Ceza Genel Kurulu 2011/6-247 E. , 2011/261 K.
İtirazname : 2007/6023
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi : NİZİP Asliye Ceza
Günü : 08.06.2006
Sayısı : 542-760
Hırsızlık suçundan sanık E. D.’in 765 sayılı TCY’nın 491/3, 522, 59, 647 sayılı Yasanın 4, 5 ve 6. maddeleri uyarınca 1.485 Lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin, Nizip Sulh Ceza Mahkemesince verilen 23.03.2005 gün ve 569-250 sayılı hükmün sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının 20.02.2006 gün ve 168121 sayılı yazısıyla lehe yasa değerlendirmesi yapılabilmesi amacıyla dosya 5320 sayılı Yasanın 8/2. maddesi uyarınca mahalline iade edilmiştir.
Nizip Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği 19.05.2006 gün ve 62-26 sayılı görevsizlik kararı üzerine yargılamayı yapan Nizip Asliye Ceza Mahkemesince 08.06.2006 gün ve 542-760 sayı ile; sanığın 765 sayılı TCY’nın 491/3, 522, 523, 59, 647 sayılı Yasanın 4, 5 ve 6. maddeleri uyarınca sonuç olarak 363 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye karar verilmiş, sanık müdafiinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 06.06.2011 gün ve 20161-7942 sayı ile;
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40/2, 5271 sayılı CMK.nun 34/2, 40/2, 231/2 ve 232/6. maddelerine göre; mahkeme kararlarında ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını, sürelerini ve şeklini kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerektiğinin açık ve buyurucu şekilde belirtildiği, ancak Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 08.06.2006 tarih ve 2006/542 E. ve 2006/760 sayılı kararında hükme karşı başvurulacak kanun yolu süresinin başlangıcı belirtilmediğinden, sanık savunmanının 16.06.2011 tarihli temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü ile yapılan incelemede;
Suçun niteliği, cezanın türü ve süresine göre; hükümden sonra yapılan değişiklikler dikkate alınarak, 5271 sayılı CMK.nun 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu” gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 26.08.2011 gün ve 6023 sayı ile;
“Yerel Mahkeme Kararı'nda, ‘...7 gün içinde mahkememize verilecek dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek üzere kâtibe beyanda bulunarak Yargıtay'da temyiz yolu açık olmak üzere verilen ...’ şeklinde ve hükme karşı başvurulacak yasa yolu süresinin tefhimden itibaren olacağı belirtilmemiş ise de, aynı Kanunun 317. maddesi uyarınca, temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekmektedir. Zira Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun, temyiz başvuru usulü ile ilgili verilen 01.02.2011 tarih ve 2010/5-244 Esas, 2011/14 karar sayılı Kararı içeriğinde, ‘... hükmün yokluklarında verilmiş olması nedeniyle temyiz süresinin hükmün tebliğinden itibaren başlayacağının sanık müdafii tarafından bilinmesi gerektiği, ‘yönünde tespitlerle, temyiz isteminin reddi sonucuna ulaşılmıştır. O halde, temyiz başvuru usullerinde, sanık savunmanının hazır olduğu duruşmada verilen hükmün tefhimden itibaren başladığının da, savunman tarafından bilinmesi gerektiğinden, işbu kamu davası kapsamında temyiz süresi 08.06.2006 tarihinde başlamıştır.
Bu itibarla, sanık savunmanı, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 310/1. maddesinde öngörülen bir haftalık süre geçtikten sonra hükmü temyiz ettiğinden, aynı Kanunun 317. maddesi uyarınca, temyiz isteminin reddi yönüne gidilmeden istemin kabulü ile hüküm hakkında olağan yasa yolu incelemesi yapılması yasaya aykırıdır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve temyiz talebinin reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararındaki yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden:
Sanık müdafiinin de hazır bulunduğu 08.06.2006 tarihli oturumda verilen kararın yasa yolu bildiriminin aynen; “sanığın ve sanık müdafiinin yüzüne karşı C. Savcısı H. A.’ın huzurunda verilen karar 7 gün içinde mahkememize verilecek dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek üzere kâtibe beyanda bulunarak Yargıtay da temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açık oturumda okundu ve usulen anlatıldı” şeklinde olduğu, bu hükmün sanık müdafii tarafından 16.06.2006 tarihinde temyiz edildiği, temyizin son günü olan 15.06.2006 gününün herhangi bir resmi tatile denk gelmediği anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
5271 sayılı CYY’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı mercii, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık anılan Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
5271 sayılı CYY’nın 264. maddesinde ise kabul edilebilir bir yasa yolu başvurusunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler, birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir başka mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merciince, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Uyuşmazlığın sağlıklı çözümü açısından ceza yargılamasında sanığın savunmasını üstlenen müdafiin konumu üzerinde de durulmalıdır.
5271 sayılı Yasanın 2/1-c maddesinde müdafii; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra 2. maddesinde ise “Avukatlığın Amacı”; “… hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder…” şeklinde ifade edilmiştir.
Yasanın “Avukatın Hak ve Ödevleri” kısmında yer alan 34. maddesinde; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” denilmek suretiyle avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler açıklanmış,
“Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin 1. fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık ve müdafiinin yüzüne karşı verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildiriminde temyiz süresinin tefhimden mi yoksa tebliğden itibaren mi başlayacağı hususunda bir açıklığın olmadığı, sanık müdafiinin yüzüne karşı tefhim edilen bu hükmü süresinden sonra temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde, bildirimdeki bu eksiklik nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir duraksama yaşadığına ilişkin herhangi bir ifadenin yer almadığı gibi temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin de herhangi bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nın 310. maddesi uyarınca, 08.06.2008 günü yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tefhimden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafii bir haftalık süreden sonra 16.06.2008 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak yasa yollarına ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının belirtilmemiş olması nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, sadece temyiz süresinin başlangıcının gösterilmemiş olması sanık müdafii açısından bir yanılgı oluşturmayacağından “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez.
Zira, mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan, sanığın savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafiin temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafii açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki sanık müdafii süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bildirimdeki eksikliğin kendisini temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiada bile bulunmamıştır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 01.02.2011 gün ve 244-14 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin yasal süreden sonra yaptığı temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi N. M.; “CMK’nın 232/6. maddesinde “Hüküm fıkrasında, 223 üncü Maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun Maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma…….., başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.” hükmüne yer verilmiş, aynı Kanunun “Eski Hale Getirme” başlıklı 40. maddesinde ise, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin , eski hale getirme isteminde bulunabileceği ve kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişinin kusursuz sayılacağı hükme bağlanmıştır.
İtiraza konu dosyada Özel Daire, mahkeme kararlarında ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını, sürelerini ve şeklini kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerektiğinin açık ve buyurucu şekilde belirtildiği, ancak Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/06/2006 tarih ve 2006/542 E. Ve 2006/760 sayılı kararında hükme karşı başvurulacak kanun yolu süresinin başlangıcı belirtilmediğinden, sanık müdafiinin 16/06/2011 tarihli temyiz isteminin süresinde olduğunu kabul etmiş, inceleme sonucunda hükmün bozulması kararı vermiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı itirazında, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun, temyiz başvuru usulü ile ilgili verilen 01/02/2011 tarih ve 2010/5-244 Esas, 2011/14 karar sayılı Kararı içeriğinde, '... hükmün yokluklarında verilmiş olması nedeniyle temyiz süresinin hükmün tebliğinden itibaren başlayacağının sanık müdafii tarafından bilinmesi gerektiği,” yönünde tespitlerle, temyiz isteminin reddi sonucuna ulaşmıştır. O halde, temyiz başvuru usullerinde, sanık savunmanının hazır olduğu duruşmada verilen hükmün tefhimden itibaren başladığının, müdafii tarafından bilinmesi gerektiğinden, işbu kamu davası kapsamında temyiz süresinin geçtiği ve talebin reddi gerektiği düşüncesini ileri sürmüştür.
CMK’nın 40. maddesinin “kişilere” eski hale getirme hakkı verdiği açıktır. Sanık müdafiinin, bir hukukçu olması ve mesleği gereği, temyiz süresinin ne zaman ve hangi tarihten başlayacağını bilmesi gerektiği de açıklamaya gerek olmayan bir husustur. Hukukçu olsa ve bir hükme yönelik temyiz sürecini bilse dahi, kanuna uygun açıklanmayan hükme ilişkin temyiz süresini kaçırması durumunda, hak sahiplerinin eski hale getirme istemi kabul edilmelidir. Çünkü, müdafi veya vekil avukatın eski hale getirme ve temyiz sürecine katılmalarını engelleyen bir kanun hükmü mevcut olmadığı gibi, bunların 40. maddede belirtilen “kişi” kavramının dışında tutulması da kanuna uygun bir yorum değildir.
Aksi takdirde, mesleği hukuk bilimi olan herkesin, bu süreci “bilmesi gerektiği” ileri sürülecektir ki kişilere göre değişen, bu sübjektif yaklaşımın hukukiliğinden söz edilemez. Bir norm, kanunda açıkça öngörülmedikçe, herkes için ayrı uygulanamaz.
Nitekim;
Kararı veren mahkeme hakimi ya da heyetinin mesleklerinin hukukçuluk olduğu, kararın yüze karşı ya da yoklukta nasıl açıklanacağını bilmeleri gerektiği, eski hale getirme nedeni olan kararlarını, tarafların yanılmasına neden olacak şekilde açıklamalarının, muhatabı olan kişilere CMK’nın 40. maddesi “kusursuz sayılmaları” nedeniyle eski hale getirme yolunu açtığı gözetildiğinde, bu yolun mesleği avukatlık olan sanık müdafii, zorunlu vekil veya katılan vekillerine “kanun yollarına başvuru sürecini bilmeleri gerektiği” şeklindeki gerekçeyle kapatılmasını yasal ve hukuka uygun bulmadığımızdan,
Mahkemenin, kanun yollarına başvuru sürecine ilişkin hata ya da yanılgısı nedeniyle, sanık müdafi, zorunlu müdafii veya katılan vekilinin CMK’nın 40. maddesindeki eski hale getirme sürecine ilişkin haktan ve dolayısıyla temyiz sürecinden, mesleği gereği “bilmeleri gerektiği” biçimindeki yaklaşımla yararlandırılmamaları, bu kişileri değil, savundukları veya vekili oldukları sanık veya mağdurların hak kayıplarına yol açacağından ve kanun yollarına başvuru sürecini mahkemenin doğru açıklamamasının, başvuranın mesleği avukatlık olsa dahi, eski hale getirme isteminin ve temyizin süresinde kabul edilmesini gerektireceği düşüncesiyle sayın çoğunluğun, itirazın kabulü yönündeki düşüncesine katılmamaktayız” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer üç Genel Kurul Üyesi de; “Yasa yolu bildiriminde temyiz süresinin başlangıcının yazılmamış olması nedeniyle temyizin süresinde yapıldığının kabulü gerektiği” görüşüyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 06.06.2011 gün ve 20161-7942 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Sanık müdafiinin temyiz isteminin 1412 sayılı CYUY’nın, 5320 sayılı CYY’nın 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,
4-Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.12.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.