Ceza Genel Kurulu 2014/821 E. , 2018/45 K.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Günü : 15.09.2010
Sayısı : 2-98
Kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan sanık ... Bağcı'nın beraatine ilişkin Sultanhisar (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesince verilen 15.09.2010 gün ve 2-98 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 19.03.2014 gün ve 7558-8264 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.04.2014 gün ve 20493 sayı ile;
'5237 sayılı TCK'nun 'Kişilerin huzur ve sükununu bozma' başlıklı 123. maddesi, 'sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikayeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.' hükmünü içermektedir.
Kişilerin huzur ve sukünunu bozma suçunda korunan hukuki yarar 'kişi özgürlüğünün manevi yönü ele alınarak, bireyin psikolojik açıdan huzurlu, sükun içinde sağlıklı yaşama hakkı' olup suça konu eylemler bu hakkın kullanılabilmesi için müeyyide altına alınmaktadır.
TCK'nun 123/1. maddesinde yazılı suçun oluşabilmesi için, failin sırf huzur ve sükununu bozmak amacıyla ısrarla; telefon etmek, gürültü yapmak veya hukuka aykırı bir başka davranışta bulunmak suretiyle mağduru rahatsız etmesi ve onun huzurunu kaçırması gerekmektedir.
Bu suç sınırlı sayıda hareketle işlenen bir suç olmayıp serbest hareketli suçlardandır. Bu suçun hareket öğesi bakımından eylemin ısrarla tekrar edilmesi koşulu bulunmaktadır. Mütemadi suç niteliğindeki bu suç yönünden suç tarihi temadinin sona erdiği tarihtir.
TCK'nun 123/1. maddesinde yazılı suç tehlike suçu niteliğinde olup mağdurun kendisine yönelik eylemlerden etkilenip etkilenmemesinin ve huzurunun kaçıp kaçmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Suçun manevi öğesi özel kasttır ve failin, mağdurun huzurunu bozma özel kastıyla hareket etmesi gerekmektedir.
Öğretide kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunun genel ve tamamlayıcı nitelikte bir suç olduğu ve bu suçun oluşması için gerekli hareketlerin bir başka suçu oluşturması hâlinde kişilerin huzur ve sükünunu bozma suçunun oluşmayacağı ileri sürülmektedir. (Osman Yaşar, Türk Ceza Kanunu, Yorumlu-Uygulamalı, s. 3872). Ancak aksi görüşü savunan bazı müellifler failin eylemi nedeniyle gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerektiğini belirtmektedirler. (Ersan Şen, Türk Ceza Kanunun Yorumu, 2006, s. 521). Kanaatimizce failin tek bir hareketiyle birden fazla neticenin meydana gelmesi durumunda failin TCK'nun 44. maddesi uyarınca en ağır eylemden sorumlu tutulması, ceza hukukunun genel ilkeleri ve hakkaniyet açısından yerinde olacaktır.
Maddi olayda sanık ... Bağcı'nın, kullanımında olan 0 539 .... No.lu cep telefonu hattından, katılan ... ....'nun kullanımında olan 0 539 .... No.lu hattı ısrarla arayarak katılanı rahatsız ettiği ve katılana yönelik 'sen damgalı fahişesin' şeklinde hakaret içerikli sözler söylediği, katılanın bu eylemler nedeniyle şikâyetçi olduğu, söz konusu hattın kullanıcısı olan sanık ...'in savunmasında, hattın kendisine ait olduğunu, ancak katılanı aramadığını ve tanımadığını belirttiği, katılana ait 0 539 .... nolu hattın iletişiminin tespitine dair dökümde, sanığın kullanımında olan 0 539 .... No.lu hat ile 17.10.2008 ve 19.11.2008 tarihlerinde birden çok kez arama yapıldığının ve mesaj atıldığının tespit edildiği şeklinde gerçekleşen eylem nedeniyle düzenlenen iddianame ile sanık hakkında hakaret ve kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından ayrı ayrı kamu davası açılmıştır.
Sanığın eylemini ısrarla sürdürerek katılan ...'i arayıp huzurunu bozduğu dosya kapsamından anlaşıldığı hâlde yerel mahkemece telefon iletişim kayıtlarından başka delil bulunmadığı kabul edilerek her iki suçtan beraat kararı verilmesi hukuka aykırılık oluşturmaktadır.
Sanığın tek eylemiyle iki ayrı suçun işlendiği ve TCK'nun 44. maddesi gereğince hakaret ve kişinin huzur ve sükünunun bozma suçlarının gerçekleştiği, ancak mahkemece hakaret suçundan beraat kararı verildiği gözetildiğinde, sanığın gece saatlerinde ısrarla gerçekleştirildiği aramalar sonucunda katılanın huzurunun bozulduğu konusunda bir tereddüt bulunmadığının ve TCK'nun 123/1. maddesinde düzenlenen kişilerin huzur ve sükünunu bozma suçunun gerçekleştiğinin kabulü gerektiği' görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 13.11.2014 gün ve 18082-32966 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında hakaret suçundan kurulan beraat hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanığa atılı kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan kurulan beraat hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunun yasal unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Kullanmakta olduğu 0539 561 .... numaralı telefonla daha önceden tanımadığı katılanın 0539 ... .... numaralı telefonunu ısrarla arayıp, 'sen damgalı fahişesin' diyerek katılana hakaret ettiği iddiasıyla sanık hakkında kişilerin huzur ve sükununu bozma ve hakaret suçlarından kamu davası açıldığı, katılanın, kendisini ısrarla aradığından ve ölümle tehdit ettiğinden bahisle şikâyetçi olduğu Yılmaz Önal hakkında ise soruşturma evresinde ayırma kararı verildiği,
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının 19.02.2009 tarihli yazısı ve ekli iletişimin tespiti tutanağına göre; sanığın 0539 561...., katılanın ise 0539 ....... numaralı telefon hatlarını kullandıkları, 17.10.2008 tarihinde sanığın katılana ait numarayı saat 13.09 ve 21.39’da olmak üzere iki kez aradığı ve bu görüşmelerin sırasıyla 106 ve 94 saniye sürdüğü, buna karşılık katılanın da aynı gün saat 20.04’te sanığın cep telefonuna kısa mesaj gönderdiği; 19.11.2008 tarihinde ise sanığın katılana ait numarayı saat 19.39 ve 21.03’te olmak üzere iki kez aradığı, bu görüşmelerin de sırasıyla 10 ve 27 saniye sürdüğü, sanığın ayrıca saat 22.03’te katılanın cep telefonuna kısa mesaj gönderdiği, buna karşılık katılanın da aynı gün saat 19.40’ta sanığa ait numarayı aradığı, bu görüşmenin 4 saniye sürdüğü, saat 21.54’te ise sanığa ait numaraya kısa mesaj gönderdiği,
Katılan ...; daha önceden tanımadığı sanığın, 0539 ....... numaralı telefonunu sürekli arayıp, hakaret içerikli sözler söyleyerek kendisini rahatsız ettiğini, arayan kişinin eski eşinin birlikte yaşadığı kadının akrabası olabileceğini, sanık ile uzlaşmak istemediğini beyan etmiştir.
Sanık ... Bağcı soruşturma evresinde; 0539 561.... numaralı telefon hattının kendisine ait olduğunu, ancak anılan hattı 2009 yılının Ocak ayından sonra kullanmadığını, katılanı tanımadığını, iddia edildiği şekilde katılana ait numarayı aramadığını, suçlamayı kabul etmediğini, katılan ile uzlaşmak istemediğini, kovuşturma evresinde farklı olarak; kullanmakta olduğu telefon numarasının katılan tarafından bir kez aranması üzerine kendisinin de kimin aradığını öğrenmek amacıyla katılanı aradığını, bu görüşme esnasında katılanın kendisine hakaret ettiğini, suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur.
Türk Ceza Kanununun ikinci kitabının 'Kişilere Karşı Suçlar' başlıklı ikinci kısmının, 'Hürriyete karşı suçlar' başlıklı yedinci bölümünde yer alan 123. maddesinde kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu; 'Sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir' şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin gerekçesinde “Madde, belirli bağımlı hareketlerle kişilerin huzur ve sükûnlarının bozulması hususunda gösterilen çabaları cezalandırmaktadır. Suçun maddi unsuru bir kimseye ısrarla, gece gündüz demeden telefon edilmesi veya ona karşı ısrarla gürültü yapılmasıdır. Örneğin oturulan apartmanın alt veya üst katında sürekli olarak öteberi çalarak gürültü yapılması gibi. Ancak bu hareketlerin sırf mağdurun huzur ve sükununu bozmak maksadıyla yapılması gerekmektedir. Böylece madde, suçun oluşması için özel bir maksatla hareket edilmesi şartını getirmektedir. Dikkat edilmelidir ki, bu suç tanımıyla cezalandırılan fiiller, kişiler üzerinde uygulanacak maddi veya cebri bir müdahale niteliği taşımamaktadır. Bu suç tanımı ile, kişilerin psikolojik, ruhsal sükûn içinde yaşama hakkı korunmaktadır. Yapılan etkinlikler sonucu mağdurun dengesi bozulduğu örneğin ruhsal bir teşevvüşe uğradığı hallerde ise, kasten yaralama suçu söz konusu olacaktır. Maddede düzenlenen suçun soruşturulması ve kavuşturulması, suçtan zarar görenin şikâyetine bağlıdır” biçimindeki açıklamalara yer verilmiştir.
Gerekçede açıkça belirtildiği üzere, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu ile korunan hukuki değer, psikolojik ve ruhsal bakımdan bireylerin rahatsız edilmeden huzur ve sükûn içinde ve sağlıkla yaşama haklarıdır. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğüne göre, her ikisi de Arapça kökenli olan bu sözcüklerden huzur; dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç anlamlarına, sükûn ise; sükûnet, erinç, huzur, rahat, durgunluk, dinginlik anlamlarına gelmektedir.
Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunun maddi unsurunu; belirli bir kimseye ısrarla telefon edilmesi veya gürültü yapılması ya da hukuka aykırı bir başka davranışta bulunulması oluşturmaktadır. Dikkat edilirse “ısrar” unsuru, her üç hareket bakımından da aranmaktadır. (Ümit Kocasakal, Kişilerin Huzur ve Sükûnunu Bozma Suçu, Ankara Barosu Dergisi, 2015, S. 2, s. 134) Bu anlamda, anılan hareketlerin bir kez gerçekleştirilmesi maddi unsurun oluşması için yeterli olmayacaktır. Bu unsur, belirli bir kimseye yöneltme şartıyla birlikte TCK’nun 123. maddesini, aynı Kanunun 183. maddesindeki “Gürültüye Neden Olma” suçu ile Kabahatler Kanununun 36. maddesinde düzenlenen “Gürültü” kabahatinden ayıran önemli hususlardan biridir.
Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma, suç oluşturan eylemler bakımından herhangi bir sınırlama getirilmediğinden serbest; ısrarla işlenmesi gerekliliğinden dolayı da bağlı hareketli bir suçtur.
Suça ilişkin kanun metninde sayılan ve uyuşmazlık konusunu ilgilendiren “bir kimseye ısrarla telefon edilmesi” hareketi üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Doktrinde ve uygulamada, maddede yer alan “telefon edilmesi” ifadesinin sadece telefon etmeyi değil kısa mesaj göndermeyi de kapsadığı kabul edilmektedir. (Kocasakal, s. 134; Özlem Yenerer Çakmut, Kişilerin Huzur ve Sükûnunu Bozma ve Gürültüye Neden Olma Suçları, Beta, İstanbul 2014, s. 54) Bu kabul ve uygulamaya göre mobil cihazla anlık mesajlaşma olanağı sağlayan “whatsapp” gibi uygulamalar yoluyla gerçekleştirilen iletişim biçimlerinin de bu hareket içerisinde değerlendirilmesi gerekir. (Kocasakal, s. 120) Hareketin gerçekleşmesi için telefon edildiğinde mutlaka konuşulması gerekli olmayıp, failin; aradıktan sonra konuşmadan telefonu kapatması, iletişim devam ederken konuşmayıp sessiz kalması, mağdura müzik veya başkaca bir ses dinletmesi gibi huzur ve sükûnu bozabilecek diğer bazı davranışlar da bu kapsamdadır.
Suçun en önemli özelliklerinden birisi suç teşkil eden hareketlerin belirli bir kişiye yöneltilmiş olmasıdır. Bu husus madde metninde “bir kimseye” ibaresiyle ortaya konulduğu gibi “sırf huzur ve sükununu bozmak maksadıyla” ifadesiyle de desteklenmekte ve pekiştirilmektedir. Suçun, TCK’nun “Kişilere Karşı Suçlar” kısmında, “Hürriyete Karşı Suçlar” arasında düzenlenmesi de bu kabule işaret etmektedir. (Kocasakal, s. 132) Değinilen nokta, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunu, 765 sayılı TCK’nun üçüncü kitabının “Halkı Rahatsız Eden Hareketler” başlıklı yedinci faslında, 546 ve 547. maddelerinde düzenlenen eylemlerden ayıran en önemli hususlardan biridir. Görüldüğü gibi, belirli bir kişiye yönelik olmayan bir hareket ne denli huzur ve sükûnu bozmaya yönelik ve elverişli olursa olsun TCK’nun 123. maddesindeki suçu oluşturmayacaktır.
Suç işlenirken gerçekleştirilen hareketlerin ısrarlı olması gerekliliği, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunun bir diğer özelliğini oluşturmaktadır. Israr, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde direnme, ayak direme, üsteleme, üstünde durma anlamına gelmektedir. Madde metninde geçen “ısrarla” ifadesi ile de ısrarlı bir biçimde hareket etme durumu kastedilmektedir. Anılan kavramın süreklilik unsurunu da içinde barındırması nedeniyle madde metninde belirtilen hareketlerin bir defadan ibaret gerçekleştirilmesi hâlinde, mağdurun huzur ve sükûnu bozulmuş olsa dahi, suçun oluştuğundan söz edilemeyecektir. Yapılan bir hareket nedeniyle mağdur rahatsızlığını dile getirdikten sonra hareketlerin devam etmesi hâlinde ise ısrarın varlığını kabul etmek gerekmektedir. (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 3. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s. 3871) Uygulamada, çok sayıda telefon edilmesi veya mesaj gönderilmesi ısrar olarak kabul edilmekteyse de, ısrarın oluşup oluşmadığına ilişkin kesin bir sayı belirlemek mümkün değildir. Bu anlamda, olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapılması, aramaların sayısının yanı sıra arama süreleri ve aramaların yapıldığı zaman dilimlerinin de göz önünde bulundurulması maddi unsurun oluşup oluşmadığının tespiti bakımından önem arz etmektedir. (İsmail Malkoç, Açıklamalı-İçtihatlı 5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara 2008, s. 1088)
Suçun oluşabilmesi için, yapılan hareketlerin belirli bir kişinin huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olması da gerekmektedir. Hareketin mağdurun huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olup olmadığı, mağdurun algı ve değerlendirmesine göre değil, öncelikle objektif bir değerlendirmeye göre belirlenmelidir. Bu elverişlilik objektif olarak saptandıktan sonra, somut olayda mağdurun huzur ve sükûnunun bozulup bozulmadığının bir önemi bulunmamaktadır. Gerekçede de belirtildiği gibi gerçekleştirilen eylemler sonucu mağdurun dengesinin bozulduğu, örneğin ruhsal bir hastalığa yakalandığı hâllerde kasten yaralama suçu söz konusu olacaktır.
Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu, ancak doğrudan kastla işlenebilir. Bu suçun olası kastla ya da taksirle işlenmesi mümkün değildir. Suçun oluşması bakımından genel kast yeterli olmayıp, maddedeki açık ifade karşısında sırf huzur ve sükûnu bozmak maksadına dayanan özel kast gereklidir. Bu özel kast, olaysal olarak yapılacak bir değerlendirme sonucu, başka bir deyişle failin dış dünyaya yansıyan hareketlerinden, olayın oluş biçimi ve özelliklerinden hareketle belirlenecektir. Yargıtay da bu özel kastın varlığını olaysal olarak değerlendirmektedir. Bu anlamda failin, alacaklı olduğu kişiye ulaşabilmek amacıyla katılanı araması örneğinde sırf huzur ve sükûnu bozma amacı şeklindeki özel kastın varlığından söz etmek mümkün olmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın kullanmakta olduğu 0539 561.... numaralı telefon ile katılana ait 0539 ....... numaralı telefonu 17.10.2008 tarihinde saat 13.09 ve 21.39’da olmak üzere iki kez, 19.11.2008 tarihinde ise saat 19.39 ve 21.03’te olmak üzere iki kez aradığı, bu görüşmelerin sırasıyla 106, 94, 10 ve 27 saniye sürdüğü, yine aynı gün saat 22.03’te katılanın cep telefonuna kısa mesaj gönderdiği sabit olan olayda; sanık ile katılan arasında gerçekleşen telefon görüşmelerinin sayısı ve süresi, iletişimin tespiti kayıtlarına göre katılanın da sanığa ait telefon numarasını bir kez araması ve bu numaraya iki kez kısa mesaj göndermesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; sanığın, huzur ve sükûnunu bozma kastı ile katılanı ısrarla aradığına ilişkin delil bulunmadığı cihetle atılı suçun unsurlarının oluşmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, sanığın beraatine ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmün onanmasına dair Özel Daire kararı isabetli olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.