara karşı başvurulabilen bir olağan kanun yoludur. Temyiz edilmemiş karara karşı karar düzeltme isteminde bulunulması mümkün değildir.
55. Bunun gibi, verildiği anda kesin olan ya da karar düzeltme yolu kapalı olan kararlara karşı da karar düzeltme isteminde bulunulması söz konusu olmayacaktır.
56. Karar düzeltme mülga 1086 sayılı Kanun'un 440. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;
“I. Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:
1- (Değişik: 16/7/1981 - 2494/31 md.) Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,
2- Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması,
3- Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması,
4- Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması,
II. Yargıtay evvelce cevapsız bırakılan itirazları kendi görüşüne göre hükme etki yapacak nitelikte bulmazsa karar düzeltilmesi isteği üzerine vereceği kararda bu itirazları reddederken herbiri hakkında gerekçe göstermek zorundadır '.
57. Maddenin 3. fıkrasında ise hangi kararlara karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı düzenlenmiştir.
58. Görüldüğü üzere karar düzeltme belli bir süreye bağlandığı gibi, Yargıtay'ın verdiği her karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi de mümkün değildir.
59. Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, 25.10.2017 tarihli ve 30211 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 8. maddesinin son fıkrasında, Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı hükme bağlandığından, iş mahkemelerinden verilen
kararların temyiz incelemesi sonucu Yargıtay ilgili dairesince verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilemez.
ad. Yargılamanın iadesi:
60. Yargılamanın iadesi, bazı ağır yargılama hatalarından ve noksanlarından dolayı, maddi anlamda kesin hükmün bertaraf edilmesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan fevkâlede (olağanüstü) bir kanun yoludur (Kuru, s. 5165).
b. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Uygulandığı Dönem ve Bölge Adliye Mahkemelerinin Faaliyete Geçmesinden Sonraki Dönem Bakımından Kanun Yolları:
ba. Genel açıklama:
61. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda olağan kanun yolları istinaf ve temyiz olmak üzere iki aşamalıdır. Bu Kanun'un düzenlemesi bakımından da yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yolu olma özelliğini devam ettirmektedir.
bb. İstinaf:
62. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
63. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihaî kararlar yanında usulî nihaî kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukukî korumalardan olan ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun'un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
64. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda istinaf sebepleri gösterilmemiştir. Bununla birlikte istinaf kanun yolunu düzenleyen 341 ilâ 360. maddelerden hareketle istinaf sebeplerini tespit etmek mümkündür. Şöyle ki, özellikle 342, 352, 353 ve 355. maddelerdeki hükümler birlikte değerlendirildiğinde, genel olarak istinaf sebeplerinin, ilk derece mahkemesince vakıaların incelenmesi, vakıaların ispatı için ileri sürülen ve toplanan delillerin değerlendirilmesi, yargılama usulü ve hukukun uygulanması ile ilgili noktalardaki kabulüne ilişkin eksiklik ya da yanlışlıklar sebebi ile istinaf kanun yoluna başvurulabileceği sonucu çıkmaktadır. Başka bir anlatımla, vakıaların tespit ve değerlendirilmesindeki hatalar ile hukukun uygulanmasından kaynaklanan yanlışlıklar istinaf sebebi olacaktır.
65. İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesinin kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur. İstinafın kapsamını Kanun'un 355. maddesi belirlemiş olup bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; bu kapsamda istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra, kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. Nitekim Kanun'un 357. madde hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince re’sen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez,
yeni delillere dayanılamaz.
66. Duruşma yapılmasına gerek olmayan, usulî hataların bulunduğu Kanun'un 353. maddesinin (a) fıkrasının 1 ilâ 6. bentleri arasında düzenlenen durumlarda bölge adliye mahkemesi istinaf incelemesi yaparak ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.
67. Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (HMK m. 353/b-1).
68. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesinde dava reddedilmiş ise, red kararını kaldırarak davanın kısmen ya da tamamen kabulüne; dava kabul edildiği hâlde reddi gerekmekte ise kabul ya da kısmen kabul kararını kaldırarak red kararı verir.
69. Öte yandan HMK’nın 353. maddesinin 6. fıkrasının (b) bendinin iki numaralı alt bendi uyarınca yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise Bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp düzelterek yeniden esas hakkında hüküm verir.
bc. Temyiz:
70. Temyiz kanun yolu HMK'nın 361 ve devam eden maddelerinde düzenlenmiştir. Kanunun 361. maddesine göre, 'Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir'. Görüldüğü üzere temyiz kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. Kanun'un 362. maddesi ile hangi kararlara karşı temyiz yoluna gidilemeyeceği düzenlenmiştir.
71. Temyiz sebepleri HMK’nın 371. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması; dava şartlarına aykırılık bulunması; taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiştir.
72. Yargıtay taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse, bozma kararı verecektir. Ancak, temyiz başvurusu bölge adliye mahkemesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir. Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Öte yandan dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi, Kanun'un 344. maddesi uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtay'ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir. Gerek ilk derece mahkemesi gerek bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.
bd. Yargılamanın iadesi:
73. 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanununda yargılamanın iadesi kanun yolunu kabul edip düzenlemiş ve tıpkı HUMK gibi bu kanun yolunun kesin olan ya da kesinleşmiş kararlara karşı ancak Kanunda sayılan belirli bazı hâllerde gidilebileceğini hüküm altına almıştır. HMK'nın 'Yargılamanın iadesi' başlıklı 375. maddesinde hangi hâllerde kesin olan ya da kesinleşmiş olan bir karara karşı bu olağanüstü kanun yoluna başvurulabileceğini ayrıntılı olarak düzenlemiştir.
III. Kesin hüküm:
74. Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
75. Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle ve dava şartı yokluğundan reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi ilk defa Yargıtayda (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve hatta bozmadan sonra da ileri sürülebilir ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Kuru, s. 4980 vd.).
76. Kesin hüküm derken şekli anlamda kesin hüküm ile maddi anlamda kesin hükmü ayrı ayrı incelemekte yarar vardır.
77. Şekli anlamda kesin hüküm ile kastedilen, bir mahkeme kararına karşı normal kanun yollarına başvurulamayacağıdır.
78. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Bir nihaî karar şekli anlamda kesinleşince, tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil, ancak görülmekte olan davanın sona ermesi demektir. Bundan sonra da aynı taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni bir dava konusu yapılmaması için, başka bir müesseseye yani maddi anlamda kesin hüküm müessesine ihtiyaç vardır (Kuru, s. 4981).
79. Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnaen olağanüstü kanun yoluna başvurarak ya da eski hâle getirme mümkün ise bu suretle şekli anlamda kesin hükmü sona erdirmek mümkündür.
80. Nitekim HGK’nın 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E. 2018/88 K. ve 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E. 2018/1098 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiş ve bir karara karşı kanun yollarına başvurulamaması hâlinde şekli anlamda kesin hükmün gerçekleştiğine vurgu yapılmıştır.
81. Gerek mülga HUMK’da gerekse HMK'da şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli maddelerde geçen 'kesin' 'kesinleşme' 'kesinleşmiş' sözleriyle şekli anlamda kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür.
82. Maddi anlamda kesin hüküm mülga HUMK'da tanımlanmamış olmakla birlikte Kanun'un 237. maddesinde 'Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir.
Kaziyei muhkeme mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır.' şeklinde bir maddi anlamda kesin hükmün şartlarına yer verilmiştir.
83. Hâlen yürürlükte bulunan HMK ise 303. maddesinde maddi anlamda kesin hükmün tanımını yapmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre 'Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir'.
84. Bu hükümden yola çıkıldığında denebilir ki, kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.
85. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin aynılığı, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri
sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.
86. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukukî sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.
87. Aynı ilkeler HGK'nın 08.12.2010 tarihli ve2010/1-602 E. 2010/643 K., 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E., 2018/88 K. ve 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E. 2018/1098 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
88. Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler; bu hâliyle kesin hüküm bir def’i değil itirazdır. Bu bağlılık kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukukî ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir (HGK'nın 06.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E.-2018/1098 K. sayılı kararı).
89. Maddi anlamda kesin hükmün amacı da bu hâli ile mahkeme kararlarına güvenilmesini ve uyulmasını sağlamak, taraflar arasındaki uyuşmazlığı kararın maddi anlamda kesinleştiği andan itibaren geleceğe yönelik olarak sona erdirmek ve nihayet çelişkili kararlar verilmesini önleyerek toplum hayatında hukukî istikrar ve güvenliği tesis etmektir.
IV. Kanun yolunda usulî kazanılmış hak ve maddi hata:
90. Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin hâkimin bir tarafa kesin süre vermesi ile karşı taraf lehine kazanılmış hak doğar.
91. Nitekim HGK'nın 23.10.1981 tarihli ve 1981/15-2296 E., 1981/687 K. sayılı kararında '....mesalâ; bir Yargıtay bozma ilamına uyulmasına, ispat yükü kendisine düşen, takdiri delil iddiasını gerçeğe yakın bir şekilde ispat etmiş ve fakat hâkime bir kanaat vermemiş olan tarafa Usulün 365. maddesi hükmünce hâkim tarafından resen and yöneltilmesine; taraflardan birine kesin süre verilmesine (Usul 164) ilişkin ara kararları bu nitelikte olup bunlardan dönme (rücu) caiz değildir. Çünkü, usule ait kazanılmış hak müessesi, Usul Yasasının dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. (9/5/1960 gün 21 E., 9 K. ve 4.2.1959 gün, 13 E. 5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları gerekçelerinden)....' denilmek sureti ile ara kararı ile oluşan kazanılmış hak çeşitlerinden bahsedilmiştir.
92. Hemen belirtilmelidir ki, gerek mülga HUMK’da, gerek HMK’da “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Konu, yargı içtihadı ile gelişmiştir.
93. Öte yandan kanun yolunda oluşan kazanılmış haklar da söz konusudur. Şöyle ki, bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
94. Mahkemenin, Yargıtay'ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulî kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (4.2.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı YİBK).
95. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
96. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması durumunda Yargıtay bozma kararı ile oluşan usulî kazanılmış hak değer taşımayacaktır.
97. Bunun gibi bozmaya uyulmasından sonra o konuda yürürlüğe giren yeni bir kanun karşısında bozma ilamına uyulmakla oluşan usulî kazanılmış hakkında bir değeri kalmayacaktır. HGK'nın 12.03.1997 tarihli ve 1997/7-975 E., 1997/196 K. ile 06.11.1996 tarihli ve 1996/17-561 E., 1997/744 K. sayılı kararlarında bu hususa vurgu yapılmıştır.
98. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K.; 30.01.2013 tarihli ve 2012/1-683 E.,2013/165 K.;23.06.2020 tarihli ve 2016/22-702 E., 2020/443 K. sayılı kararları).
99. Görev konusu da usulî kazanılmış hakkın istisnasıdır. Bu husus 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı YİBK'da '...Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine,...' şeklinde ifade edilmiştir.
100. Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzenine ilişkin konularda da usulî kazanılmış haktan söz edilemez. Ayrıca maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile de usulî kazanılmış hak doğmaz.
101. Burada kısaca 'maddi hata' kavramından bahsetmek gerekir.
102. Maddi hata (hukukî yanılma), maddi veya hukukî bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Birinci Baskı 1976, s. 208).
103. Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
104. Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
105. O nedenledir ki, Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK'nın 13.03.2013 tarihli ve 2013/5-10 E., 2013/548 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-72 E., 2011/99 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-101 E.,2011/128 K., 19.06.2015 tarihli ve 2013/21-2361 E., 2015/1728 K. sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu husus, 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E., 1988/985 K. sayılı kararında '...Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla
meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay'ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir...' şeklinde ifadesini bulmuştur.
106. Ne var ki bozma kararında hukukî yönden bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK'nın 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E. 1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usulî kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra kararın devamında '...Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır...' şeklinde ifade edilmiştir.
107. Aynı görüş HGK'nın 20.01.1988 tarihli ve 1988/1-249 E., 1988/28 K., 20.12.1989 tarihli ve 1989/12-539 E., 1989/662 K., 15.12.1990 tarihli ve 1990/1-450 E., 1990/608 K. ile 09.03.1994 tarihli ve 1993/17-889 E., 1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür.
V. Hukukî güvenlik:
108. Diğer yandan Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü; Anayasa'nın 138. maddesinin 4. fıkrasında ise, 'Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümleri bulunmaktadır.
109. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmında ise “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır.
110. Nitekim Anayasa Mahkemesinin (AYM) 11.09.2014 tarihli ve 29116 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 26.06.2014 tarihli ve 2013/1752 başvuru numaralı kararında '...Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır…' şeklinde adil yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar yapılmıştır.
111. Anayasa Mahkemesi bu kararında ve başkaca birçok kararında “hukuki güvenlik ilkesi”nin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Hukukî
güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasa’nın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukukî güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde bütün devlet faaliyetlerinin belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukukî güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir.
112. Başka bir anlatımla hukuk devletinin hukukî güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere bu ilke ile bağlı olduğu da açıktır.
113. Hukuk devleti, devlet ve insan faaliyetlerine yön veren, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan ilkeler bütünü olduğundan, devletin organ ve kurumları bakımından bu ilkeler birer sınırlama niteliği taşırken, vatandaşlar açısından hukukî güvenlik içinde yaşamanın araçları olarak işlev görmektedir.
114. Hukukî güvenlikle bağlantılı olarak “genellik” ve “öngörülebilirlik”, hukuk devletinin iki temel unsuru kabul edilir. Genellik unsuru, hukukun özel kişi ya da durumlara değil, herkesi kapsayacak biçimde genel, soyut ve tarafsız, geçmişe uygulama yasağı çerçevesinde ileriye yönelik, kamuya açık kurallar üzerine inşa edilmesi anlamını taşır. Hukukun öngörülebilirliği ise, hukukun anlam açısından belirgin ve açıkça ifade edilmiş, istikrarlı ve birbiriyle uyumlu kurallar ile önceden tahmin edilebilir uygulamalara dayanmasıdır. Bireylerin hukukun gerektirdiği şeyi önceden bilmeleri ve davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlayan bir ilke olarak hukukî öngörülebilirliğin hukukî belirlilik ile ilişkisi, bu noktada çok açıktır. Hukuk kurallarının bütünüyle belirsiz olduğu kabul edildiğinde, hukukî öngörülebilirlikten de söz edilemeyecektir. Hukukî güvenirlik ile yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Buradaki asıl amaç hukukî barışın sağlanmasıdır.
115. Nitekim Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında '...Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir…” şeklinde belirlilik ilkesinden ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır.
116. Anayasa Mahkemesi, “hukuki güvenlik ilkesi”nin “öngörülebilirliği” sağlayan işleviyle hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem devlet hem de toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”, “kurumsal” ve “işlevsel” güvenceleri birlikte sağlayacağını kabul etmektedir.
117. Yine Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararında “…Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır...' hususlarına vurgu yapılmıştır.
118. Aynı kararda '...Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia,
savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır...' ifadelerine yer verilmiştir.
119. Bu aşamada davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozma kararına uyularak tesis olunan kararın önceki bozma kararını ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin yapılması konusu üzerinde durulmasında yarar vardır.
120. 17.04.2013 kabul tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinin 5. fıkrasından, 18.06.1927 tarihli ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin 5. fıkrasından ve mülga 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin 3. fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra: “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” şeklinde düzenlenmiştir.
121. Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir. “Kesin Bozma” denetim mahkemelerinin yargılama hukukuna kazandırdığı bir kavramdır. Bu kavram, ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozmaları içermektedir. Denetim mahkemesinin, aynı dava hakkında, verilerde değişme olmadan, birden fazla ve birbirine zıt kesin bozma kararı vermesi, başlı başına hukuk güvenliği sorununa işaret eder. İkinci kesin bozma kararı üzerine verilen ilk derece mahkeme kararlarının temyiz incelemesinin, veriler değişmediği hâlde, birbirleriyle çelişen bozma kararlarını veren dairece değil, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, hem sorunun doğasının, hem de adil yargılama hakkının bir gereğidir…” denilmektedir.
122. Yukarıda aktarılan hükümle özetle şu anlatılmaya çalışılmaktadır; mahkemece esastan dava hakkında bir karar verilmiş, Yargıtay ilgili dairesi bu kararı bozmuş ve mahkeme bozma kararına uyarak yeni bir karar vermiştir. Bozma kararına uyularak verilen bu yeni karara karşı temyiz yoluna başvurulduğunda, bu sefer Yargıtay ilgili dairesi (bozmaya uyularak kendi istediği şekilde karar verilmesine rağmen), kararı tekrar bozması üzerine, mahkemece bu defa uyma veya direnme, hangi yönde karar verilirse verilsin (direnme kararında zaten Yargıtay Hukuk Genel Kurulu inceleme yapacaktır, burada önemli olan uyma üzerine karar verilmesi hâlidir), inceleme Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Burada maddeden ve gerekçesinden anlaşıldığı kadarıyla Yargıtay ilgili dairesinin önce mahkeme kararını bozması, mahkemenin de bozma kararına uyarak verdiği yeni kararı da Yargıtay ilgili dairesinin bozması üzerine, ortaya birbiriyle çelişen iki bozma hâlinin çıkması söz konusu olacaktır. Çelişkili ikinci bozma kararından sonra, mahkemenin yeni kararının incelenmesi, artık birbiriyle çelişen bozma kararını veren daireye değil, Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilerek sorun çözülmek istenilmiştir (Pekcanıtez Usûl, s.2310 ve 2311).
123. O hâlde kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın
önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
124. Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır. Değişiklik gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca temyiz incelemesi yapılabilmesi için; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyma kararı verilerek tesis olunan kararların, mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozma kararını ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması durumunun söz konusu olması gereklidir.
125. Yine gerekçede “kesin bozma” kavramından kanun koyucunun neyi kastettiği açıklanmış; bu kavramın “ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini ön gören bozmadan” olduğu belirtilmiştir.
126. Maddenin farklı şekilde yorumlanması, Yargıtay dairelerinin mahkemeyi araştırmaya yönelten birden fazla bozma kararı vermiş olduğu tüm hâllerde temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı sonucunu doğurur ki, bu da HMK’nın 373/6. maddesinin ruhuna aykırıdır.
VI. Değerlendirme:
127. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
128. Mahkemece, davacının kıdem tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin sona ermediğinden davacının kıdem tazminatına hak kazanamadığından davanın reddi gerektiği belirtilerek bozulmuş, mahkemece bozma kararına uyularak verilen davanın reddine ilişkin verilen kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine bu kez Özel Dairece önceki bozma kararının maddi hataya dayandığı belirtilen önceki bozma kararının ortadan kaldırılmasına karar verildikten sonra kıdem tazminatına hak kazanma şartları gerçekleştiğinden davacının kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece önceki hükümde direnilmiştir.
129. Görüldüğü üzere, Özel Dairece önceki bozma kararının maddi hataya dayandığından bahisle ortadan kaldırılmasına karar verildikten sonra davacının kıdem tazminatı talebinin kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine mahkeme tarafından uyma kararı değil direnme kararı verildiğinden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından özel düzenleme olan HMK’nın 373. maddesinin 6. fıkrası gereğince temyiz incelemesi yapması mümkün değildir.
130. Diğer taraftan Özel Dairece davacının kıdem tazminatına hak kazanamadığından davanın reddi gerektiği gerekçesiyle verilen bozma kararına mahkemece uyularak davanın reddine karar verildikten sonra Özel Dairenin dosyadaki mevcut delilleri yeniden değerlendirmesi sonucunda davacının kıdem tazminatına hak kazandığını kabul ederek davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozma kararı vermesi ile varılan hukukî sonucun yanlışlığı hukukî hata olarak kabul edilse dâhi maddi hata olarak kabulünün mümkün olmadığı, bu nedenle maddi hata düzeltim nedenleri bulunmadığı, ayrıca açıklanan nedenlerle mahkemece bozma kararına uyulmakla birlikte davalı yararına usulî kazanılmış hak oluştuğu anlaşılmakla direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
131. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, eldeki davada HMK’nın 373. maddesinin 6. fıkrası gereğince Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun temyiz incelemesi yapması gerektiği, bahsi geçen maddenin Özel Dairenin farklı kararlar verebileceğinin önünü açtığı, HMK’nın 373. maddesinin 4. fıkrası uyarınca mahkemece bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabileceği, Özel Dairece ikinci kez bozma kararı verilebileceği, davalı yararına kazanılmış hak oluşmayacağı, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
132. Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle onanmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.10.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.