Ceza Genel Kurulu 2011/6-356 E. , 2011/272 K.
İtirazname : 2007/67062
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi : Konya 1. Ağır Ceza
Günü : 26.12.2006
Sayısı : 357-520
Yağma suçundan sanık M S’ın 5237 sayılı TCY’nın 149/1-a ve 35/2. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.12.2006 gün ve 357-520 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 14.09.2011 gün ve 11913-39713 sayı ile;
“1- İddianamede TCY’nın 145, 168. maddelerinin uygulanması istendiği halde, 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmeden, anılan maddeler uygulanmayarak, yazılı şekilde karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
2- Olayın saat 22.30 sıralarında gerçekleşmiş olması karşısında, suçun 5237 sayılı TCY'nın 6/1-e maddesine göre gece sayılan zaman diliminde işlendiği anlaşıldığı halde 149/1-h maddenin uygulanmaması,
3- Yakınanın ve tanıklar A.Ş., F.Ş.’in soruşturma aşamasındaki beyanlarında sanığın olay sırasında yakınanın elinden sigara ve kontörü zorla aldığı yönündeki beyanlarına göre eylem tamamlandığı halde teşebbüs aşamasında kaldığından bahisle hüküm kurulması,
4- Sanığın adli sicil kaydında bulunan hükümlülüklerine ilişkin kararların kesinleşme ve yerine getirme tarihlerini içerir örnekleri istendikten sonra sanık hakkında TCY’nın 58. maddesinin uygulanma olanağının değerlendirilmemesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.10.2011 gün ve 67062 sayı ile;
“Sanık hakkında yağma ve basit yaralama suçlarını işlediğinden bahisle 5237 sayılı TCK’nın 149/1-a-c, 86/2-e, 53, 63, 35, 58, 145 ve 168. maddeleri gereği cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır.
Yapılan yargılama sonucu Cumhuriyet savcısı, sanık ve müdafiinin de hazır bulunduğu oturumda, sanığın TCK’nın 149/l-a, 150/2, 35, 53 ve 63. maddeleri gereği cezalandırılmasını talep etmiştir.
Bu mütalaadan sonra sanık ve savunmanının esas hakkındaki savunması ve son sözleri usulüne uygun olarak sorulmuş ve beyanlarında takdirin mahkemeye ait olduğunu belirtmişler ve ek savunma için bir süre talebinde bulunmamışlardır. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 14.09.2011 tarihli ve 2007/11913 esas ve 2011/39713 karar sayılı bozma ilamının 1. maddesinde sanığa iddianamede belirtildiği halde, TCK’nın 145 ve 168. maddeleri uygulanmamış, sanığa ve savunmanına ek savunma hakkı verilmediğinden bahisle sanık lehine, diğer 3 maddede ise sanık aleyhine gerekçelerle hükmün bozulması kararına varılmıştır. Oysa sanık ve savunmanının hazır bulunduğu oturumda Cumhuriyet savcısının mütalaasını sunduğu, bu mütalaada; yukarıda sanık lehine bozma ilamında vurgulanan ve ek savunma hakkı tanınması gerektiği belirtilen TCK’nın 145 ve 168. maddelerinin zikredilmediği, bu durumun sanık ve müdafi için ek savunma hakkının tanınması niteliğinde olduğu Yargıtay Ceza Genel Kurulunun birçok kararında belirtilmektedir.
Yerel mahkeme ilamının bozulmasına yönelik diğer maddeler ise kararın sanık aleyhine bozulmasını içermekle birlikte, verilen karara karşı müşteki veya Cumhuriyet savcısı tarafından aleyhe bir temyiz talebi de bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararı aleyhine bir temyiz istemi bulunmadığından kararın sanık aleyhine bozulmasını içeren bozma ilamında belirtilen 2, 3 ve 4. maddelerde belirtilen bozma gerekçelerinin eleştiri niteliğinde olabileceği ve sanık lehine olan 1. maddede belirtilen bozma gerekçesinin ise; iddianamede belirtildiği, ancak sanık ve savunmanının hazır olduğu son oturumda yüzlerine karşı okunan Cumhuriyet savcısının mütalaasında belirtilmediği ve talep edilmediği, bu durumun TCK’nın 145 ve 168. maddelerin uygulanmaması açısından bir ek savunma niteliğinde bulunduğu” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılması ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın yağma suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iddianamede sanık hakkında uygulanması istenen 5237 sayılı TCY’nın 145 ve 168. maddelerin, sanığa veya müdafiine ek savunma hakkı verilmeden uygulanmamasının, 5271 sayılı CYY’nın 226. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Yerel mahkemenin, iddianamede sevk maddeleri arasında gösterilen ve malın değerinin azlığı nedeniyle cezada indirim yapılabilmesini, hatta ceza verilmesinden vazgeçilebilmesini hakimin takdir ve değerlendirmesine tevdi eden 5237 sayılı TCY'nın 145. maddesini ve mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezadan indirim öngören aynı Yasanın 168. maddesini, sanığa ek savunma hakkı tanımadan uygulanmamasına karar verdiği,
Özel Dairenin ise; “İddianamede TCY’nın 145 ve 168. maddelerinin uygulanması istendiği halde, 5271 sayılı CYY’nın 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmeden, anılan maddeler uygulanmayarak, yazılı şekilde karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması” gerekçesiyle hükmü bozduğu,
İddianame okunarak, yasal hakları hatırlatılan sanığın, isnat edilen suç ve sevk maddelerinden haberdar olarak savunmasını yaptığı,
Sanık ve müdafiinin de hazır bulunduğu son oturumda, Cumhuriyet savcısının, yağma suçundan sanığın, 5237 sayılı TCY’nın 149/l-a, 150/2 ve 35. maddeleri uyarınca cezalandırılmasını talep ettiği, sanık ve müdafiinin esas hakkındaki savunmasının ve son sözlerinin usulüne uygun olarak sorulduğu ve açıkça ek savunma için bir süre talebinde bulunmadıkları,
Anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CYY’nın “Hükmün konusu ve suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi” başlıklı 225. maddesinde;
“(1) Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.
(2) Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir”,
Aynı Yasanın “Suçun niteliğinin değişmesi” başlıklı 226. maddesinde ise;
“1) Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.
2) Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.
3) Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.
4) Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek, toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, müdafi yardımından yararlanma, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma, yasa yoluna başvurma gibi hakları içerir.
Savunma hakkı, 1982 Anayasasının 36. maddesinde ise 'Temel Haklar ve Ödevler' başlıklı ikinci kısmın ikinci bölümünde “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlığı altında; 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde düzenlenmiş olup, bu hakkın “temel hak” niteliğine uygun olarak, savunma hakkının verilmemesi veya sanığın savunma hakkının kısıtlanması halinde, hüküm daima hukuka aykırı olacaktır.
Buna göre, sanığın ceza yargılamasındaki en önemli haklarından birisi de; yargılamanın her aşamasında göz önünde bulundurulması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın, herhangi bir nedenle sınırlandırılması olanaklı değildir. Nitekim 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 308/8. maddesine göre de savunma hakkının kısıtlanması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı temel ilke olmakla birlikte, yasa koyucunun, yargılamanın uzamasını önlemek, gereksiz emek ve gider kaybına neden olmamak ve usul ekonomisi açısından bazı sınırlamalara gittiği de bir gerçektir. Ancak bu sınırlamalar istisna olup, bu gibi hallerde dahi, Usul Yasamız bazı koşulların varlığını aramaktadır.
Öte yandan, savunma hakkının sınırlandığından söz edebilmek için, savunmanın hükmü etkileyecek nitelik taşıması ve yargılaması yapılan fiile ilişkin olması gerekir. 5271 sayılı CYY’nın 226. maddesi, yargılaması yapılan ve iddianamede yasal unsurları gösterilen suçun temas ettiği yasa maddelerinden başkasıyla mahkumiyet durumunda veya cezanın arttırılmasını gerektiren nedenlerin ilk defa duruşma sırasında ortaya çıkması hallerinde savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesi uyarınca, sanığın ek savunmasını yapabilmesi için bir takım usullere uyulması yükümlülüğünü getiren özel bir düzenlemedir. Belirtilen bu haller ortaya çıktığında mahkemelerin, bu konuda yasanın öngördüğü biçimde savunmasını yapamayan kişiler hakkında mahkumiyet hükmü kurmaları mümkün değildir.
Bu konuya ilişkin olarak Ceza Genel Kurulunun 29.12.1998 gün ve 321–393 sayılı kararında; “iddianamede gösterilen eylemin hukuki niteliğinin değişmesi ya da cezanın artırılmasını gerektiren hallerin, ilk defa duruşma sırasında ileri sürülmesi halinde, sanık veya müdafisine ek savunma hakkı verilmeden, sanığın iddianamede gösterilen suçun temas ettiği kanun hükmünden başkasıyla cezalandırılamayacağı” sonucuna ulaşılmıştır.
Değer azlığı 5237 sayılı TCY’nın 145. maddesinde; “(1) Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir” şeklinde düzenlenmiş olup, madde ile hırsızlık suçlarına, “konu değer”in azlığı nedeniyle yargıca, cezada indirim yapma veya ceza vermeme yönünde, geniş bir takdir yetkisi tanınmış, TCY’nın 168. maddesinde ise, mağdurun uğradığı zararın aynen iade veya tazmin suretiyle giderilmesi halinde verilecek cezadan indirim öngörülmüştür.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Konya C.Başsavcılığınca yağma suçundan iddianamede sanık hakkında TCY’nın 145 ve 168. maddelerinin uygulanması istenmiş, atılı suç ve sevk maddeleri uyarınca savunmasını yapan sanığın iddianamede yasal unsurları gösterilen yağma suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CYY’nın 226. maddesinde öngörüldüğü biçimde suçun hukuki niteliği değişmemiş, sanık hakkında uygulama şartları gerçekleşmediği için, uygulanmayan 5237 sayılı TCY’nın 145, 150/2 ve 168. maddeleri ile cezanın artırılmasını gerektiren başka bir durum da ilk kez duruşmada ortaya çıkmamıştır. Sanık hakkında düzenlenen iddianamede yanılgı ile sanık hakkında uygulanması istenen bir indirim hükmünün sanık aleyhine olacak şekilde uygulanmaması sanığa ek savunma hakkı verilmesini gerektirmeyecektir.
Ceza Genel Kurulunun 30.09.1991 gün ve 225-241 ile 05.11.1990 gün ve 221-253 sayılı kararları da bu doğrultuda olup, anılan kararlarda;“suç tarihinde 18 yaşını bitirdiği saptanan sanık hakkında aleyhine düzenlenen iddianamede zuhulen TCK’nın 55/3. maddesinin istenilmiş olması kendisine CMUK.nun 258. maddesi uyarınca ek savunma verilmesini gerektirmediği” sonucuna ulaşılmıştır.
Diğer taraftan, sanık ve müdafiinin de hazır bulunduğu son oturumda, Cumhuriyet savcısı, yağma suçundan sanığın, TCY’nın 149/l-a, 150/2 ve 35. maddeleri uyarınca cezalandırılmasını istemiş, bu görüşe karşı sanık ve müdafiinin esas hakkındaki savunması alınmış, beyanlarında takdirin mahkemeye ait olduğunu belirterek, açıkça ek savunma için bir süre talebinde de bulunmamışlardır.
Bu bağlamda sanık ve müdafii, mahkeme huzurunda anılan maddelerin uygulanmama ihtimalinden haberdar oldukları gibi, bu maddelerin mahkemece uygulanıp uygulanmayacağı yönünden de duruşmanın başından beri savunma yapma olanağına sahip olmuşlardır. Dolayısıyla savunma hakkının kısıtlanması söz konusu olmayıp, sanık hakkında 5237 sayılı TCY'nın 145 ve 168. maddelerinin uygulanmaması nedeniyle ayrıca ek savunma hakkı vermeyen yerel mahkeme hükmünde usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, Özel Daire tarafından bozma konusu yapılan;
“1- Olayın saat 22:30 sıralarında gerçekleşmiş olması karşısında, suçun 5237 sayılı TCY'nın 6/1-e maddesine göre gece sayılan zaman diliminde işlendiği anlaşıldığı halde 149/1-h maddesinin uygulanmaması;
2- Yakınanın ve tanıklar A. Ş. ile F. Ş..’in soruşturma aşamasındaki, sanığın olay sırasında yakınanın elinden sigara ve kontörü zorla aldığı yönündeki beyanlarına göre eylem tamamlandığı halde teşebbüs aşamasında kaldığından bahisle hüküm kurulması;
3- Sanığın adli sicil kaydında bulunan hükümlülüklerine ilişkin kararların kesinleşme ve yerine getirme tarihlerini içerir örnekleri istendikten sonra sanık hakkında TCY'nın 58. maddesinin uygulanma olanağının değerlendirilmemesi” hususlar ise, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmayarak, yerel mahkeme hükmünün eleştirilmek suretiyle onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; “cezadan indirimi gerektiren 5237 sayılı TCY’nın 145 ve 168. maddelerinin iddianamede ve ayrıca 150/2. maddenin de esas hakkındaki mütalaada uygulanmasının istendiği, mahkemece bu hafifletici nedenlerin uygulanmamasından dolayı sanığa ek savunma hakkı verilmesi gerektiği, aksi durumun savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracağı, bu nedenle Özel Daire bozma kararının isabetli olduğu” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 14.09.2011 gün ve 11913-39713 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.12.2006 gün ve 357-520 sayılı kararının belirtilen sebeplerle eleştirilmek suretiyle ONANMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.12.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.