Hukuk Genel Kurulu 2019/759 E. , 2021/1663 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 15. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 09.04.2007 tarihinden iş sözleşmesinin haklı nedene dayanılmaksızın feshedildiği 23.10.2010 tarihine kadar tır şoförü olarak çalıştığını, günlük ortalama 11-12 saat, süreli yüklerin olması durumunda 17 saat aralıksız araç kullandığını, ayda ortalama 2-3 hafta tatilinde ve hemen hemen tüm dini ve milli bayramlarda çalıştığını ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; zamanaşımı def’inde bulunduklarını, iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini, uzun yol şoförlerinin günlük ve haftalık araç kullanma sürelerinin yasal düzenlemelerle belirlendiğini, ayrıca davacıya fazla çalışma yapması hususunda talimat verilmediğini, genel tatil ücreti taleplerinin de yerinde olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Bakırköy 15. İş Mahkemesinin 13.12.2012 tarihli ve 2010/290 E., 2012/670 K. sayılı kararı ile; davalı işverence iş sözleşmesinin haklı nedene dayanılmaksızın feshedildiği, davacının genel tatiller ile hafta tatillerinde çalıştığı, fazla çalışma yaptığı, yıllık izin ücreti alacağının bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Onama Kararı:
7. Bakırköy 15. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 12.09.2013 tarihli ve 2013/6764 E., 2013/14481 K. sayılı kararı ile; “…Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA..” karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Davalı vekili 12.11.2013 havale tarihli dilekçesi ile maddi yanılgıya dayalı kararın düzeltilmesini talep etmiştir.
10. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 08.04.2014 tarihli ve 2014/3964 E., 2014/7620 K. sayılı kararı ile; “…Dosya ve eklerinin yeniden incelenmesinde eldeki davada dinlenen tanıkların davalı vekilinin emsal olarak sunduğu 22.Hukuk Dairesi tarafından temyiz incelemesi yapılarak bozulmasına karar verilen davalarda da tanık olarak dinlendiği, tanıkların kendilerine tahsis edilen davalıya ait araçlarda müstakil şoför olarak çalıştıkları, davacının fazla mesai yapıp hafta tatilleri ile milli bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını beyan etmişlerse de davacının fiili çalışma düzeni ve mesai saatlerini bilebilecek konumda olmadıkları, daha ziyade kendi mesai düzeni ve saatlerinden bahsettikleri, ayrıca işyerinde şoför olarak çalışan davacı konumundaki işçilerin gittikleri mesafeye göre harcırah aldıkları, tanık anlatımları dışında fazla mesai ve tatil mesaisine ilişkin yazılı belge sunulmadığı, bu nedenle ispat edilemeyen fazla mesai, hafta tatili ile milli bayram ve genel tatil mesai ücret taleplerinin reddi gerektiği, ayrıca son aya ait bordroda tahakkuk ettirelerek ödenen yıllık izin ücretinin hesap edilen yıllık izin ücretinden mahsup edilmesi gerektiği halde bunun gözden kaçtığı ve bu hali ile Dairemiz onama ilamının maddi hataya dayandığı görülmekle davalının maddi hata talebi kabul edilmeli, Dairemiz onama kararı kaldırılmalıdır.
1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2-Davacı vekili davacının davalıya ait işyerinde yurt içi tır şoförü olarak çalıştığını, yasal asgari ücret yanında kilometre başına prim aldığını, kullandıkları araçların akaryakıtlarında %2 ile %5 arasında indirime gidileceğinin sözlü olarak beyan edildiğini,bu uygulama sonucu kilometre primlerinden mahrum kalacakları gibi ilaveten bordro yasal asgari ücretlerinin de etkileneceğini, bu değişikliğin kabulünün mümkün olmadığını işverene ilettiklerini, işverenin konu ile ilgili savunmalarını talep ettiğini, savunmalarında indirilen mazot miktarları ile fiilen çalışmalarının mümkün olmadığını, eski oranlar üzerinden değişiklik yapılmadan yükleme talimatı verilmesi durumunda verilen talimatları yerine getirebileceklerini beyan etmeleri üzerine kullandığı aracın geri alınarak iş akdinin 23.10.2010 tarihinde haksız ve tazminatsız olarak feshedildiğini,günde asgari 11-12 saat ve bazı durumlarda 17 saate kadar ortalama aylık 2-3 hafta tatili ile genel tatil ve mili bayramlar dahil çalışmasına rağmen karşılıklarının ödenmediğini iddia ederek kıdem tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili davacının iddialarının asılsız olduğunu, davacının iş akdinin görevini yerine getirmemesi, 100'e yakın şoförü organize ederek işbaşı yapmamaları hususunda telkinde bulunarak işyeri düzen ve huzurunun bozulmasına neden olması, şirketi zarara uğratması nedeniyle iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini beyanla davanın reddini istemiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucu toplanan dellilere ve alınan bilirkişi raporuna göre davacının iş sözleşmesinin feshinin haksız olduğu, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı, ayrıca bilirkişi raporunda hesap edilen alacaklarının bulunduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Fazla mesai,hafta tatili ile milli bayram ve genel tatil mesai ücretine hak kazanıp kazanmadığı ihtilaflıdır.
Fazla çalışma yaptığı, hafta tatilinde, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçi, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Fazla çalışma yapıldığının, hafta tatilinde, ulusal bayram ve genel tatillerde çalışıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, yazılı delil niteliğindedir. Ancak, sözü edilen çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda, tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bununla birlikte, işyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de, anılan çalışmaların olup olmadığı araştırılmalıdır.
Somut olayda, Mahkemece, tanık beyanlarına itibarla, davacı işçinin fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarına yönelik talepleri hüküm altına alınmıştır. Davacının, şehirlerarası nakliyat işinde tır şoförü olarak çalıştığı sabittir. Davalı vekilince, takograf kayıtları zayi olduğundan bahisle sunulmamıştır. Anılan çalışmaların varlığı bakımından dosyada başkaca değerlendirmeye elverişli yazılı işyeri kaydı da bulunmamaktadır. Davacı tanıklarının ise, davacının işinin niteliği gereği, anılan çalışmalar hakkında görgüye dayalı bilgilerinin bulunması beklenemez. Karayolları Trafik Kanunu ve Yönetmeliğinin günlük yasal araç kullanma ve dinlenme sürelerine ilişkin sınırlamaları karşısında, dosya kapsamına göre, davacı tarafça anılan çalışmaların varlığı kanıtlanamamıştır. Kaldı ki, işyerinde kilometre başına prim ödenmesi uygulamasının bulunduğu da anlaşılmaktadır. Anılan sebeperle, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulü hatalı olmuştur.
3-Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır.
Somut olayda, dosyaya sunulan fesih ayına ilişkin ücret bordrosunda yıllık izin ücreti tahakkuku bulunmakta olup, banka kayıtlarından bordro tahakkukunun işçiye banka aracılığıyla ödendiği anlaşılmaktadır. Hal böyleyken, anılan yıllık izin ücreti ödemesinin nazara alınmaması hatalıdır.
Diğer taraftan, gerek 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun mülga 77. maddesi, gerekse 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 80. maddesi uygulaması açısından yıllık izin ücreti prime esas kazançlar içerisindedir. Hal böyleyken, Mahkemece, yıllık izin ücreti alacağında, işçi payına düşen prim kesintilerinin nazara alınmaksızın, damga ve gelir vergisi kesintilerinin yapılmasıyla yetinilerek, alacağın net tutarının belirlenmesi ve hüküm altına alınması hatalı olmuştur.
O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının maddi hata talebinin kabulüyle Dairemizin 12.09.2013 günlü ve 2013/6764 Esas 2013/14481 Karar sayılı ONAMA kararının KALDIRILMASINA, Mahkemenin 13.12.2012 günlü ve 2010/290 Esas,2012/670 Karar sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle BOZULMASINA…” karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
11. Bakırköy 15. İş Mahkemesinin 30.12.2014 tarihli ve 2014/305 E., 2014/521 K. sayılı kararı ile; onama kararından sonra hükmün kesinleştiği ve bu karara karşı karar düzeltme yoluna gidilemeyeceği, Özel Dairece emsal dosyalarda verilen kararlara istinaden onama kararı kaldırılmış ise de, hukukî yorum farklılıklarının maddi hata olarak değerlendirilemeyeceği, ayrıca davacının karar düzeltme talep dilekçesinde yıllık izin konusunda herhangi bir itirazının veya talebinin bulunmadığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince talepten fazlasına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiş, bu karara karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
12. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.04.2017 tarihli ve 2015/7-2568 E., 2017/745 K. sayılı kararı ile; direnmeye ilişkin kısa kararının usulün öngördüğü nitelikleri haiz olmadığı gerekçesiyle direnme kararının usulden bozulmasına karar verilmiştir.
13. Bakırköy 15. İş Mahkemesinin 06.10.2017 tarihli ve 2017/275 E., 2017/495 K. sayılı kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin olduğu belirtilen bozma kararına ve Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin bozma kararına uyulduğu belirtilerek, davacının, şehirlerarası nakliyat işinde tır şoförü olarak çalıştığı, takograf kayıtları zayi olduğundan davalı tarafından sunulmadığı, dosyada başkaca değerlendirmeye elverişli yazılı işyeri kaydı da bulunmadığı, davacı tanıklarının ise davacının işinin niteliği gereği anılan çalışmalar hakkında görgüye dayalı bilgilerinin bulunmasının beklenemeyeceği, Karayolları Trafik mevzuatının günlük yasal araç kullanma ve dinlenme sürelerine ilişkin sınırlamaları karşısında fazla çalışma, hafta tatili ile genel tatil ücreti alacaklarının kanıtlanamadığı, kaldı ki, işyerinde kilometre başına prim ödenmesi uygulamasının da bulunduğu, yıllık izin ücreti alacağı yönünden ise bordroda ödendiği belirtilen miktarın anılan alacaktan mahsup edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
14. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 27.12.2017 tarihli ve 2017/27566 E., 2017/22161 K. sayılı kararı ile; mahkemece uyulmasına karar verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında direnme kararının usulüne uygun olmadığı gerekçesi ile kararın bozulduğu, öncesinde Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin bozma kararına direnildiğine göre Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararına uyulmasından sonra davacı yararına usulî kazanılmış hak niteliğinde olan direnme kararı uyarınca karar verilmesi gerektiği hâlde Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin bozma kararı gereğince yargılama yapılarak karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
15. Bakırköy 15. İş Mahkemesinin 06.03.2018 tarihli ve 2018/6 E., 2018/112 K. sayılı kararı ile; Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin bozma kararına uyularak ilk direnme kararının gerekçesine yer verilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
16. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda,
1-Mahkemece verilen kararın Özel Dairece önce onanması, sonrasında ise davalı vekilinin maddi hata düzeltme talebi üzerine onama kararının kaldırılarak bozma kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı,
2-Davacının fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının ispatlanıp ispatlanamadığı, buradan varılacak sonuca göre anılan alacaklarının reddinin gerekip gerekmediği,
3-Yıllık izin ücreti alacağı yönünden maddi hata düzeltme dilekçesinde davalının itirazının bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre yıllık izin ücreti alacağının bozma konusu yapılıp yapılamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
18. Öncelikle hüküm, kanun yolu, temyiz, karar düzeltme, yargılamanın yenilenmesi, istinaf, kesin hüküm, kanun yolunda usulî kazanılmış hak, maddi hata, hukukî hata ve hukukî güvenlik kavramlarından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
I. Hüküm:
19. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 9. maddesine göre 'Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır'. Yine Anayasa’nın 138. maddesinin 1. fıkrasında ise, 'Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.' düzenlemesi bulunmaktadır. Bu anayasal düzenlemeler dikkate alındığında yargı yetkisinin kullanılmasının kanun ve hukuk kuralları çerçevesinde karar (hüküm) vermek anlamına geldiği söylenebilir.
20. Yargılamaya son veren ve hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararlara nihaî karar denir. Meselâ, yetkisizlik kararı, görevsizlik kararı, boşanma kararı, aylık kiranın tespiti kararı, dava sırasında (dava konusu) borcun ödenmiş olması nedeniyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı gibi.
21. Hâkim nihaî karar ile o davadan elini çeker, verdiği karardan dönemez ve onu değiştiremez. Fakat (ara kararlardakinin aksine) nihaî kararlar temyiz edilebilir. İşte, nihaî kararlar temyiz edilip Yargıtayca bozulmadıkça, hâkimin nihaî kararla sonuçlandırmış olduğu davaya tekrar bakması (el koyması) caiz değildir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s. 3004-3005).
22. Mahkemeler, önlerine gelen uyuşmazlığı, tarafların sulh olması, davadan feragat edilmesi, davanın kabul edilmesi yahut geri alınması gibi istisnalar dışında, esas hakkında verecekleri nihaî kararla çözerler. Mahkemenin verdiği her karar, prensip olarak onun, önüne gelen somut uyuşmazlık hakkında, 'Anayasa, kanunlar ve hukuk' çerçevesindeki vicdani kanaatini ifade eder. Bu vicdani kanaatin, söz konusu çerçeveye uygunluğu ise kararın gerekçesiyle ortaya konulur. Bundan dolayıdır ki, Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmak zorundadır. Bu çerçevede yargısal karar, mahkemenin önüne gelen uyuşmazlık hakkında açıkladığı kanaatinden ibarettir. Diğer bir ifadeyle yargısal karar, mahkemenin somut bir hukukî soruna ilişkin kanaat açıklamasıdır.
23. Yargısal karar olarak nitelendirdiğimiz bu kanaat açıklaması, muhatapları açısından bağlayıcı sonuçlar doğurur. Öyle ki, kararın gereğinin muhatabı tarafından yerine getirilmemesi hâlinde, eda hükmü içerenlerin ilâmlı icra yoluyla (zorla) yerine getirilmesi mümkündür (Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s.1967).
24. Bu açıklamalardan yola çıkıldığında, hüküm, hâkimin dava yolu ile önüne getirilen uyuşmazlıkla ilgili yaptığı yargılama faaliyeti sonucunda verdiği, davayı esastan çözen, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran karar olarak tanımlanabilir.
25. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 294. maddesinin 1. fıkrasında, 'Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihaî kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihaî karar, hükümdür.' şeklinde esasa dair, uyuşmazlığı çözen mahkeme kararının hüküm olduğu yönünde düzenleme yapılmıştır.
II. Kanun yolu:
26. Kanun yolu, davanın taraflarına tanınan bir hukukî yoldur ki, bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
27. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru, s. 4483).
28. Nihaî kararların kesinleşmesine engel olan kanun yollarına normal kanun yolu denir. Yani, normal kanun yoluna başvurulması hâlinde, hakkında kanun yoluna başvurulan nihaî karar bu yollardan geçmeden kesinleşmiş olmaz. Normal kanun yolu, henüz kesinleşmemiş olan nihaî kararlar için tanınmış bir kanun yoludur. Bir karara karşı normal kanun yoluna başvurulursa, o kararın kesinleşmesi önlenmiş, yani kanun yoluna başvurmanın sonucuna kalmış olur. Normal kanun yolu süresi içinde bu yola gidilmezse veya gidildiği hâlde karar onanır ve başka bir kanun yolu da yok ise, nihaî karar kesinleşir (Kuru, s.4484).
29. Başka bir anlatımla kanun yolları sonsuz değildir. Kanunda hükme karşı öngörülen kanun yollarının tüketilmesi ile ya da kanun yollarına başvurma sürelerinin geçirilmesi ile karar kesinleşir. Artık o hükme karşı normal bir kanun yoluna başvurulması mümkün olmaz.
30. Bununla birlikte kesinleşmiş hükümlere karşı tanınmış olan kanun yoluna olağanüstü kanun yolu denmekte olup, olağanüstü kanun yoluna konu karar esasında normal kanun yollarından geçerek ya da kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Ancak kanunda öngörülen bazı sebeplerin varlığı hâlinde kanun koyucu kesinleşmiş hükmün kaldırılması ya da değiştirilmesi imkânını tanımıştır.
31. Türk medeni usul hukukunda kanun yolları nihaî kararlar için kabul edilmiştir. Mahkemelerin nihaî olmayan kararlarına, başka bir deyişle ara kararlarına karşı öngörülmüş genel bir kanun yolu sistemi yoktur.
32. Medeni usul hukuku alanındaki Kanun, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) iken bu Kanun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır.
33. Ne var ki, HMK’nın 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (6217 sayılı Kanun) 30. maddesi ile 6100 sayılı Kanun'a Geçici 2. maddeden sonra gelmek üzere Geçici 3. madde eklenmiş, maddenin 2. fıkrası 6723 sayılı Danıştay Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (6723 sayılı Kanun) 34. maddesi ile düzenlenmiş, daha sonra 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 47. maddesi ile Geçici 3. maddenin 2. fıkrasındaki “454” ibaresi “444” şeklinde değiştirilerek yeniden düzenlenmiş olup, HMK'nın Geçici 3. maddesinde;
'(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur (Ek cümle: 1/7/2016-6723/34 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.' hükmü bulunmaktadır.
34. Madde hükmüne göre bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında bu kararlar kesinleşinceye kadar mülga 1086 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
35. Somut uyuşmazlıkta bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihinden önce karar verildiğinden HMK'nın Geçici 3. maddesinin 2. fıkrası uyarınca 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444. madde hükümlerinin uygulanması gerektiğinden kanun yolu açıklamaları bakımından HUMK ile HMK ve bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği dönem dikkate alınarak ikili bir değerlendirme yapılmasında yarar vardır.
a. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun Uygulandığı Dönem Bakımından Kanun Yolları:
aa. Genel açıklama:
36. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde temyiz, karar düzeltme ve yargılamanın iadesi olmak üzere üç kanun yolu mevcut idi. Bunlardan temyiz ve karar düzeltme normal (olağan) kanun yolu; yargılamanın iadesi ise olağanüstü kanun yolunu oluşturmaktadır.
ab. Temyiz:
37. Temyiz kanun yolunda, hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Bu nedenle temyiz sadece hukukun yanlış uygulanmış olduğu sebebine dayanabilir. Temyiz talebinde yeni vakıalar ileri sürülürse, bunların Yargıtayca incelenmesi caiz olmadığından Yargıtay sadece hukukun yanlış uygulanmış olup olmadığını incelemekle yetinir (Kuru, s. 4502).
38. Başka bir deyişle, temyiz kanun yolunda mahkemenin kararı temyiz mercii olan Yargıtay tarafından hukuka uygunluk bakımından denetlenir; dava yolu ile önüne gelen uyuşmazlık hakkında mahkemenin verdiği kararın hukuka ve kanuna uygunluğu denetim konusu yapılır. Kural olarak temyiz incelemesinde daha önce ileri sürülmeyen yeni vakıaların ve delillerin ileri sürülmesi mümkün değildir.
39. Temyiz kanun yolu mülga HUMK’nın 427 ilâ 439. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Buna göre mahkemelerce verilen nihaî kararlara karşı temyiz yoluna başvurulması mümkündür. Ancak kanunlardaki özel hükümler gereği kesin olduğu belirtilen kararlar ile miktar veya değeri Kanunda öngörülen sınırın altında kalan kararların temyizi kabil değildir.
40. Temyiz sebepleri ise HUMK’nın 428. maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmü dikkate alındığında öncelikle kanunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmamış olması temyiz (bozma) nedenidir. Kanun yanında (kanunlara aykırı olmayan) yönetmeliklerin, örf ve âdet hukukunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmaması da kuşkusuz temyiz nedenidir. Bunların yanında taraflar arasında yapılmış sözleşmenin somut olaya uygulanmasında yapılan yanlışlık da temyiz nedeni olacaktır. Öte yandan mahkemenin görevsiz olması, tarafları, dava sebebi ve konusu aynı olan davalar hakkında birbirine çelişik kararlar verilmiş olması, delillerin kanuni sebep olmaksızın reddedilmesi, mahkemenin yani adli yargı içindeki hukuk mahkemesinin değil de örneğin idari yargı içinde yer alan bir mahkemenin görevli olması, hâkimin davaya bakmasının yasak olması, bir usul kuralının yanlış uygulandığına ilişkin itirazın incelenmemiş olması, usul kurallarına muhalefet edilmesi (bu temyiz nedeni kapsamında olmak üzere hükmün gerekçe içermemesi, dava şartlarının bulunmaması tek başına bozma nedeni ise de tek başına bozma nedeni oluşturan usulî hataların dışındaki usul kurallarına aykırılıkların temyiz (bozma) nedeni oluşturabilmesi için, Kanun'un 428. maddesinin 2. fıkrasında belirtildiği üzere bu usulî yanlışlığın, yapılmasaydı verilen kararı değiştirebilecek nitelikte esaslı olmasına bağlıdır) ve maddi meselenin takdirinde hata edilmiş olması temyiz nedenleri arasında sayılmıştır. Kanun'da yazılı olduğu şekli ile 'meselei maddiyenin takdirinde hatâ edilmesi' temyiz nedenine dayanarak Yargıtayın delillerin takdirinin doğru yapılıp yapılmadığını inceleyerek böylece istinafın boşluğunu doldurmaya çalıştığı bilinmektedir.
41. Yargıtay ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse mahkeme kararını kısmen ya da tamamen bozar. Yargıtay hükmü bozmakla yetinir ve kararında bozma nedeni veya nedenlerini gerekçesi ile belirtir. Yoksa ilk derece mahkemesinin yerine geçerek bir karar veremez veya yeniden yargılama yapamaz (Pekcanıtez, s. 2363).
42. Yargıtay hükmü usul ve kanuna uygun bulursa temyiz itirazlarını reddederek mahkeme kararının onanmasına karar verir.
ac. Karar düzeltme:
43. Karar düzeltme (tashihi karar), Yargıtayın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bazı kararlarına karşı tanınmış olan (kendine özgü) normal bir kanun yoludur. Yani, bir hüküm hakkında Yargıtay'ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu karara karşı karar düzeltme yolu açık ise (HUMK m.440), o hüküm, ancak karar düzeltme yolunun tükenmesi ile (şekli anlamda) kesinleşebilir.
44. Kanun yolu denince, kural olarak, bir kararın üst mahkeme tarafından incelenmesi anlaşılır buna kanun yolunun aktarıcı etkisi denir. Bir başka anlatımla kanun yolunun aktarıcı etkisi kararın aynı seviyede değil bir üst yargı organı tarafından incelenmesidir. Bu şekilde aynı derecedeki mahkemelerin benzer hataları önlenerek hükmün daha tecrübeli ve uzman bir yargı organı tarafından denetlenmesi sağlanır. Bu bağlamda istinaf ve temyizde kararın denetimi bir üst mahkemede yapıldığından bu kanun yolarının aktarıcı bir etkisi bulunmakta olup karar düzeltme ve yargılamanın yenilenmesi kanun yollarında bir üst mahkemede denetim yapılmadığından aktarıcı etkisi bulunmamaktadır.
45. Karar düzeltme yolunda, karar düzeltme talebi, bu kararı vermiş olan Yargıtay dairesinde (veya aleyhine karar düzeltme yoluna başvurulan karar Hukuk Genel Kurulu kararı ise, HGK'nda) incelenip karara bağlanır. Bu nedenle, karar düzeltme yolu, Yargıtayın temyiz incelemesi sırasında yapmış olduğu hatalardan dönmesini sağlayan (temyiz yolunun devamı niteliğindeki) kendine özgü bir kanun yoludur (Kuru, s.4851, 4852).
46. Karar düzeltme yolu ile Yargıtay hukuk dairesinin veya direnme kararının temyizinden sonra inceleme yaparak karar veren Hukuk Genel Kurulunun verdiği kararı tekrar incelemesi sağlanmak istenmektedir (Pekcanıtez, s.2369).
47. Görüldüğü üzere karar düzeltme ancak Yargıtayın temyiz incelemesi sonucu vermiş olduğu kararlara karşı başvurulabilen bir olağan kanun yoludur. Temyiz edilmemiş karara karşı karar düzeltme isteminde bulunulması mümkün değildir.
48. Bunun gibi, verildiği anda kesin olan ya da karar düzeltme yolu kapalı olan kararlara karşı da karar düzeltme isteminde bulunulması söz konusu olmayacaktır.
49. Karar düzeltme mülga 1086 sayılı Kanun'un 440. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;
“I. Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:
1- (Değişik: 16/7/1981 - 2494/31 md.) Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,
2- Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması,
3- Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması,
4- Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması,
II. Yargıtay evvelce cevapsız bırakılan itirazları kendi görüşüne göre hükme etki yapacak nitelikte bulmazsa karar düzeltilmesi isteği üzerine vereceği kararda bu itirazları reddederken herbiri hakkında gerekçe göstermek zorundadır'.
50. Maddenin 3. fıkrasında ise hangi kararlara karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı düzenlenmiştir.
51. Görüldüğü üzere karar düzeltme belli bir süreye bağlandığı gibi, Yargıtayın verdiği her karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi de mümkün değildir.
52. Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, 25.10.2017 tarihli ve 30211 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 8. maddesinin son fıkrasında, Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı hükme bağlandığından, iş mahkemelerinden verilen kararların temyiz incelemesi sonucu Yargıtay ilgili dairesince verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilemez.
ad. Yargılamanın iadesi:
53. Yargılamanın iadesi, bazı ağır yargılama hatalarından ve noksanlarından dolayı, maddi anlamda kesin hükmün bertaraf edilmesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan fevkâlede (olağanüstü) bir kanun yoludur (Kuru, s. 5165).
b. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Uygulandığı Dönem ve Bölge Adliye Mahkemelerinin Faaliyete Geçmesinden Sonraki Dönem Bakımından Kanun Yolları:
ba. Genel açıklama:
54. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda olağan kanun yolları istinaf ve temyiz olmak üzere iki aşamalıdır. Bu Kanun'un düzenlemesi bakımından da yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yolu olma özelliğini devam ettirmektedir.
bb. İstinaf:
55. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
56. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihaî kararlar yanında usulî nihaî kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukukî korumalardan olan ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun'un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
57. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda istinaf sebepleri gösterilmemiştir. Bununla birlikte istinaf yolunu düzenleyen 341 ilâ 360. maddelerden hareketle istinaf sebeplerini tespit etmek mümkündür. Şöyle ki, özellikle 342, 352, 353 ve 355. maddelerdeki hükümler birlikte değerlendirildiğinde, genel olarak istinaf sebeplerinin, ilk derece mahkemesince vakıaların incelenmesi, vakıaların ispatı için ileri sürülen ve toplanan delillerin değerlendirilmesi, yargılama usulü ve hukukun uygulanması ile ilgili noktalardaki kabulüne ilişkin eksiklik ya da yanlışlıklar sebebi ile istinaf yoluna başvurulabileceği sonucu çıkmaktadır. Başka bir anlatımla, vakıaların tespit ve değerlendirilmesindeki hatalar ile hukukun uygulanmasından kaynaklanan yanlışlıklar istinaf sebebi olacaktır.
58. İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesinin kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur. İstinafın kapsamını HMK’nın 355. maddesi belirlemiş olup bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; bu kapsamda istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra, kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. Nitekim HMK’nın 357. madde hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince re’sen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.
59. Duruşma yapılmasına gerek olmayan, usulî hataların bulunduğu Kanun'un 353. maddesinin (a) fıkrasının 1 ilâ 6. bentleri arasında düzenlenen durumlarda bölge adliye mahkemesi istinaf incelemesi yaparak ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.
60. Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (HMK m. 353/b-1).
61. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesinde dava reddedilmiş ise, red kararını kaldırarak davanın kısmen ya da tamamen kabulüne; dava kabul edildiği hâlde reddi gerekmekte ise kabul ya da kısmen kabul kararını kaldırarak red kararı verir.
62. Öte yandan HMK’nın 353. maddesinin 6. fıkrasının (b) bendinin iki numaralı alt bendi uyarınca yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise Bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp düzelterek yeniden esas hakkında hüküm verir.
bc. Temyiz:
63. Temyiz kanun yolu HMK'nın 361 ve devam eden maddelerinde düzenlenmiştir. HMK’nın 361. maddesine göre, 'Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir'. Görüldüğü üzere temyiz kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. Kanun'un 362. maddesi ile hangi kararlara karşı temyiz yoluna gidilemeyeceği düzenlenmiştir.
64. Temyiz sebepleri HMK’nın 371. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması; dava şartlarına aykırılık bulunması; taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiştir.
65. Yargıtay taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse, bozma kararı verecektir. Ancak, temyiz başvurusu bölge adliye mahkemesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir. Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Öte yandan dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi, HMK’nın 344. maddesi uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir. Gerek ilk derece mahkemesi gerek bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.
bd. Yargılamanın iadesi:
66. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yargılamanın iadesi kanun yolunu kabul edip düzenlemiş ve tıpkı HUMK gibi bu kanun yolunun kesin olan ya da kesinleşmiş kararlara karşı ancak Kanunda sayılan belirli bazı hâllerde gidilebileceğini hüküm altına almıştır. HMK'nın 'Yargılamanın iadesi' başlıklı 375. maddesinde hangi hâllerde kesin olan ya da kesinleşmiş olan bir karara karşı bu olağanüstü kanun yoluna başvurulabileceğini ayrıntılı olarak düzenlemiştir.
III. Kesin hüküm:
67. Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
68. Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle ve dava şartı yokluğundan reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi ilk defa Yargıtayda (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve hatta bozmadan sonra da ileri sürülebilir ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Kuru, s. 4980 vd.).
69. Kesin hüküm derken şekli anlamda kesin hüküm ile maddi anlamda kesin hükmü ayrı ayrı incelemekte yarar vardır.
70. Şekli anlamda kesin hüküm ile kastedilen, bir mahkeme kararına karşı normal kanun yollarına başvurulamayacağıdır.
71. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Bir nihaî karar şekli anlamda kesinleşince, tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil, ancak görülmekte olan davanın sona ermesi demektir. Bundan sonra da aynı taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni bir dava konusu yapılmaması için, başka bir müesseseye yani maddi anlamda kesin hüküm müessesine ihtiyaç vardır (Kuru, s. 4981).
72. Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnaen olağanüstü kanun yoluna başvurarak ya da eski hâle getirme mümkün ise bu suretle şekli anlamda kesin hükmü sona erdirmek mümkündür.
73. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E. 2018/88 K. ve 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E. 2018/1098 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiş ve bir karara karşı kanun yollarına başvurulamaması hâlinde şekli anlamda kesin hükmün gerçekleştiğine vurgu yapılmıştır.
74. Gerek mülga HUMK’da gerekse HMK'da şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli maddelerde geçen 'kesin' 'kesinleşme' 'kesinleşmiş' sözleriyle şekli anlamda kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür.
75. Maddi anlamda kesin hüküm mülga HUMK'da tanımlanmamış olmakla birlikte Kanun'un 237. maddesinde 'Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir.
Kaziyei muhkeme mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır.' şeklinde bir maddi anlamda kesin hükmün şartlarına yer verilmiştir.
76. Hâlen yürürlükte bulunan HMK ise 303. maddesinde maddi anlamda kesin hükmün tanımını yapmıştır. Anılan maddenin 1. fıkrasına göre 'Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir'.
77. Bu hükümden yola çıkıldığında denebilir ki, kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.
78. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin aynılığı, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.
79. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukukî sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.
80. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E., 2018/88 K.; 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E. 2018/1098 K.; 12.10.2021 tarihli ve 2018/(22)9-591 E., 2021/1202 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
81. Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler; bu hâliyle kesin hüküm bir def’i değil itirazdır. Bu bağlılık kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukukî ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir (HGK'nın 06.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E.-2018/1098 K. sayılı kararı).
82. Maddi anlamda kesin hükmün amacı da bu hâli ile mahkeme kararlarına güvenilmesini ve uyulmasını sağlamak, taraflar arasındaki uyuşmazlığı kararın maddi anlamda kesinleştiği andan itibaren geleceğe yönelik olarak sona erdirmek ve nihayet çelişkili kararlar verilmesini önleyerek toplum hayatında hukukî istikrar ve güvenliği tesis etmektir.
IV. Kanun yolunda usulî kazanılmış hak ve maddi hata:
83. Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin hâkimin bir tarafa kesin süre vermesi ile karşı taraf lehine kazanılmış hak doğar.
84. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 23.10.1981 tarihli ve 1981/15-2296 E., 1981/687 K. sayılı kararında '....mesalâ; bir Yargıtay bozma ilamına uyulmasına, ispat yükü kendisine düşen, takdiri delil iddiasını gerçeğe yakın bir şekilde ispat etmiş ve fakat hâkime bir kanaat vermemiş olan tarafa Usulün 365. maddesi hükmünce hâkim tarafından resen and yöneltilmesine; taraflardan birine kesin süre verilmesine (Usul 164) ilişkin ara kararları bu nitelikte olup bunlardan dönme (rücu) caiz değildir. Çünkü, usule ait kazanılmış hak müessesi, Usul Yasasının dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. (9/5/1960 gün 21 E., 9 K. ve 4.2.1959 gün, 13 E. 5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları gerekçelerinden)....' denilmek sureti ile ara kararı ile oluşan kazanılmış hak çeşitlerinden bahsedilmiştir.
85. Hemen belirtilmelidir ki, gerek mülga HUMK’da, gerek HMK’da “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Konu, yargı içtihadı ile gelişmiştir.
86. Öte yandan kanun yolunda oluşan kazanılmış haklar da söz konusudur. Şöyle ki, bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
87. Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulî kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı YİBK).
88. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
89. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması durumunda Yargıtay bozma kararı ile oluşan usulî kazanılmış hak değer taşımayacaktır.
90. Bunun gibi bozmaya uyulmasından sonra o konuda yürürlüğe giren yeni bir kanun karşısında bozma ilamına uyulmakla oluşan usulî kazanılmış hakkında bir değeri kalmayacaktır. HGK'nın 12.03.1997 tarihli ve 1997/7-975 E., 1997/196 K. ile 06.11.1996 tarihli ve 1996/17-561 E., 1997/744 K. sayılı kararlarında bu hususa vurgu yapılmıştır.
91. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K.; 30.01.2013 tarihli ve 2012/1-683 E.,2013/165 K.;23.06.2020 tarihli ve 2016/22-702 E., 2020/443 K. sayılı kararları).
92. Görev konusu da usulî kazanılmış hakkın istisnasıdır. Bu husus 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı YİBK'da '...Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine,...' şeklinde ifade edilmiştir.
93. Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzenine ilişkin konularda da usulî kazanılmış haktan söz edilemez. Ayrıca maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile de usulî kazanılmış hak doğmaz.
94. Burada kısaca 'maddi hata' kavramından bahsetmek gerekir.
95. Maddi hata (hukukî yanılma), maddi veya hukukî bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Birinci Baskı 1976, s. 208).
96. Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
97. Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
98. O nedenledir ki, Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK'nın 13.03.2013 tarihli ve 2013/5-10 E., 2013/548 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-72 E., 2011/99 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-101 E., 2011/128 K., 19.06.2015 tarihli ve 2013/21-2361 E., 2015/1728 K. sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu husus, 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E., 1988/985 K. sayılı kararında '...Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay'ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir...' şeklinde ifadesini bulmuştur.
99. Ne var ki bozma kararında hukukî yönden bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK'nın 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E. 1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usulî kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra kararın devamında '...Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır...' şeklinde ifade edilmiştir.
100. Aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 20.01.1988 tarihli ve 1988/1-249 E., 1988/28 K., 20.12.1989 tarihli ve 1989/12-539 E., 1989/662 K., 15.12.1990 tarihli ve 1990/1-450 E., 1990/608 K. ile 09.03.1994 tarihli ve 1993/17-889 E., 1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür.
V. Hukukî güvenlik:
101. Diğer yandan Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü; Anayasa'nın 138. maddesinin 4. fıkrasında ise, 'Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümleri bulunmaktadır.
102. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmında ise “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır.
103. Nitekim Anayasa Mahkemesinin (AYM) 11.09.2014 tarihli ve 29116 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 26.06.2014 tarihli ve 2013/1752 başvuru numaralı kararında '...Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır…' şeklinde adil yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar yapılmıştır.
104. Anayasa Mahkemesi bu kararında ve başkaca birçok kararında “hukuki güvenlik ilkesi”nin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Hukukî güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasa’nın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukukî güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde bütün devlet faaliyetlerinin belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukukî güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir.
105. Başka bir anlatımla hukuk devletinin hukukî güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere bu ilke ile bağlı olduğu da açıktır.
106. Hukuk devleti, devlet ve insan faaliyetlerine yön veren, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan ilkeler bütünü olduğundan, devletin organ ve kurumları bakımından bu ilkeler birer sınırlama niteliği taşırken, vatandaşlar açısından hukukî güvenlik içinde yaşamanın araçları olarak işlev görmektedir.
107. Hukukî güvenlikle bağlantılı olarak “genellik” ve “öngörülebilirlik”, hukuk devletinin iki temel unsuru kabul edilir. Genellik unsuru, hukukun özel kişi ya da durumlara değil, herkesi kapsayacak biçimde genel, soyut ve tarafsız, geçmişe uygulama yasağı çerçevesinde ileriye yönelik, kamuya açık kurallar üzerine inşa edilmesi anlamını taşır. Hukukun öngörülebilirliği ise, hukukun anlam açısından belirgin ve açıkça ifade edilmiş, istikrarlı ve birbiriyle uyumlu kurallar ile önceden tahmin edilebilir uygulamalara dayanmasıdır. Bireylerin hukukun gerektirdiği şeyi önceden bilmeleri ve davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlayan bir ilke olarak hukukî öngörülebilirliğin hukukî belirlilik ile ilişkisi, bu noktada çok açıktır. Hukuk kurallarının bütünüyle belirsiz olduğu kabul edildiğinde, hukukî öngörülebilirlikten de söz edilemeyecektir. Hukukî güvenirlik ile yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Buradaki asıl amaç hukukî barışın sağlanmasıdır.
108. Nitekim Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında '...Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir…” şeklinde belirlilik ilkesinden ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır.
109. Anayasa Mahkemesi, “hukuki güvenlik ilkesi”nin “öngörülebilirliği” sağlayan işleviyle hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem devlet hem de toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”, “kurumsal” ve “işlevsel” güvenceleri birlikte sağlayacağını kabul etmektedir.
110. Yine Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararında “…Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır...' hususlarına vurgu yapılmıştır.
111. Aynı kararda '...Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır...' ifadelerine yer verilmiştir.
112. Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda belirtmek gerekir ki; HMK'nın Geçici 3. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararların kesinleşmesine kadar HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin 427 ilâ 444. madde hükümlerinin uygulanması gerekeceğinden, Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesine ve HMK'nın yürürlükte olmasına rağmen 20.07.2016 tarihinden önce verilen bir karar HUMK hükümlerine göre temyiz ve karar düzeltme yolu açık ise karar düzeltme kanun yollarının tüketilmesi ile şekli anlamda kesin hüküm hâlini alacaktır.
113. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun kanun yoluna ilişkin hükümlerine tâbi olan kararlar bakımından ise istinaf ve temyiz kanun yollarından geçen kararlar şekli anlamda kesinleşecektir.
114. Bununla birlikte iş mahkemesinde açılan bir davada verilen karara karşı karar düzeltme yolu kapalı ise de, Hukuk Genel Kurulu kararlarında da açıklandığı üzere hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulması mümkün olmayan, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılar bulunduğu takdirde maddi hatanın giderilmesi mümkün olacaktır.
VI. Somut olayın değerlendirilmesi:
115. Davacı vekili, tır şoförü olan müvekkilinin günlük 11-12 saat, süreli yüklerin olması durumunda ise 17 saat aralıksız araç kullandığını, ayda ortalama 2-3 hafta tatilinde ve hemen hemen tüm dini ve milli bayramlarda çalıştığını, yıllık izinlerinin kullandırılmadığını ve karşılığının ödenmediğini ileri sürmüş; davalı vekili ise karayolları trafik mevzuatında uzun yol şoförlerinin günlük ve haftalık araç kullanma sürelerinin düzenlendiğini, davacıya fazla çalışma yapması hususunda talimat verilmediğini, genel tatil ücreti taleplerinin yerinde olmadığını, sunulan belgelerden davacının yıllık izinlerini kullandığının anlaşıldığını savunmuştur.
116. Mahkemece alınan bilirkişi ek raporuna itibarla tanık beyanları uyarınca fazla çalışma, hafta tatili ile genel tatil ücreti alacakları, sunulan formlar, tanıkların yıllık izin taleplerinin imzalatılmasına rağmen kullandırılmadığına dair beyanları ile ücret bordroları da değerlendirilmek suretiyle ise yıllık izin ücreti alacağı hüküm altına alınmış, hükmü temyiz eden davalı vekili temyiz dilekçesinde; diğer hususların yanı sıra fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretleri ile yıllık izin ücreti alacağı yönünden kararın hatalı olduğunu, özetle, dosyadaki ücret bordrolarının, banka kayıtlarının değerlendirilmediğini, yıllık izin formlarının dikkate alınmadığını ileri sürmüştür.
117. Özel Dairece 12.09.2013 tarihli ve 2013/6764 E., 2013/14481 K. sayılı karar ile davalının temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasından sonra davalı vekilinin emsal dosyalarda verilen kararların Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile yıllık izin ücreti yönlerinden bozulduğunu belirtilerek içtihat birliğinin sağlanması adına maddi hata düzeltilmesi talebi üzerine bu kez karar bozulmuştur.
118. Bu durumda davalının temyiz istemlerinin reddi ile onanmasına karar verilen bir kararın, Özel Dairece esasen savunmanın dayanağını oluşturan, yargılama aşamasında ileri sürülmüş ve temyiz konusu yapılmış nedenlerle bozulduğu, delillerin değerlendirilmesi sonucunda varılan hukukî sonucun yanlışlığı hukukî hata olarak kabul edilse dahi maddi hata olarak kabulünün mümkün olmadığı, bu nedenle onama kararının kaldırılmasını gerektirir maddi hata düzeltim nedenleri bulunmadığından direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmaktadır.
119. O hâlde direnme kararı yerinde olup onanmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (1.121,78TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.12.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.