Hukuk Genel Kurulu 2019/504 E. , 2021/1678 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve tespit' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 9. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karara karşı taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf istemlerinin esastan reddine dair kararın taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, ilk derece mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 26.05.2003 tarihinde eşinden boşandığını, 22.09.2005 (15.10.2003) tarihinden itibaren babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığını, Kurum denetmen raporunda eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle aylığının kesildiğini, 09.05.2016 tarihli dilekçe ile Kuruma itiraz ettiğini, Kurum tarafından itirazının reddedildiğini, boşandığı eşiyle birlikte yaşadığı iddiasının kesinlikle doğru olmadığını ileri sürerek kesilen aylığın tekrar bağlanmasını, ödenmeyen aylıkların faiziyle birlikte ödenmesini, 22.12.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile de yersiz ödeme olarak talep olunan 94.336,76TL (18.06.2016 tarihi itibariyle) borçlu olmadığının tespitini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İzmir 9. İş Mahkemesinin 25.12.2017 tarihli ve 2016/296 E., 2017/514 K. sayılı kararı ile; davacı ile boşandığı eşinin boşandıkları dönem içinde bir arada bulundukları ve birlikte yaşadıklarına ilişkin resmi kayıtların ve tanık beyanlarının bulunduğu öte yandan davacının 5510 sayılı Kanun’un 60. ve Geçici 45. maddeleri gereği genel sağlık sigortalısı olduğu gerekçesiyle davacının yeniden ölüm aylığı ve ödenmeyen aylıkların yasal faizi ile birlikte ödenmesi yönündeki taleplerinin reddine, bağlanan ölüm aylıkları nedeniyle toplam 85.502,89TL (18.06.2016 tarihi itibariyle) borcu bulunduğundan bu konuda açılan davanın reddine 6.577,11TL yersiz sağlık gideri yönünden ise 2.257,06TL işlemiş faizi olmak üzere toplam 8.834,14TL (18.06.2016 tarihi itibariyle) borcu bulunmadığının tespitine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İzmir 9. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
8. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 14.05.2018 tarihli ve 2018/115 E., 2018/809 K. sayılı kararı ile; sosyal güvenlik denetmeni tarafından düzenlenen raporun içeriği, mahkemenin yaptığı yargılama sonucunda toplanan deliller, davacı tanıklarının beyanlarının aksine tutanak tanıklarının anlatımları ve dosya içindeki resmi belgelerin denetmen raporunu teyit ettiği bu nedenle davacı ve eşinin boşandıktan sonra birlikte yaşadıklarının sabit olduğu, 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu, yersiz ödendiği ileri sürülen sağlık giderleri yönünden, 31.01.2012 tarihine kadar yapılan sağlık giderlerinin 5510 sayılı Kanun’un Geçici 45. maddesi gereği talep edilemeyeceği, 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderlerinin ise davalının (davacının) 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin ilgili bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayıldığından ve 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarını bilemeyeceği göz önüne alındığında, davacıdan talep edilemeyeceği gerekçesiyle davacı vekili ile davalı Kurum vekilinin istinaf başvurularının Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
9. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 22.11.2018 tarihli ve 2018/4158 E., 2018/8636 K. sayılı kararı ile; '…1- Temyiz kapsam ve nedenlerine göre, davacının tüm temyiz itirazlarının reddine, davalının temyiz itirazlarının kabulüne karar verilmiştir.
2-Dava; 5510 sayılı Yasa'nın 56/2.fıkrası uyarınca boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeni ile ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin iptali ile kesinlen yetim aylığının yeniden bağlanması istemine ilişkindir.
Hüküm, davacı ve davalı Kurum vekilince temyiz edilmiştir.
Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
Anılan 56'ncı maddede, oldukça yalın olarak “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” ibareleri yer almakta olup, kanun koyucu tarafından örneğin; “sosyal güvenlik kanunları kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan”, “hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan”, “gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden boşanan” veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Maddede boşanma amacına-saikine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurumca, gerekse yargı organlarınca uygulama yapılırken;eşlerin boşanma iradelerinin gerçekliğinin-samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma-irdeleme ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle, kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan “boşanma” hukuki durum ve sonucunun eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda “anlaşmalı boşanma” adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibarıyla gerçek-samimi boşanma iradelerine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda gelirin-aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Gelirin-aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alım (istirdat) hakkının kapsamına ilişkin olarak; eylemli birlikte yaşama olgusunun gerçekleşme-başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibarıyla gelir-aylık kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun-yersiz kabul edilmeli, ancak, söz konusu madde 01.10.2008 günü yürürlüğe girdiğinden, eylemli birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli, başka bir anlatımla 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalı, böylelikle açıklığa kavuşturulacak yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanunun 96'ncı maddesine göre uygulama yapılmalıdır. İnceleme konusu 56'ncı maddede, “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle” ibareleri yer aldığından, birden fazla evlilik ve doğal olarak birden fazla boşanmanın gerçekleşmiş olması durumunda, boşanılan herhangi bir eşle eylemli olarak birlikte yaşama durumunda madde hükmünün uygulanacağı gözetilmelidir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 15/09/2003 tarihinde eşinden boşandığı, 2001 yılında vefat eden babasından dolayı15/10/2003 tarihinden itibaren yetim aylığı aldığı,30/12/2015 tarihli denetmen raporuyla davacı ve eşinin boşandıkları süreçte birlikte yaşadığının tespit edildiği, bu rapora istinaden Kurum tarafından 22.10.2008-21.04.2016 süresinde ödenen toplam 66.091,60 TL yersiz aylık ödemesi ve 6.577,11 TL yersiz sağlık gideri ve faizinin borç çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Somut olayda; Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen raporun içeriği, tutanak tanıklarının beyanları, birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eşinin boşandıktan sonra birlikte yaşamaya devam ettikleri sabit olup 5510 sayılı yasanın 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, ilk derece Mahkemesince verilen “kısmen kabul” kararının davanın reddine ilişkin kısmı isabetli olup, davacının yersiz tedavi gideri ve faizinden sorumlu tutulamayacağından davanın kabulüne , ilişkin kısmı isabetsiz olmuştur. Şöyle ki:
19.01.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasaya eklenen “Yersiz yapılan sağlık giderlerinin terkini” başlıklı Geçici 45. maddede:“Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/01/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise, 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
Yani maddenin metnine göre; kişinin genel sağlık sigortası kapsamında herhangi bir statüye göre sağlık yardımı alıyor olması, sağlık yardımı yapılmasını sağlayan sigortalılık statüsünün geçersiz sayılması halinde ; başka bir geçerli sigortalılık statüsü varsa veya bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giriyorsa yine yersiz sağlık gideri tahsil edilmez. Bu iki hal de yoksa geçersiz sigortalılık statüsüne dayalı yapılan sağlık gideri yersizdir ve Kurumca tahsili gerekir.
Geçici 45. madde, gerekçesinde de belirtildiği üzere bütün vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınması çalışmalarının yapıldığı 2008-2010- 2012 sürecindeki geçiş döneminin sıkıntılarını gidermek amacıyla çıkarılmıştır. Davacının Kurumdan aylık almak ve bağlantılı olarak sağlık yardımından faydalanmak amacıyla eşinden boşandığının sabit olduğu göz önüne alındığında, MK md. 2’deki “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne aykırı şekilde Kurumun sağlık giderlerini isteyemeyeceği tespiti isabetsiz olmuştur.
Nitekim Kurum da 6385 sayılı yasayla getirilen düzenlemelerin uygulanmasına ilişkin çıkarmış olduğu 08/04/2013 tarih ve 2013/20 sayılı genelgede; “ Ancak, sahte olduğu Kurumca yada mahkeme tarafından tespit edilen sigortalı hizmetleri veya bu hizmetlere göre gelir/aylık bağlananlardan aylıkları iptal edilen genel sağlık sigortalıları ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerin Kurumca tespit edilen yersiz sağlık giderleri 6385 sayılı Kanunun geçici 45 inci maddesi kapsamında değerlendirilmeyecektir.” açıklamasına yer vererek dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırılık teşkil edecek terkin işlemlerini himaye etmeyeceğini ortaya koymuştur.
Geçici 45.madde, 31.01.2012 tarihi öncesindeki tüm yersiz sağlık giderlerini affeden, bir madde değildir. Nasıl ki sahte sigortalılık ve buna dayalı olarak haksız sağlık yardımı alan kişileri Kurum Geçici 45. madde kapsamından faydalandırmamışsa , aylık alabilmek için muvazaalı şekilde boşanan kişilerin de bu hükümden yararlanması mümkün olmamalıdır.
Anılan genelgede Geçici 45. maddede yer alan “ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez”ibaresini ve uygulamasını şöyle izah edilmiştir: “Söz konusu borçlara ilişkin sigortalılarca dava açılmış ise bu kişilerin de açtıkları davalardan vazgeçmeleri halinde bu kimselere ait borçlar da istenmeyecektir. Bu kimseler tarafından Kurum aleyhine açmış oldukları davalardan vazgeçtiklerini başvurdukları mahkemeden alacakları “feragat nedeniyle davanın reddine” dair kararın dilekçe ekinde Kuruma verilmesi gerekmektedir.” Mahkemece maddenin bu şartına hiç değinilmemiştir.
5510 sayılı Kanunun 60. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanacak olanlar sayılmıştır. (g) bendinde ise, “Yukarıdaki bentlerin dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşlar” genel sağlık sigortalısı sayılmıştır. (g) bendinin lafzından tüm vatandaşların re’sen sağlık sigortası kapsamına alındığı izlenimi anlaşılmakta ise de durum böyle değildir. Kişinin kapsama alınması, sağlık hizmeti alabildiği anlamına gelmemektedir. Genel sağlık sigortalısı olmanın koşulları vardır. Bu koşullar 5510sayılı Kanun 67. maddede sayılmıştır.
5510 sayılı Kanunun sağlık hizmetlerinden yararlanma şartlarını düzenleyen 67. maddesine göre; “18 yaşını doldurmamış olan kişiler, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, trafik kazası halleri, acil haller, iş kazası ile meslek hastalığı halleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, 63 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince sağlanan sağlık hizmetleri, 75 inci maddede sayılan afet ve savaş ile grev ve lokavt hali hariç olmak üzere sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmek için;
a) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri hariç diğer bentleri gereği genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması,
b) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendi ile (g) bendine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentte sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendirilerek tecil ve taksitlendirmeleri devam edenler hariç 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması, gerekmektedir............”
Yani 01.01.2012 tarihi sonrası dönemde, tüm vatandaşlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Ancak 67. maddeye göre sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısı olması ve 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması gerekir. (g) bendi kapsamında olanlar ise 5510 SK 60/1-c, 1 nolu alt bendi gereği gelir testi uygulaması ile belirlenecek primin ödenmesi halinde sağlık yardımlarından yararlanma imkânı getirilmiştir.
5510 sayılı Kanuna göre genel sağlık sigortalısı sayılabilmek ve sigortalılığın başlangıcı için bildirim ve tescil gereklidir. Kanunun 61. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanmak için bir kısım grupların bildirimine gerek kalmadan kendiliğinden tescil edileceği, bir kısmının tescili için ise bir ay içinde başvuru şartı getirilmiştir. Tescili yapılanların ise gelirlerine göre belirlenen oranlara göre genel sağlık sigortası primi ödemeleri gerekmektedir.
Gelir testi işlemi, kişinin çeşitli göstergeler ışığında mevcut gelirinin belirlenmesidir.
Herhangi bir kapsamda genel sağlık sigortalısı veya genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamında sağlık yardımlarından yararlanma hakkı bulunmayan kişiler 5510 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilmekte olup, anılan kapsamda tescil edilen bu kişilerin tescil tarihinden itibaren yerleşim yerlerinin bulunduğu yerdeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına müracaat ederek gelir testi yaptırmaları gerekmektedir. Gelir tespitinde aynı hanedeki aile esas alınmaktadır. Kanun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrası (g) bendi kapsamında tescil edilen kişilerin gelir testi müracaat bildiriminin kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren bir ay içinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvurmaları gerekmektedir. Söz konusu bir aylık süre içerisinde gelir testine başvurmayanların tescil başlangıç tarihinden itibaren aile içindeki gelirinin kişi başına düşen aylık tutarı olarak, Kanunun 82 nci maddesine göre belirlenen aylık prime esas kazancın (asgari ücretin) iki katı esas alınarak primlerin tahakkuk ettirilmesi öngörülmüştür.
5510 sayılı Kanunun 60/1-g bendi ile artık herkesin genel sağlık sigortası kapsamına alındığı ve her durumda sağlık hizmeti alabileceği kanısı hatalıdır. Koşulları taşımayan kişi sağlık hizmeti alamaz. Koşulları Kurum sağlayabilirdi mantığıyla (davacının 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olması) Kurum’un yersiz tedavi giderlerini tahsil imkanının engellenmesi hem sosyal güvenlik sistemini aksatacak bir durum olup hem de yasa koyucunun amacını aşar mahiyettedir.
O halde, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, Bölge Adliye Mahkemesince davalı SGK vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulması gerekirken, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı kaldırılmasına ve ilk derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir...” gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
11. İzmir 9. İş Mahkemesinin 09.04.2019 tarihli ve 2019/45 E., 2019/110 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten davacının yaşam hakkı ve sağlık hakkı gibi temel insan hakları ile ilgili kişiye sıkı sıkıya bağlı hakkını ortadan kaldıracak şekilde Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralını ihlal ettiğinin değerlendirilemeyeceği, Kurum tarafından 31.01.2012 tarihinden sonra sarf edilen tedavi giderlerinden 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesi kapsamında genel sağlık sigortalısı olan davacıdan 5510 sayılı Kanunun 67. maddesi kapsamında tahakkuk ettirilecek prim borcunun tahsil edilebileceği, bu yönde Anayasa'nın 65. maddesi kapsamında sınırlama nedeni olan mali kaynakların yeterliliği kavramının da tahsil edilecek prim borcu ile bertaraf edilebileceği belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşiyle eylemli olarak birlikte yaşadığı kesinleşen eldeki davada Kurum tarafından hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla davacıya yapılan sağlık harcamalarının tahsilinin mümkün olup olmadığı, davacının her durumda Sosyal Güvenlik Kurumunun sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Genel Sağlık Sigortası (GSS), kişilerin öncelikle sağlıklarının korunmasını, sağlık riskleri ile karşılaşılması hâlinde ise oluşan harcamaların finansmanını sağlayan bir sigorta uygulamasıdır. Genel sağlık sigortasına üye olmak zorunlu olup sistem prime dayalıdır. Sigortalıların sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri ise belirli usul ve şartların gerçekleşmesine bağlıdır. Böylece ülkede ikamet eden herkes genel sağlık sigortasından faydalanabilme imkânına sahip hâle gelmiştir.
15. Türkiye’de uygulanan GSS kendine özgü özellikleri bulunan bir sağlık sigorta sistemidir (Sözer, “Ali Nazım; 5510 Sayılı Yasaya İlişkin Değişiklik Tasarısında Genel Sağlık Sigortası-İlgili Anayasa Mahkemesi Kararı Işığında Bir Değerlendirme”, İşveren Dergisi, Sayı 7, Nisan 2008, s.27-33). Ülkemizde GSS’nin 3 temel belirleyici özelliğinden bahsedilebilir. Birincisi Türkiye vatandaşı olmayanlar da dâhil Türkiye’de yaşayan herkes zorunlu olarak sigortalı olacaktır. İkincisi sistem prime dayalı olup sosyal sigortacılık ilkelerine göre herkesten geliri, kazancı ve ödeme gücüne göre tahsil edilecek primlerle finanse edilecektir. Son olarak sağlık hizmetleri, kamu-özel sektör ayrımı yapılmaksızın hizmet sunum şartlarını yerine getiren sağlık hizmet sunucularından satın alma yoluyla temin edilecektir (Alper, Yusuf; “Genel Sağlık Sigortası ve Gelir Testi Uygulaması”, Türk-İş Dergisi, 2012, S.397, s.56).
16. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 3. maddesinin 1. fıkrasının 9. bendinde genel sağlık sigortalısı, Kanun’un 60. maddesinde sayılan kişiler olarak tanımlanmıştır. Kanun’un 60. maddesinde ise genel sağlık sigortalısı sayılanlar tek tek gösterilmiştir.
17. Öncelikle belirtilmelidir ki bir kişinin genel sağlık sigortasından yararlanabilmesi için aranacak ilk şart ikametgâhının Türkiye’de bulunmasıdır. 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinde “İkametgahı Türkiye’de olan kişilerden;
a) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının;
1) (a) ve (c) bentleri gereğince sigortalı sayılan kişiler,
2) (b) bendi gereğince sigortalı sayılan kişiler,
b) İsteğe bağlı sigortalı olan kişiler,
c) Yukarıdaki (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılmayanlardan;
1) Harcamaları, taşınır ve taşınmazları ile bunlardan doğan hakları da dikkate alınarak, Kurumca belirlenecek test yöntemleri ve veriler kullanılarak tespit edilecek aile içindeki geliri kişi başına düşen aylık tutarı asgari ücretin üçte birinden az olan vatandaşlar ile gelir tespiti yapılmaksızın genel sağlık sigortalılığı ya da bakmakla yükümlü olduğu kişi bulunmayan Türk vatandaşlarından 18 yaşını doldurmamış çocuklar,
2) (Değişik: 4/4/2013-6458/123 md.)Uluslararası koruma başvurusu veya statüsü sahibi ve vatansız olarak tanınan kişiler,
3) 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler,
4) 24/2/1968 tarihli ve 1005 sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre şeref aylığı alan kişiler,
5) 28/5/1986 tarihli ve 3292 sayılı Vatani Hizmet Tertibi Aylıklarının Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler,
6) 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler,
7) 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu hükümlerine göre korunma, bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden ücretsiz faydalanan kişiler ile ana ve babası olmayan Türk vatandaşlarından 18 yaşını doldurmamış çocuklar,
8) Harp malûllüğü aylığı alanlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamında aylık alanlar,
9) 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanununun (…) ek 16 ncı maddesine göre aylık alan kişiler,
10) 11/10/1983 tarihli ve 2913 sayılı Dünya Olimpiyat ve Avrupa Şampiyonluğu Kazanmış Sporculara ve Bunların Ailelerine Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler,
d) Mütekabiliyet esası da dikkate alınmak şartıyla, oturma izni almış yabancı ülke vatandaşlarından yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında sigortalı olmayan kişiler,
e) 25/8/1999 tarihli ve 4447 sayılı Kanun gereğince işsizlik ödeneği, Esnaf Ahilik Sandığı ödeneğinin ve ilgili kanunları gereğince kısa çalışma ödeneğinden yararlandırılan kişiler,
f) Bu Kanun veya bu Kanundan önce yürürlükte bulunan sosyal güvenlik kanunlarına göre gelir veya aylık alan kişiler,
g) Yukarıdaki bentlerin dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşlar,
genel sağlık sigortalısı sayılır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
18. Diğer taraftan genel sağlık sigortası geçiş hükümlerini düzenleyen 5510 sayılı Kanun’un Geçici 12. maddesinin 4. fıkrasındaki hüküm ile 60. maddenin 1. fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendinde belirtilen kişilerin genel sağlık sigortasından yararlanmaları 01.01.2012 tarihine kadar ertelenmiş, böylece düşük gelirliler yönünden yeşil kart uygulaması bir süre daha devam ettirilmiştir.
19. Ayrıca Kanun’un Geçici 12. maddesinin 5. fıkrasıyla 60. madenin 1.fıkrasının (d) bendinde belirtilen yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında sigortalı olmayan yabancı ülke vatandaşlarıyla, (g) bendinde belirtilen başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan Türk vatandaşlarının tamamının Genel Sağlık Sigortası kapsamına dâhil olması yine 01.01.2012 tarihinde gerçekleşmiştir (Tuncay, A.Can/Ekmekçi, Ömer: Sosyal Güvenlik Hukuk Dersleri, Yenilenmiş 19. Bası, İstanbul 2017, s. 580-581; Güzel, Ali/Okur, Ali Rıza/Caniklioğlu, Nurşen: Sosyal Güvenlik Hukuku, 16. Bası, İstanbul 2016, s.735; Arıcı, Kadir: Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s.421).
20. Böylece 01.01.2012 tarihinden itibaren 3816 sayılı Kanun kapsamında sağlık hizmetlerinden faydalananlar (Yeşil Kart sahipleri) ile çalışmayanlar ve çalışmalarına ara verenlerin gelir testine tabi tutulmak suretiyle ödeme güçleri dikkate alınarak prim ödeyerek sisteme dâhil edilmeleri ile GSS’nin herkesi kapsama alma ve primli rejim olarak hayata geçirilmesi süreci, en azından yasal olarak tamamlanmıştır (Alper, 56).
21. Genel sağlık sigortası açısından gelir testi uygulaması ise bir finansman aracı olarak düşünülmüştür. Genel sağlık sigortasının, ilgililerin ödeme gücüne göre belirlenecek primlerle finanse edilmesi amaçlanmaktadır. Herkes ya bizzat prim ödeyecek veya başkası (devlet) onun adına prim ödeyecektir (Alper, s.57; Güzel/Okur/Caniklioğlu, s.735; Tuncay/Ekmekçi, s. 581). Gelir testi işlemi kişinin çeşitli göstergeler ışığında mevcut gelirinin belirlenmesidir.
22. Gelir testi, çalışmayan ancak gelirleri nedeniyle tam veya kısmi prim ödeyecek olanlarla, çalışmayan ve ödeme gücü de bulunmayanlara uygulanacaktır. 5510 sayılı Kanun’a göre gelir testi uygulanacak kişiler, bakmakla yükümlü olunan aile üyesi olma statüsünü kaybedenler, bir süre zorunlu sigortalı olarak çalıştıktan sonra işini kaybeden işsizler, ay içindeki çalışması 30 günden eksik olan kısmi süreli çalışanlar, hak sahibi olarak aylık bağlananlardan aylık bağlanma hakkını kaybedenler sayılabilir. Gelir testinin amacı aynı konutta birlikte yaşayan hane halkının kişi başına düşen gelirinin saptanmasıdır. Saptanan bu gelirin asgari ücret karşısındaki durumu, ilgilinin ödeyeceği primin saptanmasında ölçü olarak kullanılacaktır (Alper, s.58; Güzel/Okur/Caniklioğlu, s.738).
23. Genel Sağlık Sigortasında sigorta başlangıcı ise sigortalının genel sağlık sigortalısı olarak tescili ile başlar (Arıcı, s.419). Diğer bir ifadeyle bir kişinin sisteme dâhil olabilmesi için sadece 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesi kapsamında sayılan kişilerden olması yeterli değildir. Ayrıca genel sağlık sigortasına bildirilmeleri ve tescil edilmeleri de gerekmektedir. Bildirim ve tescil koşulları ise 5510 sayılı Kanun’un 61. maddesinde yer almaktadır. Kanunun 61. maddesine göre, genel sağlık sigortasından yararlanmak için bir kısım grupların bildirimine gerek kalmadan kendiliğinden tescil edileceği, bir kısmının tescili için ise bir ay içinde başvuru şartının gerektiği düzenlenmiştir.
24. Diğer taraftan GSS kapsamında bulunan bazı kişilerin sisteme tescil edilmiş olsa bile sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi bazı şartların gerçekleşmesine bağlıdır. 5510 sayılı Kanun’un 67. maddesinde 1.fıkrasında;
“18 yaşını doldurmamış olan kişiler, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, trafik kazası halleri, acil haller, iş kazası ile meslek hastalığı halleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, madde bağımlılığı tedavisine yönelik sağlık hizmetleri, 63 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince sağlanan sağlık hizmetleri, 75 inci maddede sayılan afet ve savaş ile grev ve lokavt hali hariç olmak üzere sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmek için;
a) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri ile aynı maddenin onikinci, onüçüncü ve ondördüncü fıkraları hariç genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması,
b) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendi ile (g) bendine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentte sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendirilerek tecil ve taksitlendirmeleri devam edenler hariç 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması,
c) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (b) ve (d) bentlerine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentlerde sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması,
d) (Ek: 13/2/2011-6111/36 md.) 60 ıncı maddenin yedinci fıkrasına göre genel sağlık sigortalısı sayılanlar, (c) bendinde sayılan şartlarla birlikte, bir öğretim dönemine ilişkin genel sağlık sigortası primlerinin tamamını öğrenim gördükleri üniversitenin öğrenim dönemi başından itibaren bir ay içinde ödemeleri, şarttır.” düzenlemesi yer almaktadır.
25. Görüldüğü üzere Kanun sağlık hizmetlerinden yararlanma koşullarını düzenlerken ilk olarak prim koşulunu öngörmüştür. Kanun prim koşulu aranmayanlar, son bir yıl içinde 30 gün prim ödemiş olması gerekenler, hiçbir prim borcu olmaması gerekenler, 60 günden fazla prim borcu olmaması gerekenler olarak ayrıma gitmiştir (Güzel/Okur/Caniklioğlu, s.757). Bu durumda bir kişi 60. madde kapsamında sigortalı olsa, 61. maddede belirtildiği üzere genel sağlık sigortasına tescili yapılmış olsa dahi 67. maddenin 1. fıkrasında belirtilen hâller hariç olmak üzere maddede yer alan koşulları sağlayamadığı takdirde sağlık hizmetlerinden yararlanamayacaktır.
26. Ayrıca 67. maddenin 3. fıkrasına göre genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için sağlık hizmet sunucularına başvurduklarında acil hâller hariç olmak üzere (acil hâllerde ise acil halin sona ermesinden sonra); biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli sağlık kartı belgelerinden birinin gösterilmesi zorunludur. Aksi hâlde yine sağlık hizmetlerinden yararlanılabilmesi mümkün olmayacaktır.
27. Genel sağlık sigortası ile ilgili açıklama yaptıktan sonra 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi kapsamında kalan kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanma koşulları üzerinde de ayrıca durmakta yarar vardır.
28. 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendinde düşük gelir düzeyinde olmayan ve ayrıca belirtilen başka bir nedenle sağlık güvencesine hak kazanamayan kişiler GSS kapsamına alınmışlardır. İlgili bentte belirtilen kişiler zorunlu sigortalı (işçi, bağımsız çalışan veya kamu görevlisi) olmayan, sosyal sigortadan gelir veya aylık almayan, işsizlik sigortası edimlerinden yararlanmayan, isteğe bağlı sigortalı olmamış, sosyal korumaya (sosyal yardım, sosyal hizmet, sosyal teşvik) alınmamış, korunma kapsamına alınan öğrenci/stajyer olmayan, yabancı statüsünde bulunmayan, hakkında koruyucu tedbir kararı verilmiş kişi olmayan, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu kapsamına göre hizmet öncesi eğitime alınmamış ve açıkça GSS’nin kapsamı dışında bırakılmamış olan kişilerdir (Sözer, Ali Nazım: Türk Genel Sağlık Sigortası, 2. Bası, İstanbul 2018, s.179).
29. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 60. maddesinin (g) bendi kapsamında kalanların ise genel sağlık sigortası başlangıcı ve tescili 61. maddenin 1. fıkrasının (f) bendinde düzenlenmiştir. İlgili bent 13.02.2011 tarihli 6111 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile değiştirilmeden önce “(g) bendinde sayılanlar; diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları tarihten itibaren genel sağlık sigortalısı sayılır ve bu tarihten itibaren bir ay içinde verecekleri genel sağlık sigortası giriş bildirgesi ile tescil edilirler.” şeklinde düzenlenmişken; daha sonra 6111 sayılı Kanun ile 61. maddenin 1. fıkrasının (f) bendi değişikliğe uğramış ve “(g) bendinde sayılanlar; diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları veya diğer bentlere göre genel sağlık sigortasından yararlanma haklarının sona erdiği tarihten itibaren bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılırlar ve Kurumca resen tescil edilirler.” olarak yeniden düzenlenmiştir.
30. Diğer taraftan ilgili maddenin 3. fıkrasına göre 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesi gereği genel sağlık sigortalısı iken durumunda değişiklik olan kişilerden, aynı maddenin 1.fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendine veya (g) bendi kapsamına giren kişiler durumlarında değişiklik olduğu tarihten itibaren en geç bir ay içinde Kuruma başvurmak zorundadır. Bu kişilerin 60. maddenin 1. fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendi kapsamına girmediğinin tespit edilmesi hâlinde, durumlarında değişiklik olduğu tarihten başlamak üzere (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılırlar.
31. Bu durumda 01.01.2012 tarihinden önce herhangi bir sosyal güvencesi olmayan kişiler (yani genel sağlık sigortalısı ya da genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi statüsünde olmayanlar ile bu statüleri sona ermiş kişiler) 01.01.2012 tarihinde 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi kapsamında Kurum tarafından re'sen genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilmişlerdir (Tuncay/Ekmekçi, s.582).
32. Kanun’un 60. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi kapsamında kalan kişiler gelir testi yaptırarak ödeyecekleri primleri tespit ettireceklerdir. Herhangi bir kapsamda genel sağlık sigortalısı veya genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamında sağlık yardımlarından yararlanma hakkı bulunmayan kişiler 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilmekte olup anılan kapsamda tescil edilen bu kişilerin tescil tarihinden itibaren yerleşim yerlerinin bulunduğu yerdeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına müracaat ederek gelir testi yaptırmaları gerekmektedir. Gelir tespitinde aynı hanedeki aile esas alınmaktadır. 60. maddenin 1. fıkrasının (g) bendi kapsamında tescil edilen kişilerin gelir testi müracaat bildiriminin kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren bir ay içinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvurmaları gerekmektedir. Söz konusu bir aylık süre içerisinde gelir testine başvurmayanların tescil başlangıç tarihinden itibaren aile içindeki gelirinin kişi başına düşen aylık tutarı olarak, Kanun’un 82. maddesine göre belirlenen aylık prime esas kazancın (asgari ücretin) iki katı esas alınarak primlerin tahakkuk ettirilmesi öngörülmüştür.
33. Öte yandan 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi kapsamında kalan kişilerin genel sağlık sigortası kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için ise Kanun’un 67. maddesinde belirtildiği üzere sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 48. maddesine göre tecil ve taksitlendirmeleri devam edenler hariç 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması gerekmektedir.
34. Sonuç itibariyle 01.01.2012 tarihine kadar (g) bendi kapsamında kalan ancak Genel Sağlık Sigortasına tescil için başvurmayan bir kişi 01.01.2012 tarihinden itibaren re'sen (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortası kapsamına alınacak, gelir testi müracaat bildiriminin kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren bir ay içinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvuracaktır. Ancak re'sen tescil edilmesi ve gelir testine tabi tutulması yeterli olmayıp Kanun’un 67. maddesine göre sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısı bulunması veya 60 günden fazla prim ve prime ilişkin borcunun bulunmaması gerekmektedir.
35. Yeri gelmişken 19.01.2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile 5510 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 45. madde üzerinde de durulmalıdır.
36. Yersiz yapılan sağlık giderlerinin terkini başlıklı 5510 sayılı Kanun’un Geçici 45. maddesinde “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/1/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
37. Maddenin gerekçesinde ise “Geçici 45 inci madde ile; 5510 sayılı Kanuna göre ülkemizde yaşayan vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemler 2012 yılı Ocak ayı itibariyle tamamlandığından, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesi amaçlanmıştır.” denilmiştir.
38. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Geçici 45. maddesi Türkiye’de ikametgâhı olan herkesin genel sağlık sigortası kapsamına alınması çalışmalarında yaşanan aksaklıkları, hata ile yapılan sağlık yardımları sonucu doğan mağduriyetleri gidermek amacıyla çıkartılmıştır. Ancak hakkın açıkça kötüye kullanıldığı hâllerin hukuk düzeni tarafından korunmayacağı da açıktır.
39. Bu durumda; hakkın kötüye kullanılması kavramı üzerinde de durmakta yarar vardır. 5510 sayılı Kanun’un “Gelir ve aylık bağlanmayacak hâller” başlıklı 56. maddesinde:
“Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96' ncı madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96' ncı madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.
40. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu'nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda yer almıştır.
41. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir.
42. Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
43. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama, hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
44. Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut; “Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi,” MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
45. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde;
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir.
46. Buna göre; dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukukî ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukukî ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukukî ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, Mustafa / Sarı, Suat: Türk Özel Hukuku 6. Baskı İstanbul 2011, s.226-227).
47. Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
48. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Bunlar dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağıdır. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural/Sarı, s. 225).
49. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s.225).
50. Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrası herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanunu’na göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
51. Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını Kanunun korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.
52. Dürüstlük kuralı, bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlâk ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulanagelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.
53. Medeni Kanun, kötüye kullanılan hakkın hukuk düzeni tarafından korunmayacağını belirtmiş olmakla beraber, bir hakkın ne zaman kötüye kullanılmış sayılacağı konusunda bir açıklamaya yer vermemiştir. Esasen, önceden hangi durumlarda hakkın kötüye kullanılmış sayılacağını belirlemek ve belirtmek mümkün de değildir. Daha önce de ifade edildiği gibi, dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülerek, düzenlenmesindeki imkânsızlık sonucu oluşturulmuş kurallardır. Düzenlemenin bu amacı karşısında, önceden hakkın kötüye kullanılmasının varlığını tespitte esas alınacak unsur ve ölçütleri belirlemek isabetli bir tutum da olmayacaktır. Bu nedenle, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığının her somut olayda, olayın özellikleri dikkate alınarak hâkim tarafından belirlenmesi ihtiyacı ve gerekliliği vardır. Bununla beraber, belirli olguların varlığı bir hakkın kötüye kullanılmış olduğunun göstergesi olabilir. Nitekim hakkın kötüye kullanıldığının kabul edildiği olaylar göz önünde tutularak hakkın kötüye kullanılmış olduğunu gösteren bazı olgular ortaya konulmaktadır. Ancak, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesine yardım eden bu olguların, somut olayda bulunması kesin olarak bir hakkın kötüye kullanıldığını göstermeyeceği gibi bulunmaması da hakkın kötüye kullanılmamış olduğu anlamını taşımaz (Dural/Sarı, s. 239).
54. Bir başka anlatımla, kullanılan hak soyut değil somut olaylara dayanmalıdır. Eğer bir olayda, objektif iyi niyet kurallarına aykırılık varsa, burada hakkın kötüye kullanımı söz konusudur. Objektif iyi niyet kurallarını, her olayda geçerli kabul edilebilecek bir ölçü bulmak mümkün değildir. Hak sahibinin hakkını kullanmada iyi ya da kötü niyetli olduğunu saptamak, kullananın iç dünyası ile ilgili olduğundan bunu belirlemek oldukça güçtür. Dolayısıyla her somut olayda, iyi niyet kurallarına aykırılığın olup olmadığının kendi şartları içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
55. Hakkın kötüye kullanıldığı savunma olarak ileriye sürülmüş olmasa dahi bu husus defi değil itiraz olarak kabul edildiğinden hâkim, dava dosyasından anlaşılan böyle bir durumu re'sen göz önüne almak zorundadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.11.1964 tarihli 1964/2-953 E. ve 1964/640 K. sayılı kararı ile 14.02.1951 tarihli ve 1949/17 E, 1951/1 K. sayılı; 08.11.1991 tarihli 1990/4 E., 1991/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları).
56. Bütün hakların kullanılmasında ve borçların ifasında uyulması gereken dürüstlük kuralı ve hakların genel sınırlarını oluşturan hakkın kötüye kullanılması yasağı, kamu düzeni ihtiyaç ve gerekleri nedeniyle konulmuş kurallardır. Bu nedenle Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinin her iki fıkrası da emredici niteliktedir. Tarafların aralarındaki ilişkide dürüstlük kuralının ve hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanmayacağını kararlaştırmaları mümkün değildir. Dürüstlük kuralına veya hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı bir davranış, doğrudan hakkın mevcudiyetini ortadan kaldırdığından bir itiraz teşkil eder. Bu nedenle, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden hâkim, dürüstlük kuralına aykırı, hakkın kötüye kullanılmasını oluşturan davranışı tespit ediyorsa, ilgili tarafından ileri sürülmemiş olsa bile kendiliğinden (re'sen) bunu dikkate almalıdır (Dural/Sarı, s.243-244).
57. 5510 sayılı sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Geçici 45. maddesi uyarınca genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31.01.2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar tahsil edilmeyecektir.
58. Somut olayda; davacının 15.09.2003 tarihinde eşinden boşandığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Denetmeni tarafından yapılan inceleme neticesinde 30.12.2015 tarihinde düzenlenen araştıma ve inceleme raporunda davacı ile eski eşinin boşanma kararı sonrasında birlikte yaşadığı sonucuna varıldığı, düzenlenen rapor üzerine hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla yersiz ödenen ölüm aylıkları ile yersiz tedavi giderlerinin borç çıkartılması üzerine eldeki davanın açıldığı, yargılama sürecinde davacının boşandığı eşiyle eylemli olarak birlikte yaşadığı olgusunun kesinleştiği ve uyuşmazlığın sağlık giderleri yönünden devam ettiği anlaşılmaktadır.
59. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalara, somut olaya ilişkin maddi ve hukukî olgulara göre; davacının eşinden boşandığı hâlde boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam ettiği, boşandığı hâlde eşiyle birlikte yaşamaya devam ederek hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla hak etmemesine rağmen 5510 sayılı Kanun uyarınca genel sağlık sigortasından yararlandığı, bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un Geçici 45. maddesi kapsamına girdiği ancak davacının hakkını kullanırken hakkın tanınmasındaki amaca uygun davrandığından bahsetmek mümkün olmadığının diğer bir ifadeyle davacının 4721 sayılı TMK'nın 2. maddesi kapsamında hakkını açıkça kötüye kullandığının kabulü gerekir.
60. Sonuç itibariyle 4721 sayılı Kanun’un 2. maddesi kapsamında hakkını kötüye kullanan davacının 5510 sayılı Kanun’un Geçici 45. maddesinden yararlandırılması mümkün bulunmamaktadır. 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderleri yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 67. maddesinde belirtilen şartları sağlamadığından Kurumca yapılan sağlık giderlerinin iadesi gerekmektedir.
61. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 12.03.2019 tarihli ve 2015/10-2743 E., 2019/275 K., sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
62. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin 1. bendinin (g) alt bendi ile herkesin genel sağlık sigortalısı olduğu, yine aynı Kanun’un Geçici 45. maddesi uyarınca 31.01.2012 tarihine kadar yapılan sağlık giderlerinin talep edilemeyeceği, 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderleri yönünden ise davacının 5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin ilgili bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayıldığından ve 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olduğu, bu nedenle mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
63. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
64. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/1. maddesi gereğince dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 14.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Bozma ve direnme kararı kapsamına bakıldığında özel daire ile mahkeme arasındaki uyuşmazlık; davacının boşandığı eşiyle eylemli olarak birlikte yaşadığı kesinleşen eldeki davada, Kurum tarafından hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla davacıya yapılan sağlık harcamalarının tahsilinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığa konu sağlık giderleri 22.10.2008 ila 21.04.2016 tarihleri arasında yapılmıştır. Bu sağlık giderlerinin geri istenip istenemeyeceğiyle ilgili olarak, aşamalardaki mevzuat değişiklikleri gözetilerek 31.01.2012 tarihinden önce yapılanlar ile bu tarihten sonra yapılanlar olmak üzere konuyu ikiye ayırarak değerlendirme yapmak gerekir.
19.01.2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Kanunun 12. maddesi ile 5510 sayılı Kanuna eklenen Geçici 45. maddede, “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31.01.2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise, 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde düşük gelir düzeyinde olmayan ve ayrıca belirtilen başka bir nedenle sağlık güvencesine hak kazanamayan kişiler Genel sağlık Sigortası kapsamına alınmışlardır. Bu kişiler açıkça Genel sağlık Sigortasının kapsamı dışında bırakılmamış olan kişilerdir
5510 sayılı Kanun’un 60. maddesinin “g” bendi kapsamında kalanların genel sağlık sigortası başlangıcı ve tescili 61. maddenin birinci fıkrasının “f” bendinde düzenlenmiştir. İlgili bent 13.02.2011 tarihli 6111 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile değiştirilmeden önce “(g) bendinde sayılanlar; diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları tarihten itibaren genel sağlık sigortalısı sayılır ve bu tarihten itibaren bir ay içinde verecekleri genel sağlık sigortası giriş bildirgesi ile tescil edilirler.” şeklinde düzenlenmişken; daha sonra 6111 sayılı Kanun ile 61. maddenin birinci fıkrasının “f” bendi değişikliğe uğramış ve “(g) bendinde sayılanlar; diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları veya diğer bentlere göre genel sağlık sigortasından yararlanma haklarının sona erdiği tarihten itibaren bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılırlar ve Kurumca re'sen tescil edilirler.” olarak yeniden düzenlenmiştir.
5510 sayılı Kanunun 67. maddesinde sağlık hizmetlerinden yararlanma şartları düzenlenmiştir. Bu maddede genel sağlık sigortasından yararlanma şartları belirtilmiş ve eldeki davada davacının bu çerçevede prim ödemesi bulunmasa dahi anılan Kanunun 60. maddesinin -g- bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayıldığı belirgin olup, davalının 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borcunun Kurum tarafından tahsilinin mümkün bulunmasına göre prim borcunun varlığı nedeniyle yersiz sağlık giderlerinden de sorumlu tutulamayacağı açıktır.
Somut olayda; 31.01.2012 tarihinden önceki dönem bakımından yersiz ödendiği ileri sürülen sağlık giderleri yönünden, sigortalılığın zorunlu oluşu kenar başlığını taşıyan 5510 sayılı Kanunun 92. maddesinin “... genel sağlık sigortası kapsamındaki kişilerin genel sağlık sigortalısı olması zorunludur...” hükmünü içermesi, anılan Kanunun geçici 45. maddesinde, bu kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31.01.2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmeti giderlerinin tahsil edilmeyeceğinin öngörülmesi, 01.10.2008 tarihi itibariyle boşandığı kocasıyla birlikte yaşadığı belirgin bulunan davalının, anılan tarih itibariyle 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin –g- bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı bulunması, geçici 45. maddede yer alan “... bu kanuna göre...” ibaresinden kastedilen kanunun 01.10.2008 yürürlük tarihli 5510 sayılı Kanun olması karşısında, 31.01.2012 tarihine kadar yapılan sağlık giderleri talep edilemeyecektir. 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderleri ise davalının 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin ilgili bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayıldığından ve 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olduğu göz önüne alındığında, belirtilen giderler genel sağlık sigortalısı sayılan sigortalıdan talep edilemeyecektir.
Açıklanan gerekçelerle, davaya konu sağlık giderlerinin Kurumca tahsilinin mümkün olmadığı açık olup yukarıda açıklanan esaslara da uygun olarak verilen direnme kararının onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.