Hukuk Genel Kurulu 2014/1927 E. , 2017/262 K.
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 18. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.11.2012 gün ve 2011/3 E., 2012/892 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 27.02.2014 gün ve 2013/12675 E., 2014/3349 K. sayılı ilamı ile;
'…Dava, sigortalının iş kazası sonucu vefatı nedeniyle hak sahiplerinin uğradıkları maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; davalı ...'na bağlı Cihanbeyli İlçesi Yeniceoba bucağında bulunan Mehmet Zeki Kart İlköğretim Okulu'nun bahçesine, bir hayırsever tarafından masrafları karşılanmak üzere, dava dışı taşeron ... ile anlaşıldığı, davacıların murisinin de bu çeşmenin yapımı sırasında geçirdiği iş kazası nedeniyle vefat ettiği, olayın SGK Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından iş kazası olduğunun tespit edildiği, hükme esas kusur raporunda olayın meydana gelmesinde, davalı ...'nın % 30, dava dışı taşeron ...'ün % 50, kazada vefat eden sigortalı işçinin % 20 oranında kusurlu olduklarının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Gerek 4857 sayılı Yasanın 2/6 ve gerekse 5510 sayılı Yasa'nın 12/son maddesi ile yürürlükten kalkan Sosyal Sigortalar Kanununun 87/2. maddesinde; aracının hukuksal açıdan tarifi yapılmış kimlerin aracı veya halk arasındaki deyimi ile 'Taşeron' sayılacağı belirlenmiştir. Buna göre; aracıdan bahsedilebilmek için; öncelikle üst işveren ve bunun tarafından ortaya konulan bir iş olmalı ve görülmekte olan bu işin bölüm ve eklentilerinden bir iş, alt işverene devredilmelidir. Çoğu kez bina inşaat işlerinde görüldüğü gibi, ana binayı veya asıl işi bitirmekle yükümlü bir işveren, bu işin doğrama, döşeme, su tesisatı gibi bölümlerini aracılara devretmektedir. Bu gibi durumlarda üst-alt işveren ilişkisinden söz edilebilir. Dava konusu olayda da, asıl işi eğitim olan ve davalı Bakanlığa bağlı Mehmet Zeki Kart İlköğretim Okulu Müdürlüğü'nün, çeşme inşaatı yapımı işini, ihale makamı olarak dava dışı ...'e verme yetkisi bulunmamaktadır. Davalı ... tarafından yaptırılan bir inşaat işi söz konusu olmayıp dolayısıyla üst işveren sıfatı da bulunmadığından meydana gelen zarardan sorumlu tutulamayacağı ortadadır. Bir an aksi düşünülse bile, ... ile dava dışı ... arasında anahtar teslimi esasına dayalı eser sözleşmesinden söz edilebilir. Böyle olunca anılan davalı hakkında davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...'
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, müteveffanın yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi amacıyla açılmış tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar vekili, müvekkillerinin murisinin 12.08.2004 tarihinde davalıya ait Mehmet Zeki Kart İlköğretim Okulu’nun çeşme inşaatı yapımı sırasında iş kazası sonucu vefat etiğini davalının iş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili tedbirleri almadığını, meydana gelen kaza nedeniyle müteveffanın kusurunun bulunmadığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın idari yargıda açılması gerekirken adli yargıda açıldığını, zamanaşımının dolduğunu, kamu görevlisinin kamusal görevini yerine getirirken tamamen kendi iradesiyle ve kasti bir şekilde sebebiyet verdiği zararlarda eylem ile kamu görevinin yürütülmesi arasında herhangi bir bağ olmadığını, salt kişisel kusur kamu görevinden ayrıldığından idarenin sorumluluğunu doğurmayacağını, müvekkilinin sorumluluğu bulunmadığından davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece 12.08.2004 tarihinde davalı Bakanlığa ait Cihanbeyli ilçesi Yeniceoba bucağında bulunan Mehmet Zeki Kart İlköğretim Okulu çeşme inşaatı yapımı sırasında meydana gelen ve davacıların murisi Feyzullah Akyüz'ün ölümü ile sonuçlanan kazanın 506 sayılı Kanunun 11. maddesinin (A) fıkrasının (a ve b) bentlerine göre iş kazası olduğu belirtilerek maddi ve manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını, davalı MEB vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; vefat eden ...’ün yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkin olarak açtığı davada ...’nın asıl işveren sıfatı bulunup bulunmadığı ve buradan varılacak sonuca göre sorumlu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, açılan davanın iş mahkemesinde görülebilip görülemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Öncelikle belirtilmelidir ki; Mahkemelerin görevlerini belirleyen usul hukuku kuralları kamu düzenine ilişkindir; görev itirazı yargılamanın her aşamasında, usul hukukuna ilişkin hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın taraflarca ileri sürülebileceği gibi, davayı gören mahkeme de, bu yönde bir itiraz olmasa bile, görevli olup olmadığını kendiliğinden değerlendirmekle yükümlüdür. Her dava, usul hukukunun kamu düzenine ilişkin kurallarının gösterdiği görevli mahkeme hangisi ise, orada görülür.
T.C. Anayasasının 136 ve 142. maddelerinde, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişleri ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır. Mahkemelerin görevi kıyas veya yorum ile genişletilemez ya da değiştirilemez. Kanunda açıklık bulunmayan durumlarda görev genel mahkemelere aittir (5.12.1977 gün 1977/4 E., 1977/4 K. sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı gerekçesinden).
Bilindiği üzere, Medeni Yargılamada ilk derece mahkemeler, genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ayrılmışlardır.
Öncelikle genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin hukuki mahiyeti üzerinde durulmasında yarar vardır.
Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama yoktur.
Genel Mahkemelerin bakacakları davalar belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup, aksi belirtilmedikçe, Medeni Yargılama Hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Cilt 1 S.164).
Buna karşın özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Eş deyişle özel mahkemeler özel yasalarla kurulmuş olup özel yasalarda belirtilen davaları yürütür.
Genel mahkemelerin kuruluşunda olduğu gibi özel mahkemelerin (veya ihtisas mahkemelerinin) kuruluşu da mutlaka ayrı (özel) bir kanun hükmü ile düzenlenir. Özel mahkemelerin kuruluşunun tabii hakim ilkesine aykırı düşmeyeceği Anayasanın 37. maddesinde belirtilmiştir.
Türk Medeni Yargılama Hukukunda özel yasalarla kurulmuş özel mahkemeler; Kadastro Mahkemeleri (3402 sayılı Kanun), İcra Mahkemeleri (İİK.) Tüketici Mahkemeleri (4077 sayılı Kanun), Aile Mahkemeleri (4787 sayılı Kanun), Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemeleri (551 sayılı KHK m.146, 554 sayılı KHK m.58, 555 sayılı KHK m.30, 556 sayılı KHK m.71, 5846 sayılı Kanunun 21.02.2001 gün ve 4630 sayılı Kanunla değişik 76 maddesi), Denizcilik İhtisas Mahkemesi (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu ) ile İş Mahkemeleridir. (5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu)
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesi ve 29/06/1960 gün 1960/13-15 sayılı YİBK.'da; İş Mahkemelerinin, işçi sayılan kimselerle (Kanunun değiştirilen 2.nci maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların bu mahkemelerde çözümleneceği açıklanmıştır. Bu mahkemeler ayrıca, 5018 Sayılı Kanunun 4/E fıkrasına göre sendikaların açacakları ve bu sıfatla aleyhine açılacak hukuk davalarına İşçi Sigortaları Kurumu ile Sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara bakacaktır. Özel Kanunlardaki özel düzenlemeler nedeniyle 2821 sayılı Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu, 854 sayılı Deniz İş Kanunu, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunundan doğan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde çözümlenir.
5521 sayılı Kanun uyarınca bir uyuşmazlığın İş Mahkemesinde görülebilmesi için işçi sayılan kişilerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlığın bulunması gerekir.
Somut olaya gelince; müteveffa ile davalı ... arasında hizmet akdinin bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekmektedir. İş sözleşmesi; 4857 sayılı İş Kanununun 8. maddesinde 'bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşme' olarak tanımlanırken, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 393. maddesinde hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle iş görmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır. Bu düzenlemeden de anlaşıldığı üzere ücret, iş görme (emek) ve bağımlılık hizmet sözleşmesinin belirleyici unsurlarıdır. Hizmet sözleşmesini diğer iş görme sözleşmelerinden ayırt etmeye yarayan en önemli ölçüt bağımlılık unsurunun bulunup bulunmadığıdır. Çünkü sözleşmenin “ücret” ve “iş görme” unsurları, iş görmeyi konu edinen diğer sözleşmelerde de çoğu zaman bulunmaktadır. Dolayısıyla iş sözleşmesini, konusu çalışma (emek) olan diğer sözleşme tiplerinden ayırt etmek bağımlılık unsuru sayesinde mümkün olmaktadır. Şayet çalışan kimsenin işverene bağımlı olarak çalışması söz konusu değilse aralarındaki ilişkinin bir iş ilişkisi olduğundan bahsedilemez. Başka bir deyişle bağımlılık unsuru ihtiva etmeyen bir iş görme sözleşmesi, iş hukuku anlamında iş sözleşmesi olarak nitelendirilemez (Reisoğlu, Seza: Hizmet Akdi, Ankara,1968, s.38.). Nitekim konusu iş görme olan eser sözleşmelerinde işverenin verdiği emir ve talimatlar genellikle edim sonucuna yöneliktir. Taraflar sözleşmenin yapılmasından sonra bağımsız bir ilişki içindedirler ve önemli olan işin bitirilmesidir. Bu süreç içinde çalışan kişiler, çalışma şekli ve sürelerini iş sahibinden bağımsız olarak kendileri belirlemektedir. Oysa ki iş sözleşmesinde işçi işin bitip bitmemesinden sorumlu tutulmaksızın doğrudan işverenin emir ve talimatı doğrultusunda çalışmak zorundadır. Şu halde iş ve sosyal güvenlik mevzuatının temel ölçütü hizmet sözleşmesi olmakta, işçi ve sigortalı kavramları da kural olarak bu sözleşmeye göre çalışanları kapsamaktadır. Hizmet sözleşmesinin belirleyici unsuru olan bağımlılık çalışanın iş ve sosyal güvenlik hukuku anlamında işçi sayılıp sayılmadığının belirlenmesi açısından temel bir ilkeye dönüşmüştür. Genel anlamıyla bağımlılık, işçinin belirli veya belirsiz bir süre içerisinde işverenin talimatlarına göre ve onun denetimine bağlı olarak çalışmasını ifade eder.
Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; taraflar arasındaki hukuki ilişkide hizmet akdini karakterize edici özelliklerinin bulunmadığı, ... ile ... arasında istisna akdinin unsurlarının mevcut olduğu ve davanın bu nedenle iş mahkemelerinde görülemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Hal böyle olunca, maddi ve hukuki olgular dikkate alındığında eldeki davaya genel mahkemede bakılması gerekirken, yerel mahkemenin (iş mahkemesi) görevli olduğu gerekçesiyle davanın esası hakkında karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Direnme kararı yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ile BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.02.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.