Hukuk Genel Kurulu 2017/1187 E. , 2019/1195 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 3. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.11.2013 tarihli ve 2011/803 E., 2013/874 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 07.04.2014 tarihli ve 2014/501 E., 2014/7073 K. sayılı kararı ile;
'...1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre davalı ... vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, 05.12.2005 tarihindeki iş kazasında yaşamını yitiren sigortalı ...'nin hak sahibi eşinin maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, 149.193,80 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Dosya kapsamından, davacının aynı olay nedeniyle öncesinde İstanbul 4. İş Mahkemesinde açtığı tazminat davalarının Dairemizin 12.04.2012 tarihli “düzeltilerek onama” kararıyla kesinleştiği, kesinleşen bu tazminat davalarında davacı eş bakımından 14.781,08 TL maddi zarar hesaplandığı ve bu zararın taleple bağlı kalınarak 100,00 TL'sinin hüküm altına alındığı anlaşılmıştır.
Temyize konu edilen 05.11.2013 tarihli mahkeme kararında sair yönlerden bir yanlışlık bulunmamakla birlikte, kesinleşen İstanbul 4. İş Mahkemesi’nin 2009/308 esas sayılı dosyasında davacı eş için hesaplanan maddi zarar miktarının 14.781,08 TL olmasına göre 05.11.2013 tarihli kararda davalı ... Belediyesi yararına oluşan usuli kazanılmış hak durumunun göz ardı edilerek neticeye varılması doğru bulunmamıştır. Şöyle ki; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bu kesinleşme durumu hükmü temyiz etmediği için bozma ilamında lehine bozma nedeni belirtilmeyen taraf içinde söz konusudur. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremeyeceği gibi bozma ilamında lehine bozma nedeni belirtilmeyen taraf lehine de mahkemece ilk karardakinden daha fazla menfaate hükmedemez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK). Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa’nın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olayda, öncesinde açılan ve Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen İstanbul 4. İş Mahkemesi’nin 2009/308 esas sayılı dosyasında davacının karşılanmamış maddi zararının 14.781,08 TL olarak hesaplanıp bu miktarın 100,00 TL'sinin de hüküm altına alınmasına göre davacının lehine kararlaştırılabilinecek maddi tazminat miktarının 14.681,08 TL ile sınırlı olduğu açıktır. Bu noktada mahkemenin 05.11.2013 tarihli kararında yukarıda açıklanan nedenlerle davalı ... Belediyesi yararına oluşan usuli kazanılmış hak durumu göz ardı ederek davacı yararına İstanbul 4. İş Mahkemesi’nin 2009/308 esas sayılı dosyasında kesinleşip hüküm altına alınmayan maddi zararından daha fazla maddi tazminata karar vermesi doğru görülmemiştir.
O hâlde, davalı ... vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve kararın verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası gereğince, direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili; müvekkilinin eşinin 05.12.2005 tarihinde iş kazası sonucu vefat ettiğini, bu sebeple açılan ve İstanbul 4. İş Mahkemesinde görülen tazminat davasında verilen kararın maddi tazminat yönünden kesinleştiğini, kesinleşen o davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin her türlü hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkili için 14.681,08TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; meydana gelen olayda idarenin herhangi bir ihmal ya da kusurunun olmadığını, iş sağlığı ve güvenliği konusunda tedbirlerin alındığını beyan ederek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının eşinin davalı idare bünyesinde çalışmakta iken geçirmiş olduğu iş kazası sebebiyle vefat ettiği, meydana gelen kazada davalının %100 oranında kusurlu olduğu, bu kaza sebebiyle daha önce İstanbul 4. İş Mahkemesinde açılan maddi ve manevi tazminat
davasında verilen kararın onandığı, iş bu davanın ise ek dava niteliğinde olduğu, davacının gerçek ve nihai maddi tazminat alacağının bilirkişi raporunda hesaplandığı, davacının ıslah dilekçesi ile dava değerini 149.193,80TL olarak arttırdığı, açıklanan sebeplerle davanın kabulüne, 149193,80TL maddi tazminatın 05.12.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verildiği, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen İstanbul 4. İş Mahkemesinin 2009/308 E. sayılı dosyasında davacının karşılanmamış maddi zararının 14.781,08TL olarak hesaplanılıp, bu miktarın 100,00TL'sinin de hüküm altına alındığı, davalı ... Belediyesi yararına oluşan usuli kazanılmış hak durumu nazara alındığında davacının talep edebileceği kalan maddi tazminat miktarının 14.681,08TL ile sınırlı olduğu anlaşılmakla davanın kısmen kabulüne, 14681,08TL maddi tazminatın 05.12.2005 kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda usuli kazanılmış hak ilkesi de dikkate alınarak davacının iş kazası sonucu eşini kaybetmesi sebebiyle 134.512,72TL yönünden de maddi tazminata hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; mahkemece 29.01.2015 tarihli celsede Türk Borçlar Kanunu’nun 55. madde değişikliği dikkate alınarak bozma ilamına kısmen direnilmesine karar verildiği hâlde, temyize konu kısa ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasında bozma ilamında belirtilen şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi, gerekçeli kararda da bozma ilamına uyulduğunun belirtilmesi karşısında bozmaya kısmen direnilmesine ilişkin kurulan ara karar ile usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı ve usulüne uygun bir direnme hükmünün kurulup kurulmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesinde bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemler açıklanmıştır. Buna göre mahkeme, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip, dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir. Mahkemece bozmaya uyulması veya direnilmesi yönünde oluşturulan karar, bozma veya direnme lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Nitekim, 04.02.1959 tarihli, 1957/13 E. ve 1959/5 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da usuli kazanılmış hakkın hukukumuzdaki yeri;
“Temyiz merciince bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması hâlinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usulü hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir; yahut da onu hedef tutan bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu hâlde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki hâlde de o konunun bozma
sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usulü bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması da amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır” şeklinde açıklanmıştır.
Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtay'ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Hâkimin değişmesi dahi açıklanan bu hukuki ilkeye etki yapamaz (Hukuk Genel Kurulu’nun 26.2.1986 tarihli ve 1986/1-50 E.-174 K.; 11.5.1994 tarihli ve 1994/8-252 E.-314 K.; 1.12.1999 tarihli ve 1999/18-1041 E.-1006 K.; 11.5.2005 tarihli ve 2005/2-315 E.-333 K.; 27.09.2006 tarihli ve 2006/19-635 E.-573 K. sayılı ilamları).
Belirtilmelidir ki, mahkemece önceki kararda direnildiği ifade edilmişse, bunun anlamı direnildiğinden söz edilen hükme, direnme kararında da aynen yer verilmesidir. Mahkeme direnirken kısmi direnmeye ilişkin herhangi bir açıklama yapmamışsa, ilk hükmün hüküm fıkrasından farklı bir hüküm oluşturamaz. Mahkemece direnme kararı verilmekle, lehine direnilen taraf yönünden usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesi nedeniyle bu kararından da dönemez.
Diğer taraftan, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine Yerel Mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına ve direnilen noktaya münhasır olduğundan, özel olarak bu bakımdan da mahkemenin açıkça ve usulünce direnme ya da uyma kararı vermesi bir zorunluluktur.
Bu noktada; usulüne uygun bir direnme kararından söz edilebilmesi için, Özel Dairenin bozma kararı ile mahkemenin bozulan ilk hükmü ortadan kalktığından ve geçerliliğini yitirdiğinden, direnme kararında, önceki bozulan hükmün yeniden yazılması ve özellikle önceki bozulmuş olan eski kararın tekrar edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Mahkeme, eski kararını aynen direnme kararına geçirdikten sonra, sadece eski kararının gerekçesini yasal sınırlarda genişletmek yetkisini haizdir.
Gerçek anlamda bir direnme kararının varlığını kabul için; mahkeme, bozma kararından sonra hiçbir inceleme yapmaksızın karar vermeli, sonuçta bozulan ilk kararındaki hükmü oluşturmalı, kararının gerekçesinde de temel olarak ilk kararının gerekçesindeki mantıktan ayrılmamalıdır.
Direnme kararlarının, bir davayı sona erdiren ve bu niteliği itibariyle de temyiz olanağı bulunan kararlardan olması nedeniyle, mahkeme direnme kararı ile bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, direnme kararı ile davadan elini çeken ve davayı yeniden sona erdirmiş bulunan mahkemenin, hangi yönüyle olursa olsun, sonradan direnme kararının yanlış olduğu kanısına varsa bile, artık direnme kararından dönmesi; sonucunu ya da gerekçesini tamamen değiştirmesi esasen olanaklı değildir.
Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere; hukuki mahiyeti itibariyle davaya son veren ve yerel mahkemenin işten el çekmesini gerektiren, ilk hükümle aynı olması gereken direnme kararının, usulen temyiz mercii olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bozulmadan, mahkemece ortadan kaldırılması ve yeni bir karar verilmesi usulen olanaklı olmadığı gibi; ilk hükümde direnildiğine karar verilmesine rağmen, bu karara aykırı ve taraflar yönünden gerçekleşen usuli kazanılmış haklar da gözetilmeden bozma konusu olan ilk hükmün sonucu ya da gerekçesi tümüyle değiştirilmek suretiyle oluşturulan kararın da, usulüne uygun bir direnme kararı olarak kabul edilemeyeceği her türlü duraksamadan uzaktır.
Somut olayın incelenmesinde, mahkemece bozma ilamına kısmen direnilmesine karar verildiği hâlde, temyize konu kısa ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasında bozma ilamında belirtilen şekilde davanın kısmen kabulüne karar verildiği, gerekçeli kararda da bozma ilamına uyulduğunun belirtildiği ve incelemeye konu karar ile bozma ilamı doğrultusunda karar verildiği anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece Özel Daire bozma kararına direnilmesine yönelik ara karara aykırı şekilde bozma ilamına uyulduğu belirtilerek karar verilmesi yukarıda açıklanan ilkelere uygun değildir. Zira direnme kararı lehine olan taraf yönünden oluşan usulî kazanılmış hak ihlal edilmiştir.
Mahkemece yapılacak iş; önceki kararında direnmekle oluşan usuli kazanılmış hakkı da gözeterek, gerekçesini de açıklamak suretiyle ilk hükmü değiştirmeden aynı çerçevede direnme kararı oluşturmak olmalıdır.
O hâlde kararın açıklanan ilkeler uyarınca usulden bozulmasına karar verilmelidir.
S O N U Ç: Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, bozma nedenine göre taraf vekillerinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 14.11.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.