Hukuk Genel Kurulu 2012/11-398 E. , 2012/790 K.
MAHKEMESİ : İstanbul 40.Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 30/11/2011
NUMARASI : 2011/416 E-2011/84 K.
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 40.Asliye Ticaret Mahkeme’since davanın reddine dair verilen 10.11.2008 gün ve 2007/443 E.-2008/501 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 20.01.2011 gün ve 2009/2270 E-2011/406 K. sayılı ilamı ile;
(...Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankaya devrinden önce Sümerbank A.Ş’nin Kartal Şubesi’ne 41.000 DEM parasını 04.08.1999 tarihinde 93 gün vadeli olarak yatırdığını, müvekkili parasının banka yetkililerince boş olarak imzalatılan belgelerin havale talimatı olarak doldurulması suretiyle KKTC’de kurdurulmuş olan Efektifbank Off-Shore Ltd. adlı banka adına Sümerbank A.Ş’nin Kadıköy ve Merkez şubesinde bulunan bir hesaba havale edildiğini, daha sonra G.. grubuna usulsüz kredi verilmek suretiyle bu paraların tüketildiğini, müvekkili tarafından davalı banka ve off shore bankası aleyhine açılan davanın davalı banka hakkında davanın erken açıldığından bahisle reddedildiğini, alacağın off-shore’dan alınamadığını, paranın davalı bankaca tüketilmiş olması nedeniyle bankanın sebepsiz zenginleştiğini, Bankalar Kanununa aykırı davrandığını ve yapılanın kanuna karşı hile teşkil ettiğini, müvekkilinin iradesinin gerçeği yansıtmadığını, davalının vekâlet görevini kötüye kullandığı gibi banka yöneticilerinin yargılandıkları ceza mahkemesinde mahkum olduklarını ve bu nedenle haksız fiil hükümlerine göre de davalı bankanın sorumluluğunun bulunduğunu öne sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5.001,00 TL'nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının daha önce açmış olduğu davanın esastan reddedildiğini ve ortada kesin hüküm bulunduğunu, alacağın zamanaşımına uğradığını, usulüne uygun olarak off-shore bankası hakkında aciz vesikası alınmamış olduğunu savunarak esastan da davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-Dava, davacının rızası hilafına vadeli hesap açmayıp, gönderilen paranın davalı banka görevlilerince bankalara olan güven kötüye kullanılarak davacıya boş olarak imzalatılan fotokopiden üretilen belgelerin havale talimatı olarak doldurulması suretiyle off-shore hesaba virman edilmesi ve sonrasında bu paraların off-shore bankasına gitmediği, davalı bankanın Kadıköy ve merkez şubelerinde açılan bir hesaba gönderilip, buradan G..grubuna usulsüz kredi verilmek suretiyle tüketildiği, davalı bankanın bu eyleminin izinsiz mevduat toplama niteliğinde olduğu ve bu suretle doğan davacı alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, kesin hüküm oluşturduğu kabul edilen İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2002-1289 Esas, 2003-1436 Karar sayılı ilamı ise paranın off-shore bankası nezdinde olduğunun kabulünün gerektiği gerekçesiyle verilmiştir.
Yukarıda kısaca açıklanmaya çalışıldığı üzere, asıl davada dayanılan maddi vakıa paranın havale talimatına aykırı olarak davalı uhdesinde kaldığına yönelik iken işbu dava davalı banka yöneticilerinin hileli davranışları ve yönlendirmeleri sonucu paranın off-shore hesabına aktarıldığı gerçekte paranın davalı tarafından usulsüz bir takım işlemlerle tüketildiği iddiasına dayalı olarak açılmıştır. Kesin hükümden söz edilebilmesi için, tarafların ve müddeabihin aynı olmasının yanı sıra dava sebeplerinin de aynı olması gerekir, dava sebebinden maksadın ise hukuki sebepler değil, bilakis davanın dayanağı olan vakıalar olduğu yerleşmiş yargı kararları ve ağırlıklı doktrin görüşleriyle ortaya konulmuştur. Bu durumda, kesin hüküm bakımından davanın gerçek sebebi vakıalardır. Çünkü hâkim, bu vakıalarla bağlı olduğu ve bunlar dışındaki vakıaları re’sen nazara alamadığı için (HUMK’nun 75,1 md.), birinci davada yalnız o vakıalar için inceleme yapmış ve yalnız o vakıalara dayanarak kararını vermiştir, şu halde kesin hüküm yalnızca o vakıalar bakımından oluşmuştur. Buna karşılık aynı taraflar arasında, aynı konuda açılan ikinci davanın dayandığı vakıalar, birinci davada ileri sürülen vakıalardan farklı ise, birinci dava sonucunda alınan hüküm ikinci davada kesin hüküm teşkil etmez ve ikinci dava mesmudur; çünkü iki dava arasında sebep birliği mevcut değildir. Somut olayda, ilk açılan davanın dayandığı maddi vakıa ile işbu temyize konu davanın dayanağı maddi vakıa arasında bir ayniyet bulunmadığından ve esasen ilk davanın Dairemizin yerleşik uygulaması gereği off-shore bankasına müracaat edilmeden erken açılan bir dava olması nedeniyle reddedildiği benimsenerek, mahkemece, işin esasına girilerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kesin hükmün varlığının kabulü ile davanın reddine karar verilmiş olması hatalı olmuş ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
2-Davalı vekilinin yaptığı temyize gelince; davalı vekilinin kaleme aldığı temyiz dilekçesini hâkime havale ettirmiş ise de, temyiz defterine kaydı yapıldığına dair bir kalem işlemine rastlanmamıştır. Davalı banka, harçtan muaf ise de, HUMK'nın 434/2. maddesinde harca tabi olmayan kararların temyiz defterine kayıt tarihinde temyiz edilmiş sayıldığı öngörüldüğünden, davacı vekilinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davalı banka nezdinde bulunan hesaba davacı tarafından yatırılan mevduatın tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, taraflar arasındaki uyuşmazlığın daha önce kesin hükme bağlandığı gerekçesiyle davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında daha önce kesinleşen davada verilen 'red' kararının iş bu davadaki talep yönünden kesin hüküm teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları gerçekleşmeden bir davanın esası incelenemez. Mahkeme, açılan davada dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden davanın açıldığı günde ve yargılamanın her aşamasında inceleyebilir ve dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli); bazıları ise, olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması yada, bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddi gerekir.
Dava şartları 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’da açıkça düzenlenmemiş olmasına karşılık 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 114.maddesinde açıkça düzenlenmiş ve maddenin 1/-i fıkrasında kesin hüküm dava şartı olarak belirtilmiştir. HUMK’nun 237.maddesinde de kesin hüküm oluşturacak haller sayılmış olup, madde metni “Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir. Kaziyei muhkeme, mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır.”şeklindedir. 6100 sayılı HMK’nun 303/1.maddesi de “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir tanımı içermektedir.
Kesin hüküm olumsuz dava şartıdır ve hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenirlik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Kesin hüküm adli gerçeği ifade eder. 1982 Anayasa’sının 138.maddesi uyarınca yasama, yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Kesin hüküm, uyuşmazlığın gelecek için sona ermesini ve böylece hukuki barışın sağlanmasını amaçlamaktadır. Bu nedenledir ki kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesim hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. (Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve 1991/5-215-342 E., K. sayılı ilamı; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı, yıl: 2001, C. V, s. 4980 vd.).
Hemen belirtilmelidir ki kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK. m. 427; HMK. m. 361). Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir. Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Maddi anlamda kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/21-30 E. 2003/57 K.; 23.02.2005 gün ve 2005/21-66 E. 2005/93 K.; 03.03.2010 gün ve 2010/11-75 E. 2010/121 K.; 08.12.2010 gün ve 2010/1-602 E. 2010/643 K.; 02.11.2011 gün ve 2011/2-561 E. 2011/668 K. sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır.
Somut olayda davacı, eldeki davada, daha önce açmış olduğu davasından farklı ve yeni bir delil olarak İstanbul 8.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2006/93 E, 2007/5 K. sayılı dosyasına da dayanmıştır.
Bu ceza dosyanda ise; Efektifbank Off Shore Ltd. üzerinden banka kurumunu aracı kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçundan Sümerbank AŞ.Yönetim Kurulu Başkanı sanık Hayam Gariboğlu ve arkadaşları hakkında mahkûmiyet kararı verildiği belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere, İstanbul 8.Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında banka yöneticileri hakkında verilen mahkûmiyet kararı, ilk alacak davasının açılma tarihinden beş yıl sonra verilmiş olup, bu olgu yeni ileri sürüldüğünden açılan bu davada değerlendirilip tartışılması gereklidir.
Bu itibarla, iki dava arasında sebep birliği mevcut olmadığından; ilk davanın eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiğinden söz edilemez.
Öte yandan, HMK’nın 303/2.maddesinde, “Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir. Yerel mahkemece kesin hüküm oluşturduğu ileri sürülen önceki davada, dava dilekçesindeki olgular tartışılmadan mahkemece “davacı parası ayrı bir tüzel kişilik olan Efektifbank Off Shore Ltd hesabına havale edildiği için davanın bu bankaya açılmasının gerektiği, davalı banka açısından pasif husumet ehliyetinin bulunmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, ancak davacının iddiaları hakkında bir gerekçe ortaya konulmamıştır. Bu durumda, HMK’nın 303/2.maddesinin de bu dava üzerinde etkisinin mahkemece tartışılması gerekmektedir.
O halde; mahkemece, yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde bir değerlendirme yapılması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır ve kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/1.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.11.2012 gününde yapılan görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.