8. Hukuk Dairesi 2011/5999 E. , 2012/4146 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
... ile ... ve Gölpınar Köyü Tüzel Kişiliği, dahili davalılar ... ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair ... 1.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 18.01.2011 gün ve 966/20 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı ... vekili, dava konusu 656 parsel sayılı taşınmazın yirmi yılı aşkın süreden beri müvekkilinin zilyet ve tasarrufunda olduğunu, tapu maliki ...’in 1985 yılında öldüğünü ileri sürerek, tapu kaydının iptaliyle davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Tapu malikinin mirasçılarından dahili davalılar Hadice Eren (Şişli) ve ... davayı kabul ettiklerini, ... taşınmazda hakkının bulunmadığını bildirmiş, diğer bir kısım davalılar ise davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
Mahkemece, tapu maliki ...’in bilinen kişi olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Kural olarak, tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de TMK.nun 713/2. maddesindeki düzenlemelerdir. Anılan maddede, “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” denilmiştir. Aynı kanun maddesinde yazılı her üç neden ayrı davaların konusudur.
Hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK’nun 25 / 1, 26 / 1) . Olayları anlatmak taraflara, hukuki niteleme yapmak hakime aittir (HMK’nun 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK.nun 713/2 fıkrasında yer alan 'maliki 20 önce ölmüş...' hukuki sebebine dayalı olarak TMK.nun 713/1 ve 2. fıkraları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır. Dosya içeriğine göre, davacı tarafça söz konusu kanun maddesindeki “malikin tapu kütüğünden anlaşılamaması” nedenine dayanılmadığı halde yanlış değerlendirme yapılarak, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
TMK.nun 713/2.fıkrasında yer alan'...ölmüş...'ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2.fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. Fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk
Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir. İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1.fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Tapu kaydına ve tapulama tutanağına göre, dava konusu 656 parsel sayılı taşınmaz 14.02.1975 tarihinde tapulama yoluyla ...kızı ... adına tescil edilmiştir. Mirasçılık belgesinden, tapu malikinin 10.12.1985 tarihinde öldüğü ve dahili davalıları mirasçı bıraktığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece yapılacak iş, istek doğrultusunda taraf delillerini toplayarak uyuşmazlığın esası hakkında bir karar vermektir. Zilyetlik, hukuki niteliğinin yanında, maddi olgulardan olup tanık dahil her türlü delille kanıtlanabilir(3402 sayılı S.Y.14/1). Davacı vekili, dilekçesinde tanık deliline dayandığına göre, kendisinden tanıklarını liste halinde vermek üzere süre ve imkan tanınması, ondan sonra yerel bilirkişi ve tanıkların 6100 sayılı HMK’nun 243 ve 244.maddeleri uyarınca, keşif yerinde hazır bulunmak üzere davetiye ile çağrılmaları, aynı Kanunun 259/2 ve 290/2.maddeleri gereğince taşınmaz başında yapılacak keşif yerinde dinlenilerek, taşınmazın kime ait olduğunun, kimler tarafından ne şekilde kullanıldığının, tapu malikinin ölüm tarihinden ile dava tarihine kadar üstün kullanma hakkının kimde bulunduğunun, kendilerinden sorulup belirlenmesine çalışılması, beyanları arasında aykırılık çıktığı takdirde 261/1.maddesi hükmü göz önünde tutularak çelişkinin giderilmesine çalışılması, ondan sonra iddia ve savunma çerçevesinde tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hüküm tesisi gerekir.
Tüm bu açıklamalar nedeniyle davacı vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle usul ve kanuna aykırı bulunan yerel mahkeme hükmünün 6100 sayılı Geçici 3. maddesi yollamasıyla uygulanacak olan 1086 sayılı HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 18,40 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine 14.05.2012 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davacı vekili, dava konusu 656 parsel sayılı taşınmazdaki kayıt maliki ...’in 1985 yılında öldüğünü, bu taşınmazı kayıt malikinin mirasçılarından vekil edeninin aynı yıl haricen satın aldığı zilyetliğin yirmi yılı aşkın süreden beri müvekkilinde bulunduğunu açıklayarak ... adına olan tapu kaydının TMK.nun 713/2. maddesindeki koşulların lehine gerçekleşmesi nedeni ile iptal ve tescilini istemiştir.
Davalı kayıt malikinin mirasçılarından davaya dahil edilen ...ile ... davayı kabul ettiklerini açıklamışlar, ... taşınmazda bir hakkının bulunmadığını ve davayı kabul ettiğini beyan etmiştir. Diğer bir kısım mirasçılar davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
Davalı Köy Tüzel Kişiliğine dava dilekçesi yöntemine uygun olarak tebliğ edilmiştir.
Mahkemece TMK.nun 713.maddesindeki şartlar bulunmadığından ve kayıt maliki kişinin bilinen şahıs olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Toplanan deliler tüm dosya kapsamından; dava konusu, 656 nolu parsele ilişkin tapu kaydı getirilmiştir. Bu yerin, tam mülkiyet üzere, tapulamadan, 14.02.1975 tarihinde, tarla niteliğiyle, 15.000 m2 olarak, ...kızı ... adına tescilli olduğu görülmüştür. Kayıt malikine ait mirasçılık belgesi dosyadadır. ...’in 10.12.1985 tarihinde öldüğü, on dokuz kişinin mirasçı olarak kaldıkları belirlenmiştir. Davaya dahil edilen mirasçılardan ... vekili Av.... davayı kabul ettiğini, 10.11.2009 tarihli dilekçeyle mahkemeye bildirmiştir. Mirasçı ...29.7.2009 tarihli kimlik fotokopisi ekli olan ancak yöntemine uygun onanmayan dilekçe ile davayı kabul ettiğini açıklamıştır. Mirasçı ... 24.6.2009 tarihli kimlik fotokopisi ekli dilekçesi ile bu taşınmazdaki haklarını bedel karşılığında Sefer Kazoğlu’na sattığını açıklamıştır. Dilekçesi yöntemine uygun olarak onanmamıştır. Vekilinin vekaletnamesinden davayı kabule yetili kılındığı görülmüştür. Mirasçılardan ... 3.6.2009 tarihli oturumda davayı kabul ettiğini açıklamış ve beyanını imzası ile onaylamıştır. Açıklanan olgular tarafların ve mahkemenin bilgisi dahilindedir. Uyuşmazlık, tapuda kayıtlı olan bir taşınmazın TMK.nun 713/2.maddesindeki ölüm nedenine dayalı olarak TMK.nun 713/1. maddesindeki koşullar gerçekleştiğinde iktisap edilip edilemeyeceğinde toplanmaktadır. Ayrıca, Anayasa Mahkemesinin Resmi Gazetede 23.07.2011 tarihinde yayınlanan 2009/58 Esas - 2011/52 Karar sayılı kararının eldeki davada uygulanıp uygulanmayacağında odaklanmaktadır.
Bilindiği üzere ve kural olarak; mülkiyet hakkı, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile koruma altına alınmış haklardandır. Öte yandan, Devletin asıl görevlerinden birisi de tapu sicillerini doğru olarak tutmak ve korumaktır. Ne var ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 713/2.maddesinde yazı olan üç halden birisi de tapu kayıt malikinin yirmi yıl önce ölmüş olması ve mirasçıları adına intikal yapılmamış bulunması durumunda ölüm tarihinden itibaren yirmi yıl süre ile malik sıfatıyla zilyet olan kişiler için bu maddedeki koşullar gerçekleştiğinde iptal ve tescil davası açarak tapulu bir taşınmazın zilyedi adına tesciline imkan vermektedir. Ancak, sözü edilen bu madde Anayasa Mahkemesinin yukarıda tarih ile esas ve karar numarası belirtilen karar ile iptal edilmiştir. Öncelikle yürürlüğün durdurulmasına karar verilmiş ve gerekçeli karar resmi gazetede ilan edilmiştir. Kural olarak, Anayasa Mahkemesi kararlarının makable şamil olmayacağıdır. Ancak, derdest olan davalara uygulanacağı kuşkusuzdur. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun ve Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin, ayrıca 5. Hukuk Dairesinin emsal birçok kararı bulunmaktadır. (Örneğin Hukuk Genel Kurulunun 7.12.2011 tarih, 2011/1-712 Esas-734 Karar sayılı ilamı, Hukuk Genel Kurulunun 25.05.2005 tarih, 2005/5-288 Esas -352 Karar sayılı ilamı v.s. gibi).
Somut olayda, yerel mahkeme TMK.nun 713/2.maddesindeki maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan sebebine tutunarak red kararı vermiş ise de Hakim taleple bağlıdır. Talebi aşarak niteleme yapamaz. Dava dilekçesindeki asıl istek TMK.nun 713/2 maddesindeki ölüm nedenine dayalıdır. Bundan ayrı, elbirliği mülkiyet üzere olan tapulu taşınmazlarda bir ya da birden fazla iştirakçinin kabul beyanı koşullar gerçekleşmediği için geçerli sayılmamaktadır. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-c maddesindeki durumda Anayasa Mahkemesinin yukarıda sözü edilen iptal kararı ile aynıdır. Ancak, kadastro mahkemesi Hakimlerinden herhangi birisi veya 16. Hukuk Dairesi bu konuyu Anayasa Mahkemesi önüne götürmediğinden özel yasa niteliğindeki 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-c maddesindeki “ kayıt sahibi yirmi yıl önce ölmüş “ cümlesi iptal edilememiştir. Bu durum özel yasa niteliğindeki 3402 sayılı Kadastro Yasasına hasren yürürlüktedir.
Hal böyle olunca, mahalli mahkemenin ret kararı sonucu itibarıyla açıkladığım gerekçelerle doğru olduğundan Onanması gerektiği kanaatindeyim. Bu nedenlerle Dairenin sayın çoğunluğunun bozma şeklinde tecelli eden görüşlerine katılmam mümkün olmamıştır. 14.05.2012