7. Hukuk Dairesi 2021/3824 E. , 2021/3905 K.
7. Hukuk Dairesi
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 24.05.2010 gününde verilen dilekçe ile yargılamanın yenilenmesi talebi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 15.11.2019 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün evrak incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili, vekil edeninin Karşıyaka 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/207 Esas sayılı dosyası ile dava konusu 25278 ada 8 parsel (eski 870) hakkında TMK 639/2 maddesi gereğince tapu iptali ve tescil isteğinde bulunduğunu ancak Hazine mirasçı tespit edildiğinden davanın reddine karar verildiğini, ret kararından sonra tapu maliki ...'ın mirasçılarının tespit edildiğini ve Hazine'nin mirasçı olduğunu gösteren veraset ilamının iptal edildiğini açıklayarak, Karşıyaka 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2004/207 Esas, 2004/229 Karar sayılı ilamının yargılamanın yenilenmesi yoluyla kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini, yargılamanın yenilenmesi talebi yerinde görülmediği takdirde ayrı müstakil dava olarak kabul edilerek 25278 ada 8 parselde davalılar murisi ... adına kayıtlı hissenin TMK 713/2 maddesi gereğince iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini istemiş olup, bozma ilamı sonrası tapu iptal ve tescil talebini tazminata dönüştürmüştür.
Davalı ..., ..., ..., ... vekilleri, davacının işgalci olduğunu ve kazanma koşullarının oluşmadığını açıklayarak, davalı Hazine vekili ise kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmesini savunmuşlar, dahili davalılar ... ve .... savunmada bulunmamışlardır.
Mahkemece (ilk kararda), yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulüne, Mahkemenin 29.06.2004 tarih 2004/207 Esas, 2004/229 Karar sayılı ilamının iptaline, Hazine aleyhine açılan davanın husumetten reddine, davalılar ..., ... mirasçıları ..., ..., ... ile ... ve ...'e karşı açılan tapu iptali ve tescil davasının ise dava konusu taşınmazın satın alındığının ispatlanamadığı, zilyetliğin malik sıfatı ile gerçekleşmediği gerekçeleriyle reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 18.04.2017 tarihli ilamıyla “... dava konusu 870 parsel sayılı taşınmaz tapulama nedeniyle 20.03.1956 tarihinde davalılar murisi ... adına tescil edilmiş, 22.05.1998 tarihinde yapılan imar uygulaması ile 25278 ada 8 parsele gitmiş ve 448/1700 hisse ... adına kaydedilmiştir. ....'ın 20.01.1969 tarihinde öldüğü, bu süre içerisinde tapu kaydının intikal görmediği, dosya arasındaki kayıtlarla sabittir. Tüm dosya kapsamı, keşif tutanağı, keşifte dinlenen tanık beyanları ile tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, davacının 1966 yılından sonra dava konusu taşınmaza babasını yerleştirdiği, babasının 1985 yılında vefatından sonra da taşınmazla ilgilenmeye devam ettiği, 1966 yılından itibaren TMK'nun 713. maddesindeki nizasız fasılasız 20 yıl malik sıfatıyla zilyetliğinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Davacı lehine olağanüstü kazanma koşulları oluştuğu gözönünde bulundurularak, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına ve yasal düzenlemelere uygun düşmeyen gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır..” gerekçeleriyle bozulmuştur.
Bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, davacı tarafından TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan; ' ... maliki 20 yıl önce ölmüş ...' hukuki sebebine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasının, HUMK.nun 445/1.bendinde (6100 sayılı HMK'nun 357/1-ç) yer alan hukuki nedene dayalı yargılamanın yenilenmesi yoluyla kaldırılması, mümkün olmadığı halde müstakil dava olarak görülmesi istemine ilişkindir.
Toplanan deliller ve dosya kapsamından, davacı tarafından Karşıyaka 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/207 Esas sayılı dosyası ile dava konusu 870 parsel (yenisi 25278 ada 8 parsel) sayılı taşınmazın 1966 yılından bu yana zilyedi olduğu, tapu malikinin ölü olması nedeniyle TMK 639/2 maddesi gereğince tapu iptali ve tescil davası açıldığı, mahkemece ilk hükümde, dava konusu taşınmazın malikin ölümünden sonra davacılarca kullanıldığı ispat edildiğinden davanın kabulüne karar verildiği, hükmün Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 2003/7938 Esas 2004/474 Karar sayılı kararı ile '...tapu maliki ...'ın mirasçısının Hazine olduğunun belirtildiği, bu yerin zilyetlikle kazanılması mümkün olmadığından davanın reddine karar verilmesi...' gereğine işaret edilerek bozulduğu, mahkemece bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verildiği ve 08.06.2007 tarihinde kesinleştiği görülmüştür.
Karşıyaka 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/737 Esas, 2009/779 Karar sayılı dosyasında ise, davacının ... olduğu, hasımsız olarak muris ...'ın mirasçılık belgesinin talep edildiği, Mahkemece ..., ..., ..., ...'ın mirasçı olarak belirlendiği, yine aynı Mahkemenin 2009/828 Esas 2009/1400 Karar sayılı dosyasında, davacı ... tarafından, davalı Hazine aleyhine açılan davada Hazine'nin mirasçı olarak tespit edildiği, Karşıyaka 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2001/333 Esas 2002/233 Karar sayılı veraset ilamının iptalinin talep edildiği, davanın kabulü ile Karşıyaka 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2001/333 Esas, 2002/233 Karar sayılı veraset ilamının iptaline, Karşıyaka 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/737 Esas 2009/779 Karar sayılı veraset ilamı doğrultusunda mirasçıların belirlenmesine karar verildiği, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, Hazine tarafından yargılamanın iadesi isteminde bulunulduğu, yargılamanın iadesi isteminin reddine karar verilerek hükmün 09.02.2012'de kesinleştiği anlaşılmıştır.
1.Yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve tüm dosya içeriğine göre davalı Hazine vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2.Davalı Hazine vekilinin sair temyiz itirazının incelemesine gelince;
TMK'nun 713/2. maddesindeki yollama nedeniyle bu tür davaların aynı maddenin diğer fıkralarında yazılı koşullara tabi olması gerektiği sonucuna ulaşılır. Aynı maddenin 3. fıkrasındaki 'tescil davası' sözcüğünün 1. ve 2. fıkraya göre açılacak davaları kapsadığının kabulü gerekir. (Yargıtay HGK'nin 17.02.2010 tarihli ve 2010/8-58 Esas, 2010/78 Karar, M.R.Karahasan - 1. Özmen, Zilyetlik-Tescil-Tapu İptali Davaları, 1983-Sh; 1451). Buna göre, gerek yasal hasım durumunda bulunan Hazine ve diğer kamu tüzel kişileri ve gerekse iptal ve tescil isteği nedeniyle davada taraf durumunu almış bulunan kayıt malikinin mirasçıları olan davalılar harç, avukatlık ücreti ve diğer yargılama giderlerinden sorumlu tutulamazlar. Eksik harcın davacıdan alınmasına, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve davacı yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmesi gereklidir.
Bu husus hükmün bozulmasını gerektirmiş ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden (kararın yalnızca davalı Hazine vekili tarafından temyiz edildiği gözetilerek) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438/7. maddesi gereğince hüküm sonucunun aşağıdaki şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte yazılı nedenlerle davalı Hazine vekilinin diğer temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bentte yazılı nedenlerle hükmün 3, 4 ve 5. bentlerinde yer alan '...davalılardan...' sözcüklerinin hükümden çıkartılarak yerlerine '...(davalı ... hariç olmak üzere) davalılardan...” ibarelerinin yazılmasına hükmün HUMK'nın 438/7. maddesi gereğince DEĞİŞTİRİLMİŞ ve DÜZELTİLMİŞ bu şekliyle ONANMASINA, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/12/2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
K A R Ş I O Y
Dava, davacı tarafından TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan; ' ... maliki 20 yıl önce ölmüş ...' hukuki sebebine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasının, HUMK.nun 445/1.bendinde (6100 sayılı HMK'nun 357/1-ç) yer alan hukuki nedene dayalı yargılamanın yenilenmesi yoluyla kaldırılması, mümkün olmadığı halde müstakil dava olarak görülmesi istemine ilişkindir.
Dava konusu taşınmaz, tapuya kayıtlı olup tapu maliki dava tarihinden önce ölmüş ise de, yasal mirasçıları mevcut olup davada da kendilerine husumet yöneltilmiştir.
Tapuda kayıtlı bir taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ile iktisab edilebilmesi için yasalarda dayanağının olması ve yasada öngörülen koşulların zilyet yararına oluştuğunun mahkemece sabit görülmesi gerekir.
Esasında; tapu maliki ölmüş ise zilyet lehine zilyetlikle kazanım, gerek mülga 743 sayılı Türk Medenisi Kanununun 639 uncu maddesine ve gerekse de 1 Ocak 2002 günü yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 713 üncü maddesinde düzenlenmişti.
Ne var ki,TMK yürürlükte iken yasanın 713 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi gerekçesinde özetle şu hususlara değinmiştir. Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi halinde, bu taşınmazın sahibi mirasçılarıdır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını mirasbırakanın ölümü ile birlikte kanun gereğince tescile gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının 'zaman ötesi' niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medenî Kanun tarafından bir taşınmaz malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini göstermiş olsa bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi kullanmama hakkını da içerir. Mülkiyet hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz konusu sözcük uyarınca, zilyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak, tek yanlı olarak ortadan kaldırmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal etmektedir.'
Değerli çoğunluk ile görüş ayrılığı ise,17.03.2011 tarihi itibariyle henüz kesinleşmemiş veya bu tarihten sonra açılan davalarda anılan ...’ölmüş’ hukuksal sebebine dayalı olarak açılan davaların dinlenip dinlenmeyeceği hususundan ibarettir.
Değerli çoğunluk, Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmişe yürümeyeceğini ve aynı maddenin 5 inci fıkrasında yer alan mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılacağı cümlesine dayanmaktadır.
Ancak sayın çoğunluğun bu görüşüne katılmak mümkün değildir. Şöyle ki;
Her şeyden önce, 28.11.1956 tarih ve 15/15 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı'nda, '... her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükme ittihaz olunması iktiza eylemesine...' denilmek suretiyle, davanın, açılmasına kadar gerçekleşen hukuki ve maddi vakıalara göre sonuçlandırılması gerektiği benimsenmiştir.
Bu durumda, dava tarihinde Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edilmiş ve yürürlükte olmayan bir hükmün eldeki davada uygulama imkanı olabilir mi ?
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen yasa maddelerinin uygulamaya etkileri konusunda yüksek mahkeme kararlarına bakıldığında bu konuda bir tereddüt olmadığı ortadadır. Bu kararlardan bir kısmını hatırlatmakta fayda vardır;
Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, ancak henüz devam eden uyuşmazlıkların iptal kapsamında bulunacağı açıktır. (Yargıtay İçtihatları Birleştirme 10.03.1969 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçe bölümünden)
Yargıtay Dairelerinin geriye yürümez cümlesinin nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin dayanak olarak gösterdikleri Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararı aynen şöyledir:‘...Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. İptal kararlarının ileriye yönelik 'derhal' etkisi tartışmasız biçimde ortaya çıkar. Böylece, Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen bir yasanın geleceğe yönelik tüm etkilerinin kaldırılması ve iptal kararına uyulması tüm devlet kuruluşlarınca kaçınılmaz bir zorunluluktur. Anayasa'nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa'nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa'ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve 'İptal kararları geriye yürümez.' kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır.
Anayasanın 153. maddesinde “iptal kararları geriye yürümez” hükmü, iptal kararlarının kesinleşen işlemlere etki etmeyeceği anlamında olup, elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda “geriye yürümeme kuralı” uygulanamaz. Diğer bir anlatımla; bir davada uygulanması gereken kanun maddesi başka bir dava vesilesi ile iptal edilmiş ise, bu madde artık eldeki davada da uygulanamaz. Zira davanın yasal dayanağı kalkmıştır ve davacının iptal edilen maddeden dolayı sağlayacağı hukuki yararı da kalmamış olur (Hukuk Genel Kurulunun 17.05.1989 tarihli ve 1989/10-250 Esas 1989/361 Karar)
İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmün, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorunda olup, iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremezler. İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verilecek olan iptal kararı ile bağlı olması, diğer mahkemeler bakımından da aynı etkiyi haizdir. Sadece başvuran mahkeme açısından iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü, uygulanacak olan norm bakımından mahkemeler arasında eşitsizlik doğuracaktır. Tüm mahkemelerin itiraz yoluna başvurması da beklenemeyeceğinden, uyuşmazlığa dair iptal kararının diğer mahkemelerde derdest olan davalar bakımından da uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. (Yargıtay 9 uncu Hukuk Dairesinin 25.02.2020 tarihli 2016/14462 Esas 2020/2965 Karar )
Anayasanın 153/5. maddesi uyarınca “iptal kararları geriye yürümez” hükmü kesinleşen işlem ve kararlara ilişkin olup elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda “geriye yürümeme kuralı” uygulanmaz. Diğer bir deyişle, bir davada uygulanması gereken bir kanun maddesi iptal edilmiş ise eldeki davada artık uygulanmaz. (Yargıtay 12 nci Hukuk Dairesinin 01.03.2017 tarihli 2016/12107 Esas 2017/3022 Karar )
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içerdiğinden mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerekmektedir. (Yargıtay 8 inci Hukuk Dairesinin 08.06.2015 tarihli 2015/1380 Esas 2015/12673 Karar )
Anayasanın 153. maddesine göre yasama, yürütme ve yargı organları için bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararının, bu karardan önce açılmış bulunan ve henüz sonuçlanmamış olan tüm davalara uygulanması gerekmektedir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 29.04.2015 tarihli 2013/826 Esas 2015/1654 Karar )
Yukarıda alıntı yapılan yüksek mahkeme kararlarından da açıklandığı üzere, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında derdest tüm davalarda etkisini göstermeli ve iptal edilen kanun maddesinin kesinlikle uygulanmaması gerektiği izahtan varestedir.
6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi uyarınca Hâkim, Türk hukukunu resen uygular. 06.1958 gün 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi; bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
Bu durumda, ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın 3 üncü kişiler tarafından zilyetlikle iktisabına ilişkin yasa hükmü dava tarihi itibariyle artık yürürlükte olmadığına göre yollamalara dayanılarak canlandırmak ve zorlama yorumlarla uygulamaya çalışmak mümkün olmamalıdır.
TMK 713/2 maddenin başında ‘...aynı koşullar altında’ denilmesi nedeniyle 2. fıkra koşullarının 1.fıkraya yollama yapılması nedeniyle aynı statüye tabii olduğu yönündeki gerekçeye katılmak da mümkün değildir.
Aynı koşullar altında ibaresinden kastedilen ve kanun koyucunun tekrardan kaçındığı husus ...’davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi,’ cümlesi olup bu yollama maddenin diğer koşullarına ve hele hele diğer fıkralara teşmil edilemez.Aksi düşünce maddenin 3.fıkrasındaki husumetin kime yöneltileceği ve 4.fıkradaki ilanların da yapılması gerektiği anlamı çıkar ki bu da tapula taşınmazlar için davanın niteliği ile bağdaşmaz.
Kaldı ki, yasanın 2 inci fıkrasındaki ölmüş hukuksal sebebine dayalı açılan davanın görülebilmesi mümkün olamayacağından mülkiyetin ne zaman kazanılacağına ilişkin 5 inci fıkrasına da müracaat etmek de anlamsızdır.
04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımıyoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK’nın 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.Ancak bu içtihadı birleştirme kararının 713. maddenin 5. fıkrasının yürürlüğe girmesiyle hükmü kalmamıştır.
Ancak yeri gelmişken belirtmekte fayda olduğundan, 3402 sayılı yasanın 13/B-c fıkrasında benzer hüküm olduğu bu maddeki ‘ölmüş’ sözcüğü 03.05.2012 kabul tarihli, 18.05.2012 tarih ve 28296 sayılı R.G.de yayımlanan 6302 sayılı Kanunun 4. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.TMK 713/5 fıkrasındaki benzer düzenleme 3402 sayılı yasada olmadığından 04.12.1998 tarihli 4/3 sayılı İctihadı Birleştirme Kararı bu yasanın 10 yıllık hak düşürücü sürede açtığı davalarda verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlar olarak uygulanmasına devam edilmelidir.
TMK 713/5 maddesindeki '....Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur' cümlesi nedeniyle verilen kararın tespit edici olduğu ve 2.fıkra için de geçerli olduğu şeklindeki yoruma da katılmak mümkün değildir.
Oysa 5. fıkra ‘Son ilandan başlayarak üç ay ....’ kelimeleri ile başlamakta olup 2. fıkrada ilan olmadığına göre bu fıkranın 1.fıkraya müstenid olduğu açıktır. 713. maddenin 5. fıkrasındaki hükmün getiriliş amacı, 1. fıkradaki tescil ilamı nedeniyle mülkiyetin ne zamandan itibaren hüküm ifade etmeye başlayacağına yöneliktir. Kaldı ki, Tespit ve açıklayıcı nitelikte dahi olsa Mahkeme ilamı olmadan 3. şahıslara karşı bir hüküm ifade etmeyecektir. Ortada bir Mahkeme ilamı olmadığından kazanılmış haktan söz edilemeyecektir. 713. maddenin 5. fıkrasının getiriliş amacı TCK 154.maddesindeki hakkı olmayan yere tecavüz suçunu zilyetler lehine yorumlamak ile ecrimisil ve kira gibi hukuksal ilişkileri düzenlemek ve doktrindeki tartışmalara son vermek amacına yöneliktir.
Mirasçıların süresinde intikal işlemi yapmamaları nedeniyle şartları oluştuğu takdirde zilyede karşı hak ileri süremeyeceklerine yönelik gerekçenin de uygulama yeri kalmamıştır.
Daireler kararlarında aynen; '....yukarıda açıklanan koşullarda en az 20 yıl süre ile zilyet olunması ve bu süre içinde tapu kaydının intikal görmemesi gerekmektedir.' hükmüne yer vermektedir.
Mirasçıları başvurusu olmasa bile kanun koyucu 03.05.2012 kabul tarihli, 18.05.2012 tarih ve 28296 sayılı R.G.de yayımlanan 6302 sayılı Kanunun 3. maddesiyle uygulamadaki tereddütleri gidermek için aşağıdaki düzenlemeye yer vermiştir.
'Ölüm tarihinden itibaren en geç iki yıl içinde tapu sicilinde miras intikalinin gerçekleşmemesi halinde tapu müdürlüğü, mirasçılık belgesi düzenlenmesi için yargıya başvurabilir. Tapu müdürlüğü mirasçılık belgesine göre tapu sicili kayıtlarını elbirliği mülkiyeti şeklinde tescil ederek güncelleştirir. Tapu müdürlüğünün bu yetki kapsamındaki başvuruları her türlü gider, vergi, resim veya harçtan muaftır.'
Tüm bu açıklamalar neticesinde; Yargıtay istikrarlı kararları ile tapuda kayıtlı taşınmazın harici satın alınmasına değer verilmediği halde, hiçbir bedel ödemeden işgal-zilyet edene mülkiyet hakkı verilmesi; mirasçılar arasında kazandırıcı zamanaşımı kabul edilmediği halde, kötüniyetli olsa dahi malik sıfatıyla zilyet olanı mülkiyet sahibi kılmak ve bunu da Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edildiği ortada iken ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın tapusunun iptaline karar verilmesi mülkiyet hakkının açıkça ihlali olacaktır.
Açıklanan gerekçeler ile davanın kabulüne ilişkin mahkeme kararının bozulması gerektiği kanaatiyle değerli çoğunluğun düzelterek onama kararına katılamıyoruz.