Hukuk Genel Kurulu 2022/177 E. , 2022/888 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “İşçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 8. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı ... Bakanlığına bağlı Bursa Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde alt işveren şirketlerin işçisi olarak 01.05.1999 tarihinde çalışmaya başladığını, çalışmasının hâlen devam ettiğini, ücretinin 2010 yılının Ocak ayında 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. ve 62. maddelerindeki düzenlemelere aykırı olarak işverenin tek taraflı iradesiyle düşürüldüğünü, müvekkilinin ücretinin 2009 yılında asgari ücretin 1,30 katı iken 2010 yılı Ocak ayı ve sonrasında ücrette düşüşler yapılarak bu düşürülen ücretlere asgari ücret artışlarının uygulandığını, bu nedenle eksik ücret ödendiğini, ayrıca müvekkilinin veri hazırlama ve kontrol işleri elemanı olmasına rağmen eleman yetersizliği sebebi ile Bursa Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Defterdarlık 6 nolu D.S. Saymanlığında görev yapan maliye personelleriyle aynı işi yaptığını, muvazaa nedeni ile başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılması gerektiğini ve davalı ... Bakanlığının 6772 sayılı Kanun kapsamında bir kamu kuruluşu olması nedeniyle ilave tediye ödemesinden de yararlandırılması gerektiğini ileri sürerek ücret ve ilave tediye alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (Bakanlık/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; davacının çalıştığı şirketlerle müvekkili Bakanlık arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi olmadığını ayrıca davada taraf sıfatının bulunmadığını, dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğini ve bu nedenle davanın hukukî yarar yokluğundan usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, davacının ücretinin indirilmeyip yeni ihale döneminde hizmet alımı sözleşmesi yapıldığında genelge çerçevesinde ücretin belirlendiğini, muvazaa iddiasını kabul etmediklerini ve alt işveren şirket çalışanı olan davacının 6772 sayılı Kanun ile tanınan ilave tediye alacağına hak kazanamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Bursa 8. İş Mahkemesinin 28.05.2015 tarihli ve 2014/374 E., 2015/353 K. sayılı kararı ile; davacının ücretinin tek taraflı düşürüldüğü, Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından yapılmış bir muvazaa tespiti yok ise de davacı tanık anlatımlarından da anlaşılacağı üzere davacının görevinin dışında hastanenin asıl işlerinde de çalıştırıldığı, Yargıtay içtihatlarında da belirtildiği gibi alt işveren işçilerinin üstlenilen iş dışında başka bir işte çalıştırılmaları hâlinde asıl işveren işçisi olarak işlem görecekleri, işçi teminine yönelik alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaa kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği, bu itibarla davacının 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesi gereği davalı Bakanlığa bağlı hastanenin asıl işçisi olarak çalıştığının kabulünün gerektiği gerekçesiyle davacının talebi ile bağlı kalınarak ve fazlaya ilişkin kısım saklı tutulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Bursa 8. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 16.09.2015 tarihli ve 2015/29660 E., 2015/15324 K. sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “2-…Somut olayda davacı tarafından; davalı ... Bakanlığının alt işverenlerinde çalışan işçiler 2009 yılında asgari ücretin yaklaşık %30 üzerinde ücret alırken, 2010 yılından itibaren işveren tarafından yapılan tek taraflı bir işlemle bu ücretin asgari ücretin %5 fazlası seviyelerine indirildiği belirtilerek, bunun çalışma koşullarında esaslı değişiklik anlamına geldiği ve bu değişikliğin usulüne uygun şekilde yapılmamasından dolayı geçerli olmayacağı, dolayısı ile dava tarihine kadar geçen sürede oluşan ücret farkının ödenmesi gerektiği iddia edilmiştir. Davalı taraf işçilerin ücretlerinde indirim yapıldığını kabul etmiştir. Yukarıdaki ilke kararında detaylı şekilde açıklandığı üzere; iş sözleşmesinin esaslı unsurlarından olan ücret unsurunda işçi aleyhine yapılacak bir değişikliğin geçerli olabilmesi için bunun 4857 sayılı İş Kanunun 22. maddesinde belirtilen koşullar çerçvesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bunun anlamı ücrette yapılacak indirimin yazılı olarak işçiye bildirilmesi üzerine işçinin de bu değişikliği altı iş günü içerisinde yazılı olarak kabul etmesi durumunda ücrette yapılacak değişiklik geçerli hale gelir. Hizmet sözleşmesinin esaslı unsurlarında yapılacak değişikliğin kabulü işçi tarafından yazılı bir muvafakat bildirimi ile yapılabileceği gibi taraflar arasında imzalanacak yeni bir hizmet sözleşmesi vasıtası ile de yapılabilir. Bu şekilde yapılmayan değişikler geçerli değildir. Somut olayda davalı veya alt işverenleri tarafından davacı işçinin ücretinde yapılan indirim için işçiden yazılı bir muvafakat alınmadığı; fakat dava konusu edilen sürede değişen bazı alt işverenler ile davacı arasında hizmet sözleşmeleri imzalandığı anlaşılmaktadır. Davacı ile alt işverenler arasında imzalanan ve ücret miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmeleri 4857 sayılı İş Kanunun 22. maddesi kapsamında ücrette yapılan indirimi işçinin yazılı olarak kabul ettiğini gösterir ve bu tarihten itibaren ücrette yapılan indirim geçerli hale gelir. Yapılacak iş; davacının ücretinde indirim yapılan tarih ile davacı ile davalı idarenin alt işverenleri arasında yapılan ve maaş miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmesinin tarihi arasındaki dönemde davacının ücretinde yapılan indirime muvafakatının olmadığı kabul edilerek, bu dönem için oluşacak ücret farkı hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.
Diğer bir husus ise işçinin ücret indirimini yazılı olarak kabul etmediği dönemde oluşacak ücret farkının daha açık bir anlatımla miktarının nasıl belirleneceğidir. Yapılacak iş; öncelikle davacının ücretinde indirim yapılmadan önceki ücret miktarı rakamsal olarak belirlenmelidir. Yani davacının ücreti, indirim yapılmadan önce asgari ücretin %30 fazlası ise bunun rakamsal karşılığı bulunmalı, asgari ücrette yapılan artışlar dikkate alınmaksızın bu rakam sabit tutulmalı ve ücrette indirim yapıldığı dönemden sonra aldığı miktar, bu rakamdan çıkartılmak suretiyle ücret farkı alacağı olarak hesaplanmalıdır. Örneğin 2009 yılının ikinci yarısında asgari ücret brüt 693,00 TL. olup, ücret olarak bu miktarın %30 fazlasını alan bir işçinin ücreti aylık 900,90 TL. olacaktır. Aynı işçinin ücreti 2010 yılının ilk yarısında asgari ücretin %8 fazlası seviyesine indirilmiş ise bu işçinin asgari ücretin brüt 729,00 TL. olduğu 2010 yılının ilkyarınsında alacağı ücret miktarı aylık 787,32 TL. olacaktır. Bu işçinin 2010 yılı ilk altı ayı için, aylık ücret farkı alacağı, 2009 yılı ikinci yarısında alınan ücretten 2010 yılında alınan ücret çıkartılmak suretiyle (900,90-787,32=113,58 TL.) bulunmalıdır. Değişen her dönem için, alınması gereken ücret seviyesinde asgari ücrete bağlı bir güncelleme yapılmadan ücret miktarı indirim yapılmadan önceki seviyeye gelene kadar, bu hesaplama tekrar edilmelidir. Örneğin asgari ücretin brüt 796,00 TL. olduğu 2011 yılının ilk yarısı için bu işçinin asgari ücretin %8 fazlası ile çalıştığı kabul edilirse bu işçi aylık 859,68 TL. ücret alacak ve 2011 yılının ilk altı ayı için aylık olarak oluşacak ücret farkı alacağı (900,90(indirim yapılmadan önceki ücret miktarı)-859,68 (hesaplama yapılan dönemde alınan ücret miktarı) =41,22 TL.) olacaktır. Bilirkişi tarafından bu hesaplama şekli yerine ücrette indirim yapılmadan önce alınan miktarın asgari ücrete oranının esas alınarak, asgari ücrette yapılan artışlarla alınması gereken ücretin güncellenmesi ve farkın güncel olan bu miktara göre belirlenmesi suretiyle hesaplama yapması doğru değildir. Nitekim dava konusu döneme ilişkin ücret seviyesine bağlı olarak yapılacak alacak hesaplamalarında da bu hususa dikkat edilmelidir.
Mahkemece; tüm bu hususlar gözetilmeksizin düzenlenen hatalı bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle karar verilmiş olması doğru olmayıp bozma nedenidir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
9. Davacı vekili tarafından Özel Daire kararının maddi hataya dayandığından bahisle maddi hatanın düzeltilmesi yönünde dilekçe verilmiştir.
10. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 25.11.2015 tarihli ve 2015/40190 E., 2015/23288 K. sayılı kararı ile; “Davacı vekili, Dairemizin 16.09.2015 gün ve 2015/29660 Esas ve 2015/15324 Karar sayılı Bozma kararının maddi hataya dayandığını ileri sürerek, maddi hatanın giderilmesi isteğinde bulunmuştur.
Dairemiz kararında maddi hata yapıldığına dair dilekçede özetle; kararın maddi hataya dayandığı ve düzeltilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Dosya ve eklerinin yeniden incelenmesinde davanın davacı işçinin ücretinin rızası alınmaksızın düşürüldüğü, bu nedenle yapılan işlemin geçersiz olduğundan bahisle ücret farkı alacağı talep edildiği, talebin mahkemece kabul edildiği, kararın Dairemizce bozulduğu, Dairemiz bozma kararı incelendiğinde hükme esas alınan bilirkişi raporundaki hesaplama şeklinin yanlı olduğu, bunun yerine işçinin ücretinde indirim yapılmadan önceki son ücreti rakamsal olarak belirlenerek, işçinin sonraki yıllarda aldığı ücretlerin o yıllardaki asgari ücret artış oranı dikkate alınmaksızın son alınan ücret sabit tutulmak suretiyle arasındaki fark karşılaştırılarak hesaplanması gerektiğinin belirtildiği, oysa bu ifade şeklinin hatalı olduğu hesaplamada her yıl için davacının alması gereken ücretin asgari ücret artış oranları dikkate alınarak belirlenmesinin gerektiği. Dairemizin anılan kararının hesaplama şekli itibarıyla maddi hataya dayandığı görülmekle ortadan kaldırılmalı davalının 28/05/2015 tarihli karara yönelik temyiz itirazları yeniden incelenmelidir.
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2-…Taraflar arasında uyuşmazlık konusu, çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
…Somut olayda davalı veya alt işverenleri tarafından davacı işçinin ücretinde yapılan indirim için işçiden yazılı bir muvafakat alınmadığı; fakat dava konusu edilen sürede değişen bazı alt işverenler ile davacı arasında hizmet sözleşmeleri imzalandığı anlaşılmaktadır. Davacı ile alt işverenler arasında imzalanan ve ücret miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmeleri 4857 sayılı İş Kanunun 22. maddesi kapsamında ücrette yapılan indirimi işçinin yazılı olarak kabul ettiğini gösterir ve bu tarihten itibaren ücrette yapılan indirim geçerli hale gelir. Yapılacak iş; davacının ücretinde indirim yapılan tarih ile davacı ile davalı idarenin alt işverenleri arasında yapılan ve maaş miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmesinin tarihi arasındaki dönemde davacının ücretinde yapılan indirime muvafakatının olmadığı kabul edilerek, bu dönem için oluşacak ücret farkı hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.
Diğer bir husus ise işçinin ücret indirimini yazılı olarak kabul etmediği dönemde oluşacak ücret farkının daha açık bir anlatımla ücretin miktarının nasıl belirleneceğidir. Yapılacak iş; öncelikle davacının ücretinde indirim yapılmadan önceki ücret miktarı rakamsal olarak belirlenmelidir. Yani davacının ücreti, indirim yapılmadan önce asgari ücretin %30 fazlası ise bunun rakamsal karşılığı bulunmalı, asgari ücrette yapılan artışlar dikkate alınarak yapılan ödemeler düşüldükten sonra varsa fark alacaklarını hüküm altına almaktan ibarettir. Davacının ücret indirimini kabul ettiği dönemler için ise İş Kanununun 22. maddesini uygulanma imkanı bulunduğundan bu dönem sonrası için alınması gereken ücret buna göre belirlenip yapılan ödemeler karşılaştırılarak varsa farkın hüküm altına alınabileceği gözetilmelidir. Ayrıca ücrete bağlı olarak hesaplanması gereken diğer alacaklar da alınması gereken bu ücrete göre hesaplanmalıdır.
Mahkemece; tüm bu hususlar gözetilmeksizin düzenlenen hatalı bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle karar verilmiş olması doğru olmayıp bozma nedenidir…” gerekçesiyle Özel Dairenin 16.09.2015 tarihli ve 2015/29660 E., 2015/15324 K. sayılı kararının kaldırılmasına, mahkemenin kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
11. Bursa 8. İş Mahkemesinin 26.05.2016 tarihli ve 2015/784 E., 2016/355 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 25.04.2016 tarihli bilirkişi ek raporunun bozma ilamında belirtilen ilke ve hesaplama yöntemlerine uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
12. Bursa 8. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
13. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 21.02.2018 tarihli ve 2017/2915 E., 2018/3683 K. sayılı kararı ile; davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “2-Bozmadan sonra davacı vekili tarafından ıslah yoluna gidilerek ilave tediye ve ücret farkı alacakları ıslah edilmiş, Mahkemece bozmadan sonra yapılan ıslaha itibar edilerek hüküm kurulmuştur.
Dairemizin önceki uygulamalarında usulü bozmalar ile hesap raporu alınmadan reddedilen alacaklara ilişkin olarak bozmadan sonra ıslah yapılabileceği kabul edilmekteydi.
Bozmadan sonra ıslah yapılıp, yapılamayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunda değerlendirilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu' nun 06/05/2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararı ile “Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04/02/1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK. nın değiştirilmesine gerek olmadığına” karar verilmiştir.
Yargıtay Kanunu' nun 45/5. maddesi “İçtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerine ve Adliye Mahkemelerini bağlayacağı “ hükmünü içermektedir.
Yargıtay Kanunu'nun 45/5. maddesi karşısında Dairemizce “Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin 06/05/2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararına uygun karar verilmesi gerekmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece bozma kararından sonra yapılan ıslaha değer verilerek karar verilmesi ...nun 177/1. maddesinin “Islah tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir” hükmü ile “Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04/02/1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK. nın değiştirilmesine gerek olmadığına ilişkin 06.05.2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı YİBK” karşısında isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir...” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
14. Bursa 8. İş Mahkemesinin 14.10.2021 tarihli ve 2018/91 E., 2021/656 K. sayılı kararı ile; davanın belirsiz alacak davası olması nedeni ile dava konusu alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğu anda davacı tarafça iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın dava dilekçesinde belirttiği miktarı artırabileceği, davacının bozma kararı sonrasında da artırım dilekçesi vererek tamamlama harcı yatırmak suretiyle talebini artırdığı, bunu engelleyen yasal bir düzenleme bulunmadığından talep artırım dilekçesine değer verilerek hüküm kurulduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 05.05.2016 tarihli dilekçenin ıslah mahiyetinde mi yoksa talep artırım mahiyetinde mi değerlendirileceği; buradan varılacak sonuca göre mahkemece birinci bozma kararından sonra sunulan 05.05.2016 tarihli dilekçeye hukukî değer atfedilerek hüküm kurulup kurulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
IV. GEREKÇE
18. Mahkemelerin direnme kararları, bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardan olup mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise bozma lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
19. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan mahkeme kararının bulunması zorunludur.
20. 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 30. maddesi ile eklenen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429. maddesinin 2. fıkrasında, “O mahkeme, temyiz edenden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
21. Bu açık düzenleme karşısında mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır.
22. Mahkeme bozma kararına uyduktan sonra bu karardan dönemeyeceği gibi direnme kararı verdikten sonra farklı bir karar vermesi de mümkün değildir. Gerekçe genişletilebilir ise de verilen hükümde farklılık olmaması gerekir. Bunun yanında mahkeme, HUMK’nın 429. maddesindeki yetkisini kullanırken bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
23. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilen direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti, uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararı ile sonuçta hüküm fıkrasını da içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın, ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
24. Bu genel açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemenin 28.05.2015 tarihli ve 2014/374 E., 2015/353 K. sayılı birinci kararında, davacının brüt 8.971TL ücret farkı ile brüt 9.755TL ilave tediye ücreti alacaklarının olduğu yönünde tespit yapılmış olmakla birlikte talep ile bağlı kalınarak davanın kabulü ile her bir alacak yönünden brüt 2.000TL üzerinden hüküm kurularak fazlaya ilişkin kısım saklı tutulmuş olup bu karar davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece hesaplama yöntemi bakımından bozulmuştur.
25. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda verilen 26.05.2016 tarihli ve 2015/784 E., 2016/355 K. sayılı ikinci kararda, davanın kısmen kabulü ile brüt 594TL ücret farkı ile brüt 8.520TL ilave tediye alacağının kabulü ile fazlaya ilişkin kısmın reddine karar verilmiş, bu kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece bozmadan sonra yapılan ıslaha değer verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
26. Özel Dairenin bozma kararı sonrasında mahkemece, davanın belirsiz alacak davası olması nedeni ile dava konusu alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğu anda davacı tarafça iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın dava dilekçesinde belirttiği miktarı artırabileceğinden davacının talep artırım dilekçesine değer verilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 2014/374 E., 2015/353 K. sayılı kararında direnilmiştir.
27. Mahkemece usulen direnmeye konu edilmesi gereken hüküm, Özel Dairenin “bozma kararından sonra yapılan ıslaha değer verilerek karar verilmesinin hatalı olduğu” gerekçesi ile bozduğu 26.05.2016 tarihli ve 2015/784 E., 2016/355 K. sayılı ikinci karar olması gerekir iken, Özel Dairenin birinci bozma kararı ile ortadan kalkan 28.05.2015 tarihli ve 2014/374 E., 2015/353 K. sayılı birinci karar esas alınarak bu hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
28. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca usulüne uygun direnme kararından bahsetme imkânı olmadığı ve ön sorunun bulunduğu kabul edilmiştir.
29. O hâlde usule uygun olmayan direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.06.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.