4. Hukuk Dairesi 2016/13484 E. , 2019/45 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... tarafından, davalı ... aleyhine 03/04/2014 gününde verilen dilekçe ile özel hayatın gizliliğini ihlal ve haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 16/06/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2) Davalının diğer temyiz itirazına gelince;
Dava, özel hayatın gizliliğini ihlal ve haksız şikayet nedenlerine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalının sorumlusu olduğu ... ... Gazetesinin internet sitesinde 31/10/2012 tarihinde “Şehit Çukuru Kapatıldı”, 21/12/2012 tarihinde “Altta Şehit Mezarı Üstte Kütüphane” başlıklı haberler yapıldığını, 11/07/2012 tarihinde “İmamın Şehit Rüyası Fos Çıktı” başlıklı haberde “Rüya Sahibi İmam Babat Kim” alt başlığıyla verilen haberde ise diğer haberlere de konu edilen kazı çalışması ile hiç bir bağlantısı olmadığı halde, silahla yaralamadan tutuklandığı, psikolojik tedavi gördüğü, hanımından boşanarak ikinci evlilik yaptığı şeklinde kişisel bilgilerine yer verilerek özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini, bu nedenle davalının ceza mahkemesinde cezalandırılmasına karar verildiğini, haber nedeniyle toplumun kendisine karşı bakış açısının ve mesleki hayatının olumsuz etkilendiğini, davalının kamu malına zarar verme suçundan hakkında asılsız olarak suç duyurusunda bulunduğunu, yapılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı, yaptığı haberlerin doğru olduğunu, davacının kendisine tanınan cevap verme, düzeltme ve yayından kaldırmaya yönelik hiçbir hakkını kullanmadığını, kazı olayının ulusal televizyon kanallarında da haber olarak kamuoyuna sunulduğunu, hakkındaki mahkumiyet kararını temyiz ettiğini belirterek, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, ceza mahkemesinde özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan yargılanan davalı hakkında verilen mahkumiyet kararının onanarak kesinleşmesi nedeniyle ceza mahkemesi kararının hukuk hâkimini bağlayıcı nitelikte olduğu, davaya konu “İmamın Şehit Rüyası Fos Çıktı” başlıklı haberde kazıyla ilgili yaşananların yanı sıra davacı hakkında yer
alan açıklamaların kazı olayı ile fikri bağlantısı bulunmayarak davacının özel hayatı kapsamında yer aldığı, bu bilgilerin açıklanmasında kamu yararı bulunmadığı, yayın ile davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi (818 sayılı BK 49. maddesi) hükmüne göre, kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken, saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Davaya konu olan olayda; davaya konu yayının mahiyeti, olay tarihi, yayına konu olayların gelişimi ile yukarıdaki ilkeler göz önünde bulundurulduğunda, hükmedilen manevi tazminat miktarı fazladır. Daha alt düzeyde manevi tazminat takdir edilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) sayılı bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, davalının diğer temyiz itirazlarının (1) sayılı bentte açıklanan nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/01/2019 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
(M)
KARŞI OY YAZISI
Dava ile ilgili bilgilere yukarıda yer verilmiş olup aynı hususlar tekrar edilmeyecektir. Aşağıda, davacı ... tarafından açılan davada, davalı tarafından hazırlanarak yayımlanan “İmamın Şehit Rüyası Fos Çıktı” başlıklı haberde, davacı hakkında “İmam …. silahla yaralamadan tutuklandı ve hapse atıldı. Aylarca içeride yattı. Tabanca ile vurduğu kişiyi yaraladı kurtuldu. İmam da bir müddet sonra tahliye edildi… çıktığında eski eşi ve çocuklarının annesi ile bilmediğimiz bir nedenle ayrıldı. Sonradan ikinci evlilik yaptı… cezaevinde kaldığı sırada psikolojik tedavi gördü…” şeklindeki açıklamalardan dolayı
davalının tazminat ödemeye mahkum edilmiş olması nedeniyle, davalının ifade ve basın özgürlükleri ile davacının kişilik haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği hususlarına değinerek Sayın Çoğunluk görüşüne neden katılmadığımı açıklamaya çalışacağım.
A-İfade Özgürlüğü Yönünden Değerlendirme
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ( AIHM ) ve Anayasa Mahkemesine ( AYM ) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan olup, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şok edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (AİHM: Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya ( No. 2 ), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101 ); ( AYM: Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A. Ş, B. No: 2013/2623, 11/11/2015, § 31 [G.K.]; D.Ö, B. No: 2014/1291, 13/10/2016, § 56 [G.K.]; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, § 18; Kemal Kılıçdaroğlu ( 3 ), B. No: 2015/1220, 18/7/2018, § 28 ).
İfade özgürlüğünün yanında, davalı tarafın gazeteci olması gerçeği karşısında basın özgürlüğü bakımından da konunun ele alınması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında, ifade özgürlüğünün özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğünün, demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olup, bireylerin gelişmesi ve toplumun ilerlemesi bakımından gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu ifade etmiştir (AYM; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; AYM; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 34-36; AYM; Mustafa Nihat Behramoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/11961, 11/6/2018 § 40 ). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir ( Bekir Coşkun, § 34-36 ). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara dair bir kanaat oluşturması bakımından en etkili araçlardan birini oluşturduğu açıktır (AYM; İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63 ).
Öte yandan; Anayasa'nın 17. maddesi gereğince, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek de yargı mercilerinin görevleri arasındadır. Mahkemeler, Anayasa'nın 17. maddesi gereğince kişilik haklarını korurken aynı zamanda Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri gereğince ifade ve basın özgürlüklerinin gerçek ve etkili bir biçimde korunmasını sağlama yükümlülüğü sebebiyle yarışan haklar arasında adil bir denge kurmak zorundadır. Bu denge kurulurken Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında hakkın özüne dokunulmamalı, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve sınırlama amacı ile aracı arasındaki ölçü gözetilmelidir (AYM; Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 43 ). Bu anlamda, kanun yolu incelemesinde ilk derece mahkemesince dayanılan gerekçelerin, ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı denetlenmelidir. Mahkeme, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasına yönelik olarak tazminata karar verirken düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermelidir (AYM; Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 114 ).
Mahkemeler, yarışan haklar arasında dengeleme yaparken; yayında kamu yararı bulunmasına, kamusal yarara dair bir tartışmaya katkı sağlamasına, toplumsal ilginin varlığına ve konunun güncel olmasına, haber veya makalenin konusu ile yayımlanma şartlarına, bunlarda kullanılan ifadelerin türüne, yayının içeriğine, şekli ve sonuçlarına, habere yönelik kısıtlamaların niteliğine ve kapsamına, haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiğine, hedef alınan kişinin kim olduğuna ve tanınırlık derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışlarına dikkat etmelidir (AYM; Mustafa Nihat Behramoğlu ve Diğerleri § 47 ).
Anılan ilkeler ışığında somut olayı irdelediğimizde; somut olayın, davalıya ait olduğu anlaşılan ... ... Gazetesi’nin internet sitesinde yayımlanan 31.10.2012 tarihli “Şehit Çukuru Kapatıldı”, 21.12.2012 tarihli “Altta Şehit Mezarı Üstte Kütüphane”, 11.07.2012 tarihli “İmamın Şehit Rüyası Fos Çıktı” ile “Rüya Sahibi İmam Babat Kim” başlıklı yazıları içeriğinde davacının özel hayatına ilişkin konu ile ilgisi olmayan bilgilere yer verildiği ve şikâyet hakkının kötüye kullanıldığı iddiasıyla açılmış manevi tazminat davası olduğu anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre, imam hakkındaki haberler imamın rüyasına istinaden başlatılan ve kamu görevlilerinin katılımı ile gerçekleştirilen sözde şehit mezarının kazı çalışmalarına denk gelen zaman dilimi içerisinde yayımlandığı, kazı çalışmalarına birçok haber kuruluşunun katıldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle imam kısa süre de olsa kamuoyunun ilgisini çekmiş ve dava konusu haberler ise bu süreçte yayımlanmıştır. Dava konusu haberlerin toplumsal ilginin var olduğu sırada yayımlanması ve mezar açılmasının kamu kaynaklarıyla yürütülmesi, konunun güncel olduğunu ve kamu yararının varlığını göstermektedir. Bu şartların sağlanması nedeniyle dava konusu haberlerin hukuka uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Haber içerisinde yer alan ifadelerin, davacının kamuoyunun dikkatini çektiği sırada yayımlanması ve davacının rüyası üzerine birçok habere kaynak olan sözde şehit mezarı kazı çalışmalarının başlatılması üzerine davacının psikolojik durumunu değerlendiren bilgilerin kamuyla paylaşılması nedeniyle basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.
B-TBK’nın 74. Maddesi Yönünden Değerlendirme
TBK’nın 74. maddesi uyarınca hukuk hâkimi; zarar verenin kusurunun olup olmadığı ve ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hususlarında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle ve ayrıca ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla bağlı değildir. Aynı hükümde ayrıca, kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin ceza mahkemesi kararlarının da hukuk hâkimini bağlamayacağını öngörülmektedir.
İlk derece mahkemesi; davalının, özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan ... Asliye Ceza Mahkemesince yargılanıp mahkûm edildiği, kararın onanarak kesinleştiği, Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 74. maddesi uyarınca ceza mahkemesince verilecek mahkûmiyet kararının hukuk hâkimini bağlayacağı gerekçesiyle manevi tazminata hükmetmiştir.
İfade ve basın özgürlüğünün niteliği gereği, ceza yargılamasında eylemin suç olduğu kabul edilse dahi elindeki somut olayda hukuk hâkimi bağımsız olarak davaya konu edilen yazı, ifade, fotoğraf, video, haber veya yorumu değerlendirerek bir sonuca varmalıdır. Aksi takdirde ceza yargılamasında varılan sonucun benimsenmesi hâlinde ifade ve basın özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasındaki adil dengeyi sağlama konusunda hukuk hâkiminin hiçbir inisiyatifi kalmayacaktır.
Nitekim doktrinde, TBK’nın 74. maddesinin haksız fiil unsurlarından yalnızca kusurdan söz etmesinin diğer unsurlar bakımından hukuk hâkiminin ceza hâkiminin kararlarıyla bağlı olduğu sonucuna varılamayacağı, maddede sadece kusur unsurundan söz edilmesinin örnek niteliğinde olduğu, hukuk hâkiminin ceza mahkemesinin mahkûmiyet ve beraat kararları ile bağlı olmaksızın haksız fiilin tüm unsurlarını yeniden inceleyebileceği, ancak hukuk hâkiminin ceza mahkemesinin kararından ayrılmak istediğinde bunun gerekçelerini göstermek zorunda olduğu benimsenen görüşler de mevcuttur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku, 9. Baskı, İstanbul, 2006, s. 792).
Ayrıca şu hususu belirtmek gerekir ki kanun koyucu, esasen ceza ve hukuk yargılaması sonucu verilen kararların bağlayıcılığı üzerine çok keskin bir çizgi çizmemiştir. Hukuk hâkiminin ceza yargılamasında verilen kesin nitelikteki sonuçla bağlı olmasının esas amacı hukuki güvenlik ilkesinin bir gereğidir. Aynı eyleme aynı hukuk düzeni içerisinde iki farklı sonuç bağlanması hukuk güvenliğini zedeler. Ancak hukuk ve ceza yargılamalarının ulaşmak istedikleri sonuç aynı olmadığı gibi iki yargı kolunun vardığı sonuçları, verdikleri kararların konuları ve tarafları aynı olmadığı için aynı etkiyi doğurması düşünülemez. Gerçekten ceza yargılamasının amacı suçun işlenip işlenmediğini, işlenmiş ise verilecek cezanın belirlenmesini ceza hukukunun kendi prensipleri içerisinde yürütülmesini gerekli kılar. Hâlbuki tazminat hukuku özelinde hukuk yargılaması farklı değerlendirmelerle sonuca ulaşır. Hukuk yargılamasında hukuka aykırı eylem belirlenir. Bu eylemin zarara neden olup olmadığı, olmuş ise davalının kusurunun bulunup bulunmadığı ya da kusura bakılmaksızın sorumlu olup olmadığı, zarar ile kusur arasında uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı değerlendirilerek sonuca ulaşılır. Dolayısıyla hukuk ve ceza yargılamalarının aynı ilkelere tabi tutarak aynı sonuca ulaşmaları beklenmemelidir.
TBK’nın 74. maddesi esasında hukuk hâkiminin bağımsızlığı prensibini ortaya koymaktadır. Buna göre hukuk hâkimi kararını verirken bağımsızdır ve ceza yargılaması sonucundan serbest hareket etmelidir. Bu prensip hâkimin takdir yetkisinin sonucu olup, sınırsız da değildir. Gerçekten maddi hakikate ulaşmayı prensip edinen ceza yargılamasında, olayın sübutuna ilişkin varılan kanaat ile suçun işlendiği yönündeki kesinleşmiş kanı, hukuk hâkimini kesin delil veya kesin hüküm nedeniyle bağlayacaktır. Bunun aksini kabul etmek hukuka güveni zedeler.
Diğer yandan, ifade özgürlüğünün söz konusu olduğu hâllerde, ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının, hukuk hâkimini bağlayacağı prensibi ile verilen tazminata ilişkin karara karşı, AYM veya AİHM'e başvurulması hâlinde, anılan mahkemelerce ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılabilecek ve bu durum yeniden yargılama sebebi sayılabilecektir. Böyle bir durumda hukuk hâkimi tarafından TBK'nın 74. maddesi gereğince, kesinleşmiş ceza mahkûmiyeti nedeniyle eylemin esası incelenmeksizin zorunlu olarak karar verildiği artık savunulamayacaktır. Dolayısıyla verilen ihlal kararının sonuçlarını da hukuk hâkimi yerine getirmek zorunda kalacaktır. Şu hâlde hukuk hâkimi, esasen ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğü bir olayda, ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının bağlayıcılığını esas alarak tazminata hükmetmesi hâlinde, bile bile hukuka aykırı davranmış olacaktır. TBK'nin 74. maddesinin bağlayıcılığının bu kapsamda da göz önüne alınması gerektiği kanaatindeyim.
Sonuç itibarıyla, basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek bu haberlerin ifade ve basın özgürlükleri kapsamında kalması nedeniyle davacı lehine manevi tazminata hükmedilmemesi gerekirken, ceza mahkemesi mahkûmiyet kararının hukuk hâkimini bağlayacağı ve haberlerin özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle davalı aleyhine manevi tazminata hükmedilmesi ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliktedir. Dolayısıyla sırf ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ve bu kararın hukuk hâkimini bağlayacağı düşüncesiyle davacının kişilik haklarının haksız saldırıya uğradığı yönündeki Çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. 14/01/2019